Sureler

Göster

Bakara Sûresi 268. Ayet

اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلاًؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌۚ

268-Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Ve size cimriliği emreder. Allah (cc) ise kendi katından bağışlanma ve bolluk vaat eder. Allah’ın lütfu boldur ve kemaliyle bilendir.

 

Konu bütünlüğü içinde Yüce Mevla’mız, bu ayette de vermeye mani olan sebepleri zikrediyor. Bunların başında ezeli düşmanımız olan şeytanın yalan yanlış vaad ve telkinleri gelmekte. Her konuda olduğu gibi infak konusunda da çomak sokmayı ihmal etmiyor. ‘Vermeyin size kalmaz, çocuklarınıza kalmaz, biter başkalarına muhtaç olursunuz, Allah (cc) sizi sevmiş, seçmiş, size vermiş, istese onlara da verir. Siz enayi misiniz? Çalışıp kazanıp o pespaye miskinlere mi vereceksiniz? Onlar da çalışsın’ gibi bir yığın vesveseler verir. İnsanı vermekten vazgeçirmek ister. Bununla da kalmaz, nefsi emareyi dürtükler, ‘paran var, imkanın var, neden böyle ot gibi yaşayacaksın? Allah (cc)’ın nimeti üzerinde görünsün, en kaliteli giysileri giy, değişiklik yap, çeşni ruha gıdadır, paranı mezara mı götüreceksin, ne pintilik yapıyorsun, ye-iç, bunca restoranlar, kafeteryalar, lüks lokantalar senin için açılıyor, ye tıkın, aksırana-tıksırana kadar.’

 Sonra ‘bir gülle yaz geçmez, akvaryum balığı olmaktan kurtul, okyanuslara açıl, beyazını, esmerini, sarışınını göz ardı etme, yaşa, gönlünce tatmadığın tat, almadığın zevk kalmasın, yedir paraları Leyla’ya bir daha mı geleceksin dünyaya? Sigara içki yetmez, şimdilerde ne maddeler var kullanılan. 'Bulutların üstünde gez' diye binbir çeşit fuhşiyatı, ahlaksızlığı emreder. Hem parasını, hem vaktini, hem aklını, hem ar ve namusunu elinden almak ister. Aile yapısını, toplumsal yapıyı tarumar etmek ister. Zaten düşmandan dostane telkin beklenir mi? Hz. Âdem’i cennetten çıkaran, seni-beni baştan çıkarmak istemez mi?

Rabbimiz bizi defalarca uyarıyor: ‘Ben size şeytana tapmayın demedim mi ey Ademoğulları! Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.’(Yasin, 60) Ondan, sahibine sığınalım. Onun sadık olan vaadine kulak verelim.

‘Allah (cc) size mağfireti ve fadlı emrediyor. O vasi ve alimdir.’ Bize infak emri veren Malike’l Mülk, iyiliklerin kötülükleri gidereceğini müjdeleyerek mağfireti, verilene karşılık, bire ondan, bire yediyüz, ihlasa göre daha da fazla vererek fadlı vaad ediyor.

Deliller getiriyor, hem kitapta, hem günlük hayatta nice ibretlik misaller veriyor, hem aklımızı, hem hislerimizi, hem de kalbimizi ilmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin ile bilgilendirip, vahye kulak veren, tağutu inkar eden her müminin kalbine itminan veriyor. Biz yeter ki gönül kapılarını açıp nefis, heva, dünya, şeytan engellerini geçelim. Gayret bizden, Tevfik Allah (cc)’dan…
 

Şeytan sizi fakirlikle korkutur.

"فقر" mal azlığı sebebi ile olan güçsüzlük manasınadır. Lugatta "fakr" kelimesinin asıl manası "fakar"ın (bel kemiğinin) kırılmasıdır.

Şeytan, onları fakir düşüreceğini söylemediği halde, bunun şeytanın bir vaadi olarak vasıflandırılması, bu fakirliğin şeytanın verdiği vesvese ile gerçekleşeceğini zımnen bildirmek içindir. Şeytan fakirliğin mutlaka vuku bulacağını telkin etmekle, sanki onun kendi iradesiyle gerçekleşeceğini söylemiş olmaktadır. İnsan fakir olacağına kesin olarak bu infakın sebep olacağına emin olur, içinde bir itminan hasıl olur. Sonra emirleri ile ona musallat olur. Çünkü emir, memur üzerine istilayı gerektirir.

Yahut şeytanın bu telkini, Allah’ın vaadinin karşıtı olduğundan, aradaki benzerlik sebebiyle bu kelime kullanılmıştır. (Sohbet sırasında vaki olan müşakale)

Cimrilik bütün insanlarca kötü bir sıfat kabul edilir. Bundan dolayı şeytan, insanın gözünde cimriliği ancak fakirlikten korkutarak güzel gösterebilir.

