Sureler

Göster

Bakara Sûresi 271. Ayet

اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَـرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْؕ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرٌ

271- Sadakaları açıkça verirseniz ne iyi! Ama onları fakirlere gizlice verirseniz, sizin için daha hayırlı olur ve bu sebeple o günahlarınızın bir kısmını bağışlar. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 

Bu ayette, sadakanın gizli ve aşikare verilmesi zikredilmiştir. Farz olan sadakaları, zekatı aşikare vermek, insanları teşvik ve töhmet altında bırakmamak açısından güzeldir. Nafilelerin fakirlere gizlice verilmesi de onların rencide olmaması, verenin riyaya düşmemesi açısından hayırlıdır. Günahların affına sebep olur.

‘Allah yaptıklarınızı bilir’ Nasıl yaptıklarınızı, ne niyetle yaptığınızı, infak dereceniz nedir? Bütün bunları bilir, ona göre karşılığını verir.
 

Sadaka

"Sadaka" kelimesi ص د ق harflerinden oluşur. Bu harfler, sıhhat ve kemâl mânası ifâde eder.

Sevgi ve dostluğunda doğru olduğu için dosta صِدِّيقٌ denmiştir. Mihir de nikâh akdi kendisi ile tamamlandığı için صَداَقٌ diye isimlendirilmiştir. Allahu Teâlâ, mal kendisi ile mükemmel ve şer'i manada tam olduğu için, zekâtı da "sadaka" diye adlandırmıştır. O halde sadaka, ya malın tam olması ve devam etmesi için bir sebeptir veya kulun imanında sâdık olduğunu istidlal etmeye bir sebeptir.
 

فَنِعِمَّا هِيَ O ne güzel şeydir.

Bu lâfızdaki مَا "şey" manasınadır. Çünkü مَا burada nekredir. Marife olsaydı mutlaka bir sılası bulunurdu. Halbuki burada sılası yoktur, sonrasında هِىَ lâfzı gelmiştir. Bu ise tek bir kelimedir, cümle değildir. Müfred bir kelime ise, sıla olmaz. "مَا" kelimesi, temyiz olduğu için mahallen mansubtur. Takdiri,  نِعْمَ شَيْئًا هِىَ اِبْداَءُ الصَّدَقَاتِ " Sadakaları açıktan vermek ne güzel bir şeydir" şeklindedir. Sözden anlaşıldığı için buradaki اِبْداَءُ muzafı hazf edilmiştir.

Bu kural tüm ibâdetler için de geçerlidir. Cüz-kül alakası ve tağlib yoluyla; tüm farz olan ibâdetleri açıktan yapmak, nafile ibâdetleri de gizli yapmak efdaldir.

'Sadakaları açıktan verirseniz' bölümü farz olan zekat hakkında, 'Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz' bölümü de nafile olan sadakalar hakkındadır.

Ya da mallar iki kısımdır, bunlardan birincisinde açıktan vermek ikincisinde de gizli vermek daha efdaldir.

- Ekilen, dikilen araziler, hayvanlar gibi genellikle gizl enmesi mümkün olmayan ve herkesin bilebildiği mallardır ki bunl ara "Emval-i Zahira-açıktaki mallar" denir. Bu tür malların farz olan zekâtlarını gizlemekte zaten bir fayda yoktur, üstelik gizlendiği zaman töhmet altında kalma ihtimali de vardır. Onun için bunlar konusunda açık vermek efdaldir.

- Nakit paralar gibi gizlenmesi mümkün olan mall ar dır ki bunlara "Emval-i batına -gizli mallar-" denir. Herhangi bir sakınca olmadıkça bu tür malların zekâtlarını da açıkça vermek faziletlidir. Ama lâyık olanlara ulaştıramama gibi bir sakınca olursa o zaman da nafile sadakalar gibi onu da gizli verm ek efdaldir.
 

