Sureler

Göster

Bakara Sûresi 282. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُؕ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِࣕ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ وَلْيُمْلِلِ الَّذٖي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـٔاًؕ فَاِنْ كَانَ الَّذٖي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفٖيهاً اَوْ ضَعٖيفاً اَوْ لَا يَسْتَطٖيعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِؕ وَاسْتَشْهِدُوا شَهٖيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىؕ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواؕ وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغٖيراً اَوْ كَبٖيراً اِلٰٓى اَجَلِهٖؕ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدٖيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاؕ وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْࣕ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهٖيدٌؕ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُؕ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلٖيمٌ

282- Ey iman edenler, birbirinizden belirli bir vakte kadar borç aldığınızda onu yazınız; aranızda yazı bilen biri dosdoğru yazsın ve yazıcı Allah’ın kendisine yazıyı öğretmiş olduğu gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu da söyleyip yazdırsın, Rabbinden korksun, borcundan bir şey eksiltmesin. Borçlu kafası iyi çalışmayan, aciz veya yazdıramayacak kimse ise velisi doğru olarak yazdırsın. Ve erkeklerden iki şahit gösterin. İki erkek bulunmazsa râzı olacağınız bir erkekle iki kadın şahit olsun ki, kadınlardan biri unutursa, öteki hatırlasın. Şahitler çağrıldıklarında şahitlik etmekten kaçınmasın az olsun çok olsun vadesiyle birlikte onu yazmaktan üşenmeyin; bu Allah nezdinde en doğru, şahitler için en sağlam, şüpheye düşmenizden en uzak olanıdır. Ancak aranızdaki alış veriş peşin olursa yazmamanızda bir sorumluluk yoktur. Alış veriş yaptığınızda da şahit tutun; yazana da şahide de asla zarar verilmesin; bunu yaparsanız bu sizin için bir günahtır. Allah’tan korkun; Allah size öğretiyor ve Allah (c.c.) her şeyi bilir.

 

Borç vermeyi zorlaştıran engel, güvensizlik olduğundan, Cenâb-ı Hakk kitabında en büyük yeri borçlanmadaki yazışmaya ayırmış, konu döne döne anlatılmış, tekitlerle pekiştirmiş. Bu ayet, bütün senet, sepet, muhasebe, noter sisteminin temelini atmaktadır. İki tarafın yazması, bir de iki şahidin olması, işi sağlama almanın en güzel yolu. Kötü niyet olmasa da insan unutabilir, şaşırabilir. Söz uçar, yazı kalır.
 

Âyetin öncesi ile münasebeti;

Allah’u Teâlâ, infâk etmek suretiyle, diğeri de ribâyı terketmek sebebiyle malın eksilmesine yol açan iki tür hükmü zikredip, sonra bu iki hükmü büyük bir tehdit ile bitirmiştir: "öyle bir günden sakınınız ki o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra (o günde) herkese kazandığı tastamam verilecektir..." (Bakara, 281). Takva; kazanç ve menfaat yollarının çoğundan insanı alıkor. Cenâb-ı Hak, bunun peşinden, insanı helâl malın korunma biçimine, onu zayi olmaktan muhafaza yollarına teşvik ederek, bu yazma hükmünü getirmiştir. Çünkü, Allah yolunda infâka, ribâ'yı terke ve takvaya muktedir olabilmek, ancak mal bulunmasıyla hasıl olabilir.

Bu incelikten ötürü, helâl malın muhtelif telef ve zayi olma sebeplerinden korunması için, önemli ve dikkat çekici tavsiyelerde bulunmuş, emirler vermiştir. Bunun bir benzeri de Nisa sûresindeki "Allah'ın dünya geçimi için vesile kıldığı tasarrufunuzdaki malları, akılsızlara vermeyin" (Nisa, 5) âyetidir. Bu âyette Cenâb-ı Hak, hem dünya hem de âhiret faydalarının teminine vesile olmasından dolayı, mal hususunda insanları ihtiyatlı olmaya teşvik etmiştir.
 

‟ اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى ” Belirli bir vade ile borçlandığınız zaman...