Şeytan, "Ey insan, fakir düşmemen için, Allah yolunda malının iyisini infâk etme" der. İnsan, eğer bu vesveseye uyarsa, şeytan işi daha da ileri götürerek, onu infâktan tamamen meneder. Böylece o insan, malının ne iyisini ne de kötüsünü infâk eder. Hatta üzerine farz olan mükellefiyetleri bile yerine getirmez. Böylece de ne zekât verir, ne sılai rahim yapar, ne de emânetleri yerine ulaştırır. İnsan bu hale gelince, gözünde günâhlar önemsiz olur. Günah işlemeye artık aldırmaz. Bütün günahları işler hale gelir. İşte "fahşâ" budur.

İnfak konusunda insanlar üç haldedir:

Birincisi; kemal noktasıdır. İnsanın bütün mal ve mülkünün iyisini de kötüsünü de Allah yolunda harcamasıdır.

Bunun zıddı olan hal; insanın Allah yolunda iyi kötü hiçbir malını harcamamasıdır.

Orta hal ise, malının iyisini değil de kötüsünü infak etmesidir.

İşte şeytan, insanı en mükemmel halden, en kötü hale geçirmek istediğinde, önce onu orta noktaya çekmeye çalışır. İnsan buna karşı çıkarsa, şeytanın arzusu ümidsizliğe dönüşür. Fakat ona uyarsa, şeytan onu bu noktadan, daha alt noktaya çekme hususunda cesaretlenir.

Bu izaha göre, orta olan hâl, âyetteki, "Şeytan sizi fakirlikle korkutur" cümlesi ile; en alt nokta ise, "O size kötülüğü emreder" ifadesi ile anlatılmıştır.

İbn Mesud (ra) "Şeytanın bir lümmesi (telkini, vesvesesi) vardır. O, kötülük ile korkutmasıdır. Meleğin de bir lümmesi (ilhamı) vardır. O da hayır vaad etmesidir, Kim gönlünde hayır vaadini bulur ise bilsin ki bu Allah'tandır. Kim de şer vaadini bulursa kovulmuş şeytandan Allah'a sığınsın" hadisini rivayet edip, bu âyeti okumuştur.

'Şeytan sizi fakirlikle korkutur' cümlesi, tazammuni olarak infakı emreder.

      ✽      ✽      ✽ 

Bir zengin öldü. Bir köşk ve iki oğlu kaldı. Köşkü paylaşmakta anlaşamadılar, kavgaya tutuştular. Duvardan bir ses geldi:

‘Benim için birbirinize düşman olmayın. Ben bir padişahtım. Çok yaşadım. Mezarda yüz otuz sene kaldım. Sonra toprağımla çanak çömlek yaptılar. Kırk sene evlerde kullandılar. Kırıldım, sokağa atıldım. Sonra benimle kerpiç yaptılar. Bu duvarın inşasında kullandılar. Birbirinizle dövüşmeyin, siz de benim gibi olacaksınız.’

      ✽      ✽      ✽ 

Ve size fuhşiyatı emreder.

‘Fuhş, fahşa’ sözlükte, aşırı derecede çirkin söz ve davranış, iğrenç işler, büyük günâh, edep ve ahlâka aykırı her türlü kötülük ve çirkinlik demektir.

‘Fahiş’ ism-i fail olup çirkin ve ölçüsüz iş yapan demektir. Bunun müennesi hem çirkin ve ölçüsüz iş yapan kadın, hem de bizzat kötü fiil veya söz, çirkin davranış anlamlarına gelir.

Türkçe’de aşırı olan şeylere ‘fahiş’ denir. ‘Fahiş fiyat’ gibi. Yine bu kökten gelen ‘fuhuş’ da aynı anlamda olup bir kadının evlilik dışı ve meslek edinerek bir menfaat karşılığı kendini sunması demektir. Sevicilik, lutílik ve evlilik dışı ilişkiler de fuhşun kapsamına girer.

‘Fahşa veya fuhş’ temiz yaratılışın tiksindiği ve selim aklın reddettiği, normalin dışında tiksinti verici bütün davranış ve sözleri, ölçüyü aşan her türlü edepsizliği ifade eder.

Fahşâ, fâhişe kelimesi çirkin söz anlamınadır ve dil afetlerindendir. Efendimiz (sav), Bedir günü müslümanların müşrik ölüleri hakkında dahi kötü sözler söylemesine müsaade etmemiştir. Bu hususta “Müminin; kötüleyen, lânetleyen ve ağız bozan fâhiş veya fâhişe biri olamayacağını” söylemiştir. Bir hadislerinde de, ağız bozan fâhiş söz söyleyen kişiye cennetin haram olduğunu açıklamıştır.

