265-Allah (cc)’ın hoşnutluğunu kazanmak ve kalplerindeki imanı sağlamlaştırmak arzusuyla mallarını sarf edenlerin durumu, bir tepedeki bahçenin durumuna benzer ki; ona bol yağmur yağar da meyvelerini iki kat arttırır. Bol yağmur yağmazsa, bir çisinti düşer. Allah (cc) yaptıklarınızı çok iyi görendir.
Rabbimiz insana mukayese kabiliyeti vermiş; iki zıddı karşılaştırır. Mukabele sanatı ile gerçekleri gün gibi ortaya çıkarır. Kalbi olanı, kulak vereni ikaz eder, ikna eder. Tıpkı bu ayetlerde olduğu gibi. İnfak edeni bir daneyi yedi başakla yüze çıkarılma bereketi ile tebşir ederken, infak edip de infakını başa kakan, eziyet eden, gösteriş yapanı taş üzerine ekin ekene benzetmiş.
Bu ayette de yüksek seviyeli kimselerin az da olsa halis infakları, yüksek arazide az yağmurla da olsa yüksek verime teşbih edilmiştir. Dikkat edilirse, müsbet-menfi infakta bütün misaller toprak üzeredir. Toprak zaten tiynet anlamınadır. İnsanın aslı da toprak olduğundan her tiynetteki insanın durumunu toprakla izah etmek, misallendirmek mümkündür. Bu ayetlerde bu net olarak gösterilmiştir.
İnsan, hem iyiliğe, hem kötülüğe, hem cennete, hem cehenneme, hem günaha, hem sevaba mütemayil olarak yaratılmış. Müjde ve müeyyidelerle hayra teşvik edilip, şerden engellenmiştir.
İşte iki ayet peşpeşe infak konusunda iki tezat tekabülü, iki muazzam teşbih; verilen emri, sıdk-ı niyet, ihlas ve rıza-i ilahiyle yerine getirenin sebep-sonuç ilişkisiyle, hırs ve cimriliğin hazin sonu!..
İlk misal: Yüksek tepede bol yağmur alan bir bahçe, tarıma son derece elverişli, bir bahçe için gerekli olan su, hava, rüzgar, her şey hazır ve tabi. Gübreleme, çapa v.s gibi fazla müdahaleye gerek kalmadan yemişini kat kat verir. Ayette zikredilen (ضِعْفَيْنِ) kelimesi, ‘ضِعْف’ kelimesinin tesniyesidir. Yani bir dı’f, iki kat demektir. İki dı’f, dört kat demektir.
Böyle yüksek bahçede mahsul almak için çok yağmur yağmasa da az bir çisinti yeterli olur. Bu teşbih mümin müttaki kulun infakını anlatmaktadır. Gayesi sırf Allah rızası olan mübarek insanın kalbi münbit bir toprak gibi daima iyilik düşünür, elinden gelen her iyiliği yapar ve yapmaya niyet eder.
Maddi gücü az olsa da gönlü ganidir. Yüksek seciyelidir. Helalden kazandığı için, helale gider, gittiği yeri de bereketlendirir. Onun iyilik duygusu da yüreğinden çıkıp neşv-ü nüma bulur, meyvesini verir. Bu güzel vasıfları nesilden nesile kalıtım yoluyla geçtiği gibi, iyilik yaptığı kimselere ve onların çevresine de yayılır. İyiliğinin sevabından geçmişleri de yararlanır. Kendine verilen nimetler de şükründen dolayı artar, çoğalır. ‘Cömerdin yemeği şifadır’ hadisi mucibince, yiyenlere şifa olur, sıhhatlerini artırır, ömürlerine ömür katar. Kat kat bereket. Bir şeyin temeli takva, ihlas, sadakatle atılırsa, sonuç böyle muhteşem olur.
Bu gani gönüllü, ipek huylu, muhlis müminler, Cenâb-ı Hakk’ın Gani, Kerim isimlerinin mazharı bahtiyarlardır. Kalplerindeki şuh (cimrilik, haset) yılanını katleden muzafferlerdir. Cömertlikleri ile dünyanın, takvalarıyla ahiretin efendileridir. Selam olsun bu kerim kimselere, ebeden daima!...
