257-Allah (cc) iman edenlerin dostu ve koruyucusudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır; küfredenlerin dostları ise kendilerini nurdan karanlığa çıkaran tağuttur; onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalırlar.
Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan nura çıkarır. Ayet, ‘kopması mümkün olmayan' kavli için talil olarak geldi. Çünkü Allah, tağutu inkar edip kendisine inanan kimselerin velisidir.
‘Veli’ lügatte; dost, yakın, sahip, malik, yardım eden, seven, istila eden, işi üzerine alan, iyilik eden, idaresini üstüne alan, kudret cihetiyle bizzat mutasarrıf olan, büyük alim demektir.
Ragıp İsfehani’ye göre: İki şey arasında kendinden olmayan bir şeyin girmesine izin vermeyen, anlamına gelir.
Bu anlam, ayetimize en uygun olanıdır. 'Küfür ve iman arasında imanı seçen mümine küfre asla izin vermeyen' anlamındadır.
Zulmetten yani şüphe ve şekten nuru, yani, hak ve burhan nurunu çıkarır. Allah, hidayete girenin hidayetini artırır. Zira İslam’a tabi olmak yakin yolunu kolaylaştırır. Günbegün gayreti, ciddiyeti ziyade olur.
'Kafirlerin dostu ise tağuttur.'
Müminlerin aksine İslam üzere küfrü seçenler, akıllarına damga vurmuşlardır, hidayete gelmezler. Onların da gün be gün dalaletleri artar. Bu artma, muzarinin teceddüt vasfıyla devamlılık ifade edişiyle bildirilmiş. Daha sonra gelen Nemrut, Üzeyr ve İbrahim kıssaları bu durumu izah edecektir.
Ayette ‘nur ve zulümat’ iman ve küfre teşbih edilmiştir. Teşbih, tevile hacet bırakmayacak şekilde açıktır. Nasıl ki karanlıkta insan kör olmasa da kör gibi olur, hiçbir şey göremez; küfürde kalan insan da aklı olsa da düşünemez, kulağı olsa da gerçekleri duyamaz, anlayamaz.
Tünel faciaları bunun en açık delilidir. Elektrikler kesilince insanlar birbirini çiğneyerek feci bir şekilde can verdiler. Küfürde kalan insan da, istikbalini göremez, çiğner-çiğnenir, hiç bir yol kat etmeden cehennem yolunu tutar. Ebedi olarak oraya haps olur, cehenneme arkadaş olur. Karia suresinde belirtildiği gibi (Karia, 9) artık annesi ateş olur, her yanını ateş sarar, kucaklar, çıkış mümkün olmaz.
Veli bazen nusret ve muhabbet itibarı ile olur. Seven kişiye veli denir. Çünkü seven, sevdiğine nusret ve muhabbetle, muavene ve destekleme ile yaklaşır. Ondan asla ayrılmaz.
Bazen de veli; tedbir, emir ve yasaklar koyma itibarı ile olur. Bundan dolayı başkasının velayetini üzerine alan kişilere de veli denir.
Yani Allah müminleri seven ve onlara yardım edendir. Veya onların bütün işlerini üstlenen, idare eden ve onları başkalarına havale etmeyendir.
Allahu Teâlâ müminlerin velisidir, kâfirlerin işlerini tekeffül etmesinden daha fazla, mü'minlerin işlerini uhdesine almıştır.
• Onlara yardım eder
• Sıkıntılarını giderir.
• Hidayet eder
• İki cihanda iyi işlere muvaffak kılar.
• Zulmetten nura çıkarır.
• Yerlerin ve göklerin sırlarını gösterir.
• Kulaklarını ve gözlerini nurlandırır, herşeyden ibret sezdirir.
• Yüzleri nurlanır, onları görenler Allah'ı hatırlar.
Allah, benliğini bir yana atıp mânevi hal almaya istidatlı kulların kalbine, yüksek rütbelerle nişanlar takar. Onların lakâbı, evliyâ ve abdaldır. (Abdal; bedel kelimesindendir, birbirinin yerine bedel, denk, demektir.)
İmanın delili üçtür: Samimiyet, sadakat, davranışlarıyla imanı isbat ve destek.
