276- Allah (cc) faizi mahveder, sadakaları ise arttırır. Allah (cc) inkarcıları ve günahkarları sevmez.
Faizle, alışverişi bir sayanlar, müthiş bir yanılgı, korkunç bir inkar içinde olmaları hasebiyle azabı hak edip, küffar ve esim gibi ağır damgalarla damgalanmıştır. Faiz almak, istemeyerek, kerhen, bile bile fazladan para vermek zorunda kalmaktır. Faiz vermek ise, zorda kalmış birilerinin zaafından yararlanıp onu fena biçimde sömürmektir. Zamanın uzaması faiz verenin lehine gibi görünse de, alanın büsbütün aleyhinedir. Sadece malını kaybetmekle kalmayıp, aklını, fikrini, berrak düşüncesini, üretici zekasını da kaybetmek ile cezalanır. Bu sebeple, faizi almak da vermek de haramdır.
İlk bakışta fâizin malı arttırdığı, insanı zeng inleştirdiği, sadakanın da malı azalttığı, fakirleştirdiği zannedilir. Ama gerçek bunun tamamen aksinedir. Allah Rasûlü bu hususu şöyle anlatır:
"Sizden birinizin Allah için verdiği sadaka All ah’ın eline düştüğünde (Allah’a ulaştığında) sizin kendi sürün üzü yetiştirip çoğalttığınız gibi Allah da onu yetişt irip çoğaltır. Kıyamet günü geldiğinde ise verdiğiniz bir lokma sadaka Uhud dağı kadar büyümüş olur."
Allah; malı arttırdığı zannedilen fâizi derece derece, eks ilte eksilte nihâyet mahveder. Fâiz ayın on dördü gibi parlak ve tem iz görülen servetleri tıpkı bir hilal gibi küçülte küçülte nihâyet gözle görülmez hale getirir. Buna karşılık malları eksilttiği zann edilen sadaka ise malı git gide çoğaltır ve büyütür.
Allah’ın fâizi mahvetmesi, sadak a ları arttırması, toplum açısından şöyledir: Fâiz toplumda mal üretenleri bir güve gibi yiyip bitiren, sermayeyi mahv eden ve toplumun üretim gücünü öldüren bir mik- roptur. Ekonomik gücü elinde bulunduranlar çalışanlara fâizle para vererek, onların kanlarını emmeye başlarsa, çalışanlar çal ışmalarının semeresinin bu bir avuç zâlim tarafından emildiğinin farkına varınca artık kendilerini işlerine veremeyeceklerdir.
Çalışacak zümrede meydana gelen bu tedirginlik ve istismar edilme duygusu, iş güçlerinin azalmasına sebep olacaktır. Fâizci grubun karınlarının şişmesine karşılık, çalışıp üretebilecek büyük çoğunlukta meydana gelen bu randıman düşüklüğü, milli üretimin düşmesine sebep olur. Halbuki fâiz yerine infak esas alındığı zaman çalışan insanların azimleri artar, toplumda bolluk ve refah meydana gelir.
İslâm, cahiliye geleneklerinden hiç birine faiz kadar uğraşmamış, hiçbir konuda faiz konusundaki kadar tehditkâr bir üslup kullanmamıştır. Bunun hikmeti günümüzde çok daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü faiz; cahiliyede bir takım kötülüklerin kaynağı olmuştu. Ancak faizden kaynaklanan çirkinlikler o devirde günümüz dünyasında olduğu kadar ortaya çıkmamıştı. Ayet-i kerimedeki tehdidi bizzat doğrulayan dünya pratiği gözler önündedir. Faiz düzeni, ahlâkta, dinde, sağlıkta ve ekonomide yıkıma yol açmıştır.
Bu düzen, insan varlığının tek gayesinin ne suretle olursa olsun mal kazanmak ve dilediği gibi maldan yararlanmak olduğunu söyleyen hatalı düşünceye dayanır. Bu yüzden insan, mal biriktirmek ve ondan yararlanmak hususunda azgınlaşır ve tüm şer'i kanunları, başkalarının menfaatlerini çiğner geçer.
Modern çağın en büyük felaketi; faizcilerin, ellerindeki uluslararası baskı gereçlerinin, sahip oldukları gazete, kitap, üniversiteler, hocalar, yayın araçları, filmler gibi propaganda ve reklam araçları ile, kemiklerini ve etlerini yediği, alın terlerini ve kanlarını emdiği insanlar arasında faizin tabii ve akla uygun olduğu, ekonomik büyüme için en doğru esas olduğu, batıdaki ilerlemenin, bu düzenin bereketiyle olduğuna dair zehirli, pis fikirlerin kabul ettirilmesidir.
Onlara göre; bu düzenin kalkmasını isteyenler, gerçeklerle ilgisi olmayan ütopyacılardır, pratikte değeri bulunmayan soyut teorilere ve ideallere dayanmaktadırlar. Şayet müdahale ederlerse ekonomi altüst olacaktır! Bunun için faiz düzenini eleştirenler, düzenin kurbanı zavallı halk tarafından alaya alınırlar.