İnfakın iki afeti vardır:
1- İnfakıyla övülmek ister. Veya başka bir dünyevi amacı vardır. İnfak edenlerinin çoğunun hali budur. Bu afet, Allah'ın rızasını aramayı iptal eder.
2- Nefsinde katılık, tereddüt duyar. 'Acaba versem mi vermesem mi?' diye düşünür.
Bu afet de iç alemdeki tesbiti (sebatla verme arzusunu) giderir. Nefsin tesbiti; şecaati, kuvveti, infaka hazır olmasıdır. Bu onun sadakati ve sırf Allah rızasını murat etme talebidir.
Bu şekildeki infak, Allah’ın rızasını talep ile nefsi takviye eder.
'Tesbit' ifadesi birkaç şekilde açıklanır:
♦ Mallarını Allah için harcayanlar, Allah’ın rızasını kazanmak,kalplerindekini ortaya koymak, mü’min olduklarını isp atlamak için, ya da kalplerindeki imanlarını amele dönüştürerek kuvvetl endirmek için sadaka verenler.
♦ 'Sadaka, sıdk, sadâkat, tasdik' kelimeleri aynı kökten gelir. Tasdik imanın eylemi, imanın ispat ıdır. Malının tümünün Allah’a ait olduğuna inanan kişi mü’mindir. Bu imanı eyleme geçirerek, Allah’a ait olduğuna inandığı malını sadaka veren kişi de tasdik ehlid ir, yâni sıddîktır. “Sad aka burhandır” hadisi bunu anlatır. Sadaka vermek malın ve canın Allah’a ait oluşunu kabulün delilid ir. Müminler mallarını ve canl arını Allah yolunda kullanarak sadakalarını ortaya koyarlar. Sadaka insanın mal yönündeki imanını doğrulayan husustur.
♦ Ya da bu, Allah için sürekli verme konusunda sebat ehli olabilmeyi becerebilmek için verilen demektir. Kend ilerini sürekli vermeye alıştırabilmek için infak ederler. Bir bakıma nefis eğit imi adına verenler demektir. Yâni nefislerini iman üzerine sabit kılm ak için mallarını ve canlarını Allah yolunda fedâ ederler. Zira mal ve can, Allah yolunda fedâya hazır olmadıkça, nefislerin iman üzerine sabit olması mümkün değildir.
Kalpte sebat oluşması fedakarlığa bağlıdır. Tüm veliler büyük bir fedakarlıkla yumurta kabuğunu çatlatıp keşiflerini açmışlardır. Cömertlik de bir fedakarlıktır, kişinin imanını tesbit edip sabitler.
Nefsin, ubûdiyyet makamında bir sebatı yoktur. Ancak o, mücahede ile ezilirse sebat eder. Nefs, dünya hayatı ile mala aşıktır. İnfakla, canını vermekle mükellef tutulduğunda, ezilir. Böylece nefsin sebat ve takviyesi kısmen meydana gelmiş olur. Bu sebeple, kısmıyyet ifâde eden مِنْ harf-i ceri, "nefis" kelimesinin başına getirilmiştir.
Buna göre mânâ şöyledir: "Allah rızası için malını harcayan kimse, nefsini, kısmen; malını ve canını birlikte veren kimse de nefsini tamamen bu yolda harcamış olur."
Fahri hocamız infakın imanla ilgisini şu temsille anlatırdı:
Kul zikir meclislerinde kendini yerden yere vurur, her haliyle Allah'a aşık olduğunu ortaya koymaya çalışır. Cenab-ı Hak sorar:
- Kulum beni seviyor musun?
- Tabi ya Rabbi
- Peki kenarda kaç paran var?
- On bin lira ya Rabbi
- Peki Benim için onu ver bakalım.
- On bin lira çok ya Rabbi!
- Öyleyse beşbin lira ver.
- Beş bin çok ya Rabbi!
- Öyleyse iki bin lira ver!
- İki bin de çok ya Rabbi! Ben camiden gelirken iki buçuk lirayı fakirin birine veririm.
- Ya kulum, demek öyle... Kendini yerden yere vurmana, aşkın için paralanmana gerek yok. Senden aşık değil, tavaya kaşık bile olmaz.
