253- Bu peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Onlardan kimi ile Allah (cc) konuştu, kimini de birçok derecelere yükseltti. Meryem oğlu İsa’ya da açık mucizeler verdik. Onu Cebrail ile de destekledik. Allah (cc) dileseydi, onlardan sonraki milletler, kendilerine açık ve kesin deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat onlar ihtilafa düştüler, kimi inandı, kimi inkara saptı. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Lakin Allah (cc) dilediğini yapar.
Allahu Teala Kitab-ı Keriminde her ayeti birbirine insicamlı, bağlantılı inzal buyurmuştur. Burada da aynı güzel bağlantının bir örneğini görüyoruz. Önceki ayette ‘Bunlar Allah’ın ayetleridir, sana okuyoruz’ buyrulmuş, 'ayetler' ism-i işaretle nazara verilmişti. Bu ayette aynı üslupla, aynı ism-i işaretle Resuller ve onların farklı farklı üstünlükleri parmakla gösterilircesine gözler önüne serilmiştir.
Gönderilen her peygamber, asrının ve geldiği beldenin özelliklerine, kültürüne, sosyal durumuna muvafık, onların sorun ve sorularına cevap verecek istidad, mucize ve ayetlerle teşrif etmişlerdir. Hidayeti kabullenecek kimselere yeterli bilgi ve delilleri sunmuş, Allah’ın hükümlerini, emirlerini en güzel şekilde bildirmiş, en nazik şekilde tebliğlerini yapmışlardır.
İnadına, kibrine, hevasına, taassubuna mağlup olmayan, sadece cehaletinden bilgisiz ve inançsız olan herkes; resullerine iman edip tasdik etmiş, dinlerine yardım etmişler. Verici istasyon mükemmelse, sorun yoksa, alıcıda da sorun olmadığında, muhabere sağlanmış, gönül ülkesi mesajı almış ve derhal harekete geçmiştir. Alıcı taraf bozuk, hak ve gerçeklere kapısını kapamışsa, batıla dalanlarla dalmışsa, ebediyyet ve saadet kervanına katılmamışsa, ıssız çöllerin tehlikeleri onu bekliyor demektir.
Peygamberlerin tebliğ ettiği ilahi kitaplar gökten inen yağmura benzer; ne var ki güle düşerse gülü, dikene düşerse dikeni büyütür.
İşte resullerin birbirinden üstünlükleri, ümmetlerinin durumuna göre farklı farklı mucizeler, farklı tavır ve davranışlarda olmalarıdır ki, hepsi kendi sahasında dehadır.
Görev şuuru, peygamberlik vazifesinde hepsi birbirinden değerli, faziletli, bizzat Rabbü’l Âlemin’in terbiyesinden geçmiş, maddimanevi dünyaya yön veren, insanları eğiten en mümtaz şahıslardır. Hz. Âdem’le attıkları temel, kıyamete kadar bahtiyar gönüllerde iman abidesini inşa edecektir.
Genel olarak birbirinden üstün yanları, faziletlerinden bahsettikten sonra birkaç örnek vererek o yüce zatların üstünlüklerini anlamamız, öğrenmemiz gerektiğine tağlip yapılıyor.
Bu ayeti okurken öncelikle Hz. Musa geliyor aklımıza. Çünkü Hz. Musa’nın Tur dağında Rabbiyle söyleşen Kelîm’i olduğunu kitabımızdan öğreniyoruz. İçinde bulunduğumuz Bakara suresinin sebeb-i nüzulü, isminin sebebi olan olay da yine Hz. Musa’nın Kelimullah olduğunu hatırlatıyor.
Bakara olayında öldürülen adamın katilini bulmak için Hz. Musa’ya müracaat etmişler, o da bir sığır kesip mevtaya bir parçasını değdirmelerini, böylece mevtanın kendisini kimin öldürdüğünü söyleyeceğini vahiyle haber vermişti. Bu olayda Hz. Musa’nın hem Rabbiyle konuştuğunu, hem de Rabbinin izniyle ölüyü konuşturduğunu öğreniyoruz. Kelimullah olma özelliğini, faziletini bütün gönlümüzle tasdik ediyoruz. Allah’ın bereketi, selamı, Kelîm’i olan Hz. Musa’ya ve O’nun ulu ashabına olsun.
Ayrıca Hz. Musa’nın kavminden seçilmiş yetmiş kişi de bu mükalemeye şahit olmuşlardır. “Musa, kavminden yetmiş adam seçti” (Arâf, 155)
♦ Allah ile vasıtasız konuşan nebiler bir başka tefsire göre sadece Hz. Musa değildir; Hz. Adem ve makam-ı kâb-ı kavseyn'e ulaşan Efendimiz de Allah'ın kelimidir.
Bu yükseliş, hem maddi, hem de manevi olmuştu. Efendimiz'i miraç ile, Hz. İsa’yı çarmıha gerilmekten korumak amacıyla, Hz. İdris’i, Hz. İlyas’ı, Hz. Süleyman’ı göklere yükseltmiş. Manevi olarak da başta Efendimiz olmak üzere her peygamberi farklı farklı derecelere yükseltmiştir. Efendimizin adını adının yanına yazarak arşın sütunlarında, imana girmenin kapısı olan şehadetle, ezanlarla, selalarla yükseltmiş, O’na Muhammed, Ahmed isimlerini vererek övgüye layık olduğunu ins-ü cinne, meleklere talim edip O’nu bütün aleme rahmet olarak göndermiş. O’na itaatı kendine itaat, O’na biatı kendine biat kılmış, sevmiş ve kainata sevdirmiştir.
Sevdin Habibini kâinata sevdirdin.
Sevdin de hıl’atı risaleti giydirdin.
Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmud’a erdirdin.
Serveri asfiyâ kıldın.
Hatemi Enbiyâ kıldın.
Muhammed Mustafa kıldın.
Salât ü selâm, tahiyyât- ü ikram, her türlü ihtiram ona,
Onun Âl-ü Eshab-ü etbaına ya Rab! (Elmalılı Hamdi Yazır)
Hz. İsa'nın kendisi bizzat ayet ve ibrettir. Hâriku’lâde bir şekilde babasız olarak, tertemiz Meryem’den doğan Ruhullah olması, alemde hiç olmamış ve hiç olmayacak kudret-i ilahi eseridir.