Allah dostları, konuşmalarıyla, görüşmeleriyle, nasihatlarıyla, diğergamlıklarıyla, ticaretleriyle, komşuluk ilişkileriyle, adaletli oluşlarıyla, edepli oluşlarıyla, kardeşlik hukukunu gözetmeleriyle, yardımlaşmalarıyla, adeta Kur’an’dan inciler sergilerler. Onlar, insanlar için iyi bir Kur’an fihristidirler. İstediğiniz ayeti onların amellerinde bulabilirsiniz. Ne mutlu O Allah dostlarına ki Kur’an’ı bedenlerine giydirdiler.
Allah'ın dostluğu rahmetiyle, kulun dostluğu taatiyle görünür.
Allah’a yakın olmanın en makbul yolu, farzları yerine getirmektir. Sonra da farzlara ilave nafilelerle Allah’a yakınlıkta mesafe alınabilir. Önce farzları, sonra da nafileleri işlemeye devam eden Müslüman, sürekli mücahede içinde olan insan demektir. Bu ısrar ve devamlılık neticede, Allah Teâlâ’nın rıza ve sevgisini kazandırır. Allah Teâlâ bir kulunu sevince de artık o kul, en büyük ve yegâne desteği elde eder.
Onun her işi düzgün olur. Tüm organları, görevlerini isabetle yerine getirir. Allah’ın yardımı ve hidayeti her işinde görülür. İstekleri yerine getirilir. Korunmayı dilerse tehlikenin boyutu ne olursa olsun, Allah Teâlâ onu korur. Çünkü seven, sevdiğini yardımsız bırakmaz.
Altı haslet imanı kuvvetlendirir:
1- Kabirleri ibretle ziyaret etmek.
2- Allah rızası için sadaka vermek.
3- Yeminine bağlı olmak.
4- Harama bakmamak
5- Halkın günahını görmemek
6- İlmiyle amil ulemaya hürmet etmek. (Abdülaziz Debbağ ks)
Zat-ı Kerim’inden başka hiçbir ilah bulunmayan, tek ve benzersiz, bütün noksan sıfatlardan münezzeh, kamil sıfatlara sahip, ezeli ve ebedi hayat ile kaim olan Allah (cc)’ın has ismidir.
'Allah' ismi; doksan dokuz ismin tuğrası, sultanı, serveridir. 'Allah' lafzı bütün isimleriyle, saltanatıyla ve kemal sıfatlarıyla Vacibül Vücud’a delalet eder. Her şey o mübarek isimde cem edilmiştir.
Bu ismin muhteva ettiği manayı kemaliyle anlamak imkanı yoktur. Mesela: Denizlere kol kol ırmaklar akar, ırmakların ucu denize kavuştuğunda ırmağın suyu denizde kaybolur, deniz haline gelir. Diğer isimler de Allah (cc) isminin içinde böyledir. Çünkü Allah (cc) ismi şerifi Zat-ı Kibriya’nın özel ismidir.
Allah ismi şerifi, yüce yaratıcının zati, subuti, fiili ve selbi bütün sıfatlarına delalet eder.
Allah’ın zati sıfatları, kemal sıfatlarıdır. Herhangi bir eksiklik ve kusuru yoktur. Hiçbir varlığa benzemez.
Allah (cc)’ın diğer isim ve sıfatları bu yüce isme izafe edilir. ‘En güzel isimler Allah’ındır’, Rahman, Rahim, Kuddüs, Selam, Aziz, Hakim, Allah (cc)’ın adlarındandır. Allah (cc) ismi, esmaül hüsnanın bütün anlamlarını özetle içine almaktadır. Diğer ilahi ilim ve sıfatlar bu adın ayrıntıları ve açıklamalarıdır.
Fiili ve kudret sıfatları; fayda-zarar verme, bol veya az verme, dilediğini gerçekleştirme, güçlü olma ve varlıkları yönetme; Rabb ismine hastır. İhsan sıfatları iyilik, cömertlik, sevgi ve şefkat, merhamet ve lütuf, yumuşaklık da Rahman ismine has sıfatlardır.
Kuran’ın en büyük ayeti olan Ayete'l Kürsi, Allah (cc) ismi ile başlamaktadır. Kuran’da 2788 lafz-ı celal mevcuttur.
Kalbi bu ismi hakkıyla bilecek genişlikte olan ve kulluk görevlerini tam saygı ve içtenlikle yerine getiren kimse, hiçbir insana muhtaç olmaz; insanların en zenginleri arasında yer alır.
Bir ara Hattat Hamid’in odasının bulunduğu handa büyük bir yangın oluyor. Eğer Hattat Hamid’in da odasına yangın gelecek olursa ki, eski İstanbul yangınlarını düşünelim, mevcut olan bütün eserler yanıp kül olacak. Hancı geliyor:
‘Üstad, çabuk davran, toparlan, yangın geliyor, yanıyoruz!’
