Sureler

Göster

Bakara Sûresi 269. Ayet

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْراً كَثٖيراًؕ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُولُوا الْاَلْبَابِ

269-Allah kimi dilerse hikmeti ona verir; kime de hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri düşünür.

 

Aliyyül azim olan Rabbimizin Kelamı, baştan başa hikmet, bilgi, anlayış... Yeter ki biz bu güzellikleri kavrayacak istidatlarımızı geliştirelim. Bütün gönlümüzle o kelamullaha inanıp, o sağlam kulpa yapışalım. Görev şuuruna erelim, vahyin inceliklerini anlayarak kavramaya çalışalım. Efendimizin (sav) ‘ya alim ol, ya talebe, ya dinleyen, ya da bunları seven ol. Beşincisi olma, helak olursun’ tavsiyesinin sınırında yer alalım. Bize verilen akıl nimetini, ifrat ve tefritten arındırıp itidal noktasında hikmet boyutuna getirelim. Aklın hüküm verme niteliğinde değil, hükümleri idrak etme, anlama kapasitesinde olduğunu bilelim. Bunu bilirsek, haddimizi de bilmiş oluruz. Ayette ‘Allah ve resulünün önüne geçmeyin’ (Hucurat, 1) buyurulması, bu manayı izah eder.

Ahzab, 36. ayetiyle de ‘Allah ve resulü bir şey emrettiği zaman size seçim hakkı yoktur’ buyruğuyla aklın itidali olan hikmete işaret etmiştir.
 

Ayet-i Kerimenin öncesi ile münasebeti

Bu âyet-i kerîmeden anlıyoruz ki Rabbimiz sevdiği kullarına sadece mal, mülk ve mağfiret vermiyor. Aynı zam anda bunun ikisini de birleş tirici olarak hikmet de veriyor.

Ayetin öncesiyle münasebeti düşünüldüğünde, infak ayetinden sonra zikredilen bu hikmetin, halis tasadduk olduğu anlaşılır. Böyle bir infak kime nasip olursa onun için bütün dünyadan hayırlıdır.

Önceki ayette şeytanın vaadi ile Rahman'ın vaadi zikredildi. Bu ayette de şeytanın vaadine Rahman'ın vaadini tercih ettirecek olan hikmet ve akıl zikredildi.
 

Dilediğine hikmeti verir.

İlimde muvaffakiyet ve ilimle amel etmeyi nasib eder. İlimleri açıklar ve onlarla amel etme başarısı verir.

'Hikmet' hüzün ve davranışın birbirini tamamlayıcı, Allah’ın hükmü doğrultusunda olmasıdır. Eşyanın hakikatini kavramaktır. Allah yolunda dosdoğru yürümek, Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmaktır.

Şeytana kulak vererek; ‘All ah’ın dâvetine icâbet edip bolca infak edersem malım eksilecek, fakir düşec eğim’ diye cimrilik eden, dünya hayatında rahat ve huzurunu düşünen kişi hikm etten mahrumdur. Çünkü o, hayatı tanımamaktadır. Onun zannett iği gibi; dünya yaşanılacak hayatın tamamı değild ir. Bu dünya, ölümden sonraki hayatın küçük bir parçasıdır. O halde geçici olan dünya zevkleri için ebedî hayatını fedâ eden kişi, hikmetten mahrum kişidir.

Hikmet evrenin sırrını çözmek, ibadetlerin sırlarını kavramak, baktığı yerde Allah’ın yolunu keşfetmek, bu yolda dosdoğru yürümek, kainat kitabı, insan kitabı ve Kuran’ın aynı kaynaktan olduğunu kavrayıp yaşayan kitap olmak, Efendimiz (sav) gibi yürüyen Kur’an olmaktır.

Hikmet, ilmin gereği ve en sağlamı, ilimle doğruya ulaşmak, doğruyu elde etmektir. Bu da Kur’an’da sıkça sözü geçen salih ameldir. Ayetin önceki ayetle bağlantısı, hikmetin şu tarifiyle meydana çıkar: Hikmet bir nurdur ki, vesvese ile gerçek makam arasındaki fark, bununla kestirilir. İbret veren, olgunluğa çağıran her söz hikmettir.
 

