Sureler

Göster

Bakara Sûresi 254. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فٖيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌؕ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

254-Ey iman edenler, alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Kafirler işte onlar zalimlerdir.


İman mevzuundan sonra infakın gelmesi manidardır. İnfak, karşılıksız, sırf Allah rızası için kendi kazandığı helal maldan muhtaçlara vermektir. Âyette ‘Ey iman edenler’ diye başlamakla imanı hatırlatıyor, imanın gereği ve bir nevi isbatı olan infakı emrediyor.

İnsanın sahip olduğu, ihtiyaç duyduğu her şeye rızık denir. Rızkı da Rezzâk-ı Âlem olan Allah (cc) verir. Cimrilik temayülünde olan insana rızkın menşeini hatırlatarak 'Benim size verdiğim rızıklardan bir kısmını verin, -yani bizim şeriatımıza göre- 40’da biri farz olarak verin. Diğer sadaka, hediye olarak verdiklerinize de kat kat mükafat verilecektir' buyuruyor.

Rabbimiz bizden fakirlere ihtiyaçlılara vermemizi istiyor. Yani bize bir paye, bir fırsat, bir dua alma kapısı açıyor. Bir süre için bizi hayırlara vesile kılıyor. Yoksa O, hiç aracı koymadan herkesi direkt rızıklandırmaya kâdir. Ama aramızda yardımlaşma, iletişim, dualaşma, sevap kazanma gibi bir çok maslahatın oluşması için kimine az, kimine çok vermiş. Çok verdiklerinin az olanlara verip eşit olmalarını istemiş, aynı zamanda bir tarafı şükür, bir tarafı sabır imtihanına tutmuş. Bu imtihan süreci kısa, bir ömür. Bu arada kazandın kazandın, aksi halde ( يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فٖيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌ) diye haber verilen çaresizlik günü gelip çatar. Artık dünya dolusu altının olsa, fidye vermek istesen kabul olunmaz.

O günde fakir de zengin de, çaresiz herkes günahıyla baş başa, iflas etmiş durumda. Yeniden kazanayım dese, alışveriş imkanı yok; ne çarşı, ne pazar, ne kasa, ne kese, ne sermaye, ne alıcı, ne satıcı bulunmaz. 'Bir dost, bir ahbaba gideyim ondan yardım alayım' desen, o da yok. O gün insanlar kardeşinden, anasından, evladından kaçacak. Takva üzere kurulmamış dostluklar düşmanlığa inkılap edecek.

Gidip bir adamın adamını bulayım, bir torpil, bir yardım talep edeyim; o da yok, bütün yollar tıkalı. Dünyada verilen geniş imkanların, zamanların, mekanların, dostlukların hepsi elden çıkmış. Zavallı insan inkar ederek, cimrilik yaparak kendini bu korkunç girdaba düşürmüş.

O gün bu asi, perişan güruhun halini Yüce Allah ‘Kafirler zalimlerdir’ buyruğuyla net bir şekilde özetlemiş. İnkar etmeseydi, imanın gereğini yapsaydı, mümince yaşasaydı, insanlara zulmetmeyip kul hakkından sakınsaydı, hem başkalarına hem kendine zulmetmeyecek iki cihanda adil, mutedil, mutlu, mesut bir kul olacaktı.

Bu ayetlerle bize ahiret sahnelerinden biri gösteriliyor ki, o gün gelmeden bu günden tedbirimizi alalım, kulluk vazifelerimizi en güzel şekilde yerine getirelim. Kalbimizi küfürden, bedenimizi beynimizi zulümden kurtaralım. Resullerin geliş amaçlarını kavrayıp, getirdikleri ilahi emirlere sımsıkı yapışalım. Üzerimize vazife olmayan, mükellefiyetimiz dışında meselelerle bu kıymetli ömrü heder etmeyelim.
 

     Bu rüzgâr her vakit böyle esmeyecek.

     Gökte bulut, suda yelken, dalda çiçek.

     Birgün, birgün var ki, günden güne gerçek;

     Çatır çatır servi, çıtır çıtır böcek.

     Çek diğerlerine, bir nefes daha çek!

     Bu rüzgâr her vakit böyle esmeyecek. Z. Osman Saba
 

Ayetin öncesiyle münasebeti

İnsana en zor gelen şey, savaşta canını, hayır yolunda da malını harcamasıdır. Allahu Teâlâ savaştan bahsedince, peşinden infakı emretmiştir. Bu da cihad için infakın farz olduğunu gösterir.

Daha önce de, “Allah yolunda savaşın” (Bakara, 244) buyurmuş; onun hemen peşine de, “Kim Allah’a güzel bir borç verirse...” (Bakara, 245) âyetini getirmiştir. Bundan maksadı, cihâd hususunda mal harcanmasıdır. Burada da Allahu Teâlâ savaşla ilgili Tâlût kıssasına yer vermiş (ikinci cüzün sonu 252. ayetler) peşine de cihâdda infâk emrini getirmiştir.
 