Hattat Hamid hiç istifini bozmadan çalışmasına devam ederek diyor ki:
‘Biz Allah yazıyoruz kardeşim, yanmayız, siz başınızın çaresine bakın.’
Ve hakikaten bunu nasıl güçlü bir imanla söylediyse ateş Hattat Hamid’in kapısına kadar geliyor ve kapısında sönüyor.
el-Veliyy (cc)
Bu isim bir şeye yaklaşmak, dost olmak, yardım etmek, iyilik etmek anlamlarına gelen ولي 'den türemiştir. 'Bir şeye yakın olan, birinin yakını olan, birinin dostu, yari, yardımcısı, arkadaşı' anlamlarına gelir.
'Veli' kelimesi Kurân'da 33 defa geçmektedir. Allah'ın 'Veli' ismi sadece müminlere yöneliktir.
el-Veli; bütün varlıkların hükümdarı, mutasarrıfı, yöneticisi, yardım eden, seven, mahlukatın işlerini tekeffül eden, demektir.
Allah insanın gerçek yari ve dostudur. Güvenilecek, yaslanılacak tek makam O'dur. O'nun dostluğundan başka dostluklar fani ve yetersizdir, geçicidir.
Allah'ın dostluğunu kazanan kimse, başkalarının dostluğuna muhtaç olmaz. Allah'ın dostluğunu kazanan, herşeyin dostluğunu kazanmış demektir.
Kula gereken, Allah'ın dostluğunu kazanmaya çalışmak, evliyaullahın vasıflarını edinmekle kazanılır; tam bir imanla Allah'a bağlanmak, Allah'ın emir ve hükümlerine boyun eğmek, O'nun hoşnut olmadığı hallerden korunmak ve şüpheli şeylerden sakınmaktır.
Bu isme mazhar olan kulunu Cenab-ı Hak gözetir, onu bir an bile nefsiyle başbaşa bırakmaz. Allah dostlarının gözleri de kulakları da nurludur. İşitip gördükleri herşeyden ibret sezerler. Yüzleri de nurludur, onları gören Allah'ı hatırlar.
Allah dostu olmak için gerekenler;
• İhlaslı ibadet
• Doğruluk
• Tevbe
• Haşyetullah
• Sui zandan uzaklaşmak
• Emanet
• Hüsnü zan
• Gurur ve kibirden sakınmak
• Allah için muhabbet ve Allah için buğz
• Sabır, sebat
Allah müminleri tevfikiyle yöneltir, halis kılar, iman üzerine sabit kılar, düşmanlarına karşı yardım eder, sevap ihsan eder.
'Karanlıklar'dan maksat; sapıklık, inkarcılık, şirk, tabiatların zulmeti, cehalet, heva ve hevestir. 'Nur'dan maksat ise hidayet, tevfik, iykan, iman, hak din, sırat-ı müstakim fıtrat nuru, nübüvvet nuru, vahiy nurudur.
Veya müminleri cehennem ateşinin karanlıklarından, cennetteki sevap nurlarına çıkarır.
'İhrac' burada 'men etme' manasında istiaredir. Allah iman eden kulunun bir zulüm çeşidine girmesine mani olur.
Allahu Teâlâ, kâfirliği ve sapıklığı, karanlıklara benzetmiştir. Çünkü inkâr içinde olan kişinin, basireti kapanır. İmanın aydınlığını göremez olur. İman ve hidayet ise aydınlıktır. Mümin olan kişinin basireti açıktır. Hak ve hakikati aydınlık bir şekilde görür.
Allahu Tealâ, En'âm Sûresi'ndeki 'Karanlıkları ve aydınlığı yarattı" (Enam, 1) ayeti dışında Kur'an'da geçen bütün 'مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ ' tabirlerinden küfür ile imanı kastetmiştir. En'âm Sûresi'nde ise karanlık ve nur ile gece ve gündüzü kastetmiştir.
İman nuru
İman, müminin vicdanına akar akmaz bütün varlığını aydınlatır. Müminin ruhu iman sayesinde parlar, şeffaflaşır, arınır ve çevresine aydınlık, parlaklık ve ışık saçar. İman, nesneleri, değerleri ve düşüncelerin içyüzünü gözler önüne seren bir aydınlıktır. İmanın aydınlığı sayesinde mümin, bunları karışıklığa meydan vermeyen bir netlikle görebilir. Bunlar içinden gönül huzuru ile, kararlılıkla alacağını alır, bırakacağını bırakır. İmanın aydınlığı sayesinde mümin kendi hareketini ahenkleştirir; gerginlikten uzak bir rahatlıkla, öteye-beriye çarpmadan, orada-burada tökezlemeden ilerler.