    Allah’a dayan sa’ye sarıl, hikmete râm ol
    Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol. Mehmed Âkif

 

Hikmet 

♦ Hikmet tüm dünya hayırlarını ve tüm âhiret güzelliklerini için-de bulunduran bir kavramdır.

♦ Hikmet Kur’andır, Kur'an ilmidir. Kuran’ın nâsih ve mensuhu-nu, muh kem ve müteşabihini, helâl ve haramını, emir ve yasaklarını, Kuran’ın tefsirini bilmek, Kur’an anlayışına muttali olmak, âyetlerin fıkhına vukufiyettir.

♦ Hikmet, kişinin sözüyle amelinin, imanıyla amelinin mutabakatı dır, ilmen ve amelen sağlamlık, itkandır (güzel yapmaktır).

♦ Allah korkusudur. “Hikmetin başı Allah korkusudur.” Hadis-i Şerif

♦ Hikmet sünnettir. Hikmetli kişi sünneti bilen kişidir. “Evleri-nizde Allah’ın âyetlerinden ve sünnetten okun an şeyleri hatırlayın. Muhakkak ki Allah Latîf ve Habîrdir” (Ahzâb, 34) âyeti hikmetin sünnet olduğunu anlatır. Zira Rasulullah’ın (sav) hanımları evlerinde Kur’an ile birlikte sünnetten başka bir şey işitmiyorlardı.

♦ Hikmet nübüvvettir. Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: Kim Kuran'ın üçte birini okursa, nübüvvetin üçte biri, yarısını okursa nübüvvetin yarısı, tamamını okursa nübüvvetin bütünü kendisine verilmiş gibidir.

♦ Hikmet akıldır, fehimdir, aklı kullanarak Allah’ın din inde bir kavrayış, Allah’ın kitabına vukufiyet ve Allah’ın fazlından kullarının kalplerine koymuş olduğu bir basîret, marifettir.

♦ Hikmet Allah'ın ilmini ihata, yakîni bilgi, kitabının açıklama-sını anlamak, O'nun ilminden, fazlından, feyzinden yararlanıp ganimetlenmek, Kitabullah ile amele koşmaktır.

♦ Hikmet öğüttür, sırdır, acaibu'l esrardır.

♦ Hikmet; doğruyu yanlışı, vesvese ile ilhamı, hakkı bâtılı, haramı helâli, güzeli çirk ini ayırd etme nuru, bilgisi ve melekesidir. Allah’ın dininde doğru anl ayış, din ilmine, ilmin hakikatine sahip oluş ve onunla amel ediş lütfudur.  Hikmet; haşyet ve veradır.

♦ Hikmetin Kuran'da dört manası vardır:

   a) Kuran'ın va'z-ü nasihatları. "(Allah'ın) size öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur'an) ve hikmet..." (Bakara, 231) yani "Kur'a n'ın va'z-ü nasihatları.." "Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi" (Nisa, 113), yani "Kur'an'ın nasihatlarını indirdi."

   b) Anlayış ve ilim. "Henüz çocuk iken biz o (Yahya' ya) hikmet verdik" (Meryem, 13) "Biz Lokmana hikmet verdik" (Lokman, 12), yani "ilim ve anlayış verdik".

   c) Nübüvvet. "Biz gerçekten İbrahim'in soyuna da kitap ve hikmet verdik" (Nisa, 54); "Biz O (Davud'a) hikmet ve faslı hitap (güzel konuşma ve hükmetme kabiliyeti) verdik" (Sa'd, 20)

   d) Kur'an'ın harikulade sırları, mucizeleri.
 

    Tasarrufunda güçlü kuvvetli, görüşünde isabetli

    Nice kişiler var ki rızıktan mahrum elleri

    Nice kimseler de işlerinde pek zayıf amma

    Sanki denizden avuçluyorlar hesapsız nimetleri

    Bu da gösteriyor ki yaratıklar üzerinde mutlak

    Vardır Allah’ın nice sırları, hikmetleri...