Cenab-ı Hakk kullarına üslup öğretmek ve daha bir çok hikmete binaen olayları, oluşumları sebeplere bağlamış, tabiatta, fıtratta kanunlar, tüzükler koymuş. Hz. İsa’nın yaratılışı, bu âdetleri aşıp geçen bir hâriku’l âdedir. Rabbimiz ona ruhundan ruh üfleyip ‘Ol’ emri ile yaratmıştır. Ruh üfleme Cebrail vâsıtasıyla olduğundan ‘Onu ruhu’l kuds ile teyit ettik’ buyrulur ve ‘Ruhullah’ onun lakabı olur. Bu nedenle onun nefesi hastaları tedavi edecek, körleri iyileştirecek, hatta ölüleri diriltecek kadar Allah’ın izniyle tesir etmiştir.
Ne var ki inanmak istemeyen kimseler her asırda olduğu gibi, Hz. İsa’nın zamanında da bu hâriku’l âde doğuşu bahane ederek ayrılıklara, nifaka düştüler ve halkı da şüphelendirme yolunu tuttular. Fitne-fesat büyüdü, Hz. İsa’yı çarmıha germeye kadar gitti. Cenâb-ı Hakk, içlerinden bir fitneciyi Hz. İsa şekline soktu; onu öldürdüler. Hz. İsa, Cenâb-ı Hakk tarafından gökyüzüne kaldırıldı, kendisine kanat takılarak arş etrafında tavaf eden meleklere katıldı.
Sonra ihtilaflar çoğaldı; İseviler-Museviler, kargaşalar, ayrılıklar çıktı. Bunun için Cenâb-ı Hakk, Hz. İsa’yı zikirden hemen sonra ‘Eğer Allah dilemeseydi savaşmazlardı’ buyuruyor. Yani Cenâb-ı Hakk onlara bu konuda cebretmedi, kendi hallerine bıraktı. Onlarla hesap günü hesaplaşacak. İmtihan dünyası olan bu alemde iman etmeye de inkar etmeye de imkanlar açık. Herkes cüz’i iradesiyle bu meydanda serbest bırakıldı.
Cenâb-ı Hakk dilese, insanlar tek ümmet olurdu, mümin-kafir diye ayrılmaz, aralarında ihtilaf olmaz, neticede de birbiriyle savaşmazlardı. O zaman iyiyle kötü, masumla günahkar, tembelle çalışkan ayırt olmaz, imtihanın gayesi ortaya çıkmazdı.
Cenab-ı Hakk’ın bunca küfre, zulme, nifaka karşı Halim, Sabûr isimleriyle muamele etmesi, O’nun şanının yüceliğinden, rahmetinin vasiliğindendir. Yoksa O dilediğini yapma kudretine sahiptir. Âsi, alçak, kafir ve zalimlere bir anda dünyayı dar eder, kurdukları hile ve desiseleri bir anda kendi başlarına çevirir. Kendine karşı çıkan bu güruha hiç mühlet vermeden Firavun’un, Karun’un, Haman’ın yanına gönderir. Ama bir ömür fırsat veriyor, imkanlarını elinden almıyor. Olur ki, akılları başlarına gelir, dönüş yapar, ıslah olur, hak yola revan olurlar. Yarın hesap günü ‘Bize fırsat verseydin, zaman tanısaydın’ diye bir mazeretleri de olmaz.
Yüce Allah üçüncü cüzün son kısmında, İsraîloğullarının başına Tâlût’un geçmesini, hem hükümdarlık hem de peygamberlik şerefine nail olması sebebiyle Dâvud (as)’un diğer İsraîloğullarından üstünlüğünü anlattı. Daha sonra Rasullullah’ın peygamberlerden olduğunu kendisine bildirdi. O ayetlerde zahirî mânâ, peygamberlerin eşit olduğunu göstermektedir. Bu âyetlerde de Yüce Allah, peygamberlerin aynı derecede olmadıklarını, diğer insanlar arasında olduğu gibi, onlar arasında da farklılık bulunduğunu bildirmiştir.
Bu cümle, 252. ayette Efendimize hitaben gelen 'Şüphesiz ki sen Resullerdensin' cümlesinin ardından resulleri tafdil edip, 'İşte Sen de birbirinden farklı üstünlükleri olan bu resuller cemaatindensin' anlamındadır.
Ayetin öncesiyle bir diğer münasebeti şöyledir: Allah’u Teâlâ, Efendimiz’i kavminden gördüğü inkar ve hasede karşı teselli ederek şöyle demiştir: "Allah peygamberlerin bir kısmıyla konuştu, bir kısmının derecelerini yükseltti, Hz. İsa’yı da Rûhü’l-Kudüs ile teyid etti. Bunca mucizeleri müşahede etmelerine rağmen, kavimleri onlara yine kötü muamelelerde bulundu. Sen de onlar gibi bir peygambersin; kavminden gördüğün eziyetlere karşı üzülme.
♦ Kur’an-ı Kerim’de zikredilen, İbrahim, İsmail, İshâk, Ya’kûb, Mûsâ (as) ve diğer peygamberlerdir.
♦ Bu ifâdeden maksat, önceki ayetlerde zikredilen Eşmayil, Dâvûd ve -peygamber olduğunu söyleyenlere göre- Tâlût peygamberdir.
♦ Sadece Hz. Davud kıssasında geçen peygamberler değil, bu ayetten önce zikredilen bütün peygamberlerdir; Hz. Adem, Hz. Musa, Hz. Yakup, Hz. İshak, Hz. Harun, Hz. İbrahim, Hz. İsmail gibi.
♦ “Eğer Allah insanların bir kısmının (fesadını), bir kısmıyla ön-lemeseydi, dünya mutlaka fesada uğrardı” (Bakara 251) âyetiyle işaret edilen, fesadı def etmek için gönderilen peygamberlerdir.