♦ Sonuçtan kesin olarak emin oldukları halde verirl er. Yâni verene Allah’ın kat kat vereceği konus unda emin olarak verirler.
♦ Nefsini mal sevgisinden ve cimr ilik hastalığından temizlemek ve Allah yolunda eğitmek için verirler. Çünkü bugün malını veremeyen kişi yarın ger ektiğinde canını hiç veremeyecektir.
♦ İnsanlar, nefsini bu sadaka ibadetini muhafazaya ve onu boza-cak şeyleri bırakmaya iyice alıştırır.
♦ Kalbler ancak Allah'ı zikir ile sebat eder. Kim malını Allah yo-lunda harcarsa, tecelli makamında kalbin itminanı meydana gelmez. Bu itminan ancak, o insan sırf kulluk maksadıyla infakta bulunduğu zaman meydana gelir. Bu sebeble Hz. Ali’nin infakı hakkında, "Biz, size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür beklemiyoruz" (İnsan, 9) ayeti nazil olmuştur.
♦ İnsanın infâkı, kendi için ve nefsini teşvik için olmayıp, Hakk'a kulluk etmek için olunca, o zaman kalb mutmain olur, nefsi sükûnete erer ve kalbi ile çekişmez. Bu sebepten ötürü, Allahu Teâlâ, bu infak hususunda önce "Allah rızasını taleb etmek" sonra "Ruhlarında (imanı) kökleştirip takviye etmek için infak ederler" buyurmuştur.
✽ ✽ ✽
Allahu Teâlâ yeryüzünü yaratınca, yeryüzü sarsılıyordu. Bunun üzerine Allah Teala dağları yarattı. Onları yeryüzüne yerleştirdi ve yeryüzü istikrara kav uştu. Melekler, dağların güçlülüğüne şaşarak: "
Ey Rabbimiz, yaratıkların aras ında dağlardan daha güçlü bir şey var mı?" diye sordular. Allah: "Evet, demir var" buyurdu.
Melekler: "Ey Rabbimiz, yarattıkların içinde demirden daha güçlü bir şey var mı?" dediler. Allah: "Evet ateş var" buyurdu.
Melekler: "Ey Rabbim iz, yaratıkların arasında ateşten daha güçlü bir şey var mı?" dediler. Allah : "Evet su var" buyurdu. Melekler: "Ey Rabbimiz, yaratıkların arasında sudan dah a güçlü bir şey var mı?" dediler. Allah: "Evet rüzgâr var" buyurdu. Melekler: "Ey Rabbimiz, yaratıkların arasında rüzgârdan daha güçlü bir şey var mı?" dedi ler.
Allah, "Evet var. O, sağ eliyle bir sadaka verip onu sol elinden gizleyen Âdemoğludur." buyurdu. Hadisi Şerif
✽ ✽ ✽
♦ Bir hareketin tekrar tekrar yapılması, meleke meydana gelmesine sebeptir. Allah rızâsı için, tekrar tekrar infakta bulunan kimse, bu devam eden infakla artık bunu bir vasıf olarak elde eder ve Allah rızasını aramak, nefsinde yerleşen bir meleke haline gelir.
♦ Artık onun kalbi; farkında olmadan herhangi bir harekette bile derhal Allah'a yönelir. İbadetleri âdet haline dönüşüp, ruhun bir huyu olur. "Allah, iman edenlere sebat verir" (İbrahim, 27) Böyle bir "tesbit" meydana geldiğinde, ruh, ruhanî ve kutsi melek cevherlerinden bir cevher olur. Böylece de kul, hem gâib, hem hazır, hem orada, hem başka yerde bir varlık hâline gelir.
♦ Âyetteki وَتَثْبٖيتاً 'den murad, bu kimselerin, amellerini Allah'ın zâyî etmeyeceğine ve ümidlerini boşa çıkarmayacağına kesin inanarak infak etmeleridir. Çünkü verdikleri sadaka, hem sevap, hem ikab, hem de yeniden dirilme esnasında bulunacaktır. Münafığın sadakası böyle değildir. Münafık infâk ettiğinde, sevabına inanmadığı için onun boşa gittiğine inanır.
♦ Bundan murad, infak eden kimsenin sadaka verirken, tedbirli davranarak sâlih ve iffetli fakirlere vermesidir.