لَا بَيْعٌ فٖيهِ O günde alım satım yoktur.

Bu cümle هَلْ فِيهِ بَيْعٌ “O günde alış veriş var mı?” mukadder sualinin cevabı olduğu için ref olarak gelmiştir.
 

وَلَا خُلَّةٌ  Dostluk da yoktur.

“Dostluk da yoktur” sözünün mânası, “Sevgi, meveddet yoktur” demektir. Kıyamet gününde dostların dostlukları bitecektir. Ancak müttakiler arasındaki dostluk kesilmez. 'Müttakiler müstesna.’ (Zuhruf, 67)
 

وَلَا شَفَاعَةٌ Şefaat de yoktur.

Kıyamet gününde olmayacağı bildirilen şefaat, şefaat edenin müstakil davrandığı ve kendisine izin verilmeden yapılacak şefaattir. Çünkü ayet ve hadisler, şirk koşmadan mümin ölen kimseler için Allah’ın izin vermesi ile şefaatin sabit olduğunu bildirmiştir.

Dünya kazanıp kesbetme yurdu, ahiret ise yapılan işlerin karşılığının verileceği sevap ve ceza yurdudur. Allahu Teala insanın ahirette hiçbir şey kazanamayacağını bu üç şeyi zikrederek kesin bir ifade ile bildirdi. Çünkü insan menfaatlerine bu üç yol ile ulaşır:

Birincisi; Muavezedir (ivazlaşmak). Bunun en büyük mertebesi alış veriştir.

İkincisi: Kendisiyle sevgi, sadakat ve dostluk kazanılan şeylerdir. Bu da hediyelerdir.

Üçüncüsü: Kendisiyle başkalarına yardım etme mertebesine ulaştığı şeydir. Bu da şefaattir.

Kıyamet gününde dostluk da şefaat de bulunmaz. Çünkü “O gün onlardan herbirinin kendisine yetecek bir işi vardır” (Abese, 37) Herkes kendi nefsiyle meşguldür.

“(O zelzeleyi) gördüğünüz gün, emzikli her kadın emzirdiğini unutacak, gebe olan her kadın yükünü düşürecek; insanları sarhoş gibi göreceksin. Halbuki onlar sarhoş değillerdir... “ (Hacc, 2) Şiddetli bir korku herkesi kuşatmıştır.

İnsanlar kıyamet günü; daha önce hiç olmadıkları bir şekilde aç; hiç susamadıkları bir şekilde susuz ve asla olmadıkları bir şekilde çıplak ve hiç olmadıklarından daha yorgun ve bitkin bir halde haşr olacaklardır. Allah için yedirene Allah yedirir. Allah için giydirene Allah giydirir. Allah için su verene Allah su verir. Allah için amel edene Allah kafidir. Hadis-i Şerif
 

İnfak

İnfak, Allah (cc)’ı sevmenin, O’na güvenmenin biricik belirtisidir. Şemsi Tebrizi Hazretleri şöyle der: ‘Bir kimse başka birini gerçekten sevdiğini iddia ederse ondan delil istenir. O delil ise, bağışta bulunmaktır.’

İnfak, kamil insanı tanımada ölçüdür. İslam büyükleri kişiyi, Allah (cc)’la arasında kalan sırri münasebetlere göre değil, toplumla ilgili davranışlarına bakarak değerlendirmişlerdir. İnsan, özünü örten kabuğu infak sayesinde kırabilir.

İnfak için tespit edilmiş belirli mallar, muayyen miktarlar yoktur. Her fert, kendi durumunun elverdiği ölçüde infakta bulunur.

İnfakın makbul olması için, fedakarlık sayılacak birşey olmalı, sevdiğimiz şeyleri feda etmelidir. Mecbur kaldığımız için yahut vazgeçtiğimiz şeyleri başkalarına bırakmak suretiyle yapılanlar infak değildir. Nefsin kendisine saklamak istediği şeyleri vermek infaktır.

İnfak, fert ve toplumlar için kurtuluş, mutluluk ve huzur belirtisidir. İnfakın yokluğu, fert ve toplumun karanlığa, çöküşe yöneldiğinin delilidir.

Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.

Sadakada dört haslet vardır:

1- Sadaka senin yanında iken azdı, verince çoğalır.

2- Seninle beraberken yok olur, verince bakileşir.

3- Senin yanında olunca senin olmaz, verdiğin zaman senin olur.

4- Seninle olunca sen onu korursun, onu verdiğin zaman o seni korur. Sırrı Sakati

Yetmiş şeytan bağlanmadıkça kişi hiçbir sadaka veremez.