Allah, güneşi maddiyata faydalı ve tehlikeli noktaları gösteren bir nur olarak bağışlamıştır. Bunun gibi maneviyat âleminde de faydalı şeyleri sezmek, tehlikeli noktaları görmek için, iman nuru ihsan buyurmuştur. Allah'ın insana en büyük bağışlarından biri de, gönlünde uyandırdığı iman güneşidir.
Bu güneşin nuru, sahibinin yüzünü güzelleştirdiği gibi, içini de parlatır, bütün kötü huylardan kurtarır. Çünkü kötü huylardan her birinin küfre inen bir yolu vardır. Onun için imanla kötü huy ve davranışlar barışamaz.
İman nuruyla, insanı içinden, dışından kuşatan karanlıklar açılır. Her tarafı nur içinde kalır. Karanlıktan gelen kuruntular dağılır, hakikatler sezilir, gönüllerde emniyet ve ferahlık nurları doğar.
İmanın nur ile ifade edilmesinden daha derin ve şümüllü bir tâbir bulunamaz. Mü'minin kalbinde iman nuru parlayınca bütün varlığı da nura kavuşur. O iman nuru ile ruhu safiyete ulaşır, parlar, apaydınlık olur ve çevresini aydınlatır. Nur ve ışık saçar.
O nurla mü'min her şeyi apaçık görür, hiç karıştırmadan ayırır. Ayağı hiç kaymadan istikrarlı bir halde almak istediğini alır, terk etmesi gerekeni bırakır. Kâinat kanunlarını ona bu nur açar. Hiçbir yere sapmadan, engeller karşısında yılmadan, haddi tecavüz etmeden kendi yolunda hızla ilerler. Yürüdüğü yol fıtrat yoludur. Ve bütün yollar gözleri önünde apaçık bellidir. Mü'mine gereken şey, gönlündeki iman nurunu söndürmekten son derece sakınmasıdır. Çünkü bunun neticesi kalp körlüğüdür. Âmâ bir insanın vücudu ne kadar zinde ve sağlam olursa olsun, devamlı bir zindan içinde kaldığı düşünülürse, kalbin körlüğünün, küfür karanlıklarının fecîliği daha iyi anlaşılabilir.
'وَالَّذٖينَ كَفَرُٓوا' Küfrü irade edenler, ilmi ilahide küfürde sabit kalanlar veya bil fiil küfür fiilini işleyenlerdir.
Kafirlerle ilgili cümlede üslubun bu şekilde değiştirilmesi, tağutun, ism-i celilin (Allah lafzının) karşısına konulmasından sakınılması, tağuta isnadın tekrarı ile maksadın daha kuvvetli ifade edilmesi, aynı zamanda iki fırka arasındaki ayrılığın ima ile bildirilmesi içindir.
Allah, amelleri sebebiyle insanları birbirlerinin velisi yapar. Bu sebeble mü’min, nerede ve ne zaman olursa olsun, mü’minin velisidir. Aynı şekilde kafir de nerede ve ne zaman olursa olsun, kafirin velisidir.
Bir kimse, dünyevi bir menfaat, kavmiyetçilik ya da böyle başka bir sebebten dolayı mü’minlerin topluluğuna girer, fakat onlar gibi iman edip amel etmez, onlara yardım etmez ve onlara dost olmazsa, mü’minlerin topluluğunda bulunması sebebiyle onlardan sayılmaz.
Her zaman hakka teslim olan ve birbirlerini dost edinen mü’minler bulunacağı gibi, hakkı terkeden, insanlara zulmeden zalimler de olacaktır. İşte bunlar da birbirlerinin dostlarıdır.
Bu zalimler karşısındaki en büyük engel, İslam’dır, müslümanlardır. Bu sebeble İslam’a karşı tek bir vücud gibi birleşirler. müslümanlara bir saldırı söz konusu olduğunda aralarındaki ihtilaflar, hemen bitiverir. Sonra da bütün hile ve tuzaklarını birleştirip en büyük zulümleri yaparlar.
“Eğer bir zalimin diğer bir zalimden intikam aldığını görürsen dur ve hayretle bak!” Fadl b. İyad
Sanma şâhım, herkesi sen sâdıkâne yar olur.