Bir sözün fâhiş olarak nitelendirilmesi, o sözün çok açık kelimelerle çirkin şekilde dile getirilmesi ile göze çarpar. Dürüst kimseler, bu çirkin sözleri kullanmaz, onların yerine mecazlı ve rumuzlu ifadeler kullanırlar. İbn Abbâs (ra) şöyle demiştir: “Allah (cc) hayâ sahibidir, bağışlayandır ve sözlerinde kinâyeli davranır. Meselâ “cimâ” konusunda lems (dokunma), duhûl (girme) ve muhabbet gibi fâhiş olmayan kinâyeli ibâreler kullanmıştır.”

Normal ölçülere sığmayan bütün çirkin işler, maddî ve manevî tüm aşırıl ıklar bu kapsama girer. Eşya talebinde, rızık talebinde, mal topla mada, mesken konusunda, bilgi talebinde, sevgide, saygıda, hürmette, tazimde, hedeflemede, meselâ; yemede içmede, kadın erkek ilişkilerinde, zevklerde, eğlencelerde aşırılık gibi.

İnfakı engelledikten sonra şeytanın fahşayı emretmesi bitmez. Onu fakire düşman etmeye çalışır. Şeytanın bu davetine uyan, artık fakire şefkat göstermez. Kardeşine nasihat ettiği gibi ona nasihat etmez. Fakirlik ve ihtiyaç ona sevimli gelmez.

      ✽      ✽      ✽ 

Sultanü'l arifin Beyazıd-ı Bestami hazretlerine bir gün uyku bastırdı, sabah namazına kalkamadı. Sabahleyin namazını kaza edip o kadar ağladı, inledi ki; sonunda kendisine nida edilip şöyle dendi:

'Ey Beyazıd! Bu günahını affeyledim. Bu pişmanlık ve ağlamana da ayrıca yetmiş bin namaz sevabı ihsan eyledim.'

Aradan bir müddet geçtikten sonra onu yine uyku bastırdı. Şeytan gelip Beyazıd-ı Bestami Hazretlerinin ayağından tutup uyandırdı ve;

- Ey Beyazıd, haydi kalk, namazın geçmek üzere; dedi. Beyazıd-ı

Bestami Hazretleri şeytana

- Ey melun! Sen hiç böyle yapmazdın, herkesin namazının geçip kazaya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın? diye sordu. Şeytan cevap verdi:

- Bir kaç ay önce sabah namazını kaçırdığında pişmanlığın sebebiyle çok ağladığın için affolunmuştun, ayrıca yetmiş bin namaz sevabı almıştın. Bugün onu düşünerek sadece vaktin namazının sevabına kavuşasın da yetmiş bin namaz sevabı almayasın diye seni uyandırdım.

      ✽      ✽      ✽ 

Şeytan insana fahşayı emreder. Şeytanın davet ettiği bütün işler ve ameller ‘fahşa-fahişe’dir. İnsanın fıtratına uymayan, normal olmayan, selim aklın hoş görmediği şeylerdir.

 İnsanın arzularını giderme uğraşında normal, insanî ve fıtrî çizginin dışına taşıp, sapık yollarda tatmin araması; nikâhsızlık, zinâ ve benzeri ilişkiler, bu tür ilişkileri normal ve hattâ özendirici hâle getirmek, kadınları basit tatmin aracı derecesine düşürmek, Kur’an’ın ‘fahşâ’ kelimesiyle niteleyip, şiddetle yasakladığı bir durumdur.

İnsan şehvete, yani istek ve arzulara sahiptir. Mala, mülke sahip olmak istediği gibi nefsinin istekleri de vardır. Mü’min, bu istekleri meşru yoldan karşılar. Ancak imandan mahrum olanlar ile zayıf imanlılar, nefislerinin isteklerini normal olmayan yollardan karşılamaya çalışır. Böylece haddi aşar, ölçüleri çiğner; günahkâr, isyankâr ve bağí olur. İşte şeytan tüm bu konularda aşırılık emred er. Halbuki bunların hepsinde bir sınır, bir durak noktası vardır.

İslâm’ın ölçüleri insanın fıtratına uygun, haya ve edepte modellenebilecek en güzel örneklerdir. Selim aklın kabul edeceği güzellikte, beden ve ruha zarar vermeyen, ahlâkını güzelleştiren ölçülerdir.

Müslüman toplum ahlâklı ve edepli toplumdur. Bu toplumda ‘fahşa-fahişe’ sayılan sözler ve davranışlar pek yaygın değildir. Mü’minler bu tür işlerden hoşlanmaz, kaçınmaya çalışırlar. Mü’minler, onurlu ve haysiyet sahibi kimselerdir. İslâm’ın fazilet ölçülerini bürünerek, işte, amelde, sözde ve toplumsal ilişkilerde düşük, bayağı, çirkin ve edep dışı şeylerden uzak dururlar.