Allah yolunda ekmek verirsen ekmek, can verecek olursan can verirler.

Ekin eken kimsenin ambarı boşalır ama tarlası iyileşir. Tohumu ambarda saklayan kimsenin buğdayını hadisat bitleriyle fareler yer.

Günahlar ancak helal maldan infakla temizlenir. Süfyan-ı Sevri Sadaka kötü ölüme mani olur.

Şimdi elinden gelirken iyilik yap. Yoksa yarın kefeni yırtıp elini çıkaramazsın. Sadi
 

Kadının biri Hasan b. Ebu Sinan’a gelerek ondan bir şeyler istedi. Hasan b. Ebu Sinan ona baktı ve hizmetçisine:

‘Ona 400 dirhem ver’ dedi. Hizmetçisi:

‘Ey Ebu Abdullah (Hasan b. Sinan’ın künyesi) bu dilenci kadın senden 1 dirhem istedi. Sen ise 400 dirhem verdin’ dedi. Hasan b. Sinan:

‘Onun güzelliğine baktım, kötü yola düşmesinden korktum. Onu zengin edersem belki bir adam onunla evlenmek ister diye düşünerek o kadar çok verdim’ dedi.
 

Kafirler işte onlar zalimlerdir.

“Kâ firler zâlimlerin kendileridir” buyurup, “Zâlimler kâfirlerin kendileridir” buyurmayan Allah’a hamd olsun. Eğer bu şekilde demiş olsaydı, her zâlimin kâfir old uğuna hükmedilirdi. Allah’ın koruduğu kimseler hariç kimse bundan kurtulamazdı. (Atâ b. Dinar)

• Burada küfrün hakiki mânâsı kastedilmiş olabileceği gibi, mecazî mânâsı kastedilmiş de olabilir. Buna göre kâfirden maksat “zekatı vermeyen”dir. “Zekatı terkeden” yerine “kâfir” kelimesini tercih etmesi sertlik ve tehdit ifade eder. Zekatı terk etmenin kafir sıfatı olduğunu bildirir.

Zekatı vermemek, insanın nefsini cezaya düçar kılacağından zulümdür. Kendilerini azaba atmakla nefislerine zulmetmiş oldular.

• Zalimler'den kasıt kâfirlerdir. Kafirler hakka karşı zalimlik ede-rek onu inkâr etmişlerdir. Kendi kendilerine zulmederek mahvolma yollarına kapılmışlardır. Tüm insanlara zulmederek onları doğru yola girmekten alıkoymuşlar, doğru yolu belirsizleştirmişler ve onları hayırdan; barıştan, rahmetten, gönül huzurundan, inanç berraklığından yoksun bırakmışlardır.

• Kafirler infak etmeyerek, zalimlerden olmuşlardır. Bu da tüm insanlar için bir tenbihtir: “Ey hayatta bulunanlar, onların bu kötü seçimleri hususunda, sakın onlara uymayın! Aksine sizler kıyamet gününde Allah’ın azabından nefislerinizi kurtarmanız için fidye olacak şeyleri, kendiniz için önceden yollayın, yapın.”

• Kâfirler, işleri yerli yerinde yapmadıkları için zalimlerden ol-muşlardır. Allah katında şefaat etme hakları bulunmayan varlıklardan şefaat beklemişler, putlar hakkında, “İşte bunlar, Allah katında bize şefaat edecek olanlardır” (Yûnus, 18) demişlerdir.

• Ayet-i kerime “Onlar, zulümde kâmil ve bu hususta çok ileri derecelere varmışlardır” manasındadır. Mübalağa ifade eder.
 

Adalet ve Zulüm

Adalet üç kısımdır:

1- Kişinin nefsine adaleti

2- Kişiyle diğer insanlar arasında olan adaleti

3- Kişinin kendisiyle Allah arasında olan hususlarda adalet.

Zulüm de üç mertebedir:

1- Kişinin kendi nefsine olan zulmü.

2- Diğer insanlara yaptığı zulüm.

3- Allah’a karşı mükellefiyetlerini yerine getirmede kusurlu davranarak yaptığı zulüm (haksızlık)

En büyük adalet kişiyle Allah arasında olandır. O da imandır. Zulmün en büyüğü de imanın zıddı olan küfürdür. Allahu Teala ‘Kafirler şüphesiz tam olarak zalimlerin ta kendileridir’ buyurdu.

Sultanların ve devlet adamlarının bozulması zulüm ile, âlimlerin bozulması tamahkarlık ile, fakirlerin bozulması ise riya ile olur. Ebû Bekir Varrak
 

    Kula dünyada adâlet gibi ihsan olamaz.

    Zulüm ikâ edenin âhiri handân olamaz.