Âyet-i kerîmede ifade edilen "deyn" kelimesi hem selem akd ini, hem karz-ı haseni yâni karşılıksız borç vermeyi hem de vadeli satışlardan doğacak borçlanmaları içine almaktadır. Ancak dil alimlerine göre karz ile deyn farklıdır. Bu nedenle âyette yazılması istenen borçların karzdan doğan borçlar değil, sadece alışverişten (yâni selem alışv erişinden) doğan borçların yazılmasıdır.

Allah’u Teâlâ, ribâyı yasaklayınca, her ne kadar ribâdan elde edilmek istenen bütün faydalar "selem" akdinde de sözkonusu ise de, bu âyetin tamamında selem akdine izin vermiştir. Cenâb-ı Allah, haram bir yolla ulaşılan her lezzet ve faydayı elde etmek için, mutlaka helâl ve meşru olan başka bir yol koymuştur. 'Helal keyfe kafidir.'

اَلْقَرْضُ kelimesinin ifâde ettiği mâna, اَلدَّيْنُ kelimesinden farklıdır.

اَلْقَرْضُ insanın para, hububat, hurma veyahut da buna benzer bir şeyi başkasına borç olarak vermesidir. Bunda bir süre ve bir mühlet tanımak caiz değildir. اَلدَّيْنُ’de ise, mühlet caizdir.

تدَايَنَْتمُْ kelimesi zaten borca delalet etmektedir. Peşinden بِدَيْنٍ 'Borç ile' kelimesinin gelme sebebi:

- "Tedayün" kelimesinin iki mânası vardır: Mal ile borçlanma, diğeri de "karşılığını vermek" anlamında borçlanma. Bu, Arapların "Nasıl muamele edersen, o şekilde muamele olunursun" sözünden alınmıştır. بِدَيْنٍ ceza mânasına gelir. Allah’u Teala, bu iki mânadan birisini tahsis etmek için, بِدَيْنٍ kelimesini zikretmiştir." -Tekmil ve ihtiras itnabı-

فَاكْتُبُوهُ "Onu yazınız..." lafzındaki zamirin, "deyn" kelimesine râci olması için بِدَيْنٍ zikredilmiştir. Bu kelime zikredilmeseydi فَاكْتُبُو الدَّيْنَ "Borcu yazınız " denilmesi gerekirdi. Ayetin nazmı güzel olmazdı. -İtnabtan iygal-

- Allahu Teâlâ bu ifâdeyi, te'kîd için zikretmiştir.

- فَإذا تَدايَنْتُمْ أيَّ دَيْنٍ كانَ صَغِيرًا أوْ كَبِيرًا، عَلى أيِّ وجْهٍ كانَ، مِن قَرْضٍ أوْ سَلَمٍ أوْ بَيْعِ عَيْنٍ إلى أجَلٍ "Belirli bir müddete kadar, ister büyük olsun ister küçük olsun; ister karz olsun, ister selem olsun; veya aynî bir malı satma olsun, her ne şekilde olursa olsun, bir borçla boçlandığınızda" demektir. Mefulu mutlak tekit, nev, adet bildirmiş, faideyi çoğaltmak için zikredilmiştir.
 

اَجَلٌ kelimesinin manası:

Müddetin sona erdiğini belirtmek için tayin edilmiş olan zaman dilimi demektir. İnsanın eceli, ömrünün sona ermesi için belirlenmiş vakittir. Borcun eceli ise, ilerde ödeneceği muayyen bir vakit demektir. Bu kelimenin aslı ise, "geciktirmek"tir.

مُسَمًّى kelimesinin zikrindeki fayda; o zamanın, malûm bir zaman olduğu hükmünü belirtmektir. Meselâ bunu yıl, ay, günler... diye vakitlendirmek ve belirlemek gibi... Cenâb-ı Hak, "Hasad zamanına kadar"; "harman zamanına kadar" veyahut da, "Hacılar, haccdan dönünceye kadar..." şeklinde söyleseydi, muayyen bir zaman ortaya konulmamış olurdu.