Cömertlik ağacı
Cömertlik, kökü cennette olan ve dalları dünyaya sarkan bir ağaçtır. Kim cömertliğin dallarından bir dala tutunursa, o cömertliği onu cennete sevk eder. Cimrilik de kökü cehennem ateşinde ve dalları dünyaya sarkan bir ağaçtır. Kim cimriliğe sarılırsa cimrilik onu cehennem ateşine sevk eder. Hadis-i Şerif
Cömertlik, fazla vermeden ziyade; yerinde, zamanında vermektir.
Sevginin ölçüsü fedakarlıktır. Fedakar olmayanın sevgisine inanılmaz. Meyvelerin doğması için bütün çiçekler solar.
Cömertlik malı, mutluluğu, sevinci ve bütün güzellikleri paylaşmaktır.
Cömertlik cennet servisinden bir daldır. Mevlânâ
✽ ✽ ✽
Abdullah b. Cafer (ra) kölesiyle bir gün bir yerden geçerken yoluna siyahi yaşlı bir kadın çıktı. Yaşlı kadının perişan halini gören Abdullah b. Cafer (ra):
‘Nedir senin bu halin?’ diye sordu. Kadın:
‘Yaşlı biriyim, muhtaç ve fakir düştüm. Yanında bana verecek bir şeylerin var mı?’ dedi. Abdullah b. Cafer (ra) kölesine:
‘Yanında ne varsa bu kadına ver’ dedi. Kölesinin yanında 8 dirhem vardı;
‘Efendim, biz yolcuyuz, bizim ihtiyacımız da olabilir. Bu kadın ise sizi tanımıyor, ihtiyacı kadar versek yeterlidir’ dedi. Abdullah b. Cafer kölesine:
‘O kadın beni tanımıyorsa da ben kendi nefsimi biliyor ve tanıyorum. Her ne kadar siyahi ise de ecri beyazdır’ dedi.
✽ ✽ ✽
Bunların durumu öncekilerin tamamen aksine, yüksek bir tepe nin üzerindeki bahçeye benzer. Öncekilerin durumu alçak bir çuku run içindeki bahçeye benzetilmişti. Yüksek yer ekinin güven ve selâmeti için alçak yerden daha iyidir. Çünkü alçak yerler ekine zarar verebilecek birtakım şeylerin saldırılarına, baskınlarına maruz kalabilir. Genellikle çöplükler, artıklar bu tür çukurlara dolar. Ama yüksek yerler bu tür tehlikelerden daha emindir. Ayrıca alçak yerlerdeki ağaçlar nadiren soğuk vurmasından kurtulur. Çünkü bu arazilerde rüzgarlar durgun ve hava yoğundur. Bu bahçe yüksek olduğundan güneşin hem doğuşundan hem batışından faydalanır. Rüzgar da alır.
Bu bahçenin yemişleri gölgede olanlar gibi değil, güzel, tatlı, bereketli ve kokulu olur.
Bu bahçenin toprağı, üzerinde bir avuç toprak bulunan kayaya karşılık münbit ve derincedir. Tepenin üzerindeki bahçeye karşılık, üzerinde bir avuç toprak bulunan kaya yer almaktadır. Şiddetli bir yağmur yağdığı zaman oradaki hafif toprak örtüsünü giderdiği gibi buradaki verimli toprağı gideremez. Üstelik bu, toprağı canlandırır, verimini artırır ve yeşertir.
Ancak bu yüksekliğin, çok fazla olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü bahçe yüksek bir yerde bulunduğu zaman, su seviyesinin üstünde olur, nehir suyundan istifâde edemez, çok rüzgâr alır, bu sebeplerden dolayı güzel olmaz. Bahçenin verimli olması, ne tepe, ne de çukur olmayan düz bir arazide bulunduğunda mümkün olur. Ayette bahsedilen tepe, yağmur aldığında kabarıp yükselen sıcak ve nemli bir arazîdedir. Çünkü bu özellikteki toprak parçalarının verimi çok olur ve ondaki ağaçlar güzel büyür.