Sadakayı Gizli Vermenin Fazileti

Gizlice vermek, riya ve gösterişten son derece uzaktır. Peygamber : ''Allah, desinler diye, riyakârca ve başa kakarak sadaka verenlerin sadakasını kabul etmez" buyurmuştur. Verdiği sadakayı anlatan, gösteriş ve desinler için yapmış olur. İnsanların kalabalık olduğu yerde sadaka veren de riya yapmayı istemektedir. Halbuki sadakayı anlatmamak ve gizlice vermek insanı riya ve sümadan koruyacak tek çâredir.

Bazı kimseler sadakayı tamamen gizli vermek maksadıyla, işi daha ileri götürerek, alan kimsenin kendisini tanıyıp bilmemesi için gayret sarfetmiş, sadakasını âmâ olanların eline vermiş, bazıları fakirin geçeceği yola veya vereni göremeyeceği, fakat parayı görebileceği ve oturacağı bir yere koymuşlardır. Bazıları fakir uyurken, sadakayı fakirin elbisesinin bir tarafına bağlarken, bazıları da başkasının eli ile sadakasını ona gönderirdi. Bütün bunlardan gaye, riya, gösteriş, desinler ve başa kakmadan uzak kalmaktır. Çünkü fakir, kendisine sadaka vereni tanıdığında hem riya, hem de başa kakma söz konusu olabilir. Fakat fakirin aracıyı tanımasında riya söz konusu değildir.

Sadakayı gizlice verdiğinde, diğer insanlar arasında bu hususta bir şöhreti olmaz, medh edilmez, kendisine saygı gösterilmez. Böylece bu, sadaka verenin nefsine ağır gelir, daha çok sevabı gerektirir.

Gizlemek, sır saklamak iradenin doruk noktasıdır. Sabırdan kaynaklanır. Gizli sadaka ve hayırlar, şükür ve sabır yarımlarından oluşan imanın bütününü kapsamış olur.

Hz. Peygamber "Sadakanın efdal olanı, malca sıkıntıda olan kimsenin, fakire gizlice verdiği sadakadır” ve "Kul gizli olarak bir iyilik yaptığında, Allah onu, onun için gizlice yazar. Eğer kul, yaptığı iyiliği açığa vurursa, Allah da o fiilini sır olmaktan çıkarır, onun alenî işleri hesabına yazar. Eğer o kimse, bu iyiliğinden insanlara bahsetmeye başlarsa, Allahu Teâlâ o fiili hem gizli, hem de aleni olmaktan çıkararak, riya olarak yazar" buyurmuştur.

Gizli verilen sadaka, Allah'ın gazabını söndürür. Hadisi Şerif

Sıddıklar, sadakayı, musibeti gizlerler. Bir günah işlerlerse hemen sadaka verirler. Azaptan kurtulurlar. Hadis-i Şerif

Yedi kimse vardır ki, Allah'ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde Allah onları, arşın gölgesi altında gölgelendirecektir. Bunlar; adaletli halife, Allah'a ibadet ederek yetişen genç, kalbi mescitlere bağlı olan kişi, Allah için birbirlerini seven iki arkadaş (öyle ki; Allah için bir araya gelir ve Allah için ayrılırlar), mevki ve güzellik sahibi bir kadın kendisini (hayasızlığa) davet ettiği halde: "Ben, Allahtan korkarım" diyerek onu reddeden kişi, sağ elinin verdiği sadakayı sol elinin duymayacağı kadar gizlice sadaka veren ve hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde Allah'ı anarak gözlerinden yaş döken kişilerdir. Hadisi Şerif

Açıktan vermek başkasının da kendisine uyarak vermesine sebep olacaksa veya isteyen kimse herkesin yanında isterse, o zaman açıktan verilebilir.

Ahlakını temizleyip, riya tehlikesini geçen, ihlası kazanan, zikir ve diğer ibadetleri açıktan yapabilir.