Bir alım satım sonucunda doğacak borçların zamanı tayin edilmelidir. Ama bir alış veriş sonucu değil de karz olarak, yâni toplumda el ödüncü dediğimiz borçlanmalarda belgelemek olsa da zaman tayini yoktur. Çünkü bu tür el borçlarında alacaklı her ân onu alabilmelidir. Zira burada ticaret borçlanmalarında old uğu gibi herhangi bir menfaatlenme söz konusu değildir. Bu borçlarda alacaklının ona ihtiyacı olduğu andan itibaren borçlunun vermeyip bekletmesi caiz değildir.
 

Borç Akdinin Nevileri

1- Ayeti kerime "Selem akdi” hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde, Medineliler iki veya üç sene süreyle olmak üzere, hurmada "selem" alışverişi yapıyorlardı.

Selem akdi: Parayı peşin yatırıp malı sonra almak suretinde yapılan alışveriş muamelesidir.

Peygamber (sav): "Selem akdi ile hurma almak isteyen belli ağırlık, belli miktar ve belli zaman tayin ederek alabilir" buyurdu.

Bütün âlimlere göre böyle bir alışveriş caizdir. İbni Abbas; "Allah’ın belirlenmiş bir zamana kadar yapılan sel em akdini helâl kıldığına ben şehâdet ediyorum" demiş ve bu âyeti okumuştur.

2- Alışverişler dört şekilde olur:

a) Mal karşılığında mal vermek. Bu, "müdâyene" değildir.

b) Borcu, borç ile değiştirmek. Bu muamele bâtıldır, âyetin hükmü altına girmez. Geriye iki şekil kalır.

c) Borçlanarak mal almak. Bu, parasını daha sonra vermek üzere birşey satın almaktır.

d) Parayı peşin verip, malı sonra almaktır. Buna, "selem" denilir. Bu son iki alışveriş şekli, "müdâyene" âyetinin hükmüne dahildir.
 

‟ فَاكْتُبُوهُ ”  Onu yazın.

Yazma ve şahid tutmanın faydası şudur: Zamanla ilgili bir şey, gecikebilir, araya unutkanlık girebilir ve bazen de inkâr edilebilir. Borcu yazmak, her iki taraf için de, malı muhafaza vesilesidir. Çünkü alacaklı, alacağı miktarı yazdırarak ve şahid tutarak kayıt altına aldığını bildiğinde, fazlasını ve zamanı gelmeden önce borcunu istemekten sakınır. Borçlu olan kimse de, bunu bildiği zaman malı inkâr etmekten sakınır, borcunu vaktinde ödeyebilmek için, vaktinden önce tedbirini alır.

Bazı alimler “فَاكْتُبُوهُ” emrinin vücub ifade ettiğini, ancak "Eğer bir seferde bulunuyorsanız, bir yazıcı da bulamazsanız, o vakit, birtakım rehinler alırsınız. Eğer birbirinizden emin olmuşsanız, kendisine inanılan adam, Rabbi olan Allah'tan korksun" (Bakara, 283) âyetiyle mensûh olduğunu söylemişlerdir.

Emrin zahiri “nedb” (mendup) ifade eder. Vâcib olması müslümanlara büyük bir külfet yüklemek demektir. Halbuki Peygamber (sav), "Ben, kolay ve müsamahalı olan Hanîflik (tevhid) inancıyla peygamber olarak gönderildim" buyurmuştur.

Borcu yazacak kişinin adil olması gerekir. فَاكْتُبُوهُ emrinin zahiri, yazmanın herkese vacib olmasını gerektirir. Bu imkansızdır. Bazen muameleyi yapan kimseler, yazmayı bilmeyebilir. Buna göre emrin manası, yazmanın mutlaka bulunmasıdır. Bu Allah’u Teâlâ'nın tıpkı, "Erkek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin" (Maide, 38) âyetinde olduğu gibidir. Ayetin zahiri, bu işi herkesin yapması gerektiğini ifâde ediyorsa da, maksat el kesmenin, imâm (devlet başkanı), onun naibi, yahut da müsade ettiği bir görevli yani tek bir kişi tarafından ifa edilmesidir. Bu ayette de böyledir.