‘Fahşa’nın en büyüğü olan evlilik dışı ilişkilerden kaçınırlar. Aileyi ve nesilleri perişan eden, insan ruhunu olumsuz etkileyen, kadın ve erkeğin değerini düşüren fuhşun her türlüsü ile mücadele ederler.

Ancak bir takım münafık tipler ile şeytan yardakçılığına soyunanlar, fahşanın yayılması için çaba gösterirler. Toplumun bozulması için insanları fuhşa iter, kitap, dergi, gazete, televizyon ve filmlerle fahşanın propagandasını yaparlar. Kimileri fuhuş yerleri kurar, işletir, kimileri de buna göz yumar ya da teşvik ederler.

      ✽      ✽      ✽ 

Amerika’nın yıllık “İnsan Ticareti” raporunda Türkiye 2. sırada gözüküyor. Türkiye’nin ürkütücü namı New York Times dergisine de konu oldu. Habere göre; Türkiye’de kadın ticaretinde yılda dönen para 3 milyar 600 milyon dolar. Yani Türk milleti fuhuş yapmasa-yaptırmasa 4 yıl içinde buraya harcadığı parayla IMF ye olan borcunu ödeyebilir.

      ✽      ✽      ✽ 

Şeytan

İnsan ve cinden olmak üzere şeytanlar iki kısımdır. Şeytan, cinni şeytanı ve insi şeytanı daima dışarıdan müminlere musallat eder, içten de kendisi müminin kalbine müdahale eder, dalalet, küfür ve bidata çağırır, cinni şeytan menfi fikirleri tasdik ettirir. Böylece insi şeytan dıştan, cini şeytan içten mümine musallat olur.

Şeytanın insanın kanı içinde dolaşması, Resulüllah (sav) tarafından müşahede edilmiştir. Ondan kurtuluşun çaresi zikrullahtır. Fakat şeytan için insanın içini istila edecek kapılar vardır. Eğer insan o kapıları şeytana kapatırsa şeytan ona müdahale edemez.

Hasan Basri, bazı ashabın şöyle dediklerini söylemiştir: "Şeytanın yerini bilmekten hoşlanan herkes, onun yerinin, insanın kötülükleri yapmaya arzu duyduğu yer olduğunu düşünsün.”

Şeytanın tuzağı köpeğe benzer. Ona karşı direnirsen deriyi yırtar, elbiseyi parçalar. Rabbine yönelirsen şefkatle onu senden uzaklaştırır. Allah şeytanı kullarına düşman yaratmıştır. Ki kullar da şeytanı kötü olarak bellesin ve şeytandan sakınmaya devam etsinler.

Şeytan Allah (cc)’a bazı şeyler sordu. Allahu Teâlâ da sorduklarının cevabını ona bildirdi:

‘Ya Rabbi, Ademoğullarına Seni ansınlar diye evler yaptın, benim evim nerede?’

‘İçinde günah işlenen hamamlardır.’

‘Onların toplantı yerleri vardır. Benim toplantı yerim neresi?’ ‘Günah işlenen çarşılardır.’

‘Onlara kıraat verdin, benim kıraatim neresi?’ ‘Dine aykırı şiirlerdir.’

‘Onlara konuşma verdin, benim konuşmam nedir?’ ‘Yalan konuşmaktır.’

‘Onlara ezan verdin, benim ezanım nedir?

‘Caiz olmayan çalgılardır.’

Şeytan çok kez imanı rencide etmek için gafletten istifade eder. Şüphe ve vesveselerle iman nurunu kapatır, akıl ve kalbe hücum ederler. Taat ve ibadetten insanı alıkoyar. Tembellik ve gevşeklikle ibadetten geri bırakır. Şeytanın bu hilesine karşı ölümü, cehennemi akla getirmeli ve şöyle demelidir: ‘Benim Allah’a çok ihtiyacım var, taat ve ibadet O’nun emridir, mutlaka O’na ibadet etmem lazımdır.’

Cimrilik

Şeytanın davet ettiği en çirkin fahşa cimriliktir. İnfakı engellemek şeytan ahlakıdır.

Ya Zübeyr, Allah (cc) malın kendi yolunda harcanmasını sever. Cimrilik yapanları sevmez. Cömert, Allah (cc)’a tevekkül sahibidir. Cimri ise tam tevekkül sahibi değildir. Yakini yoktur. Allah (cc)’ın rızka kefil olduğundan şüphesi vardır. Allah’a tevekkülü tam olan cennete girer. Şek, şüphe sahibi ise cehenneme girer. Hadis-i Şerif

Bu ümmetin evvelkileri yakin ve zühdde (dünyalığı hiçe sayıp, ahirete önem vermekle) kurtuluşa ermişlerdir; sonrakiler ise cimrilik ve uzun emelle (dünyaya lüzumundan fazla önem vererek) helak olacaklardır. Hadis-i Şerif

Cimrilikten sakının. Çünkü o sizden öncekileri helak ettiği gibi, birbirinizin kanlarını dökmeye ve haramları helal görmeye sevk eder. Hadis-i Şerif

Sen cimrilik ederek malı tutma ki mal senden esirgenmesin. Hadîs-i Şerîf

Erkeklerde en kötü vasıf aşırı cimrilik ve aşırı korkaklıktır. Hadis-i Şerif

Kıyamette bir devenin iğne deliğinden geçmesi, cimri bir zenginin cennete girmesinden daha kolaydır. Vehb b. Münebbih

Cimrilik, hırs ve öfke beyni öldüren virüs gibidir.