    Bunu yaptıysa eğer, tevbe edip af dilesin;

    Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz. Y. Hatipoğlu

 

Tevilat-ı Necmiyyeden...

وَلَا خُلَّةٌ Hakikatlerin zuhurudur. وَلَا شَفَاعَةٌ Celalin tecellisi için şefaat yoktur.

وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ Nasiplerinin kesilmesiyle kafirler kendilerine zulmetmiştir. Çünkü imana olan istidatlarını eksiltmişler, nakıslığa düşmüşlerdir.

 

Belagat

✽ يَٓا اَيُّهَا Burada üç ayrı uyarı vardır: يَٓا Nida edatı, اَيُّ ismi mevsülü ve هَا tenbih edatı ile bu hitap üç ayrı uyarı içerir. Bu kalıp ne zaman gelirse orada emir veya yasak vardır. Ayrıca nidalar heyecan uyandıran sanatlardandır.

✽ 'Ey iman edenler' sıfatlı kinayedir.

✽ Münadalar, fiili hazfedilen mefullerdendir. Hazfedilen fiil 'أَدْعُو - çağırıyorum' fiilidir.

✽ İnfak edin اَنْفِقُوا ifal babından, emri hazırdır. İfalin tadiye manasıyla; Hem verin, hem verdirin. Hatta yapabilirseniz infak ettiğiniz kişiyi infak edecek hale getirin, demektir.

✽ 'Size verdiklerimizden' İdmaç sanatıdır. İki ayrı mana ifade eder:

1- رَزَقْناَ fiili Verilecek şeylerin rızık olabilecek, ihtiyaç karşılayacak şeylerden olmasını bildirir.

2- Aynı zamanda 'Bizim verdiğimiz rızık' buyrulaarak şuna dikkat çeker: Verme konusunda kasılmayın, cimrilik etmeyin. O verdiğiniz sizin değil, onlara vermek üzere emaneten bizim size verdiğimiz şeylerdir. İhtiyaç fazlası olanlarından verin. Allah'ın malını, Allah'ın kulundan esirgemeyin. Hem malın mülkün sahibi O'dur, korkmayın O yine verir. Yerini en az bire onla doldurur. İcazı kasır vardır.

✽ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ O gün gelmeden önce, mefhum-u gayedir. Yani tüm harcamalar o güne kadardır, o gün gelince artık infak edemezsiniz.

✽ Şefaat, dostluk, alış veriş kelimeleri arasında muraatı nazır vardır. Aralarında و atıf harfinin gelmesi vasıldan tezayuftur. و'lardan sonra لَا 'ların gelmesi tekit bildirir, اِنَّ gibi cümleyi tekit etmiştir.

✽ Dal biddelale: Ne alışverişin, ne de dostluğun olmadığı, bütün fırsatların elden gittiği gün gelmeden önce infak edin. Çünkü insana öldükten sonra amel etme imkanı verilmeyecek. Öyleyse sadece infaka değil, her türlü amele acele edin. Çünkü hayat sona erince, hiçbir amel yapamazsınız, kabul edilmez.

Herşeyin kendine ait bir fırsatı vardır. O fırsatı hiçbir zaman kaçırmamak gerekir.

✽ Dal bil iktiza: İnfak edin, dal bil iktizasıyla çalışın, helalinden geçim sağlayın ve infak edecek imkanı oluşturun, demektir.

✽ Dal bil işare: Ahiret inancı ne kadar sağlamsa insan o kadar kolay infak eder. Çünkü o gün gelmeden önce infak edin, deyince bunun tehdidini ancak ahirete tam inanan anlayıp kabul edecektir. Bu tehdit onu infaka sevk eder.

✽ 'Size verdiğimiz rızık' ifadesi, dal bil işaresiyle insanın infak etmeyişinin bir başka sebebine dikkat çeker: Yani rızık sizin mi ki, infak etmeyceksiniz? Sizin sanıp cimrilik ettiğiniz o mal, aslında Allah'ındır. Malikiyet iddia etmeyin.

✽ Delalet-i tazammuniyesi ile de; cimriliği içinizden atın, cimrilikten kurtulun, cömertliğe kendinizi alıştırın, demektir.

✽ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ Burada sıfat mevsufa tahsis edilmiştir. Ayrıca mânâ, isim cümlesi ve zamir-i fasılla da tekit edilmiştir.

✽ Zekat vermeyenler, kafirlere benzetilmiştir, istiare-i asliyedir. Veya kinayedir: Zekat vermeyen nankörlük etmiştir, eğer bu farzı inkar ediyorsa kafirdir ve zalimdir.

✽ Lazım; Kafirler zalimdir. Melzum: Cimrinin imanı yoktur; hadisince cimri kişi küfre yaklaşmıştır, hak sahiplerine haklarını vermeyerek zulmetmiştir.