Açıktan sadaka verilen kimseye bazı zararlar dokunabilir. Sadakayı açıktan vermek, fakirin şerefini zedeler ve fakirliğini ortaya çıkarır, zelil ve hakir düşürür. Fakir, bundan eziyet duyar. Mü'mini küçük düşürmek caiz değildir.

Sadakayı açıktan vermek fakirin, utanma ve dilenmeme halini yok eder.

İnsanlar bazen fakirin bu sadakayı almasını yadırgar ve onun, ihtiyacı olmadığı halde o sadakayı aldığını zanneder. Böylece fakir, bir kınama konusu olur ve insanlar onun gıybetini yapmaya başlarlar.

Bu konuda ihtiyacı olmayanların almasının tehlikesine de tariz vardır. Fakirin hali bu ise, diğerini siz anlayın, demektir.

Sadaka, hediye sayılır. Hz. Peygamber "Yanında başkaları varken birisine bir hediye verilse, diğer insanlar o hediyede onunla ortaktırlar” buyurmuştur. Fakir çoğu kez, verilen sadakada orada bulunanlara bir şey vermez, uygun olmayan bir davranış olur.

İnsan, halktan gizli bir iş yapar, bir taraftan da görmelerini ister; derken bu arzuyu da yenmeğe çalışırsa, şeytan ona musallat olmuş demektir. Şeytan, ona başkalarının görmesini telkin eder, kalbi ise bunu reddeder, onunla mücâdele eder. Böylece gizlice yaptığı iyiliğin sevabı, açıktan yaptığının sevabından yetmiş kat daha fazla olur.
 

Nafile sadakanın açıktan verilmesi de caizdir.

Sadaka açıktan verildiğinde, başka insanlara örnek olup fakirlere faydası olacaksa, açıktan vermek caizdir. Hatta bu durumda açıktan vermek daha faziletli olur. Çünkü bazı insanlar infak eden, iyilik yapan insanları görmedikçe bir türlü iyilik yapmak, infakta bulunmak akıllar ından bile geçmez. İşte böyle insanları iyiliğe, infaka teşvik mak sadıyla açıktan yapılan infak hayırlıdır.

Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir. Fakat bu hususta başkalarına örnek olmak isteyen kimsenin sadakayı açıktan vermesi efdaldir. Hadisi Şerif

Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Müslümanlıkta iyi bir çığır açan kimseye açtığı o çığ ırın sevabı verileceği gibi açılan o çığırdan kıyamete kadar gidecek insanların sevaplarının bir misli de onlar ınki eksilmeksizin bu çığır açan kişiye verilecektir. Kötü bir çığır açan kimseye de açtığı bu çığırın vebali, gü nahı yükleneceği gibi kıyamete kadar bu çığırdan gid ecek insanların günahlarının bir misli de ona yüklenir."

Bu hadisin sebeb-i vürûdunu sahabe şöyle anlatır: Bir ara Medine’ye çok fakir bir grup insan geldi. O kadar fakirdiler ki bu insanlar bir kumaşı delip içine girmişler, elbiseleri de yoktu. Onları bu vazi yette görünce Rasûlullah’ın beti benzi attı. O kadar ürktü o kadar korktu ki tel aş içinde bir içeri giriyor bir dışarı çıkıyordu. Çünkü bu konuda ken disini sorumlu tutuyordu.

"Ey insanlar! Allah’tan korkun! İşte şu gördüğün üz insanlar da sizin kardeşleriniz! Allah katında birbir i nize üstünlük ve alçaklığınız yoktur!” buyurdu, ağladı ve Haşr sûresinden âyetler okudu. Sonra bu yurdu ki:

"Herkes bu kardeşlerine altınından, gümüşünden ikramda bulunsun! İnfakta bulunsun! Yarım hurmayla da olsa harcamada bulunsun!"