      ✽      ✽      ✽ 

Padişahın birinin bir çavuşu vardı. Bir gün çavuşun hanımı kocasına: ‘Mübarek adam, haydi kalk, yiyecek bul. Padişahın mutfağına git. Çocuklarına yiyecek getir. Bak çocuklar uyandılar, gözleri yoldadır’ dedi.

Çavuş şöyle cevap verdi:‘Hanım bugün mutfak soğuktur mutfakta yemek pişmez, çünkü padişah oruçludur.’

Kadın çavuştan bu sözü işitince üzüldü, başını önüne eğdi. Yokluktan gönlü yaralı olarak kendi kendine:

‘Padişah bu oruçtan ne bekler ki? Nafile oruç tutup da ne olacak? Onun iftar etmesi çocuklarım için bayramdır.’

Fazla oruç tutmayıp da iyilik yapan; parasını saklayıp da on iki ay oruç tutan kimseden daha hayırlıdır. Bir fakire kuşluk yemeği veren zengin, oruç tutabilir. Böyle olmadıktan sonra; yiyeceğini kendinden kısıyorsun, yine kendin yiyorsun. Sadi Şirazi

      ✽      ✽      ✽ 

Allah ise kendinden bir mağfiret ve bolluk vaad eder.

Cümlede önce mağfiret sonra bolluk zikredilmiştir. Çünkü bolluk mağfirete bir ziyadedir. Yeryüzünde rızkın verilmesini ve infak etmenin mükâfatını kapsamaktadır.

Bağış (mağfiret), âhiretteki menfaatlere, bolluk (fazl) ise Allah'ın dünyada iken insana vereceği şeylere işarettir.

Şeytan seni geleceğin hususunda fakirlikle korkutur. Allah ise âhiretteki istikbalin hususunda sana mağfireti vaad eder.

Bu mağfiret; Günahların iyiliğe çevrilmesi olabilir.

Ya da; o kimsenin diğer günahkârların bağışlanmasında şefaatçi kılınmasıdır.

Ya da; dünyada yaşadığımız müddetçe akıllarımızın kendisine ulaşamayacağı bir şeydir. Çünkü ahiretle ilgili işlerin pek çok tafsilâtı, dünyada olduğumuz sürece bize kapalıdır.

İnsanın önünde bir üçüncüsü bulunmayan iki yol vardır... Allah’ın yolu... Şeytan’ın yolu... Ya Allah’ın va’dine kulak verecek ya da Şeytan’ın... Kim Allah’ın yolunda yürümez, O’nun va’dini dinlemezse, Şeytan’ın yolunda ve O’nun va’dine uyuyordur. Allah’ın koyduğu hayat metodunun dışındakiler şeytan için ve şeytandandır.

Bu, Kur’an’ın sık sık tekrarladığı ve te’kidlediği bir gerçektir. Ortada bir şüphe ya da bulanıklık sözkonusu değildir. Ya Allah’ın yolu ya da Şeytan’ın yolu... Dileyen dilediğini seçsin... “Bundan sonra, helak olan bile bile helak olsun. Yaşayan da bir kanıttan dolayı yaşasın...”·(Enfal Suresi, 42) Hakk birdir, birçok değil... Hakktan sonra sapıklıktan başka ne var ki?.. (Yunus Suresi, 32)


فضْل Ve bolluk, fazilet vaad eder.

Fazl;

- Cenâb-ı Hakk'ın, yapılan tasaddukun yerine dünyada iken hemen bir başkasını vermesidir.

- Nefiste meydana gelen, cömertlik ve sehavet faziletidir. Çünkü üç çeşit saadet vardır: Nefsanî, bedenî ve haricî saadet.

Mal sahibi olmak, harici fazilet, cömertlik ve sehâvet nefse ait faziletlerdendir

Bunların en şereflisi nefse ait saadetler, en aşağısı ise harici saadetlerdir. Mal infak edilmedikçe harici saadet vardır. Fakat bununla beraber nefsâni noksanlık da mevcuttur.

Mal infak edildiğinde ise hem nefsanî kemâl, hem de harici noksanlık beraber bulunmuş olur. Bu daha mükemmeldir.

