278- Ey iman edenler Allah’tan korkun ve henüz almamış olduğunuz faizleri bırakın, eğer gerçek müminler iseniz.
Takva, imanın en kuvvetli tanığı. O bir güneş gibi kalbe dolunca, eseri bütün azalarda görülür. Takva, sakınmak, korunmak demektir. Küfürden, masivadan, günahtan korunmak. Bu nedenle Cenâb-ı Hakk ‘اتَّقُوا’ emrini müminlere sık sık hatırlatır. Bu ayette de faiz konusu zikrediliyor. Faizle uğraşmayın, almayın, vermeyin, ilişkinizi bütünüyle kesin, önceden böyle bir şey yaptıysanız, faiz kısmını tamamıyla bırakın. Eğer müminseniz bunu yapmak zorundasınız. Her günah, küfre açılan kapıdır. İşlediğiniz her günah, kalpte siyah leke olur. Tevbe ve günahtan vazgeçilmezse, noktalar büyür, kalbi kaplar, kalp kararınca ‘hatamallahu ala kulubihim’ mucibince kalbe mühür vurulur. Artık kör, sağır ve dilsiz olur. Hakka, doğruya dönmesi mümkün olmaz. Onun için iman ve takva bir çok ayetlerde birlikte zikredilmiştir. Burada da faiz bir yangın, her şeyi yakar kül eder. Faize bulaşırsan, ana paranı al ve derhal oradan kaç.
Ey iman edenler, kendinizi Allah'ın azabından koruyun. Alacaklı olduğunuz insanlara şart koştuğunuz faizi tamamen bırakın. Çünkü gerçek iman Allah tarafından emredileni yerine getirmeyi gerektirir.
Takva; nefislerin ta içinden fışkıran bir teminattır. Takva; kanuni hükümlerin üstündedir. İnsanoğlu tarafından ortaya konan hiçbir kanun takva kadar teminat veremez. Kuvvet ve kudret sahibi Allah'ın korkusundan doğan takva kalplere yerleşmedikçe dışarıdan yapılan murakebeler insanı kötülükten alıkoyamaz.
İslâm'da ahlâki düzen ile pratik düzen birbirine tamamen bağlıdır. İnsan, bütün davranışlarında hilafet sözleşmesi ile bağlıdır. Hayatı boyunca sergilediği tüm yeteneklerinden dolayı denenip, sınanmaktadır, ahirette de bunlardan hesaba çekilecektir. Biri ahlâki, diğeri pratik olmak üzere iki ayrı düzen yoktur. İnsanın tüm davranışları iyiliğine sevap, günahına azapla karşılık verilecek ibadet kapsamına girer. İslâm ekonomisi ahlâksız olamaz.
Faiz düzeni kötülük, ihtiras, bencillik, aldatma ve kumar ruhunu yayarak kişinin vicdanını, ahlâkını, sahip olduğu değerleri bozmadıkça yerleşemez. Faizle borçlanan sermaye hem faizini ödemek hem de borçlarını yararlandırmak için kârını garantiye almak zorundadır. Bu yüzden açık saçık filmler, gazeteler, oyun ve eğlence yerleri, beyaz kadın ticareti gibi ahlâki çöküntü meydana getiren yöntemlerle doğrudan sömürür. Faizle borçlanan sermayenin derdi insanlık yararına girişimlerde bulunmak değildir. Onun derdi en alçak huyları, en iğrenç eğilimleri kullanarak da olsa kâr etmektir. Yeryüzünün her köşesinde görülen bu manzaranın baş sebebi faizci düzendir.
❊ ❊ ❊
2005 yılından bu yana kredi kartı ve banka borçları yüzünden intihar edenlerin sayısı 300’ün üzerinde. Bu tablonun nedeni ne? Kredi kartı ve banka borcu yüzünden intiharın eşiğine gelenler sadece harcamalarını gelirlerine göre ayarlayamayan, hesap bilmeyen kişiler mi? Hayır! Bu uzun ve kanlı listenin en büyük sorumlusu bankalar. Bankaların haksız, yasa tanımayan, borcunu tahsil etmekten çok, borçluyu sıkıştırmaya, bitirmeye yönelen tutumları. Yasalara aykırı biçimde “bileşik faiz” uygulayarak borcu hızla katlamaları, ödenir halden çıkarmaları. Kişilere gelirlerinin çok üzerinde limitler verip borçlandırması. Anaparaya faiz ekleyip yeni tutarı tekrar faizlendirmeleri ve borçluların yıkımı pahasına bunu tahsil etmek için her şeyi yapmalarıdır.
Borçlar Kanunu’na göre Türkiye’de tüccarlar arasında sözleşmeler dışında bankaların “faize faiz” uygulaması yasak. Buna rağmen bankalar faize faiz ekleyerek borçları hızla arttırmayı tercih ediyor. Bankalar hukuku hiçe saydığından 2003,2006 ve 2009 yıllarında çıkarılan ve borçların yeniden yapılandırılmasını, bileşik faizden arındırılmasını öngören düzenlemeler de yaraya çözüm olabilmiş değil.