♦ Bu peygamber Efendimizdir . Çünkü o alemlere rahmet ola-rak gönderilmiştir. Ulu'l azim peygamberdir. Kendisine Kur'an-ı Mecid verilmiştir. İlmi ve ameli öyle üstünlükler verilmiştir ki, asrın lisanı onu anlatmaya güç yetiremez. Dini mucizelerle teyid edilmiş, kendisine şefaat-ı uzma olan makam-ı mahmud verilmiştir. Cümlenin kapalı gelmesi ve cemi sigasıyla 'Resuller' denmesi, onun şanına işaret içindir.
Âyet-i kerimeden peygamberlerin birbirleriyle mukayese edildiğini anlamak doğru değildir. Ayet, bu peygamberlerin müntesiplerinden her birin in kendi peygamberlerinin üstünlüğünü iddia etmelerini reddetmiştir. Her biri kendi dönemlerinde görevlerini ifa eden peygamberler risaletin aslında birbirlerine eşittirler. Tevhidde, inançta aynı olan bu peygamberler, aynı kaynaktan çağrıyı alarak kendi asırlarında tebliğlerini yapmışlardır. Evrensel kanunlar keşfedilmeden, deneylerle elde edilen bilgiden önce de vahiy ve tevhid bilgisi vardı.
Nübüvvet tek bir şeydir, onda üstünlük olmaz. Ama ortak özellikleri olan risalet dışında bazı özellikleri birbirinden üstündür. Allahu Teala kimisiyle bizzat konuşarak, kimisini anasız babasız, kimisini babasız dünyaya getirerek farklı özellikler vermiştir.
Meselâ Hz. Musa’nın, asayı yılana çevirme, “yed-i beyzâ” ve denizi ikiye ayırma mucizeleri, o zamanın halkının çok ileri derecede olduğu sihre; Hz. İsa’nın anadan doğma körleri, alaca hastalarını iyileştirip, ölüleri diriltme mucizeleri de o devrin insanlarının son derece ileri gitmiş olduğu tıbba teşbih edilmiş, Hz. Muhammed’in mucizesi olan Kur’an da, belagat fesahat, nesir ve şiir cinsinden olmuştur.
Peygamberlerin mucizeleri azlık çokluk; bakî olma ve bakî olmama; kuvvetli ve zayıf olma gibi hususlardan farklıdır.
Bazıları Hz. İbrahim gibi halillik makamına yükselmiştir. Bu makam ondan başkası için hasıl olmamıştır.
Hz. Davud’a nübüvvet, mülk ve güzel ses verilmiştir.
Hz. Süleyman’a cinler, insanlar, kuşlar ve rüzgar musahhar kılınmıştır. Bunlar babası Dâvud aleyhisselam'a verilmeyen şeylerdir.
Bazıları şeriatle, bazıları şeriatsız gelmiştir.
Bazısına bizzat vahiyle, bazılarına rüya ile vahyedilmiştir.
Bazısını sırf kavmine, bazısını bütün insanlara göndermiştir.
Efendimiz’e ise insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilme hususiyeti ile kendinden önceki tüm şeriatleri neshetme vasfı verilmiştir.
♦ Ya da bu üstünlük; tüm müminlerin iman açısından eşit olup, itaatleri, takvaları açısından farklı olmaları gibi, Peygamberlerin Allah katındaki makamlarının farklı olm ası anlamındadır. Peygamberler amellerinin faziletleri, ağır imtihanlara sabretmeleri gibi hususlarda birbirlerinden farklıdırlar.
♦ Bu üstünlükten maksat; Peygamberlerin şu anda semadaki ma-kamlarının farklılığı da olabilir. Nitekim İsrâ hadisinde peygamberlerden kiminin dünya semasında birinci katta, kiminin ikinci kat semada, kim ilerinin farklı semalarda olduğu bildirilmiştir.
♦ Bundan murad, dünya ile ilgili mertebelerin farklılığı da olabi-lir; bu da ümmetin, sahabenin çokluğu, devletin gücü gibi hususlardır.
♦ Kiminin kıssası anlatılmış kiminin anlatılmamıştır.
Allahu Teala'nın konuştuğu nebi, Hz. Musa'dır. Hz. İsa da 'Beyyineler verdik' cümlesinde zikredilmiştir. Bu iki ifade arasında gelen; “Bazısını da bir çok derec elerle yükseltti” cümlesi Rasûl-i Ekrem’i anlatır. Çünkü Efendimiz’e verilen mucizeler hiç kimseye verilmemiştir. Ona hiçbir mucize verilmeyip yalnız Kur’an-ı Kerim verilmiş olsa, bu da onun üstünlüğü için kafi gelirdi. Kur’an-ı Kerim mucizesi tüm çağlar boyunca baki kalacak bir mucizedir.
Diğer peygamberler arasında, özellikle Hz. Musa ve Hz. İsa zikredildi. Çünkü bu iki peygamberin mucizeleri, bunların dışındaki peygamberlerin mucizelerinden daha aşikâr ve güçlüdür.
Hem onların ümmetleri, Kur’an inerken mevcuttu. Diğer peygamberlerin ümmetleri mevcut değildi. Bu iki peygamberin özellikle zikredilmesi, onların ümmetlerini tenkîd için bir tarizdir. Sanki şöyle denmiştir: “Bu iki peygamberin dereceleri böyle yüksek ve mucizeleri de çok olmasına rağmen, ümmetleri onlara inkıyâd etmemiş; muhalefet etmişler ve itaattan yüz çevirmişlerdir.”
Bu üç peygamber, bu âyetlerin nazil olduğu dönemde de, şu anda da kendilerine uyulan ve müntesiplerinin ayrılığa düştükleri peygamberlerdir. Âyetin devamınd a da bu konunun gündeme getirilmesi, bu âyetin peyg amberlerin birbirlerinden üstün olup olmadıklarını anlatmak için değil de ümmetlerinin: “Biz im peygamberimiz üstün, sizin peygamberiniz değil” kavgalarını sona erdirmek için nazil olduğunu gösterir.
Rabbimiz bu üstünlük kavgasının bir fayda sağlamayacağını ortaya koymaktadır. Önemli olan bizim bu peygamberlere ne kadar tabi olduğumuz, onları ne kadar örnek aldığımız, hayatımızı onlara ne kadar yakın yaşadığımızdır.