- İnsanda infak etme melekesi meydana geldiğinde, dünyevi nimetler uğrunda tehlikelere girme arzusu ruhtan kalkar. Ruhta Allah'ın nurunun tecelli etmesine mâni olan şey, sadece dünya sevgisidir.

Hz. Peygamber (sav) "Şeytanlar, insanların kalblerine vesvese vermemiş olsalardı insanlar göklerin melekûtunu seyrederlerdi" buyurmuştur. Kalbin yüzünden dünya sevgisinin tozu-toprağı temizlenince, o kalb kutsi âlemin nurları ile aydınlanarak, inci gibi parlayan yıldızlar misÂl-iolur ve meleklere karışır. İşte fazl-ı ilâhi budur.

- İnsanın hayır yollarında mal infak ettiği bilindiğinde, diğer insanlar onun mal kazanması ve zengin olması hususunda güçlük çıkarmazlar. Böylece o kimseye dünyanın kapıları da açılır. Bir de, kendilerine infâk edip mal verdiği kimseler, ona dua ve himmetleri ile yardımcı olur. Böylece Allah Teâlâ, ona hayır-fazl kapılarını açar.

Al lah Rasûlü (sav) şöyle buyurur: “Kulun sabahladığı her gün iki melek iner. Bir isi: “Allah’ım! İnfak edene karşılığını ver!” diğeri de: “Allah’ım! cimrilik edene telef ver!” diye dua eder.” (Buhârî, Müslim) Allah verene mutlaka daha fazlasıyla mukabelede bulunacaktır. Bir müslüman vardı, önce kiradaydı. ‘Bir evim olursa inşallah onu mutlaka Allah yolunda infak edeceğim’ diyordu. İlk evi kooperatifte bitti, arkadaşları otururken o evi sattı, dövize çev irdi ve Allah için onu harcadı. Allah ona iki ev daha verdi. Hem de kendisi hiç emek sarf etmed en başkasına yaptırdı ve şimdi o evde oturuyor.

Allah ‘Verene ver eceğim’ diyorsa verir, bunun için örneğe de gerek yoktur. Şuna kesinlikle inanalım ki; verdiğimizden çok daha fazlasını Allah bize gönderecektir.

Meselâ bir eve misafir gelir , ev sahibi ikram eder, o evden zahirde bir şeyler eksilir. Veya adam malının kırkta birini zekat verir , malı zahiren eksilir. Aslında geriye kalan mal ona çok rahat yeter. Cenâb-ı Hak ona önce iktifa anlayışı, istiğna duygusu verir, artık içinde dünyaya karşı eyv allahsızlık ve yeterlilik duygusu vardır.

İkinci olarak da onun eşyalarına dayanma özelliği verir. Ayakkabısı bir yıl dayanacakken iki yıl dayanır, elbisesi iki yılda eskiyecek yerde beş yılda eskir. İnfak etmeyenlerin arab ası tamirhaneden çıkmazken onun arabasına Allah dayanıklılık verir, birinin çocukları hastahaneden çıkmazk en infak edenin hanımına ve çocuklarına Allah sıhhat verir .

İşte bu berekettir, Allah bunu dilediklerine verir . Ama bunu herkes anlayamaz, ancak Allah’ın hikmet verdikleri anlayabilir.

Akıllı insan, bu geçici dünya hayatından ziyade ebedi ahiret hayatıyla sevinip neşelenen kamil insandır. Onun zühdünün nuru kalbinde parlar, müjdeleri yüzünde belirir. Dünya hayatına gönül vermeyip ondan yüz çevirir; orayı kendine ne yurt ne de mesken yapmaz. Aksine bütün gayret ve çabasını Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yoğunlaştırır ve Allah’a yönelerek O’ndan bu çabasında yardımını ister.
 

Allah Vasi ve Alim'dir.

İnfak edene fazlı geniştir. Kimini infaka muvaffak kılar, kimini kılmaz. Fadlına müstehak olanı da bilir, adlına müstehak olanı da bilir. Ona göre gereğini yapar.

Allahu Teâlâ 261. ayetten itibaren 269. ayete kadar infakı teşvik ederek, infakın gayesi, nasıl yapılacağı, hangi maldan, kimlere verileceği ve sevabını bildirmiştir. Bu hususlar şu şekilde özetlenebilir:

• İnfak ve tasadduk, insanların takdir ve beğenisini kazanmak için değil, Allah rızâsı için ibadet maksadıyla yapılmalıdır.

• İnfakın arkasından başa kakma ve incitme gibi davranışlar ya-pılmamalıdır.

• Verilen para veya mal kötüsü değil iyisi olmalıdır.

• İnfakta, çalışıp kazanma imkânı olmayanlar tercih edilmelidir.

• İnfakın dünya ve âhiret hayatında çok büyük faydaları vardır.


el-Vasi (cc)

Allah (cc) Vasi’dir. İlmi ve rahmeti, kudreti, af ve mağfireti geniştir, her şeyi kaplamıştır. Allah’ın ilminden hiçbir şey gizlenemez.