Allahu Teala buyurur ki; işte böyle bir selem alışverişi yaparak borç lan dığınız zaman, o borcunuzu gün, ay gibi belirlilik ifade eden ve bilinm ezliği ortadan kaldıracak şekilde yazınız. Falan kişiye filan ayın fi lan gününde ödenmek üzere şu kadar borcum vardır, diyerek yazın. Yâni Allah sizin için fâizi haram kıldı diye borç ile veresiye muameles ini de haram kıldı sanmayın. Allah buna izin vermiştir, birbirinize borç alıp verebilirsiniz, parasını sonr adan ödemek üzere alışveriş yap abilirsiniz ama bu borçları vadesi belli olarak yazmanız ve belg elemeniz gerekmektedir. Hattâ günlük alışverişleri bile belgelemek, yazmak her zaman yazmamaktan bizim için daha iyidir.
 

‟ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ  ” Aranızda bir katip adaletle yazsın.

"Borçlu ve alacaklı her biriniz birbirinizin yokluğunda onu kendi kendi nize kendi defterlerinize yazdığınız gibi bununla yetinmeyip bir de ayrıca ikinizin birlikte kabul edip adâletine güvendiğiniz bir katibe de yazdırın."

Yazma işinin, anlaşmaya taraf olanların dışında üçüncü bir kişi gerektirmesi ihtiyat ve mutlak tarafsızlık içindir.
 

Adil katip

Bu tür yazışmaları yapacak kişilerin müslüman, âdil, dinine bağlı ve fıkıh bilgisine sahip, yazması düzg ün olan kişilerden olması gerekmektedir.

Kâtip, borcu ne fazla ne de noksan göstermeyecek ve ihtiyaç anında delil olabilecek bir biçimde yazmalıdır.

Kâtip, fakîh olursa, borcu, her iki tarafın da lehine olabilecek bir biçimde yazması gerekir. Hatta, taraflardan birinin, diğerinin kendi hakkını iptal edemeyeceği hususunda emin olabileceği biçimde yazması lâzımdır.

Kâtip borcu, ehli ilim arasında "müttefekun aleyh" olacak ve hiçbir hâkimin, müçtehid imamlardan bazısının mezhebine göre iptal etme imkânı bulamayacağı bir tarzda yazmalıdır.

Yazılan şeyin ne olduğu hususunda çekişmeye sevkedecek mücmel ve mübhem lafızlardan kaçınmalı, açıkça yazmalıdır.
 

‟ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْ  ” Katip, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin.

♦ Bu, farz kılma manasında değil de, evlâ olana sevketme mana-sında emirdir ve manası şöyledir: "Allahu Teâlâ, o kimseye yazmayı ve belgeleri tanz im edebilmeyi öğretip, bu âyetlerin şer'î hükümlerini bilme şerefini nâsib ettiği için, ona yakışan, bu nimetin şükrünü edâ etmek; müslümanların kendiler ine ihtiyacı olduğu zaman yardımı esirgem emek, kardeşinin mühim işini yazarak yerine getirmektir. Allah’u Teâlâ, o kimseye bunları öğreterek faydalandırdığı gibi, o da yazısı ile insanları faydalandırır.

Allah (cc)’ın öğretmesindeki mana, akdedildiği gibi yazıp haksızlık, hile ve aldatmanın olmamasıdır. Allah’ın öğrettiği ancak, insanın fıtratında yerleştirilmiş olan haktır. Bu cümle, Resulullah'ın (sav) ‘İnsanlar fetva verse de sen nefsine danış’ hadisine işaret eder.

Borçları yazmak; herhangi bir yazıyla yazmas ını bilen kişiye farz-ı kifayedir. Fakat böyle bir işle görevlendirildiği andan itibaren bu iş onun üzerine farz-ı ayın olm aktadır

♦ Eğer başka yazacak kimse bulunamazsa, bu şahsın onu yazması farzı ayn olur. Eğer yazabilecek başka kimseler bulunursa, yazmak sadece içlerinden birine vâcib olur.
 