Aile ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü'ne göre 2000 yılından sonra her 10 evli çiftten 7’si kredi kartları yüzünden boşanıyor. Kredi kartları yüzünden huzursuzluğa sürüklenen aileler, bunun sonucunda büyük umutlarla kurdukları ailelerini yıkıyorlar. Yapılan araştırmalar boşanmaların en büyük sebebinin banka borçları olduğunu gösteriyor.
Ayet-i kerime müminlerin iman etmeleri için faizi terk etmelerini şart koşuyor, imanı faizi terk etmeye bağlıyor. Allah'tan korkup da artakalan faizden vazgeçmedikleri takdirde imanla alakaları kalmaz. Onlar ne kadar mümin olduklarını iddia etseler de mümin değillerdir. İmanla alakaları yoktur.
Allah'ın emrine itaat etmedikçe, hükmüne inkıyad etmedikçe iman iman olmaz. Allah'ın şeriatını günlük hayatta tatbik edip razı olmadan iman adının arkasına gizlenip müminlik iddiasına izin yoktur. 'İman' akidesi ile yaşanan muamelatın arasını ayıranlar gerçek mümin değildir. Bir takım ibadetleri ifa etseler de dinin hükümlerini parçalara bölenler, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddedenler mümin olamaz.
Mü'min
Bir müminin gönül alemi ve kemali, davranışlarında sergilenir. O, daima alçak gönüllüdür, zamanlarının ve nefeslerinin kıymetini bilip israf etmez. Allah (cc)’ın kullarını sevip onlarla çekişmez, muhataplarına dini seviyelerine göre muamele eder, kabahat örter.
Haram ve helale dikkat eder, herkesin küçük gördüğü masiyetleri büyük görür. Zira günahını küçük gören -haşa- Allah (cc)’ı küçümsemiş olur.
Mümin Mevla'nın rızası yolunda, seher vakitlerini namaz, zikir, dualarla zinetlendirir. Aile efradı ve büyüklerin hizmetindedir. Dünyacılarla ülfeti azaltıp, salihlerle bir aradadır. Akrabalarından muhtaçların hizmetinde olup, gerek lisanen, gerek maddeten yardımda bulunur. En önemlisi haram ve helale titizlik gösterir. Kulluktan fire vermemek için çarşı pazar işlerinde de dikkatli davranır.
Bütün hatalar, nisyanlar, bocalamalar, kul zikirden gafil olduğu anlarda husule gelir. Zikrin manevi halini devam ettirenlerde dünya kederi, üzüntüsü, hatta lüzumundan fazla dünyevi neşe de bulunmaz. Daimi huzur, sehavet ve mahlukata şefkatli olmak, o boşluğun yerini doldurur.
İman sâhibi:
• Hırsa kapılmaz.
• Aceleci değildir.
• Kalbinde her şeye karşı çekinme duygusu vardır.
• İç âlemini dünyaya kaptırmaz.
• Allah’ın emrine girer.
• Nefsinin istekleri peşinde koşmaz.
• Dünyaya dâir istekleri arkaya atar.
• Yaptığı taat için Allah’dan kabul diler.
Ribanın bırakılmasında masivayı bırakmaya da işaret vardır.
(Çünkü riba kelimesinin anlamlarından biri de, artmak, çoğalmaktır.)
'Ribayı bırakın' Kendisi için yaratıldığımız Allah’a yakinen inanın. Sizi kimse için yaratmadı, ama her şeyi sizin için yarattı.’ (Bakara, 29)
'Ve Allah'tan korkun.'
Takva; aşağı derekelerden yüksek dereceye terakkidir. Avamın takvası, marifetle küfürden, tevhitle şirkten, ilimle cehilden, taatle günahtan, güzel ahlakla kötü ahlaktan çıkıp şeriatın şartlarını yerine getirmeye çalışmaktır.
Havassın takvası vasıflarının hicabından çıkıp Hakk’ın sıfat tecellilerinin derecesine ulaşmaktır. Bunun için havas sidre-i münteha, cennet-i me’va gölgesinde gölgelenmeye yönelip, sidreyi kaplayan hibelerle menfaatlenecektir.
Havassül havassın takvası, gözlerin aşmadığı inayet cezbesiyle müntehaya, Kâbe kavseyn vasıflarına nefsi yok etme nihayetiyle, envar-ı kuds bidayetine dönecek. Burası ‘Nefsini bilen Rabbini bilir’ makamıdır. Hakiki takva, iman-ı hakikide bulunur.
✽ Ayetin başında 'İman edenler' buyrulup, sonunda şart cümlesi ile 'Eğer mümin iseniz' buyrulması, imanın hakikatine ermeye tarizdir.
✽ Şartın müzari dışında maziyle gelişi; bildiğiyle amel etmeyen muhatabı ikaz için, şartın vukuuna rağbet izharı içindir.
✽ Yine icazı hazıf vardır, şart zikredilmiş, cevabı hazfedilmiştir.
✽ Lazım; 'Allah'tan korkun' melzum; azabından, cezasından korkun.
✽ 'İman' ve 'Takva' arasında muraat-ı nazır vardır.
✽ 'Ey iman edenler' cümlesindeki اٰمَنُوا ile ayetin sonunda gelen 'Eğer mümin iseniz' cümlesindeki مُؤْمِنٖينَ kelimesi arasında, iştikak cinası, reddü'l aciz alessadri, muraat-ı nazırdan teşabuhel etraf vardır.