Herkesi sen dost mu sandın, belki o ağyar olur.
Sâdıkane belki o âlemde bir dildâr olur.
Yâr olur, ağyar olur, dildâr olur, serdâr olur. Yavuz Sultan Selim
Vesvese verir, küfre iter, itikadını bozar, şek ve şüphe zulümatına sokar, tağutlara fayda ve zarar gücü yükler, kendilerinin (tağutların) Allah'a yakınlaştırdığı itikadını telkin ederler.
Hz. İsa'ya iman nurundan, Hz. Muhammed'i inkar zulmetine çıkartır.
Misakta verdikleri ikrar nurundan, lisan ikrarıyla nifaka çıkartır.
Cennette alacakları sevapların nurundan, ateşteki azapların zulmetine; Hakk'ın nurundan, hevanın karanlıklarına, akıl nurundan cehaletin karanlığına, açık beyyinatın nurundan, şek ve şüphe karanlığına çıkartır.
Ayeti kerimede tahsis yoktur, Arap-Acem herkes için geçerlidir. Kim inanırsa nura, kim inkar ederse karanlığa çıkartılır.
İman, tek yola ileten tek bir aydınlıktır. Küfrün sapıklığı ise çok sayıda ve değişik karanlıkları içerir. Şahsi arzu ve ihtiras, kılavuzsuzluk, kendini beğenmişlik ve azgınlık, zayıflık ve aşağılık kompleksi, gösteriş ve münafıklık, açgözlülük ve kıskançlık, kuşku ve endişe karanlığı. Nefsî arzuların ve şehvetin, korkunç sapıklıkların, kibir ve tuğyanın, zilletin, hırs ve menfaatçiliğin, şüphe ve buhranların zulümâtı. Riya ve hadde-hesaba gelmeyen daha bir çok karanlıklar...
Küfür zulümâtın ta kendisidir. İnsanoğlu; tek bir olan Allah'ın hakikat nurunu terk ettiği zaman, mutlaka zulümât bataklığına yuvarlanır. Ve Allah'ın nurundan başka bütün yollar hiç şüphe yok ki, zulümâtın, karanlığın ta kendisidir.
Bu karanlıkların tümü, Allah yolundan başka kaynaklardan ilham alır. İnsan, yüce Allah’ın bir ikincisi bulunmayan aydınlığından ayrılır-ayrılmaz, kesinlikle türlü karanlıkların içine düşer.
Küfür karanlığı
İman nuruyla aydınlanmayan gönüller muzdariptir. Çünkü bütün kötü huylar orda toplanır ve bunların her biri birer diken olur, sahibine rahat yüzü göstermez. İğneli fıçı işkencesine atılmış gibi daima ızdırap verir. Halbuki şuurlu bir imanın hâkim olduğu kalplere fena huylar giremez; girse bile barınamaz.
Kötüler, nuru sevmezler; çünkü nur, ayıplarını meydana çıkarır. Onlar, nura tahammül edemeyen ışık düşmanıdırlar. Kalplerine bir iğne ucu kadar aydınlığın sızıntısı girmeyen bedbahtlar, Allah'ın dinine, kitabına, peygamberine karşı bâtıl düzenlerini savunurlar.
Küfrün hâkim olduğu bedenlerde bu suretle korkunç bir karanlık ve kararsızlık, bitmez tükenmez bir ızdırap ve üzüntü vardır. Bu karanlıklar, Allah'tan bir hidayet erişmezse, eksilmez, bilakis artar. Hayatın ağır ve ızdıraplı anları, daha ıstıraplı olan kabir karanlıklarına, mahşerin ve cehennemin karanlıklarına çeker, götürür.
Ruh ise karanlıktan hoşlanmaz. Daima nur ister. Bundan dolayı, günlük hayatta karanlıkları açmak için birçok masraflara ve külfetlere katlanan insanın, bâki hayatın sonsuz karanlıkları hakkında, bir ölü gibi hissiz ve ilgisiz kalması izah edilemez bir gaflet, anlaşılmaz bir sarhoşluktur.
Bazı kör inançlı insanlar ispatlanmış düşünceleri bile kabul etmezler. Kur'an yolunda yanmadıkça, küfrün karanlığı aydınlanmaz..
Cehennem kafirler, müşrikler, münafıklar ve müminlerden günahkar olanlar için hazırlanmış olan bir ceza yeridir. Orada nefsin sevmediği ve korktuğu her türlü eza ve cefa, sıkıntı, dehşet saçan, devler gibi kıvılcımlar fışkıran ateşler ve daha tarifi mümkün olmayan her türlü işkenceler bulunur.