İşte mallarını Allah yolunda harcayanlar, böyle yüksekte bulunan bir bahçeye benzer. Oraya yağan yağmur şiddetli ve bol olursa bolca bitki bitirir. İki kat hâsılat verir. Oraya bolca yağmur yağmasa bile, ufak bir çisenti olsa bile yine bitki bitirir. İşte Allah için malını infak eden mü’minlerin durumu buna benzer. Çok verdikleri zaman öbür tarafta bolca ürün elde ederler, az verseler, çisenti kadar verseler bile Allah için verdiklerinden, başa kakmadıklarından, gösteriş yapmadıklarından, verdikleriyle eziyet etmediklerind en Allah onlara yine bolca sevap verecektir.
Yağmurun toprağı canlandırdığı gibi, sadaka da mümin kalbi temizleyip Allah ile olan bağlarını güçlendirir, malını temizleyip arttırır, müslüman cemaatin hayatını arındırıp, düzeltir ve geliştirir.
"وَابِلٌ " şiddetli, çok miktarda yağmurdur. Adeti; semere vermesi, berekete vesile olmasıdır. Küçük de olsa mutlaka meyve bitmesine sebep olur. Bu; mukarrebunun ve sabikunun halidir.
"فَطَلٌّ " katresi küçük yağmur, demektir.
Temsilin bu bölümü de; meyvenin oluşmasına yetecek kadar bir çisinti, bir berekettir. Bu da infakta ebrarın ve muktesidin halidir. Bu hal, onların Allah katındaki dereceleridir. "وَابِلٌ " isabet edince dereceleri daha da yükselir.
Onlar gece gündüz, gizli aşikar infak ederler. Kendileri muhtaç olsalar da başkalarını kendilerine tercih ederler. 'Eshab-ı tall (طَلّ)' muktesiddir. Muktesidin hali, amelleri yüksekteki bahçe gibidir. Onlar malları az da olsa, çok da olsa verirler. Sevaplarını ve mahsullerini bereketlendirirler.
Ticaret, kâr için yapılır. Her malın etiket fiyatında bir kâr oranı vardır; yüzde on, yüzde yirmi, yüzde elli. Fakat yüzde yüz kâr çok nadir bulunur. Yüzde bin ise dünyada hiç bulunmaz. Böyle bir ticaret ne görülmüştür, ne duyulmuştur, ne de mümkündür.
Ama insanoğlu nedense az kâr getiren işe yatırım yapar da, kârı hem garanti olan, hem de yüzde binlere ulaşan iş alanına çekinerek, tereddüt ederek yatırım yapar.
Böyle bir ticaret asıl itibariyle, dünyada dünya için yapılmaz, dünyada ahiret için yapılır. Yapılan bu ticaretin karşılığı ahirette verilir, dünyada ise bir teşvik olarak ikram edilir.
Bu sırrı kavrayan insanlar, fakire, yetime ve muhtaca yardımda bulunmuşlar, Allah (cc) rızası için Allah (cc)’ın kendilerine verdiği nimeti başkalarıyla paylaşmışlardır.
İnsan, Allah (cc) adına vermenin, Allah (cc) için yardım etmenin, Allah (cc) rızası için iyilikte bulunmanın hazzını, zevkini ve keyfini bir tadacak olsa, ondan sonra bu işi artık güzel bir alışkanlık haline getirecek, iyilik yapmadan rahat edemeyecektir.
" بَصٖيرٌ " kelimesi, burada 'bilen' manasındadır. Yani, "Allahu Teâlâ, infakların keyfiyetini, ne kadar olduğunu, insanı infaka sevkeden şeyleri bilir ve buna göre onları, eğer amelleri iyi ise mükâfatlandırır, kötü ise cezalandırır."
Allah yaptıklarınızı görür, cümlesi işari olarak şunu da hatırlatır: Basir-görmek, en iyi bilgi kaynağıdır. Onun için bugünün görüntülü yayınları kitap okuma alışkanlığını bitirdi.
Allah (cc), her şeyi mükemmel şekilde görendir. Alemdeki en küçük parçaları, en ufak karıncayı, organlarını, etini, kanını, beynini, damarlarını, zifiri karanlık gecede siyah taşın üzerindeki hareketlerini dahi görür. Yedi kat göğün üzerinde olanı gördüğü gibi, yedi kat yerin altında olanı da görür.