O’nun kudret ve rahmetinin genişliğini, tükenmezliğini, her zerreyi nasıl kuşattığını akıl ve idrakin kavramasına imkan yoktur. Her eşyada, he zerrede, her çiçekte, her yaprakta, kuşta, arıda, suda, havada, ateşte Allah’ın yüce sıfatlarının izleri, nişanları delil olarak kafidir. İnsan vücudu başlı başına bir alemdir. Her parçasının vazifesi başka olan, etten, kemikten, kandan bir makine...

Mesela dil; tatma, lezzet alma ve konuşma aletidir. Kulak işitme, göz görme, el tutma, ayak yürüme aletidir. Göz de et parçasıdır, dil de. Dil bir şey göremez, göz de konuşamaz. Bu küçük küçük et parçalarına bunca marifeti veren Allah’tır.

Yine hiçbir insanın siması bir başka insanın yüzüne benzemez. Milyarlarca insanın milyarlarca değişik çehresi vardır. Halbuki bütün insanlar hep aynı unsurdan yaratılmıştır. Hatta hepsinin anası babası birdir. Bütün beşer Hz. Adem ile Hz. Havva’dan türemiştir.

Yine insanların birbirinden faydalanması, yardım görmesi, ilim öğrenmesi de Allah’ın bir keremidir. Her varlıkta, her insanda, her zerrede ‘el-Vasi’ isminin tecellilerini ve izlerini görmek mümkündür.

Kul; her nerede olursa olsun kötülükten utanmalıdır. O'nun kudretinden hiçbir şey kurtulamaz; fenalıktan çekinmelidir. Merhameti boldur; öyleyse ancak O’na dönmesi gerekir. Suçları bağışlamakta, emir ve nehyinde genişliği sever. Bu nedenle ümitsizliğe kapılmamalıdır.
 

el-Alîm (cc)

Allah alimdir. İlmi, ezeli ve ebedi olup bütün kâinatı ve her şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey O'nun ilminin dışında kalamaz. Perdesiz güneşe karşı zemin üzerindeki eşyanın gizlenmesi mümkün olmadığı gibi, o Alim-i zü-l Celalin nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi de mümkün değildir.

Peygamber Efendimiz (sav) ilim sıfatıyla Allah’ı şöyle vasfetmiştir: 'Ey gaybların âlimi! Ey ilmi her şeyi kuşatan! Ey en gizli ve en bilinmez sırları bilen, Ey ilmi geçmiş ve gelecek her şeyi ihata eden! Ey dağların ağırlıklarını, denizlerin ölçüsünü, yağmur damlalarının adetini, ağaçların yapraklarının sayısını, gecenin kararttığı ve gündüzün aydınlattığı her şeyin adetini bilen!'

Bu ismin zikrine devam eden kimse istediğini elde eder, her türlü arzu ve isteğine kavuşur. Her gün 150 defa zikreden kişi, Allah hakkındaki ilim ve bilgiye, iman ve izana yani marifetullaha sahip olur. Evham ve şüpheleri kalkar, ilme’l-yakin derecesine ulaşır.

Kainattaki muhafaza nihayetsiz bir ilme şehadet eder. Âlemde küçük-büyük, adi-âli, yaş-kuru, gökte, yerde, karada, denizde olan her şey mükemmel bir intizam içinde muhafaza ediliyor.

Bitkiler tohumlarda, ağaçlar çekirdeklerde, hayvanlar yumurta ve nutfe denilen su damlacıklarında muhafaza ediliyor. Koca baharın bütün çiçekli ve meyveli mevcudatının şekilleri ve programları küçücük tohumcuklar içinde yazılarak muhafaza ediliyor ve ikinci baharda tekrar yaratılıyor. İnsanın tarihçe-i hayatı ise kuvve-i hafızasında, vücudunun bütün özellikleri ise DNA'sında yazılıyor.

Bu derece dikkatli hıfziyet, ancak nihayetsiz bir ilim ile mümkündür. Bütün tohumlar, çekirdekler, nutfeler, kuvve-i hafızalar ve DNA’lar kendilerinde muhafaza edilen bilgi ve programlar ile Cenab-ı Hakk'ın ilmine işaret ederler.

Madem şu kâinatın sahibinin böyle bir ilmi vardır, elbette insanların amellerini görür ve neye layık ve olduklarını bilir. Hikmet ve rahmetinin muktezasına göre onlara muamele eder. Öyleyse insan aklını başına almalı, dikkat etmelidir.

 

Te'vilâtı'n Necmiyye'den

Şeytan fahşayı emreder. Fahşa her kötülüğe verilen ism-i zemdir.