‟ وَلْيُمْلِلِ الَّذٖي عَلَيْهِ الْحَقُّ  ” Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın.

'Hak kendi üzerinde olan' ifadesinde kastedilen; borcu alandır. Borçlu kişi bu şekilde yazdır arak zimmetindekini ikrar ve tespit etmiş olacaktır. O halde yazıya geçecek ifade ikrar sahibinin yâni borçlunun ifadesi olacaktır.

Bundan anlaşılan şudur: Böyle bir borçlanmada bu borc un senede geçirilip tesbit edilmesini borçlunun teklif etm esi gerekmektedir. "İmla ettirsin, yazdırsın" hitabı borçluyadır. Böylelikle borçlu kendi diliyle borcunu kabul etmiş, bu konuda şek ve şüph eyi kaldırmış olacaktır.

Borç alanın yazması; borç verenin dikte ettirmesi halinde borcun miktarını arttırmak, süreyi kısaltmak veya kendi yararına belli şartlar koyarak borçluyu aldatma ihtimalini bertaraf eder. Borcu alan zayıf bir konumdadır. İhtiyacını gidermeye şiddetle muhtaç olduğundan itiraz etmeyebilir, dolayısıyla aldanabilir. Borçlu yazdırırsa, kendisinden istenen borcu güzel bir duyguyla yazdırır.

Aynı zamanda bu emir; borcunu yazdıran borçlunun vicdanını harekete geçirip kararlaştırılan borcu ve diğer şartları eksik yazdırma hususunda Allah'tan korkmasını temin içindir.

Yazma işi ancak borçlunun yazdırması ile tamamlanr. Borcunun ne kadar olduğunu, ne olduğunu, nasıl ve ne zamana kadar olduğunu ve benzeri şeyleri itiraf etmelidir.

      ✽      ✽      ✽ 

Bir bedevinin Resulullah’tan alacağı vardı. Onu istemek üzere Resulullah’ın huzuruna geldi. Alacağını isterken bedevi sert sözler sarfetti. Hatta: ‘Borcumu ödeyinceye kadar seni rahatsız edeceğim’ dedi. Ashab-ı Kiram araya girerek:

‘Yazık sana! Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın?’ diye bedeviyi azarlamaya kalktılar. Adam:

‘Ben hakkımı istiyorum’ dedi. Resulullah:

‘Siz neden hak sahibinden yana değilsiniz?’ buyurdu ve hemen Havle binti Kays’a adam göndererek:

‘Varsa kuru hurmadan borcumu ödeyiver, bizimki gelince sana öderiz’ dedi. Havle binti Kays:

‘Hay hay, babam sana kurban olsun’ dedi ve Resulullah’a istediği kadarını verdi, o da borcunu kapadı. Ayrıca bedeviye ikramda bulundu. Bundan memnun kalan bedevi:

‘Borcunu güzelce ödedin, Allah da sana mükafatını tam versin’ dedi. Efendimiz şöyle buyurdu:

‘İşte borcunu güzel ödeyenler insanların hayırlılarıdır. Zayıfların eziyet edilmeden hakkını alamadıkları bir topluluk iflah olmaz.’

      ✽      ✽      ✽ 
 

‟ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـٔاً ” Rabbi olan Allah'tan korksun, hiçbir şeyi eksik bırakmasın.

Borçlu, borcun ne kadar olduğunu eksiksiz söylesin ve noksansız versin. Hem onu yazdırmaktan çekinmesin hem de tarafların üzerinde anlaşt ıkları bir konuda herhangi bir şey eksiltmek, fazlalaştırmak gibi bir yanlışlık yapmasın. İfadede değişiklik, ilerde iht ilâflara ve yanlış anlamalara sebebiyet verecek bozuk bir cümle yazd ırarak gelecekte borcun hukukî şeklini bozac ak, tahsilini zorlaştıracak bir usulsüzlüğe tevessül etmesin. Bu konuda muttaki davransın.