Peygamberler, ümmetlerin meşrebleri itibarı ile davet derecesinde farklı olsalar bile, hepsi Allah’a vasıl olmuş, fenafillah ve bekabillah derecelerine ulaşmışlardır. Çünkü velayet, nübüvvetten öncedir. Velayetin son derecesi, nübüvvetin ilk derecesidir. Nübüvvet, velayetin üzerine bina edilmektedir.
Mevlana Mesnevi’sinde peygamberler arasındaki üstünlükleri anlatırken şöyle der: ‘Peygamberler aynı kaynaktan gelen sular gibidirler. Sular aynı ama kaplar değişik...’
En üstün rütbe, ilim rütbesidir. İlim nurdur. Allah, kulun yükselme kudretince derecesini yükseltir. Derece yükseldikçe tevhid nuru, tevhid nuru yükselince de ilim, marifet yükselir.
Tevhid nuru, vücuda ne kadar galip olduysa, nebilerin mertebeleri, dereceleri o kadar yükselmiştir.
Peygamberlerin semadaki makamları da dereceleri nisbetindedir. Efendimiz Miraç'ta peygamberlerin makamlarını şu şekilde müşahede etmiştir:
1. semada Hz. Âdem
2. semada Hz. Yahya ve Hz. İsa
3. semada Hz. Yusuf
4. semada Hz. İdris
5. semada Hz. Harun
6. semada Hz. Musa
7. semada Hz. İbrahim
'Bir kısmını derecelerle yükseltti' cümlesinin üslubu, önceki cümleden farklı geldi. Bu üslup değişikliği, şeref derecelerinde Peygamberlerin farklılığına işaret içindir.
‘Bazılarını üstün kıldık' 'بَعْضَهُمْ' ifadesi çoğul manada bir kelimedir. Büyük bir iş yapan kimseye, “Bunu kim yaptı?” denildiğinde o, kendisini kastederek, “Birimiz veya bazımız yaptı” der ki bu, kendisini açıkça belirtmesinden daha beliğdir. Efendimiz'den bu kelime ile bahsedilmesi, ona verilen görevlerin en büyük peygamberlerden bazılarına verilen görevlerin toplamı kadar, hatta daha fazla olduğunu ifade içindir.
Efendimizin ayette açık şekilde değil de, mübhem olarak ifade edilmesi, şanını yüceltmek içindir. Bir de onun; tayin edilmeye ihtiyaç olmayan, üstünlüğü meşhur tek isim olduğunu zımnen bildirmek içindir. Bütün peygamberler içinde bütün insanlığa şamil umumi davet, sayısız hüccet, sürekli mucizeler, asırlar boyu devam eden ayetler, sayısız ilmi ve ameli faziletl yalnız Efendimize tahsis edilmiştir.
Bir görüşe göre de bu peygamber; Hz. İbrahim’dir. Allah onu halillik şerefiyle tahsis etmiştir.
Bir başka görüşe göre de; bu peygamber Hz. İdris’dir.
Bir başka görüşe göre de bu peygamberler ülû’l azim peygamberlerdir. Yani; Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'dir .
Hz. Muhammed’in diğer peygamberlere üstünlüğü
Hz. Muhammed peygamberlik zincirinin son halkasıdır. O’nunla birlikte vahyin akışı hitama ermiştir. O’nunla gelecekteki bütün insanların faaliyetlerini içerecek derecede geniş boyutlu, kapsamlı ve genel geçer bir hayat sistemi ilân edilmiştir. Artık geriye insan aklının, ilâhi sistemin sınırları içinde çözüme bağlayabileceği ve yeni bir peygamberliğe ihtiyaç duyurmayacak ayrıntılardan başka hiçbir problem bırakılmamıştır.
İnsanları yaratan yüce Allah, onların kim ve ne olduklarını geçmişte de biliyordu, şimdi ve ileride de bilir; onların karşılaşacakları problemleri de bilir. Yüce Allah, son peygamberiyle insanlara ulaştırdığı kapsamlı sistemin, hayatın gelişimini, yenilenmesini ve ilerlemesini en iyi sağlayan sistem olduğunu da bilmektedir.
• “Biz seni ancak, âlemler için bir rahmet olarak yolladık” (En-biya, 107) Hz. Peygamber âlemler için bir rahmettir, bütün âlemden üstündür.
“Hz. Âdem ve diğer peygamberler kıyamet günü benim sancağım altında olurlar” hadisi, Hz. Peygamber’in, Hz. Âdem ve bütün ademoğullarından daha üstün olduğunu gösterir.
Yine Hz. Peygamber “Ben, âdemoğullarının efendisiyim fakat bunda övünülecek birşey yok” ve ‘’Ben girmedikçe cennete hiçbir peygamber giremez ve benim ümmetim girmeden de hiçbir ümmet giremeyecektir” buyurmuştur.
• “Ve senin zikrini yücelttik” (İnşirah, 4) Allahu Teâlâ Hz. Muhammed’in zikrini, kelime-i şehâdette, ezanda ve teşehhüdde kendi adıyla beraber zikretmiştir. Diğer peygamberlerin zikri ise böyle değildir.
• Allahu Teâlâ pek çok hususta Resulullah'ı kendi zatıyla bir-likte zikretmiştir.
Hz. Peygambere yapılan itaati, kendisine yapılan itaat gibi saymıştır: “Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)
O’na yapılan biatin kendisine yapılmış olacağını beyan etmiştir: "Sana beyât edenler (bilsinler ki), Allah’a beyât etmektedirler. Allah’ın eli onların eli üzerindedir" (Fetih, 10)
Hz. Peygamber’in şerefinin, kendi şerefi olduğunu bildirmiştir: “Halbuki şeref ve kuvvet Allah’ın ve peygamberinindir” (Münafıkun, 8)
Peygamberin rızasının, kendi rızası demek olduğunu ilân etmiştir: “Allah’ı ve Resulünü razı etmeleri daha doğrudur” (Tevbe, 62)
O’na uyanın, kendisine uymuş olduğunu bildirmiştir: "Ey imân edenler, Allah’a ve Resulüne uyun." (Enfal, 24)
• Allahu Teâlâ, Hz. Muhammed’e Kuran’ın herhangi bir sûresi ile meydan okumasını emrederek “O’nun sûreleri gibi bir sûre getirin” (Bakara, 23) buyurmuştur. Sûrelerin en kısası, üç ayet olan Kevser suresidir. Yani Allah, Kur’an’ın her üç âyeti ile, inkâr edenlere meydan okumuştur. Kuran’ın tamamı altıbinden fazla âyettir. Dolayısıyla Kur’an, tek bir mucize değil, aksine ikibinden daha fazla mucize demektir. Oysa Allahu Teâlâ Hz. Musa’yı sadece dokuz mucize ile şereflendirmişti.
