9- Allah'ı (cc) ve müminleri aldatmaya çalışırlar; oysa yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar.
Münafıkların ikinci vasfı da (haşa) Allah’ı ve müminleri aldatma yarışına girmeleridir. Kendilerini inanmış göstermekle güya Allah’ı ve müminleri aldatacaklar.
‘Oysa onlar ancak nefislerini aldatırlar. Bunun şuurunda değillerdir. Bu durumu fark edemezler.’
Aldatma, dürüst olmamak demektir. Demek ki bunlar korkuyorlar. Gerçeklerden kaçıyorlar. Hile ve yalandan medet bekliyorlar. Aynı zamanda câhilce bir cesarette bulunup kendilerini riske atıyorlar. Kendilerini üstün görüp, muhataplarını küçümsüyorlar. Tıpkı okullarda zengin çocukların markalarıyla fakir öğrencileri aşağılayıp, alay ettikleri gibi.
Âyetin nüzul sebebi; rastladıkları mümin kişilerle el sıkışıp onların güzel meziyetlerini övüp, biraz uzaklaşınca kahkahalar atıp hezeyan koparmalarıydı. Bu tavırlarıyla kendilerini Bedir’deki akıbete hazırlıyorlardı.
Efendimiz (sav) sohbet ederken arka saflarda bir münafık durmadan ağız hareketleri yaparak alay ediyordu. Efendimiz (sav) aleme ibret için ‘öyle kal’ diye bedduâ etti. O kişi bu bedduâ üzerine, ömür boyu çirkin mimikleriyle kalıp aleme rezil oldu. İşte hud’alarına karşı bir hud’a.
Zaten Rabb-i Kerimi söz veriyor. Habibullah ile alay edenlerin ele başları feci akıbetlerine eriyor. Kıyâmete kadar da bu böyle olacak. Yakın tarihte Efendimiz (sav) hakkında çirkin karikatürler yapan bedbahtın, evinde yanarak cehenneme yuvarlanması gibi.
Âyette müşakale yollu iki kere geçen ‘ خَدَعَ ’ lafzı lugat anlamıyla, aldatmak, kandırmak, oyuna getirmek, vazgeçirmek olmakla beraber, deyim olarak ‘hadead dabbu’ kertenkelenin kendi yuvasında örtünmesi, saklanması demektir. Kertenkele kendini korumak için, yuvasına elini uzatan kişiyi soksun diye bir akrebi dışarıda hazır bekletir. Hatta ‘akrep kertenkelenin kapıcısı ve gözcüsüdür’ denir. Ayrıca bazı kimselere ‘kertenkeleden daha düzenbaz’ denir.
Bu manalara göre âyet-i kerimeyi değerlendirdiğimizde, inanmaz, fakat inanmış gibi gözükerek müminlerin içine sızmak, hem onlardan istifade etmek, hem casusluk yapmak için hileye başvururlar. Fakat bu tutumlarıyla kendilerini aldatmış olurlar. Çünkü Allah, kalplerin künhünü bilen, her şeyden haberdar olan Zât-ı kibriyadır. Ve kendine inanan müminlerin dostudur. Onları daima galip getirir, yardımcı olur. Düşmanların hilelerini haber verir, tedbir öğretir. Bu tarih boyu böyle olmuş ve böyle de olacaktır. Yeri göğü korumak kendisine zor gelmeyen Zâta, müminleri korumak elbette kolaydır. Zaten müminlere yardım etmeye bizzat söz vermiştir.
Titizliğin Böylesi
İslâm dünyasında Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynak Sahih-i Buhari adındaki hadis kitabıdır.
İsmail el-Buhari'nin, Hz. Peygamberin hadislerini toplamaya kendini vakfettiği, yeni bir hadis
duymak ve almak için dere tepe dolaştığı, günlerce, haftalarca yol kat ettiği sıralarda, kendisine,
birçok sahabi ile görüştüğü bilinen birinden söz edildi. Çok zaman yaptığı gibi uzun bir yol kat
ederek bahsedilen adamı buldu. Fakat adamı bulduğu sırada, kazığından boşanmış olan devesini
boş torba ile aldatarak yakalamaya çalıştığına şahit oldu. Bu halde hiçbir şey sormadan geri döndü.
Niçin boş döndüğünü, birkaç hadis not etmediğini soranlara şöyle cevap verdi:
- Ben devesini aldatarak yakalamaya çalışan adamın rivâyet edeceği hadise güvenmem.