Rabbimiz bur ada, borçlanmayı yazacak kişileri kendi ismi ve sıfatlarıyla kork utmaktadır. Çünkü borçlunun nehyolunduğu şeye meyli vardır. İnsan fıtrat ve karakterinin gereği olarak mümkün mertebe zararı kendinden uzaklaştırmaya ve zimmetindeki yükleri hafifletmeye çalışır.
 

‟ فَاِنْ كَانَ الَّذٖي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفٖيهاً اَوْ ضَعٖيفاً اَوْ لَا يَسْتَطٖيعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ ” Eğer üstünde hak bulunan (borçlu) bir beyinsiz (cahil) veya bir zâif olur, yahut da bizzat yazdırmaya gücü yetmezse, velisi dosdoğru yazdırsın.

Borçlu sefihse yâni parasını çarçur edecek, aklı kıt, savurgan biriyse, ya da zayıf, çocuk, deli, cahil, bunaklık derecesinde yaşlı ise, yahut da yazdırm aya gücü yetmeyen dilsiz, kekeme veya yazılacak dili bilmeyen bir yabancı, yazdıracak kimsesi olmayan birisiyse o zaman velisinin onun aldığı borcu adâletle yazdırması gerekmektedir. Borçlu kimsenin ikrarı muteber olmadığı zaman, velîsinin ikrarı geçerlidir.

Sefîh; buluğa ermiş, aklı noksan ve görüşü zayıf kimsedir.

Zaif; küçük, deli ve bunak manasına gelir. Bunlar tamamen akıldan yoksun kimselerdir.

Bizzat yazdırmaya gücü yetmeyen kimse; dilsiz olduğu için yazdıramayan ya da lehine ve aleyhine olan şeyleri bilemeyen kimse demektir. Bu kimselerin, ne yazdırmaları ne de ikrarları sahih olur. Mutlaka onların yerine, bunu yapacak velinin bulunması gerekir. Malında tasarruf etmekten şer'an alıkonan sefîh'in velîsi ile, çocuğun velîsi, diğer işleri ikrar ettikleri gibi, borcu da ikrar ederler.

Borç kendine ait olmadığından veli olan kişinin az da olsa gevşek davranması mümkündür. Anlaşmanın sağlıklı yürümesi için burada 'dürüstlük' zikredilerek, bu konuda ihtiyatlı davranmaya dikkat çekilmiştir.
 

‟ وَاسْتَشْهِدُوا شَهٖيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ ” Erkeklerinizden iki şâhid tutun.

"مِنْ رِجَالِكُمْ - Sizin dindaşlarınızdan" Müslümanlardan, hür, akil bâliğ erkeklerinizden, adaletleri sebebi ile şâhidliğe uygun gördüğünüz kimselerden, demektir. -Tecrid vardır.-

Rabbimiz burada "Erkeklerden iki kişi" dememiş de "Erkeklerinizden" yâni sizden olan müslüman erkeklerden, buyurmuştur. Bu nedenle gayri müslimlerin müslümanlar üzerine şehâdetleri geçerli değ ildir. Ama kendi aralarında şehâdetleri kab ul edilmiştir.

Ahmed İbn Hanbel ve Kadı Şureyh’e göre, kölenin şehadeti caizdir. Şüreyh'e göre; "Erkeklerinizden iki de şâhid tutun" emri köleye de, köle olmayana da şamil umûmi bir ifâdedir. Akıl, din ve adalet, hürriyet ve kölelik sebebi ile değişmez. Kölenin de şâhidliğinin makbul sayılması gerekir.

İmâm Şafiî ve İmam Ebû Hanife'ye göre ise caiz değildir. "Şâhidler çağırıldıkları zaman kaçınmasın" ifadesi, şâhid olan herkesin, şâhidliği yapacağı yere gitmesinin vâcib olduğunu, gitmemesinin ise haram olduğunu gösterir. İcmâ da kölenin gitmesinin vâcib olmadığına delâlet ettiğine göre, köle şahit olamaz.
 

‟ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ ” Razı olacağınız şâhidlerden.

Şahit bir olaya tanık olan ve onu ilgili yerlerde anlatan kişidir. Şahidin olaya tanık olmasına tahammül, ilgili yerde anlatmasına da eda denilir.