Resulullah daha bu hutbesini bitirmeden Ensârdan biri elinde zor taşıdığı bir çıkınla çıkageldi. Bunu gör en Al lah Rasûlü çok memnun olmuş, sahabenin ifadesiyle âdeta yüzü parıl parıl parlıyordu. Mescidin içi öbek öbek yiyecek ve giyeceklerle dolmuş, bu insanların yüzü gülüyor, kimisi yiyor, kimisi giyiniyordu. Onları bu vaziyette gören Allah Rasûlünün de yüzü gülüy ordu. İşte bu hadise üzerine Ensâr’dan o ilk çıkını getiren, ilk çığ ırı açan sahabe hakkında Al lah Rasûlü bu hadis ini irad buyurdu.

Allahu Teâlâ'nın nefislerinden memnun olan seçkin kulları vardır. Kalblerinde marifetullah nurları kat kat olmuş, nefsin vesveseleri onlardan uzaklaşmıştır. Arzuları sönmüş, kalbleri Allah'ın azamet denizine gark olmuştur. Onlar açıktan bir iyilik yaptığında, nefsi ile cedelleşmeye ihtiyaç duymaz. Çünkü nefsinin şehveti sona ermiş ve mücâdele gücü kırılmıştır. Onlar açıktan iyi bir iş yaptığında, başkalarına örnek olmayı murad eder. Zâtı kemâle ermiştir ve başkasının da tam ve hatta tamın üstünde olması için gayret sarfederler.
 

Farz olan zekâtın açıkça verilmesi efdaldir.

Allahu Teâlâ, devlet reislerine zekâtı toplatmalarını emretmiştir. Zekâtın, görevli memurlara verilişi açıktan olur.

Eğer bir müslüman farz olan zekâtı gizli verirse 'Bu adam galiba zekâtını vermiyor' gibi sû-i zan altında kalabilir. Namazlar da böyledir. Allah Rasûlü nafile namazları evinde, farz namazları mutlaka açıkça cemaat halinde kılmıştır.

Zekâtı açıktan vermek, Allah'ın emrine ve mükellefiyetine koşma manasını taşır. Onu gizlice vermek ise, farz ibadetleri yerine getirmedeki arzunun terkedildiği vehmini verir.

Allah Teala, gizli olarak verilen bağışı, açık olarak verilenden yet miş kat üstün kılmıştır. Farz olan şeyin açıktan verilmesini ise gizli verilmesind en daha üstün kılmıştır. Açıktan verilen farzın sevabı, gizli verilenden yirmi beş kat üstündür.

      ✽      ✽      ✽ 

Efendimiz (sav)’in yanına bir hanım ve kızı gelmişti. Kızın kolunda iki altın bilezik vardı. Efendimiz (sav) anneye sordu:

‘Bu bileziklerin zekatını veriyor musunuz?’ Kadın cevap verdi:

‘Hayır, vermiyorum.’ O zaman Efendimiz (sav) kadına:

‘Kıyamette iki altın bilezik yerine, Allah (cc)’ın sana ateşten iki bilezik taktırması hoşuna gider mi?’

Tabi ki hoşuna gitmezdi. Kadın hemen kızının kolundaki bilezikleri çıkarttı ve bağışladı.

      ✽      ✽      ✽ 
 

وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْ Günahlarınızdan bir kısmını örter.

♦ مِنْ  harf-i ceri kısım ifade eder. "Günahlarınızın bir kısmını örter, bağışlarız" manasındadır. Çünkü bazı günahlar ancak sadakalar ile örtülür. Cenâb-ı Hakk, bu bazı günahların neler olduğunu açıkça belirtmemiştir. Açıkça belirtse, kul bağışlanacağını bilince, o günahları yapmaya teşvik gibi olurdu. Halbuki insan her halükârda havf ile reca arasında olmalıdır. Bu nedenle söz müphem bırakılmıştır. 

♦ مِنْ  harf-i ceri, مِنْ أَجْلِ (.... den dolayı) manasındadır. "Günahlarınızdan dolayı sizi bağışlar" demektir.