Münafıkların içyüzü Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde beyan buyrulmuş, mümine sinsi düşmanı tanıtılmıştır. Birkaç misal vermek gerekirse;
1- Onlar birbirindendir, iyiliği nehyedip kötülüğü emrederler. (Tevbe, 67)
2- Namaza tembel tembel giderler. (Tevbe, 54)
3- Münafıklar aleyhlerine bir sure inmesinden korkarlar. (Tevbe, 64)
‘el-had'ın asıl anlamı, fesat ve bozuluştur.‘Hud'a’(hîle) kelimesi esasında bir gizlilik mânâsını içine alır. Ve tarifi: Başkasına karşı görünüşte selamet ve doğruluk düşündüren bir işi açıklayıp, içinde onu zarara sokacak bir şeyi gizlemektir. ‘Muhâdea’, hile yarışına kalkışmaktır ki, ikisi birden değil, önce bir taraftan başlamak şarttır.
İyi düşün iyi hisset, yanılma, aldanma
Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma
‘Her kim asla aldatılamayanı aldatmaya kalkışırsa, ancak kendisini aldatır’ diye bir söz vardır. Çünkü aldatmak ancak gizlilikleri bilemeyen kimseye karşı yapılabilir. Gizlilikleri bilen kimseyi aldatmaya kalkışan ancak kendisini aldatmış olur.
Bu aynı zamanda Allah'ı tanımadıklarını da göstermektedir. Çünkü onlar Allah'ı tanımış olsalardı O'nun asla aldatılamayacağını da bilirlerdi.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Allah'ı aldatmaya çalışma. Çünkü her kim Allah'ı aldatmaya kalkışırsa Allah onu aldatır ve o kişi eğer farkında ise aslında kendisini aldatır.’ Bunu duyanlar: Ey Allah'ın Peygamberi, Allah nasıl aldatılmaya çalışılabilir ki? deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurur:
‘Sen Allah'ın sana emrettiği şeyi yaparsın, fakat bu işi yaparken O'ndan başkasını amaç olarak gözetirsin.’
‘Nefs’, bir şeyin zatı, kendisi ve hakikati demektir. Sonradan ruh manâsında kullanılmıştır. Zira canlının zatı ruh ile kaimdir. Kalb manâsında da kullanılır. Çünkü kalp, ruhun yeridir. Bedenin varlığını sağlayan kan manâsına da gelir. Su manâsında da kullanılır. Çünkü beden şiddetle suya muhtaçtır. Re'y (görüş) manâsı da vardır.
Şeriat örfünde şehvet ve kızgınlığın başlangıcı olan nefsanî kuvvete ‘nefs’ denilir. Bu âyette ‘kendisi’ anlamındadır.
Şuur, açık duygu ile hissetmektir. Yani şu anda his halinde olan ve henüz hafızaya ve akla tamamen geçmemiş bulunan açık bir ilimdir ki, dalgınlığın zıddıdır. İdrakin ilk derecesi yani bir şeyin, düşünenin fikrine ilk varış derecesi, ilk görünümüdür. Şuur, bir bakıma ilmin en zayıfıdır, çünkü onda sebat ve ihtiyatlı hareket yoktur. Bu sebeple Allah'ın ilmine şuur denmez.
Göğsü yâkut ve safir Kapıda bir misâfir...
Sordum: Kimsin, nesin sen?
Dedi şeytandan sefir!
Nefs isimli o kâfir... N. Fazıl
❊ ‘ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ ’ cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. Yüce Allah (cc) burada münafıkların Allah karşısında küfrü gizleyerek inanmış görünmelerini, padişahı aldatmaya çalışan tebaanın durumuna benzetmiştir. Burada müşebbehi bihin ismi, istiare yoluyla müşebbeh yerine kullanılmıştır.
❊ ‘ يَخْدَعُونَ ’ kavlinde müşakale vardır. Zira mufâale babı manada müşâreketi iktiza eder. Allah’u Teâlâ hilelerine hileyle mukabele etmesi gibi; hud'alarının zikrine mukabil cezayı ‘hud'a’ lafzıyla zikretti.
❊ Hud'a kelimesinde mecaz vardır. Sanki aldatma fiilini güç yetireceklermiş gibi kesin ifadeyle sunuyorlar.
❊ Buna karşı ‘ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ ’ cümlesi ile şiddetle (kasır ve tekitle) bu tavır reddediliyor.