Ayet, herkesin şâhid olmaya elverişli olmadığını gösterir. Davayı ispat için getirilen her şahidin ifadesi dinlenilmez. Şahitlik şartları; Hür, baliğ, akıl sahibi, müslüman, âdil olmak, neye şehadet ettiğini bilmek, bu şehadet ile bir menfaat elde etmemek veya bir zararı gidermemek, fazla yanılma özelliği ile tanınmamak, kişilik, mürüvvet sahibi olmak ve töhmet altında olmamaktır.
 

Şahitlik şartları

• Müslüman olmak. Bir gayri müslimin müslüman aleyhine şa-hitlikte bulunması caiz değildir. Ancak zimmîlerin birbirlerine karşı şahitlikleri dinlerine bağlı olmaları kaydıyla kabul edilir.

• Âkıl, bâliğ ve mükellef olmak. Çocuğun, delinin ve sarhoşun şahitliği kabul edilmez.

• Adil olmak. Şahitlerin adil olması, fasık olmaması demektir. İçki, kumar ve hırsızlık gibi büyük günahlardan sakınmak ve küçük günahlara müdavim olmamak, hasenesi çok, masiyeti az olmaktır.

Fâsık, fıskından vazgeçer ve tevbe ederse, şahitliği kabul edilir. Ancak kazif (iffetli bir müslümana zina isnad edip dört şahit getiremeyen ve bu yüzden kazf cezası uygulanan kişi) tevbe etmiş bile olsa, onun şahitliği kabul edilmez.

İçki içmeye devam edenlerin, insanları eğlendirmek için şarkı söyleyenlerin, ölülerin peşinden ücret karşılığı ağıt okuyup ağlayanların, faiz yiyenlerin, kumar oynayanların şahitlikleri kabul edilmez.

Şahit, küçük günahlarda -az da olsa- ısrar etmemelidir. Haram bir bakış, bir müslümanla üç günden fazla küs kalmak gibi.

Tavla, iskambil gibi şeyler kumara vesile olduğu için, karşılıksız da olsa oynanması haramdır. Bu oyunlara dalarak boşuna zaman öldürenlerin şahitlikleri de makbul değildir.

• Mürüvvet sahibi olmak. Hüsn-ü heyet, güzel ahlak, iyi ge-çim, bir sanatı olmak, haya sahibi olmaktır. Şahid zamanındaki ve muhîtindeki insanların beğenmediği, düşüklük saydığı bayağı hareketlerden kaçınmalıdır. Böyle olmayan kişi gayri ciddi sayılır, meselelere önem vermez. Bu yüzden damlarda kuş uçuran, yolda yürürken bir şeyler yiyip içen, hamama peştemalsiz giren, rast gelen yerlere abdest bozanların şahitlikleri kabul edilmez.

• Hür olmak, görür ve konuşabilir olmak.

• Töhmet altında olmamak; aleyhine şahadet ettiği kimse ile bir düşmanlığı bulunmamak. Düşmanın başkasına şehadeti kabul edilse bile, düşmanına şehadeti kabul edilmez.

• Uyanık olmak. Gafil bir kimsenin şahitliği kabul edilmez. Çün-kü bunda hata ve yanlışlık söz konusudur.

• Şahidin kalbi selim, akidesi düzgün olmalı, Meselâ sahabe’ye küf-retmenin caiz olduğu görüşünde olan kişinin şahitliği kabul edilmez.

• Şahit öfkeli anında emin (güvenilir) olmalıdır.

Bunlar şahidin taşıması gereken özelliklerdir. Bunlar dışında dava, şahit ve şehadet edilen kişiler bakımından dikkat edilmesi gereken şeyler de vardır.

· Şahid, şehadetini Allah rızası için yapmalıdır. Nefsi için bir karşılık alan kimsenin şehadeti makbul değildir. Bir kimsenin, borcundan kurtulmak için şahitlik yapması da makbul değildir.

· Müddeî (iddia sahibi) veya onun vekili tarafından açılan, kul hakkı ile ilgili davalarda, şahit şehadetten vaz geçmemelidir. Bu gibi durumlarda, şahitlik yapmak istememek vebaldir.