Allah (cc), yerde, gökte görülebilecek her şeyi 'Basir' sıfatıyla kuşatmıştır. O’nun için görülmeyen bir şey yoktur. Hiçbir şey O’ndan gizli değildir. Ağaçların dallarından yapraklarına doğru akan suyu görür. Türü, iriliği, ufaklığı, inceliği, kalınlığı ne olursa olsun bütün bitkilerdeki suyun akışını bilen ve görendir. Arıların, sineklerin ve daha bilinmeyen nice küçük varlıkların damarlarında dolaşan kanı da görendir.
Allah , görüneni-görünmeyeni, hazır bulunanı-bulunmayanı görendir. Gözlerin hareketlerini, kalp atışlarını dahi bilen ve görendir.
Vali Efendinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengarenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevkü sefa yeriydi. Bir gün vali bahçesine geldi.
Bir bahaneyle bahçıvanı iş için dışarı gönderdi. Hanımına da dedi ki:
‘Bahçenin kapısını kapat. Hiçbir kapı açık kalmasın.’
Kadın akıllı ve namusluydu. Valinin kötü niyetini anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve az sonra gelip dedi ki:
‘Kapıları kapattım. Yalnız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gü-
cüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum!’
‘O hangi kapıdır?’
‘Allah (cc)’ın Basir sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır.’
Vali bu sözü duyunca pişman olup tevbe etti. Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için Allah (cc)’ın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip onun sohbetinde yetişti, kendisi de o sevgili kullardan biri oldu.
Kula gereken;
· Allah (cc), insanın gözlerini melekûttaki akılları durduracak esrarı, kainattaki çeşitli ayetleri görmesi için yaratmıştır. Bunlara bakışları ibret almak için olmalıdır.
'Basir' ismini bilen, varlık alemiyle ilgili ayetlere, yer ve göklerdeki olağanüstü düzene bakarak Allah (cc)’ın azamet ve yüceliğini düşünür, çevresine daima ibretle bakar. Allah (cc)’ın güç ve kudretini, hikmetini, derin ilmini ve iradesini gösteren yapılara bakarak O’na daha bir içtenlik ve güvenle ibadet eder.
· Kul, Allah'ın (cc) kendisini daima gördüğünü, yaptıklarını bildiğini unutmamalıdır.
Yaptığı kötülükleri Allah’tan başkasından utanarak gizleyip, Allah (cc)’tan gizlememek, Allah’ın 'Basir' ismini hiçe saymaktır, Allah’ı hafife almaktır. Allah’ın bu sıfatını bilmek ve ona göre hareket etmek, 'Basir' ismine imanın semerelerindendir.
'Basir' ismini bilmenin faydası, kişide murakabe hissini kazandırmasıdır. Murakabe; Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmendir. Zira sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.
Allah (cc)’ın her şeyi gördüğünü bilen, gizli ve açık her halini düzeltmeye çalışır. Gizli hallerini murakabe ile (Allah’ın gözetiminde olduğunu bilmekle), dış halini de muhasebe ile (Allah’ın kendisini hesaba çekeceğini bilmekle) düzeltir. Böylece her durumda Allah (cc)’a karşı gelmekten korkar ve O’ndan utanır. Allah (cc)’ın kendisine yasakladığı yerlerde bulunmaktan, emrettiği yerlerde bulunmamaktan kaçınır. Allah’ın gözetiminde olduğunu aklından hiç çıkarmaz. O’nun kendisini görmesini hafife alarak günah işlemez. 'Basir' ismi celilini 302 defa okumaya devam edenin basireti nur-u ilahi ile münevver olup her şeyi görür. Olayları vuku bulmadan hissedip, idrak eder. İlimlere ve fenlere vakıf olur. Gizli esrarı, melekütu idrak eder. Zihni ve idrakı kuvvetlenir. Düşündüğü şeylerde doğruyu görür. Hataya düşmez.
Halis kimseler; Allah (cc)’tan gayrı ne dünya, ne de ahiret talep etmezler. Onlar; ‘Nefislerindekini tesbit için verirler’ Hakk’ı ve rızasını talepte nefsin hazlarından niyetleri sıyrılmış halis kimselerdir.