• Hz. Peygamber’in mucizesi, diğer bütün peygamberlerin mucizelerinden daha üstündür. Kuran, harfler ve seslerden meydana gelmiştir. Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber’in mucizesini ebedi, bakî bir mucize, diğer peygamberlerin mucizelerini de fânî ve geçici mucizeler kılmıştır.
• Allah’u Teâlâ Kuran’da, peygamberlerine hep isimleriyle hitab etmiştir. Meselâ “Ey Adem...” (Bakara, 35) “Ey İbrahim” (Saffat, 104) “Ey Musa...” (Taha, 11-12) buyurmuştur.
Ama Hz. Peygamber’e, “Ey Nebî” (Ahzab, 1) ve, “Ey Resul...” (Maide, 67) diye hitâb etmiştir. Ve onun ömrüne yemin etmiştir. (Hicr, 72)
Yakından tanıdıkça büyüyen tek insan
Bütün kemalat ve feyizler ondadır. O, fazilet güneşidir, enbiyalar ise onun yıldızlarıdır.
Resulullah’ın hayatını okuduğum her satırda ona karşı daha fazla hayranlık duyuyorum.
Resulullah bugün aramızda olsaydı bütün dünyada sorunlar çözülürdü.
Onu hatırlamak insana hürmet, muhabbet duygusu hissettirir. Salevatın bir amacı da budur.
Dünyaya Resulullah’tan daha üstün kimse gelmemiştir. Onun her hitabı bir vecize, her hitabı hayranlık bırakan bir iksirdir.
İnsan dehasının üç ölçüsü; her bakımdan örnek olma, gayenin büyüklüğü ve sonucun azameti Efendimiz’de cem olmuştur.
Bütün akılların nuru Resulullah’ın nur siracından taksim edilmiştir. Fakat istidatları sebebiyle çeşitlenmiştir.
Enbiya ekseri vakit beşeri vasıflarla görülür. Resulullah’ın harpte yara alması, açlık hissetmesi, zırh giymesi gibi beşeri vasıflar, beşeri takviye içindir. Cihatta mübarek yüzlerine yetmiş kılıç darbesi isabet ettiği halde hiçbir yara almamıştı. Yalnız bir defa hikmete binaen tesir etti. O da mücahid-i islam’ı teskin içindi. Fakat vahiy anında ve mucize izharı zamanında insani vasıfların üstünde kuvve-i kudsiye zahir olmuştur.
Tarihte onun gibi bir insanın otoritesine, aklına, tesirine rastlanmamıştır.
Ben, İnsanoğlunun geride bıraktığı devirler içinden çağlar boyu seçile seçile geldim ve içinde bulunduğum çağda ortaya çıkarıldım. Hadis-i Şerif
Gözüm aklım fikrim var deme hepsini öldür
Sana çöl gibi gelen o göl diyorsa göldür. N.Fazıl
Kuran’da Hz. İsa’nın adı annesinin adıyla birlikte zikredilir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu dönemde kimi Hz. İsa'nın -haşa- Allah’ın oğlu olduğunu, kimi O’nun şahsında Lâhut ile Nasut (ilâh ile insan) karakterlerinin birleştiğini, kimi ise O’nun kişiliğinde insanlık karakterinin, tıpkı sudaki damla gibi eridiğini, böylece (haşa) tek başına ilah olduğunu iddia ediyordu! Bu iddialar kiliselerde şiddetli tartışmalara konu oluyordu. Roma imparatorluğu döneminde bu yüzden çıkan savaşlarda sel gibi insan kanı akıtılmıştı! İşte bu nedenle, Kuran’da sürekli Hz. İsa’nın insan olma niteliği vurgulanır.
Hz. İsa’ya verilen beyyineler:
♦ Ölüleri diriltmek
♦ Hastalara şifa vermek
♦ Anadan doğma körleri iyileştirmek
♦ Alaca hastalarına şifa vermek
♦ Çamurdan kuş yapmak
♦ Gaybdan haber vermek
♦ İncil
♦ Gökten sofra inmesi
Beyyine ve mucize verilmesi Hz. İsa’ya has olmamakla beraber, burada özellikle ona tahsis edilmesi; Yahudi ve Hıristiyanların ifratlarından dolayı onları takbih etmek, yaptıklarının çirkinliğine dikkat çekmek içindir. Yoksa Hz. Musa’nın delilleri de güçlüydü.
Yahudiler; Hz. İsa’yı küçük görerek ifrata düştüler, onun mucizelerini inkar ettiler.
Hıristiyanlar da Hz. İsa’ya ulûhiyyet isnad ederek aşırı gittiler. Onun bir peygamber olduğu bildirilerek her iki gruba da itidal uyarısı yapılmış oldu.
‘Kudüs’ mukaddes manasındadır. ‘Ruhu’l Kudüs’ ‘Raculün sıdkun’ kabilindendir. Mübalağa için masdarın bizzat kendisi isim olarak verilmiştir.
♦ Ruhu’l Kudüs; Hz. İsa’nın ruhudur. Allahu Teala Hz. İsa’yı insanların yaratılışından farklı olarak, kadın ile erkeğin birleşmesi olmaksızın yarattı. Hz. İsa’yı hiçbir erkeğin sulbü tazammun etmeyip, hiçbir kadının rahmi ona şamil olmadığı için ‘mukaddes’ olarak vasfedildi.
♦ ‘Kudüs’ Allahu Teala, ‘Ruh’ da Cebrail aleyhisselamdır. ‘Ruh’ kelimesinin ‘Kudüs’ kelimesine izafe edilmesi şereflendirmek içindir.
Allahu Teala, Cebrail aleyhisselam ile Hz. İsa'ya hayatının başında, ortasında ve sonunda yardım etti. Önce Hz. Meryem’e üflenen ruh ile (Biz ona ruhumuzdan nefhettik, Tahrim, 12) yardım etti.