Faiz; ekonomi açısından da kusurlu bir düzendir. Bizzat faiz sistemi içinde yetişip büyüyen Batılı ekonomi uzmanları bile buna dikkat çekmektedir. Alman bankasının eski müdürü 1953 yılında Şam'da verdiği konferansta; "Faizle, yeryüzündeki bütün malların çok az sayıdaki faizcinin elinde toplandığı bir gerçektir. Çünkü borçlanan kâr da etse, zarar da etse borç veren faizci, bütün işlemlerde kâr eder. Bu nedenle, sonuçta, matematiksel bir işlem olarak bütün malların sürekli kâr edene dönmesi kaçınılmazdır" demiştir.
Bu teori gerçekleşmek üzeredir. Çünkü yeryüzündeki malların büyük çoğunluğuna birkaç bin kişi sahip bulunmaktadır. Geriye kalanlar, bankalara borçlanan sanayiciler, işçiler ve çalışan üreticilerdir, emekleri bu birkaç bin kişi tarafından devşirilmektedir.
Faizin cinayetleri bununla bitmez. Faiz, mal sahipleri ile çalışanların, ticari ilişkilerini kumara ve sürekli didişmeye dönüştürür. Çünkü faizci, daha çok kâr etmeye çalışır. Bu yüzden, ihtiyacı arttırmak ve kâr haddini yükseltmek için piyasadan parayı çeker, fiyatlar yükselmeye devam eder.
Bu esnada, kullanılan paranın hacmini kısma yönüne gidilir. Fabrikalar darboğaza girer, ardından üretimi düşürme yoluna giderler. İşten çıkarmalar baş gösterir ve alım gücü düşer. İş bu noktaya gelip faizciler mala karşı talebin azaldığını ya da durduğunu görünce zorunlu olarak kâr haddini düşürürler. Sanayi ve ticaretle uğraşanlar yeniden etraflarına üşüşmeye başlar. Artık hayat bolluk içinde geçmektedir... Böylece uluslararası piyasada krizler meydana getirilerek insanlar oradan buraya sürülüp dururlar.
Sanayici ve tüccarlar borçlandıkları paranın faizini tüketicilerin cebinden verdiklerinden, bütün tüketiciler dolaylı olarak faizcilere vergi ödemiş olurlar.
Hükümetlerin kalkınma faaliyetlerine girişmek için hazineden aldıkları borçların faizini vatandaşlar öder. Çünkü hükümetler borçla birlikte faizini de kapatmak için değişik vergiler çıkarmak zorunda kalırlar. Böylece herkes bu kısır döngü ile faizcilere verilen haracın ödenmesine katılır. İşin bu aşamada kalması ve borçların sonunda sömürgeciliğe yol açmaması nadirdir.
Allah şu dört kimseyi cennete koymaz, nimetlerinden tattırmaz:
1. Devamlı içki içen
2. Faiz yiyen
3. Haksız yere yetim malı yiyen
4. Ana babaya kötülük eden Hadis-i Şerif
Allah sadakası verilen malı bereketlendirir. Sevabını kat kat verir. Riba malını ve riba karışan malın bereketini kaldırır, helak eder.
Riba (faiz) ile sadaka arasında, zıt yönden bir münasebet vardır. Sadaka, Allah'ın emriyle, kişinin malını noksanlaştırmasıdır. Ribâ ise, Allah'ın yasakladığı bir şekilde, kişinin malını artırma isteğinden ibarettir.
Sadakadan dolayı hiçbir zaman mal eksilmemiştir. Hadis-i Şerif
İnfak ve faiz
İnfaka dayalı İslâm düzeni ile şeytanın adımlarına dayalı fâiz düzeni kesinlikle gece ve gündüz kadar birbirine zıt iki düzendir. Hiçbir konuda birbirlerine benzemezler.
Rabbimiz iki insan tipi sergiledi. Birincisi; önceki âyetl erde anlatılan; malını, bilgisini, parasını, zamanını, atını arabasını All ah için kardeşlerinin hizmet ine sunan, Allah için her şeyini kardeşleriyle paylaşmaya hazır olan mü'min. Ötekisi; zaten ezilmiş çaresizlikler içinde kıvranan kardeşlerini biraz daha ezmek için fırsat kollayan, her şeyi menfaat esasına bina eden, bencil ve zâlim insan.
Sadaka cömertliktir, malda ve nefiste temizliktir, arınmad ır, insanlar arasında dayanışma, kardeşlik ve yardımlaşmad ır, fedâkârlıktır, diğergamlıktır. Fâiz ise cimriliktir, bencilliktir, ferdiliktir, zulümdür ve insanları ezmedir.
Sadaka; Allah için sahip olun an malı karşıdakine fedâ etmektir. Borcu karşıdakinin hizmetine sunmaktır. Fâiz ise; borcu borçlunun etinden, kanından ve emeğinden koparılmış bir fazlal ıkla onu geri almaktır.