♦ Harf-i cer zâiddir. Mânâda tesiri yoktur. "Biz, sizin bütün günahlarınızı örteriz (ve bağışlarız) " anlamındadır.
 

Allah ne yaparsanız, ondan hakkıyla haberdardır.

Bu cümle, gizli sadakanın daha üstün olduğuna işarettir. Mânâ şöyledir: "Allah gizli ve açık verilen sadakaları bilir. Sadakalarınızla sadece Allah'ın rızasını taleb ediyorsunuz. Gizli vererek, bu maksadınız hasıl olmuştur. O halde, açıktan vermenin manası nedir?"

Bununla sanki onlar, riyadan uzak olsun diye, sadakalarını gizli vermeye teşvik edilmişlerdir.
 

İhlas

İhlas, ameli rızay-ı ilâhi dışında karışık düşünce ve niyetlerden ayırmaktır. Cüneyd-i Bağdadi

"İnsana düşen, kalp işleridir ve tam ihlâsa sâhip olmaktır. Namaz kılmakta, oruç tutmakta İslâm ümmeti ile birsin. Yaptığın diğer hareketler, âdet yerini bulsun diye namaz kıldığını gösteriyor. Sen yaptığını ibâdet sanıyor, dıştan halka iyi olduğunu göstermek istiyorsun. Kalbin fâcir. Bu hâlin yararını nasıl bulursun? İşleyeceğin şeyi, yeryüzünde senden başka yaşayan biri, ve O’ndan başka seni gören biri yokmuş gibi işle!

"İşleri Allah için yap. Yaptığın işlerde Hakkın gayrını gözetme. Her şeyini O’na bırak. Başkasına bir çöp bile terk etme. İşleri Allah’ın gayrı için yapmak, küfür yoludur. Allah rızâsı için verilmeyen nesne, riyâkârlıktır. Yakında ölüm gelir, bütün heveslerin kırılır; önce onları düzeltmeye koyul."

İhlâsın ne demek olduğunu anladıktan sonra, hangi sebeple olursa olsun bir işi halk için terk etmek riyâdır, gösteriştir. Ama ihlâs yolunda zafer kazanmak için bir işi halkın görüşünden saklamak iyidir; böylece kurtuluş ümit edilir.
 

el-Habir (cc)

Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan, bilgisi eşyaların dış görünümlerini kuşattığı gibi içini ve gizliliklerini de kuşatandır.

Allah (cc), Habir’dir. En küçük bir mikrobun gece karanlıklarında gidip geldiği, girip çıktığı yerlerden, hava boşluğunda uçuşan, kaynaşan zerrelerin harekatından haberdar olduğu gibi, mülkünün her tarafında meleklerin varamadığı, insan fikrinin ulaşamadığı en gizli noktalarda olan biten her şeyden haberdardır.

İnsan bile bir şey düşünse, niyet etse, bir söz söylese, bir iş yapsa, onu yaparken ne kadar gizlemek istese kendinden gizleyemez, vicdanında onu duyar. Aciz bir kul yaptığı bir şeyi kendi vicdanından gizleyemezken, bütün vicdanları yaratan elbette çok daha önce ve daha mükemmel bilir.

Mesela bir memlekette her lahza ferdî, ailevî, içtimâî, ahlâki, siyasi, cinai ne işler olur, binlerce hadise zuhur eder. Bunlardan her birinin başlangıcını, sureti vukuunu, sonucunu bütün teferruatıyla, iç yüzüyle bildiği gibi, arzda, karada, denizde semada, ecramda, berzahta, ecsamda, ervahta; bütün kainatta olan hadiseleri apaçık bilir.