Sonra; Cebrail aleyhisselam ona ilimleri öğretti ve onu düşmanlardan korumasıydı. Hayatının sonunda ise, öldürmek istediklerinde semaya yükseltmesi ile ona yardım etti.
Cebrail, peygamberler için en önemli destektir. Çünkü peygamberlerin bu önemli görev için Allah tarafından seçildiklerini müjdeleyen, onlara uzun ve meşakkatli yollarında sürekli cesaret veren, kalplerine soğukkanlılık ve zafer umudu indiren O’dur.
♦ Yahut Rûhu’l-Kudüs, Hz. İsa’nın kendisiyle ölüleri diriltmiş ol-duğu isimdir.
Beyyinat; açık mucizeler, hakkın hak olduğuna açık delil, yüz çevirmekten alıkoyan, uymayı icab eden ayetlerdir.
Peygamberlerin ümmetleri arasında çıkan savaşlar Allah’ın dilemesine aykırı olarak çıkmamıştır. Alemde O’nun dileğine aykırı olarak hiçbir olayın meydana gelmesi mümkün değildir. İnsanın kendi tercihiyle hidayeti ya da sapıklığı seçmesi, Allah’ın dilemesi iledir. Onun tercihlerinden doğan her sonuç Allah’ın meşieti dahilindedir.
Yeryüzü halifeliği insana çeşitli, çok sayılı ve birbirine benzemeyen görevler yükler. Yüce Allah bu farklı görevler için insanların da farklılığını dilemiştir. Bu değişik yetenekler yeryüzü halifeliğinin birbirinden farklı vazifelerini karşılar. Böylece gelişme, ilerleme sağlanır. Allah fotokopi ile çoğaltılan sayfalar gibi birbirinin kopyası olan insanlar murad etmez.
Her insan imanı aramakla yükümlüdür, her insanda bu yetenek potansiyel olarak vardır. Hidayet delilleri peygamberlerle her insana sunulmuştur. İstidat farklılıkları, bütün insanları donmuş bir kalıbın içine sıkıştırmaktan kurtarır. Bu farklılıklarla iyiler ve kötüler birbirinden ayrılır.
İhtilaf
Ìhtilafların çoğunda kişinin kendini yegane otorite görmesi yatar. Her fert her konuda kendini otorite görmeye başlayınca, ihtilaf doğmaktadır. Her çeşit birlikteliklerin ilkelerinin bilinip ona uyulması şarttır. İnsanlık tarihine baktığımızda iki otorite görmekteyiz: İlahî ve beşerî otorite. İnananlar için ilke belirleyici ilahî otoritedir. İnkarcılar için ise, beşerî sistemler, izimler, ideolojiler, nefis ve şeytandır. İlahî otoriteyi, yegane otorite kabul etmede samimi olanlar, ilmî, ictihadî konular hariç hayatın hiçbir alanında ihtilaf etmezler. Farklı görüşler olabilir, fakat ihtilaf olmaz, herkes haddini, hududunu bilir, durması gereken yerde durur, ihtilaf ettikleri konuları Allah ve Rasulüne havale ederler. İlimleri yoksa, Rabbimizin emrine imtisalen, ulemaya ve umeraya itaat ederler. Efendimiz ilmi ihtilafları rahmet olarak ifade etmiştir. Müctehit imamlar, ehl-i sünnet mezhepler, meşrepler, meslekler ümmet için rahmettir. Fakat taasub felakettir.
Müslümanlar nerede, ne zaman ittifakı gerçekleştirmişlerse Allah’ın rahmeti onlarla beraber olmuş, nerede ne zaman ihtilaf etmişler, ayrılmışlarsa perişan olmuşlardır. Bu adetullahtır. İlmî olmaktan uzak her ihtilaf, nefsîdir, cehlîdir ve fitneye sebeptir, nefislerin karıştığı, ins ve cin şeytanlarının vesvese verdiği, hırs ve kıskançlıkların galebe çaldığı, anlaşmazlıklardır. Bu ihtilaflar rahmetleri musibetlere çevirir.
Allah ve Rasulüne itaatte samimi olanlar birbiriyle didişmezler, birbirine katlanırlar, sabır ve sebat ederler. Paramparça olmak mü’minlerin vasfı değildir. Mü’minlerin vasfı, birlik beraberlik içinde, ihlas ve samimiyet içinde Allah Teala’nın dinine hizmet etmektir.
İhtilafçı fitneciler hem didişir, ihtilaf ederler, hem peygamberlerini hem de ulema ve ümerayı, kendileri ile didişmekle itham ederler.
İhtilaflar derin ayrılıklara, ayrılıklar ise fitnelere kapı aralar. Fitne katillikten beterdir. Katil bir kişiyi öldürürken, fitne bütün toplumu mahveder.
Müslümanlar nefsî ihtilaflardan kaçınmalıdır. İhtilaflar imtihan vesilesidir. İmtihan devam ettiği sürece ihtilaflar olacaktır. Müslümanlar ittifaklarla uğraşsa ihtilaflara fırsat ve zaman bulamaz. İhtilafların çözümünü Allah ve Rasulüne havale eden kurtulmuş, diğerleri helak olmuştur. İnsanoğlu yaratılalıdan beri hiç bir ihtilafı halledememiştir. İhtilafların yegane çözüm yeri Rabbimizdir:
"Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman ihtilafa düşmüş olduğumuz şeyleri size bildirecektir." (Maide, 48)
Tarihte, günümüzde ihtilaflar neyi halletmiştir? Hangi mesele ihtilaf yolu ile çözüme bağlanmıştır? İhtilaflar kimin işine yaramıştır? Bu ihtilafların ne kadarı dini gayrettendir? Müslüman, kardeşine niçin muhalefet eder? Ola ki bir meselede ihtilaf etti, bu ihtilafı niçin bayraklaştırır? Niçin sürekli gündemde tutar? Niçin bu ihtilaflar kurumsallaştırılır? Müslümanların binlerce ittifak ettiği konu varken, bunlar Müslümanları birbirine bağlamaz da üç-beş ihtilaflı konu Müslümanları birbirinden ayırıp darmadağınık eder, Müslümanları birbirinden koparır.