Fahşa; cimrilik, hırs, ye’s (Allah’tan ümit kesmek), Hakk’ın halka rızkı verdiğinden şek, Allah’a suizan, O’na tevekkülü terk, hak olan sözü tekzip, O’nun fazlını, keremini unutmak, küfranı nimet, Hakk’tan yüz çevirmek, halka ikbal, kalbi başkalarına bağlamak, şehvetlere uymaktır.

Fahşa ismi cemidir, her kötülüğü içine alır. Şeytanın fakirlikle korkutması fahşayı tazammun eder ki o da cimrilik ve hırstır. Ayrıca Allah (cc)’ın kullarına rızık vermesinden, infak edilenin yerini doldurmasından, hasenatının kat kat olmasından şüphe etmek, Allah (cc)’a suizan beslemek, tevekkülü terk etmek, Hakk’ın vaadini yalanlamak, fazlını ve keremini unutmak, küfranı nimet, Hakk’tan yüz çevirmek, halka yönelmek, Allah’tan ümidini kesmek, kalbi Allah’tan gayrıya bağlamak, şehvetlere uymak, hazları tercih etmek, iffet ve kanaati bırakmak, dünya sevgisine yapışmak ki; o her hatanın başı, her belanın tohumudur.

Bunun için ehli dünya, yüce makamlardan deni menzillere düşmüştür. Allah’ın havl ve kuvvetinden nefsin kuvvetine yönelmiş. Allah’a tevfiz ve teslimiyetten tedbir ve ihtiyara, azimetlerden ruhsatlara, muhkemden tevillere ve Allah (cc)’tan gayrılara meyletmiştir. Allah’ı terk ederek zillete düşmüştür. Bütün bunlar şeytanın fakirlikle korkutmasının kapsamındadır. Kim nefsine vesvese kapısını açarsa bu afatlarla ibtila olacaktır.

‘Allah size mağfiret ve fazlını vaad eder.'

Kim nefsine vesvese kapısını kapatırsa Hakk’ın mağfiret kapısını açar. Allah (cc)’ın fazlının, sevap denizinin feyzine erer. Bu afatlardan korunur. Çeşitli kerametlere ve yüksek derecelere mazhar olur.

‘Allah Vasi'dir’ Allah fazlı, keremi, atası, mülkü, gınası, rahmeti, mağfiretiyle Vasi’dir (geniştir),

‘Alimdir’ Nefsine şeytan ve vesvesenin kapısını kapatanı, fazilet, mağfiret ve Rabbinin rıza kapısını açanı bilir. Ve hem şimdi, hem gelecekte katından nimet çeşitlerini ihsan eder. Ayrıca Allah (cc) kalbine hikmet hazinelerini acil olarak açar.

Sadakayı fakire verirken nefsin hiçbir hazzı olmadan sırf Allah rızası için verilirse Allah (cc)’ın gölgesinde yani mukarreblerin makamında olur ki, bu ihsan makamıdır. Bunun mükafatı cennetten sonra ziyade, yani Cemalullah’tır. Herkes niyetindeki ihlas miktarınca mükafat alır.

 

Belagat

• 'Şeytan vaad eder' cümlesi istiare-i tahakkümiyedir. Çünkü 'vaad' güzel şeyler için kullanılır.

• 'Size fahşayı emreder' ifadesi, günahları, kötü sözleri, çirkin şeyleri emreder, anlamında olsa da önceki ayeti de tekit gibidir. Çünkü Araplar cimriliğe, cimri insana 'Fahşa' demektedir. Tevriye-i muraşşahadır.

Bu ifade de istiare-i temsiliyedir. Şeytan; emreden amir, onu dinleyen insan da memura benzetilmiştir. Camisi; vesveselere hiç araştırmadan, karşı koymadan uymaktır.

• Ayetteki “mağfiret”in çok mükemmel olduğuna delâlet eden iki husus vardır:

a) مَغْفِرَةً "Mağfiret" kelimesinin nekre olması. Buna göre mâna, "Mağfiret ama, ne mağfiret!.. (Mükemmel bir mağfiret)" şeklindedir.

b) Allahu Teâlâ’nın مَغْفِرَةً مِنْهُ buyurmasıdır. مِنْهُ ifâdesi, o mağfiretin mükemmel olacağına delâlet eder. Allahu Teâlâ'nın kereminin mükemmel, cömertliğinin sınırsız olduğu, bütün insanlarca bilinmektedir. Herkesi bağışlamanın, ancak O'nun tarafından olacağı malûmdur. Bu mağfireti "O'ndan" diye vasıflayınca, maksadın, o mağfiretin durumunu ta'zîm etmek olduğu anlaşılır. Çünkü veren zâtın büyük olması, verilen hediyenin büyüklüğünü gösterir. Aynı zamanda tecriddir. 'Allah vâsi ve alîm'dir' cümlesi önceki manayı kuvvetlendiren tezyil cümlesidir.