En gizli, en duyulmaz sanılan şeylerden, gönüllerin hiç kimseye açılmayan temayülatından, iyi veya kötü sahiplerinin neler düşündüğünü, neler yapmak istediğini, ne düzenler kurduğunu, ne kararlar verdiğini bilir, hiçbirinden gaflet etmez. Hiçbirini hükümsüz, cezasız bırakmaz ve hiç kimse O'ndan yakasını kurtaramaz.

Allah (cc), her şeyden haberdar olan Habir'dir. O, hiçbir şeyi uygun olmadığı bir yere koymaz, layık olmadığı bir yere indirmez. O, bütün bunları kusursuz ilmi ile yapar. Nimet verilmemesi gereken yere nimet vererek bağışta bulunmaz. Verilmesi gereken yere de vermemezlik yapmaz. Yükselteceği yerde alçaltmaz, alçaltacağı yerde yükseltmez. İzzet yerine zillet, zillet yerine izzet vermez. Yasaklaması gerekeni emretmez, emretmesi gerekeni yasaklamaz.
 

Kula gereken

Allah (cc) Habir’dir. Kul yalandan, hileden, terbiyesizlikten sakınmalıdır. Gizli yapıp, cezasız kalacağını sanmamalıdır. O’nun razı olmayacağı şeylerden son derece çekinmelidir.

'Habir' ism-i celilini 811 defa kıraate devam eden, alemlerin sırrına vakıf olur. Tedbiri isabetli, görüş ve kararı maslahata uygun olur. Giriştiği işlerde muvaffakiyet hasıl olur, müşkilattan kurtulur. Duanın kabulü için tesirinin beklenmesinde acele etmemek, kabulünün gecikmesinde ümidi kesmeyip duayı tekrar etmek gerekir.

 

Sebebi Nüzulü

• Sahâbe-i kiram, Hz. Peygamber'e, "Gizli verilen sadaka mı, yoksa açıktan verilen sadaka mı daha faziletlidir?" diye sordular. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil oldu.

• Hz. Ali'nin dört dirhemi vardı. Birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini de açık olarak fakirlere verdi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

• Bu ayet-i kerime Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer hakkında nazil oldu. Hz. Ömer malının yarısını getirip infak olunmak üzere Hz. Peygambere verdi. Efendimiz (sav) 'Ailen için arkanda ne bıraktın?' diye sorunca, 'Malımın yarısını' dedi.

Hz. Ebu Bekir ise malının tamamını neredeyse kendinden bile gizleyerek Resulullah'a (sav) teslim edince Hz. Peygamber 'Ailen için ne bıraktın?' diye sordu. 'Allah ve Resulünün vaad ettiklerini bıraktım' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer ağladı ve; 'Ey Ebu Bekir, anam babam sana feda olsun. Ne zaman seninle yarışsam sen beni geçtin' dedi.

 

Belagat

✽  "Açıkça verirseniz" ile "gizlerseniz" şartları ile, cezaları olan 'ne güzel şeydir' ve 'O sizin için hayırlıdır' cümleleri arasında, ikili mukabele sanatı vardır.

✽ Mukabele ile tibak arasındaki fark: Her mukabelede tibak vardır. Ama her tibakta mukabele yoktur.

✽  Sadaka; verenin inancına işarettir. İmanını tasdik için verir. Yerinin dolacağına inandığı için verir.

✽  فَنِعِمَّا هِيَ cümlesinde haberin takdimi, neşe ve şenlik husulu içindir.

✽ 'Ne güzel oldu' tevcihtir. Bu ferahlık hem verene hem fakire ferahlıktır.

✽  Gizlerseniz, yani verdiğinizi söylemezseniz, demektir.

Müstearun minh: Bir şeyi gizlemek

Müstearun leh: Sadakayı açıklamamak

Camisi: Kimsenin haberinin olmaması, yokmuş gibi hiç bilinmemesidir.

✽ Dal bil işaresi ile, gizlenecek kadar kıymetli değerli şeylerin verilmesine işaret.