Hz. Peygamber yere bir çizgi çizer, "İşte bu doğru yol" der. Sonra bu çizginin sağına soluna başka çizgiler çizer. "Bunlar da başka yollar... Bunlardan herbiri üzerinde o yola çağıran bir şeytan vardır" buyurur ve şu ayeti okur: "İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyunuz. Başka yollara uymayın ki, sizi O'nun (Allahın) yolundan ayırmasın..." (Enam, 153)
Size iki şey bırakıyorum ki, onlara sarıldığınız sürece asla hak yoldan sapmazsınız. Onlar, Allah’ın Kitabı ve benim sünnetimdir. (Hakim, Beyhakî)
Benden sonra yaşayanlar pek çok ihtilaflar görecektir. O durumda sizin, benim sünnetime ve raşid halifelerimin gidişatına sımsıkı sarılmanız gerekir. (Ebu Davud, İbnu Mace)
Efendimiz : “İsrailoğulları yetmişiki gruba ayrıldı. Benim ümmetim yetmişüç gruba ayrılacak. Bunlardan bir grup hariç, diğerleri ateşte olacaktır,” “Cehennemden kurtulan fırka hangisidir?” diye sorulunca: “Benim ve ashabımın yolunda gidenlerdir.” buyurdular. Hakim
Din ve dava kardeşlerinizden gelen hakareti iltifat, tokadı takdir ve tükürüğü misk-i amber kabul etmedikten sonra sen, din ve dava adamı olamazsın. Z. Gündüzalp
Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlayamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikri kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?
Allah dilese, gelen resullere inanır, hakta ittifak eder, savaşmazlardı.Fakat Allah böyle diledi. İmanın küfrü bertaraf etmesi için, tek doğru inanç sisteminin yeryüzüne egemen olabilmesi için böyle olmasını diledi. Yüce Allah biliyordu ki, sapıklık, olumsuzluğu ile bulunduğu yerde donuk ve rahat durmaz, mutlaka saldırıya geçer, doğru yolda olanları saptırmaya girişir. Bundan dolayı mutlaka onunla savaşılmalı, ortadan kaldırılmalıdır.
Bu cümlenin tekrarı, tekid için değil, onların anlaşmazlığa düşmelerinin, Allah’ın onların savaşmamalarını dilemesini mucib olmadığına, Allah’ın bunu dileyip dilememekte muhtar olduğuna dikkat çekmek içindir. Yani bütün bu anlaşmazlıklardan sonra yine Allah onların birbirleriyle savaşmamalarını dileseydi savaşmazlardı.
Bu ayet hayır olsun şer olsun bütün hadiselerin Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu anlatır. Bir şeyi yaptırmaya veya Allah'ı bir şeyden men etmeye kimsenin gücü yetmez.
• Sahabeden bir grup oturmuş, karşılıklı konuşuyorlardı. Hz. Peygamber de onları duyuyordu. Birisi, “Ne güzel, Allah, Hz. İbrahim’i dostu saymış” dedi. Bir başkası, “Bu, Cenâb-ı Allah’ın Hz. Musa ile bizzat konuşmasından daha şaşırtıcı birşey değil” dedi. Bir diğeri, “Hz. İsâ, Allah’ın kelimesi ve ruhudur”; bir diğeri de, “Allah, Hz. Adem’i seçmiştir” dedi. O sırada, Hz. Peygamber yanlarına gelerek şöyle dedi:
“Sözlerinizi ve delillerinizi duydum. Hz. İbrahim Allah’ın halilidir, doğru. Hz. Musa, Allah’ın konuştuğu kimsedir, doğru. İsâ (as), rûhullahdır, doğrudur. Allah, Hz. Adem’i seçmiştir, doğrudur. Ben de Allah’ın sevdiği kulum, (Habibullah'ım) fakat övünmüyorum. Ben kıyamette Livâu’l-hamdin taşıyıcısıyım, fakat övünmüyorum. Ben kıyamet günü ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olanım, fakat övünmüyorum. Cennet kapısını ilk ben çalacağım, o bana açılacak ve fakir mü’minler yanımda oldukları halde oraya gireceğim, fakat övünmüyorum. Ben gelmiş geçmiş insanların en şereflisiyim, fakat övünmüyorum.” Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
• Hz. Ebu Hureyre şöyle der: “Müslümanlardan biri ile yahudilerden birisi münakaşa ettiler. Yahudi yemin ederken: “Mûsâ’yı bütün âlemlerd en üstün kılana yemin ederim ki” deyince, müslüman onun yüzüne sertçe bir tokat vurarak: “Pis herif! Onu Muhammed'den (sav) de mi üstün tutmuştur?” dedi.
Durum Al lah Resûlü’ne hab er verilince Rasûl-i Ekrem şöyle buyurdu: “Beni diğer peygamberlere üstün tutmayınız!”
Bir başka rivâyette de:
“Peygamberlerin birini ötekinden üstün tutmayın!” buyurmuştur. Bu olay üzerine de bu ayet-i kerime nazil oldu.
'Bu peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık.'
Ayet-i kerime, tafdilin-üstünlüğün, sa’yu gayretle değil, bizzat Allah’ın üstün kılmasıyla olduğuna işarettir.
‘Biz bu resullerin bazısını bazısına üstün kıldık’ Yani biz ehli fazldan her birini rahmetle üstün kıldık, nurlar onların eserleridir. Kimini en ala nur, vakar ve re’fet üzere, en üstün derecede, en âlâ makamlarda olmaları, nurlarının ziyasının istilasi miktarıncadır. Sayıları kendi ihtiyarlarınca değildir. Bu farklılık ve taksim levh-i mahfuzdaki kalemin yazdığı zaman belirlendi. Allah, kulları nurunun feyzini kabule kabiliyetli yarattığından fazlını umumi, hususi diye tahsis etti.
Umumi feyz: Nur feyzini kabul üstünlüğüyle merdut halktan seçilenler.
Hususi fazıl: Nurun feyzini kabulde ziyade olarak has kılınanlar.
Hususi nurun feyzini kabulde, bazısının bazısına üstünlüğü, ilk yaratılıştaki tabiatın karanlığı miktarıncadır. Nurun hakikatinde değildir. Zira müfred bir şey taaddüt etmez. Bu nedenle Allah (cc) Kuran’da nuru müfret lafızla zikretmiştir.