 

Kime hikmet verilmişse, ona çok hayır verilmiştir.

Allah’ın hikmet verdiği insan, kendisiyle, bedeniyle, malıyla, hanımı, çocukları, akr abaları, komşuları ve çevresiyle ilgili tüm ka- rarlarında, davran ışlarında yerli yerinde hareket eder. Yerli yerinde konuşur, karar verir, hükmeder, alır verir. Bu Cenâb-ı Hakkın ona bahşettiği en büyük ihsanıdır. Ama bu hikmet, onu arayanlara verilir. Bu hikmete ancak ona ulaşmak için sa’y edenler ulaşabilir.

Hikmet sahibi kişi şeytanın vartalarına düşmeyen kişidir. Bunun için de Kur’an ve sünneti sahih bir anlayışla anlamak ve yaşamak gerekir. Hak ile bâtılı, şeytanın fısıltılarıyla Allah’ın emirler ini birbirinden ayırd edebilmek için Kur’an ve sünneti çok iyi bilm ek ve buna göre amel etmek gerekir. Eğer bilgi olur da amel olm azsa Allah insanın anlayış ını, kavrayışını azaltır. İlmiyle amel eden kişinin anlayış ve ilmini artırır.

Hikmet vahiyle elde edilir. Yâni hikmet her şeyi var eden ve var ettiği şeylere yasa koyan Allah’ın dinini fehmetmekle mümkündür. Allah’ın dinini, kitabını bilen kişi hikmet sahibidir. Kişinin yapması gerekenleri yapması, yapmaması gerekenleri de yapmaması bu yasaları tanımasına, Allah bilgisine, kitap, sünnet bilgisine sahip olmasına bağlıdır.

Sırf bilgi sahibi olmak için kitap ve sünnete yönelen, onunla amel etme derdinde olm ayan kimse şeytanın elinde oyuncak olur. Bu ilmi şeytanın ve tâğutların hizmetinde kullanmaya mecbur kalır. Çünkü bu kimse bilgi sahib idir, ama hikmetten mahrumdur.

Hikmet on bölümdür, dokuz bölümü ömrü boşa harcayacak kimselerden uzaklaşarak bir başına tenhada kalmaktır. Diğer bölümü ise gereksiz konuşmayıp susmaktır.

Allah ölü kalpleri hikmet nuru ile diriltir. Hz. Lokman
 

وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُولُوا الْاَلْبَابِ Bunu ancak akıl sahipleri anlar.

Hikmet verilenler, ulû'l elbab olanlardır ki; akılları vehim şaibesinden, hevaya uyma zulmünden halas olmuştur.

اُولُوا الْاَلْبَابِ tabiri Kur'an'da 16 yerde geçer. Saf akıl sahibi, fıtratı bozulmamış, gerçek ortaya çıktığında kabul eden, sağlam duruş sergileyen, önyargısız, saplantılara takılmayan, sürekli gelişim halinde bulunan insanlara 'Ulü'l elbab' denir.

Ulü'l elbab iki türlüdür:

   1- Zahiri ulü'l elbab: Allah'ın ilimde derinleştirdiği kimselerdir.

   2- Batıni ulü'l elbab: Allah'ın kendi zatında derinleştirdiği, Hakk'a vakıf olan kullardır.

Ulü'l elbab; sözün dışından içindeki gizliyi arayanlar, kabukların altındaki özü elde edenlerdir.

Akıllı olmayan insan ne kendisi anlar, ne de anlat anları dinler. Allah’ın uyarılarına, âyetlerine karşı âdeta kalplerini, kulaklarını, kapılarını, pencerelerini kapatmıştır. Demek ki hikmete ulaşmanın ilk ve en önemli şartı düşünmektir. Bu da ancak aklı ve kalbi kullanmakla mümkün olacaktır.

Akıl sahibi; düşünüp unutmayan, uyanık, gafil olmayan, ibret alıp tekrar sapıklığa dalmayandır. Aklın görevi budur. Onun görevi, hidayet delillerini düşünmek, bunlardan yararlanıp umursamaz ve gafil olarak yaşamamaktır.