Eğer fâizle borç alan kişi aldığı bu para ile çalışıp çabalay ıp kazanmışsa, fâiz onun bu emeğinden çalınmış bir fazlalıktır. Eğer borç alan kişi aldığı bu para ile kazanamamış veya zarar etm işse o zaman bu fâiz denen fazlalık onun etinden koparılmış bir parçadır. İşte tüm fâizcilerin yiyip içtikleri budur. Kendileri hiçbir çaba göstermeden, en ufak bir emek bile sarf etmeden insanların emeklerini, gayretlerini, alın terlerini, kanlarını fâiz geliri diye kend ilerine döndüren bu insanla rın akıbetleri hem bu dünyada hem de öbür tarafta çok korkunç ola caktır.
Bu fâiz âyetlerinin konu edildiği bölümün hemen önces inde uzun uzun infaktan söz edildi. Sonrasında fâiz âyetleri geldi. Demek ki fâizin kökünün kazınmasının yolu, infaktan ve karşılıksız borç vermekten geçmektedir. Eğer toplumda infak, fâizsiz borç verme yaygınlaşırsa fâizin kökü kazınıp gider .
Bugün iman yoksunu oldukları için fâizi savunanl ar, fâizin alternatifinin ne olacağını sormayı âdet haline getirmişlerdir. 'İyi tamam fâizi kaldırırsak bun un yerine neyi oturtacağız?' derler. Rabbimiz bu âyetler in insicamıyla bunun alternatifini anlatıyor; Allah’a iman, Allah adına ve Allah rızası için infak, Allah için hiçbir karşılık beklemeden sıkıntı içinde kıvranan müslüman kardeşlerimize borç verebilmek.
"Allah; haramı helal tanımakta ısrar eden kafiri ve çok günahkarları sevmez." O; tevbekârları sever, onlardan razı olur. Faiz ise çok kafirce, nankörce işlenen bir günahtır.
Allah'ın haram kıldığı şeyleri helal kabul edenler için en uygun vasıf küfran-ı nimet ve günahkarlık sıfatlarıdır. İsterse o, bin defa kelime-i şehadet getirsin. İslam, sadece dille söylenen bir laftan ibaret değildir. İslam bir hayat nizamı, bir hareket düsturudur. Onun bir parçasını inkar etmekle bütününü inkar etmek arasında fark yoktur.
Cafer-i Sadık Hazretlerine ‘Allah faizi niçin haram kılmış?’ diye soruldu, şu cevabı verdi: ‘İnsanların birbirlerine karşılıksız iyilik yapmaları, ihsanda bulunmaları için. Zira faiz helal kılınsaydı birbirine beklemeden iyilik yapan kalmazdı. Yapılan her iyiliğin karşılığı dünyada karşılık bekleyen çok olurdu.’
Unutma; sana ışık tutanlara sırtını dönersen göreceğin tek şey kendi karanlığındır.
Küçük nimetleri hor görüyorsanız, büyüğünü zor göreceksiniz demektir.
Minnet insanların en az hissettiği duygudur.
Mümine günahın verdiği mahcubiyet günahtan daha ağırdır.
Allah’a isyan ettiğimi, bir günah işlediğimi; hayvanımın ve hizmetçimin bana davranışından hemen anlarım. Fudayl b. İyaz
En akıllı kimse takva üzere yaşayan, en ahmak kimse kötülük ve günah üzere yaşayan kimsedir. Hz. Hasan
✽ ✽ ✽
Malik b. Dinar'a sordular:
- Nasılsın?
- Nasıl olacağım? Allah'ın nimetini yiyor, şeytanın sözünü tutuyorum.
✽ 'Allah faizi mahveder' cümlesi, müzari fiille başladığı için istimrar-ı teceddüdi bildirir. Her devirde daima faiz azalacaktır.
✽ "Faizi yok eder" cümlesiyle "Sadakaları arttırır" cümlesi arasında ikili mukabele vardır.
✽ يُرْبِي fiili ile الرِّبٰوا kelimeleri arasında cinas-ı tam vardır. Birincisi; 'artma' anlamında fiil, ikincisi ise aynı kökten gelen 'Faiz' anlamında isimdir.
✽ "Allah her nankör ve günahkarı sevmez" cümlesinde muktezayı zahirin hilafına kelamdan zamir yerine 'Allah' açık ismi gelmiştir. Emre itaati kuvvetlendirmek, kalbe korku bırakmak içindir.
✽ Lazım; Allah nankör ve günahkarı sevmez. Melzum; onlara rahmetiyle nazar etmez, muvaffakiyet vermez.
✽ "Allah her nankör ve günahkarı sevmez" cümlesinde, كُلُّ 'den önce nefy edatı geldiği için umumiyet bildirir. Yani Allah kim olursa olsun, kadın erkek, genç-yaşlı hiçbir günahkarı ve nankörü sevmez. كَفَّار ; hem nankör hem de kafir manasındadır, tevriye-i mücerrededir.
✽ كَفَّار ve اَثٖيم kelimeleri arasında muraat-ı nazır vardır.