Her fazilet sahibinin üstünlüğü, nurun ziyasına istidadı miktarıncadır. İlmin artması derecenin yükselmesine vesiledir.
Nebi miraçta;
1. Hz. Adem’i birinci semada
2. Hz. Yahya ve İsâ’yı ikinci semada
3. Hz. Yusuf’u üçücü semada
4. Hz. İdris’i dördüncü semada
5. Hz. Hârun’u beşinci semada
6. Hz. Mûsâ’yı altıncı semada
7. Hz. İbrâhim’i yedinci semada gördü.
Sidretil müntehaya ulaşınca oradan makamı kabe kavseyne ulaştı. Bu, derecelerin yükselmesi ve hazrete yaklaşmaktır. Bu ziyanın onu istilasındaki kuvvetinin miktarına göre olmuştur.
Nebilerin mertebelerinin birbirinden üstün olması vahdaniyet nurunun nebinin insaniyet zulmeti üzerine galip olduğundandır.
Nebiler, cemal ve celal tecellisinin satveleri karşısında dağılıp yok olurlar. Her nebi vücut zulmeti miktarınca semavat katlarından birinde kalır. Efendimiz bir katta kalmadı, ona herhangi bir mekan tahsis edilmedi. Çünkü o varlık zulmetinden tamamen fâni oldu. Allah’ın varlık nurunda baki oldu. Bunun için Allah (cc) habibine nur ismi verdi. ‘Şüphesiz ki size Allah'tan bir nur gelmiştir’ (Maide, 15) Bu ayette geçen nur; Nur-u Muhammed ve Kuran'ı Kerim'dir.
✽ Bu cümle 'Bizim peygamber mi daha üstün, sizin peygamberiniz mi daha üstün' sorularına cevap olarak gelen istinaf cümlesidir.
✽ Burada uzaklık ifade eden “تِلْكَ” işaret isminin kullanılması, peygamberlerin mertebelerinin yüksekliğini gösterir. Yani mertebeler arasındaki manevi uzaklık maddi uzaklığa benzetilmiştir.
✽ 'Onlardan kimi Allah ile konuştu.... مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ' şeklinde başlayan bölüm, önceki bölümde ifade edilen üstünlüğü açıklar. Belagatta buna taksim (bölümleme) adı verilir. Bu buyruk, üstün kılmaya dair tafsil (kategorilere ayırma)dır. İbhamdan sonra izah ile itnab, cem mea taksimdir.
✽ Ayetin başında ‘Üstün kıldık- فَضَّلْنَا ’ şeklinde mütekellim ifadesi kullanılmışken, ondan sonra ‘Kimi Allah ile konuştu- مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ’ şeklinde gaib ifadeye geçilip iltifat yapılması ve zamir yerine ‘Allah’ açık isminin zikredilmesi; mehabeti (heybet ve korkuyu) arttırmak, doğrudan doğruya Allah’ın kelamına muhatab olma, derece itibarı ile yükseltilme, mutlak tafdil, birtakım mucizelere mazhariyet ve Ruhu’l kudüs ile te’yid arasındaki farka dikkat çekmek içindir.
✽ فَضَّلْنَا ve كَلَّمَ fiilleri tefil babındandır, çokluk ifade eder. Hem fiilde hem mefulde çokluk, yani Allah'ın üstün kılması ve verdiği üstünlükler çoktur.
✽ Hz. Musa'nın konuştuğu konular çoktur. وَرَفَعَ ile فَضَّلْنَا fiilleri arasında muraat-ı nazır vardır.
✽ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ 'Bir kısmını derecelerle yükseltti' cümlesinde دَرَجَاتٍ kelimesi بَعْضَهُمْ 'den hal olmak üzere mensubtur.
- Veya nez'i hafıd ile mensubtur في veya علي harf-i ceri takdir edilir.
- Veya رفع fiili بلع manasındadır, iki meful alır. دَرَجَاتٍ ikinci mefulü olarak mensubtur. Yahut, mefulu mutlak olarak nasbtır. Veya başlı başlına bedel-i iştimaldir.
✽ 'Onlardan kimini yükseltti' ibaresi sıfatlı kinayedir. Ve ibham sanatı vardır. Hz. Muhammed kastedildiği halde, izah değil ibham tercih edilmiştir. Efendimizin makamının büyüklüğü kastedildiğinden ibham izahdan daha beliğdir.
✽ 'Ondan sonra' derken tevcih. Peygamberden sonra veya Hz. İsa'dan sonra anlaşılmaktadır.
✽ 'Ruhu'l kudüs' izafetinde muzafın, muzafın ileyhin şanı, gayrının tahkiri vardır.
✽ 'Meryem' cinas-ı kalbten kalb-i bazdır.
✽ الَّذٖينَ مِنْ بَعْدِهِمْ Onlardan sonrakiler, sıfatlı kinayedir.
✽ Beyyinat iki kez geçti, reddül aciz alessadridir. Birincisi Hz. İsa'ya verilen mucizeler, diğeri ümmetlerin hepsine verilen açık deliller anlamındadır, cinas-ı tam mümasildir.
✽ İlim ve delil geldikten sonra ihtilaf ettiklerinin bildirilmesi, bu ihtilafın bilgisizlikten değil hased ve zulümden olduğuna tarizdir.
✽ 'Kimi iman etti, kimi inkar etti' taksim ve tıbâk sanatı vardır.
✽ ‘Eğer Allah dileseydi وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ ifadesi ayet-i kerimede iki defa tekrarlanmış, reddül aciz alessadridir. '
✽ Allah dileseydi' cümlesi itiraz cümlesidir. Maksadın tekit edilmesi için itnab yapılmıştır.
✽ “شَاءَ ْ' ve 'يُرٖيدُ' arasında muraat-ı nazır vardır.
✽ 'Savaşmazlardı' vasıtalı kinayedir. İnkar ihtilafa, ihtilaf da savaşa götüren vesiledir.
✽ Müsebbebi söyleyip, sebebi murad edilmiş, mecaz-ı mürseldir. Yani Allah dileseydi hiçbiri inkar etmezdi.