Kişi, hikmet ve bilgiyi kalbinde görüp; bunların Allah’ın vermesi ile olduğunu anladığında, akıl sahibi olur. Neticelerden yola çıkarak sebeplere doğru yükselmek, akıl sahiplerinde ortaya çıkan tezekkür ve tefekkürdür.

Ama, kişi bütün bu işleri nefsine mal eder ve bunların elde edilmesinde kendisinin sebep ve müessir olduğuna inanırsa aciz kalır, zahir ehlinden olur.
 

    Ey akıl! Nasıl da delinmez küfen?
    Ebedi oluşun urbası kefen!
    Kursa da boşluğa asma köprü fen,
    Allah derim başka hiçbir şey demem!

 

Akıl

Akıl, Kuran'ın irşadı altında oldukça kıymetlidir. Yoksa ateş böceğinin başındaki ışık gibi olur. Başında bir ışık parlar fakat önünü bile aydınlatamaz.

Baba, çocuğunun her dilediğini yapıp, fakat terbiyesini ihmal eder ve öğrenmeye teşvik etmezse, bu görünürde bir merhamet, hakikatte ise bir cezâdır. Çocuğunu okula hapsedip, onu tahsil yapmaya zorlayan babanın durumu ise, zâhirde bir cezâ sanılsa da, hakikatte bir rahmet ve merhamettir. Aklı az olanlar işlerin zâhirine aldanırlar, gerçek akıllılar ise işin aslına ve hikmete bakarlar.

Akıllılar, zayıf taraflarını bildiklerinden, yanılmazlık iddiasında bulunmazlar; en çok bilen, ne kadar az bildiğini herkesten çok daha iyi bilir.

Cennet yüz dereceden ibârettir. Doksan dokuzu akıl sâhipleri, biri ise akıl sâhiplerinin dışındaki diğer insanlar içindir. Hadîs-i Şerîf

Basit kimse en küçük bir tenkide aldırır. Akıllı ise eleştirenlerin fikrini kapmaya çalışır.


Belagat

✽  'Dilediğine hikmet verir' cümlesi atıfsız başladı, kemal-i ittisal ile fasıl oldu.

✽  Hikmet; elle tutulup verilecek somut bişey değil. 'İlham etmek' yerine 'Verme' fiili istiare-i tebaiye olarak geldi. Camisi; dış kaynaklı olması, bir ihsan ve lütuf olmasıdır.

✽  " مَنْ يَشَٓاءُ"de icaz-ı hazıf vardır. 'Dileme' fiilinin mefulleri cümlenin öncesinden anlaşıldığı için hazfedildi. Takdiri 'Hikmeti vermeyi dilediği kimse' şeklindedir.

✽  'Nebilere, alimlere, velilere verir' buyrulmayıp 'Dilediğine' şeklinde ism-i mevsulle gelmesi sıfatlı kinayedir.

✽  "وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ ‘Kime hikmet verilirse’ cümlesinde hikmet kelimesi ikinci kez gelmiş, zamir yerine açık isim zikredilmiştir. Bu da hikmetin önemini açıklamak ve illetini de zımnen bildirmek içindir.

✽  İsm-i mevsul gelişi; haberin şanı ve medih üzere mebni olduğunu bildirmek içindir.

✽  İlk مَنْ ism-i mevsul, ikinci مَنْ şart edatı olarak geldi. Aralarında cinas-ı tam mümasil vardır.

✽  خَيْرًا كَثِيرًا 'Çok hayır' terkibinde sıfatın gayesi; mevsufu övmek ve tekit içindir. Nekre gelmeleri teksir, tazim ve neviyet bildirir.

✽ 'Ona çok hayır verilmiştir' lazım; melzumu; 'Dünyada rahat edecek, ebedi saadete ulaşacaklardır.'

✽ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُولُوا الْاَلْبَابِ kasr-ı sıfat alel mevsuf, kasrı kalptir. Fiille fail arasında kasır vardır.

✽ 'Bunu ancak akıl sahipleri anlar' cümlesinin mefhum-u istisnası şudur: 'Akıl sahibi olmayan anlayamaz, anlamayan akıllı sayılmaz.'