‘Yüksek bir tepedeki bahçe gibidir ki; yağmur yağarsa iki kat ürün verir. Yağmur değmezse kendinde nem bulunmakla ürünü verir'
Yani Hakk’ı talepte ihlasa verilecek sevap; malını ahiret sevabı için infak edenlerin iki katıdır. Ona, cennetin yüksek dereceleri vardır, onun nasibi cennet nimetleridir.
Hakk’ı talepte halis olana iki kat mükafat vardır: Hakk’a yakınlıkta visal devleti ve hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşer kalbine gelmeyen şuhud (cemali görme) nimeti.
Onlara hem cennet nimetlerinden bir kat, hem de cennet talebinden ve nimetinden çok daha fazlası kat kat vardır.
Allah ahiret ehline dünyada bir nasip vermiştir. Fakat ehlullaha verdiği yakınlık ve visali onlara vermemiştir. Bunun için ehlullahın semeresi iki kattır.
‘Yemişini kat kat verir’
Dünyada keşif semerelerinden, müşahededen, keramet nimetlerinden ve muhlislerin kalp cennetinin semeresi olan cennetlerden, varidatlardan, ilahi nazarlardan, uluhiyete ait, Rabbani cezbelerden kat kat tadacakalardır.
‘Allah yaptıklarınızı görür’
Amel ettiğiniz zaman Allah rızası için mi, yoksa hayat istifadesi için mi, nasıl amel ettiğinizi görür.
• 'Nefislerindekini tesbit için' ibadesinde tecrid vardır. Sanki nefisleri ayrı, kendileri ayrı gibi ifade edilmiş.
تَثْبٖيتاً 'Tesbit' kelimesi istiare-i tebaiyedir. Nasıl ki kaygan bir zeminde düz bir şeyi dik tutmak için çok dikkatli davranılır. Eğer kişi elinden kaçırıp düşürse veya kendisi düşse, kırılma meydana gelir.
İç alemimiz de, nefis ve şeytan vesveseleriyle daima kaygan tehlikeli bir zemindedir. Bizi ayakta tutan, devrilmemizi engelleyen şey sağlam bir nefistir. Nefsin dik durması için bazı çivilere, desteklere, kaygan zemini kurulayıcılara ihtiyaç vardır. İnfak da bunlardan biridir.
Nefis; 'Mal benim, ben kazandım, kimseye vermem' diye sallanırken, infak onu sımsıkı sabitler. 'Mal senin değil, sen de senin değilsin' der ve sarsıntıyı durdurur.
Dal bil işaresiyle; özellikle mülkiyetimize dokunan şeylerin nefse ağır geldiğini, imanı etkilediğini anlarız.
• فَاٰتَتْ اُكُلَهَا 'Yemişini vermiş' cümlesinde isnad-ı mecazi vardır. Mekana isnad yapılmış, aslında yemişi veren bahçe değil, bahçenin içindeki ağaçtır.
Yine burada اَنْبَتَ 'Bitirmiş' fiili yerine 'Vermiş' fiilinin kullanılması da istiare-i tebaiyedir. Sanki ağacın meyveyi yetiştirmesi, vermesi gibi ifade edildi. Camisi; karşılıksız olmasıdır. Ağaçlar, bahçeler kendileri için hiç kullanmazlar, bu yüzden onlar için hep 'Verdi' fiili kullanılır.
• Gerek bu teşbih, gerek buğday teşbihi hep toprak mahsullerinden getirildi. İnfakın güzelliğini anlatmak için, gökyüzüne veya denize de teşbih yapılabilirdi. Deniz kadar engin, gökyüzü kadar yüce denmedi.
Dal bil işaresi ile; toprağın ayak altında olması, infak edilen malın yüceltilecek bir meta olmadığını ifade eder.
Ayrıca gökyüzü de deniz de ulaşması kolayca mümkün olmayan yerlerdir. Toprak ise daima insanın kontrol edebileceği bir yerdir.
Deniz ve gökyüzü kendini arındırır ama toprağı temizlemez, ilgilenmezsek ürün alamayız. İnfak konusu da hep nazik, bakım isteyen bir konudur. Biraz kendi haline kalsa orayı, hemen cimrilik dikenleri, başa kakma otları sarar.
• طَلٌّ' ün aslı فَهُوَ طَلٌّ idi. Müsnedin ileyhin hazfı fazla sözden sakınmak içindir.