Cehennem bakidir, asla yok olmaz. Cennete giren cennetten çıkmayacağı gibi cehenneme giren de orada ebedi olarak kalır. Ancak imanlı ölüp günahlarından dolayı cehennem cezasına çarptırılmış olanlar, cezaları sona erince, cehennemden çıkar ve neticede cennete girerler.
Cehennemde birçok kuyular vardır. O kuyularda bir takım yılanlar bulunur. O yılanlar melez deve boynu gibidir. Orada öyle akrepler vardır ki katırlara benzer. Cehennem ehli o ateşten yılanlara kaçarlar. Onlar da ağızlarıyla yakalar, tepeden tırnağa derilerini yüzerler. Onlar için kurtuluş yine ateşe kaçmak olur.
Cehennemde öyle yılanlar vardır ki deve boynu gibidir. Onlardan biri ısırırsa acısı kırk yıl sürer. Ayrıca cehennemde öyle akrepler vardır ki katır gibidirler. Bir soksa kırk yıl acısı devam eder. Hadis-i Şerif
Sizin bu dünyada kullandığınız ateş cehennem ateşinin yetmişte biri kadardır. Eğer cehennem ateşi iki defa denize daldırılıp çıkartılsa, siz yine ondan faydalanamazsınız. (İki defa denize daldırılmış olmasına rağmen hala o kadar yakıcı olur ki, ondan yararlanılamaz.) İbni Mesud
‘Sizin bu ateşiniz cehennem ateşinden Allah’a sığınır.’ Mücahid
Cehennem ehlinin en hafif azaba uğrayanına ateşten bir parça takunya giydirirler. Onun sıcaklığı beynini kaynatır. Kafası bir ateş tenceresi gibi olur. Kulakları fışkırır. Dişleri ateş çıkarır. Gözkapakları ateş saçar. İçinde ne varsa ayakları altına dökülür. Bu halde olan en çetin azaba uğradığını sanır, halbuki o en hafif azaba uğramıştır. Hadis-i Şerif
Vakit biter bir gün hesap sorarlar
Gizli kalmaz Settara hiç bir günahkâr
İsyâna mudavim olan kalır naçar
Affına sığındık Ey Gaffar Vekınâ azâbennar…
Cehennem ehli kimdir?
Haramla beslenen beden cennete giremez. Hadis-i Şerif
Malının helalden mi, haramdan mı geldiğini düşünmeyenler, cehennemin neresinden atılırlarsa atılsınlar, Allah (cc) onlara acımayacaktır. Hadis-i Şerif
Dünyada eza, cefa eden kıyamette en şiddetli azaba düçar olur. Hadis-i Şerif
Kibirli ve kendinde olmayan şeylerle övünen kimse cennete giremez. Hadis-i Şerif
Cehennem ehlini size haber vereyim mi? Onlar katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen, kibirli kimselerdir. Hadis-i Şerif
Çocuklarına İslamiyet'i öğretmeyenler cehenneme gireceklerdir. Hadis-i Şerif
Kim cenneti seviyorsa cehennemden kaçar. Ömer b. Abdülaziz
İtaat edilen şehvet ve gadap, sahibini cehenneme iter.
Cehenneme günahlarla kalplerini üşütenler girer.
Cehennemi bildiği halde günah işleyen kimseye hayret ederim. Hz. Osman
Altına, gümüşe, kumaşa kul olanlar helak oldu. Bunlara mal verilirse hoşlanır, verilmezse hoşlanmazlar.
Kim insanları kendisinin yapmadığı bir iş veya söze davet ederse, davet ettiği şeyi kendisi yapıncaya kadar Allah (cc) ona azap eder.
Cehennem ne kötü barınak ne kötü karar
Mücrim kul dadanmış sanki onu arar
Zifiri karanlık duman her yeri sarar
Her şeye kâdirsin Yâ Cebbar Vekınâ azâbennar
· Ayet-i kerime Hz. İsa'ya iman edenlerle, ona inanmayanlar hakkında nazil olmuştur. Allahu Teâlâ Hz. Muhammed'i peygamber olarak gönderince, Hz. İsa'yı peygamber kabul etmeyenler Hz. Muhammed'e iman etmişler; Hz. İsa'ya iman edenler de Hz. Muhammed'i kabul etmemişlerdir.