✽ Yine "تُخْفُو" ifal babının tadiye manasıyla gizler ve gizletirseniz, söylemezseniz demektir. Sadakayı verdiğimizi bilen aile ferdlerinin de söylememesini sağlamaya, verdiğimiz insanın da bize kimsenin yanında teşekkür etmemesini, kimseye anlatmamasını söylemeye işarettir.

✽ تُبْدُوا, تُخْفُوا, تُؤْتُوا kelimeleri arasında muvazene vardır.

✽ 'Fakirlere verirseniz' cümlesinde الْفُقَـرَٓاءَ 'nın zikri iygal itnabıdır. Sadaka verilecek kişilerin araştırılması, onların tanınması gerektiğine işarettir.

✽  'O sizin için hayırlıdır' cümlesi, dal bil ibaresi ile sadakanın asıl faydasının şahsın kendisine olduğunu, aslında fakiri faydalandırmanın veren insana yarar sağlayacağını bildirir.

✽ Sadakayı açıktan ve gizliden vermek maslahat-ı diniye, dünyeviye ve zaruriyedir.

✽ خَيْر ve نِعِمَّا kelimeleri arasında muraat-ı nazır vardır.

✽ يُكَفِّرُ dört kıraatle okunur:
• نُكَفِّرْ Bu durumda şartın cevabına atıftır.
• يُكَفَّرُ 'Allah hatalarınızı örter' demektir.
• تُكَفِّرُ veya تُكَفِّرْ; bu durumda fail الصَّدَقَاتِ kelimesidir.

• 'Hatalarınızı örter' dedikten sonra 'yaptıklarınızı bilir' buyruğu rücudur. Tehdit ifade eder.

✽ Dal bil işaresi: Siz fakirin onurunu zedelemeyip, onun ihtiyacını gizlice karşıladığınız için, Allah da mahşerde sizin günahlarınızı açmayacak, rezil rüsva etmeyecektir.
Müstearun minh: Örtmek, kapatmak, müstearun leh: Hataların affı.
Camisi: Rahatsızlığını engellemek, çirkinliğinden doğan zararı önlemek.

✽ يُكَفِّرُ fiili; sadakaya isnad edilmiş ise; isnad-ı mecazi vardır. Allah o sadaka sayesinde günahları örter, yerine 'Sadaka hatalarını örter' buyruldu.

✽ Tecessüm sanatı vardır; sanki sadaka bir örtü gibi günahların üstüne örtülmüş, onu yok ortadan kaldırmıştır.

✽ Dal bil işare; 'Seyyiat'ın hata anlamı da vardır. Bu durumda mana, hatalarınızı örter, demek olur. Yani Allah sadaka verenin hatalarını örter, insanlar onun kusurlarını çok fazla görüp dile getirmezler.

Yine Seyyie'nin bir başka anlamı da; üzüntü'dür. Sadakalar üzüntülerimizi, verdiğimiz insanın hüzünlerini de giderir, demektir.

Şahsın kendine özgüveni gelir. Günah duygusunun verdiği mahcubiyeti, ezikliği hissettirmez.

 Dal biddelalesi ile, sadece sadaka değil her tür iyiliği, menfaati sağlarken gizli olmasına dikkat etmek gerektiğini bildirir.

✽ Allah yaptıklarınızdan haberdardır; lazım. Melzumu; mükafat veya cezanızı verir, dikkat edin.

✽ خَبِيرٌ 'ün nekre gelişi teksir, tazim bildirir.

✽ "مَا تَعْمَلُونَ"; sıfatlı kinaye. Hususiden sonra umumiyi zikir.

✽ عمل ve نعم kelimeleri arasında cinası müzari vardır. İki harf aynı, biri farklı, farklı olan bu harflerin de mahreçleri birbirine yakındır.

✽ "خَبِير" ve "خَيْر" kelimeleri arasında cinası müşevveş; ortada bir harf fazlalık vardır.

✽ Ayet-i kerimede itnabtan tefri sanatı vardır.