· Âyet, hristiyanların usulüne göre Hz. İsa'ya iman edip, daha sonra da Hz. Muhammed'e iman edenler hakkında nazil olmuştur. Onlar Hz. Muhammed'e iman ettiklerinde, Hz. İsa'ya olan imanları bir zulmet ve küfür gibi kalmış olur. Çünkü Hz. İsa'da hem beşeriyyet, hem de ulûhiyyet bulunduğuna inanmak, küfürdür. Allahu Teâlâ, onları zulmetten çıkarıp, İslâm nuruna dahil etmiştir.
· Âyet, Hz. Muhammed'e iman eden, bütün kâfirler hakkında nazil olmuştur.
Allahu Teâlâ dilediğini delil zulmetinden iykan nuruna, vahşet zulmetinden vuslat ve ülfet nuruna, cisim alemi, tabiat zulmetinden alemi ervah nuruna, nefis, heva zulmetinden rıza, sıdk, marifet, tevekkül, muhabbet nuruna çıkarır. Enaniyet zulmetinden hüviyet nuruna çıkarır. Sonra ‘Kuluna vahyeder.’ Seyriyle onu fani kılar. Vahiy hakikatleriyle, vahyettiğiyle, hüviyetiyle baki kılar.
Mana aleminde ricalden murat, ticaretin ve alış verişin kalbi zikrullaha ve namaza engel olmadığı kimselerdir. Bu vasıfta olmayanlar ‘Nisa’ sıfatıyla vasıflanır.
✽ 'Allah müminlerin dostudur' cümlesi isim cümlesidir, sübut ve devamlılık bildirir.
✽ 'Allah müminlerin dostudur' istiare-i asliye ve tasrihiyedir. Müstearun minh; Dost, müstearun leh; Allahu Teâlâ, Camisi; yakınlık, muhabbet, destek ve ilgidir. Nasıl ki bir dost, her zaman dostunu dinler, insan istediği zaman dostunu arayıp yardım isteyebilir, derdini paylaşabilir. Allahu Teâlâ da her zaman kulunun yalvarıp yakarmalarını dinler, icabet eder.
✽ Dost insanın hep iyiliğini ister, ona asla bir zarar gelmesini istemez. Allahu Teâlâ da verdiği-vermediği her şeyde iman edenin dostudur, ona hayır verir.
✽ Dost için uzak-yakın, şen-mahzun, hasta-sağlıklı fark etmez, hep yanındadır. Allahu Teâlâ da mümin kulunu asla terk etmez, daima yanındadır.
✽ Ayette “Müminlerin dostu Allah” derken “dost” kelimesini tekil sığasıyla, kafirlerinki ise çoğul sığasıyla “dostları tağuttur” buyrulmuş. Kafirlerin dostlukları çıkarlarıyla orantılı olduğundan dostları da sürekli değişir. Elbise değiştirir gibi lider değiştirirler.
✽ 'Allah iman edenlerin dostudur' cümlesi, mefhum-u lakabı ile; Allah sadece iman edenlerin dostudur, kafirlerin hasmıdır, demektir.
'Allah' isminin manaları ile de, şunları ifade eder:
Allah, sadece iman edenlerin ibadet ettiği mabududur.
Sadece iman edenlerin kendisine sığındığı mülteceun ileyhtir.
Sadece iman edenlerin feryadlarına imdad eden, mefzeun ileyhtir.
Sadece iman edenlerin zatında, sıfatlarında hayrete düştüğü, mütehayyerun fihtir.
Sadece iman edenleri sükunete erdiren, sükunet buldukları meskunun ileyhtir.
✽ 'Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır' cümlesinde النُّورِ kelimesi müfred, الظُّلُمَاتِ kelimesi ise cemi olarak gelmiştir. Çünkü doğru bir tane, sapıklık yolları ise çoktur.
✽ Bu lafızlarda istiâre-i tasrîhiyye vardır. Küfür karanlıklara, iman aydınlığa benzetilmiştir. Bu, teşbihin en güzellerindendir. Çünkü, küfür, içerisinde yürüyenlerin yollarını şaşırıp saptığı karanlık gibidir. İman ise, yoldan çıkanlara yol gösteren, şaşkınları doğru yola ileten nur gibidir. İmanın neticesi, naîm cennetleri ve sevaba erildiği için aydınlıktır. Küfrün neticesi ise, cehennem ve azap olduğu için karanlıktır.
✽ Bu istiarelerde tecessüm sanatı da vardır. İman edenlerin Allah tarafından hidayete erdirilmeleri, sanki karanlık bir dehlizden, kuyudan çıkarılan kişi gibi zihinlerde canlanmaktadır.
✽ 'Kafirlerin dostu tağuttur, onları nurdan karanlıklara çıkarır,' cümlesinde, nurdan zulümata çıkarmanın tağuta isnad edilmesi, sebebe isnaddır, mecazidir. Hakikatte çıkaran Allah’tır.
✽ Ayrıca burada, 'Bir şeyi olumlusu ile nefyetmek-Nefyuşşeyi biicabihi' sanatı vardır. Bu acaip bir sanattır. Şöyle ki; mütekellim kelamında bir şeyi olumlu olarak zikreder. Bu zikirle onun sebebini de mecazen nefyeder. Hakikatte isbat olan şey, kelamın batınında nefydir. Kafirleri nurdan zulümata çıkarır, denmiş, onların bir nuru varmış da ondan çıkıyorlarmış gibi söylenmiştir. Oysa onlar için nur hiçbir zaman sabit olmamıştır. Bu cümlenin muradı nurun aslını onlardan nefyetmektir.
✽ Bu cümle aynı zamanda sohbet sırasında vaki olan müşakaledir. Allah'ın müminlere dostluğu hakikat, tağutun kafirlere dostluğu ise gerçek değildir. Onların dost gözüken düşmanlarıdır.
✽ Kafirlerin dostu tağuttur, istiare-i vefakiye-i tahakkümiyedir. Çünkü onların dostluğu hakiki bir dostluk değildir. Dost karanlığa götürmez.
✽ 'Kafirlerin dostu tağuttur' cümlesi mefhumu lakabı ile şu manaya gelir: Kafirlerin tek dostu tağuttur, tağuttan başka kimse onları sevmez, benimsemez, dostluk göstermez.
Kafirlerin tek dostu tağuttur, yani sığınacakları tek kapı tağut olacak kadar, kötü haldedirler. Tağut zaten onları sevmez, buna rağmen ondan başka da yanına varabilecekleri kimseleri yoktur.
Oysa dost bildikleri tağut aslında onların düşmanıdır. Onlara ne bir yardımı vardır, ne bir feryadlarına imdadları vardır.
✽ Kafirler için "اُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ" İşte onlar Cehenneliktir, orada ebedi kalacaklardır’ buyrulmuş, müminler için ise, 'Onlar cennet ashabıdır, orada ebedi kalacaklardır' denmemiştir. Bunun zikredilmemesi, müminlerin şanına tazim içindir. Çünkü lafızlarla anlatılıp, beyan edilecek sevaplar, onlar için hazırlanan şeyleri tam olarak ifade etmeyecektir.
✽ Burada, muraat-ı nazırdan teşabuhel etraf da vardır. Çünkü önceki cümlede, onların iman nuruna karşılık, küfür karanlığını tercih ettikleri söylenmişti. Buna uygun olarak kendilerine arkadaş olarak cehennemin ateşi 'النَّارِ' verildi.
✽ اَصْحَابُ النَّارِ 'Cehennemin arkadaşları' izafeti, muzaf ve muzafın ileyhi tahkir ifade eder, istiare-i tahakkümiyedir. Ateşin içinde olmayı, arkadaşlık ilişkisine benzetmiştir. Camisi; devamlı beraberlik, ayrılmamak, kötü arkadaşın insana yaptığı tesirdir.
✽ 'Onlar cehennem ashabıdır' dedikten sonra, فٖيهَا خَالِدُونَ'un gelmesi tecriddir. 'فِي' harf-i ceri, cehennemin derinliklerine ve iç içe oluşuna delalet eder.
✽ Bu cümle, itnabtan mesel tarikı cari olmayan tezyildir.
✽ 'İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedi kalacaklardır.' Mefhumu lakabı ile, sadece onlar cehennemliktir, tağutun dostları cehennemden başka bir yere gidemeyecektir.
✽ Dal bil işaresi ile, kafirlerin psikolojilerindeki sıkıntıları ifade eder. Küfrün iç sıkıntısını bildirir.
✽ 'Allah müminlerin dostudur, onları karanlıklardan nura çıkarır' cümlesi ile, 'Kafirlerin dostu tağuttur, onları nurdan karanlıklara çıkarır' cümleleleri arasında altılı mukabele sanatı vardır.
✽ İki cümlede de 'يُخْرِجُ çıkarır' fiilinin tekrarı mübalağa içindir.