· Dava muvafık ve nisâb-ı şehadet tam olmalıdır.

· Şahitlerin görüş birliğinde olmaları gerekir.

· Hadler hususunda yapılan şehadetlerde, zamanın geçmemesi gerekir. Bütün hadlerde böyledir. Ancak, kazf haddinde bu şart yoktur, üzerinden, uzun bir süre geçmiş olsa bile bu hususta şehadette bulunabilir.

· Meşhûdün bih’in (üzerine şahidlik yapılan şeyin) malum (belli, bilinen) bir şey olması da şarttır. Meşhudun bih meçhul olursa yapılan şahitlik kabul edilmez. Çünkü, hakimin verdiği hükmün sıhhatli olabilmesi için, neyin üzerine şahitlik yapıldığını bilmesi şarttır. Şayet hakim bunu bilmiyorsa, hüküm vermesi mümkün olmaz.
 

‟ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ ” İki erkek bulunmazsa râzı olacağınız bir erkekle iki kadın şahit olsun.

'Razı olmak' iki anlama gelir: Birincisi; şahitlerin toplum içinde adil ve sevilen kişilerden olması, ikincisi; sözleşmeye taraf olanların şahitliklerini onaylamasıdır. Ancak her zaman bu şartlarda iki şahidin bulunması pek kolay olmaz. Bu noktada şeriat, kolaylaştırma yönüne gitmekte ve kadınları da şahitlik yapmaya çağırmaktadır.

Allahu Teala şu hükümlerde kadına erkeğin yarısını takdir etti:

· Borçlananlara şehadet etmekte

· Mirasta

· Diyette

· Akikada

· İtakta (Köle azadı)

Had ve kısas şehadetlerinde kadının şahitliği geçerli değildir. Zaten kadının had ve kısas cezalarının infazını bizzat görmeleri yasaktır. Çünkü kadınlar çok duyarlı olduklarından bundan etkilenirler. Emzikli kadının sütü kesilebilir, hamile kadın telaşlanıp çocuğunu düşürebilir.
 

‟ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰى ” Kadınlardan biri unutursa, öbürü ona hatırlatır.

Kadınların yapılarında, burûdet ve rutubetin çok olmasından ötürü, unutmak genel karakterleridir. İki kadının birden unutması, birinin unutmasından daha uzak bir ihtimaldir. Bundan dolayı, biri unuttuğunda, diğeri kendisine hatırlatsın diye iki kadın bir erkeğe bedel sayılmıştır.

ضَلَالٌ kaybolmak, yitmek, unutmak, kişinin yolu şaşırması anlamlarına gelir.

Burada iki kadının şehâdetinin bir erkeğin şehâdetine eşit tutulması kadınlara hakaret ya da onları küçük düşürmek için değil hakların kaybolmamasını sağlamak içindir. Dengeli müslüman toplumda geleneksel olarak bu tür işleri erkekler yaptıklarından, esas olarak şahitlik onların vazifesidir. Çünkü müslüman toplumda kadınlar geçimlerini sağlamak için çalışmak zorunda değildir. Böylece İslâm, kadının anneliğini, kadınlığını ve çalışmakla elde edeceği birkaç lokma, birkaç kuruşa karşılık insanlığın en değerli hazinesi olan çocuk yetiştirme görevini korumaktadır.

Kadının fıtratında duygusallık ağır basmaktadır. Annelik görevi kadında zorunlu olarak ruhsal tepki meydana getirmiştir. Kadın, çocuğunun isteklerine düşünmeden, gecikmeden, çabucak ve canlılıkla karşılık verebilsin diye, duygusal ve aceleci tabiattadır. Bu, Allah'ın kadına ve çocuğa olan bir lütfudur. Anlaşmalara şahitlik yapmak, bütünüyle heyecandan arınmayı ve olaylar üzerinde etkilenmeden, duygulanmadan düşünmeyi gerektirir. Aşırı heyecan ve etkilenme ise hafızayı zay ıflatıp unutkanlığı arttırır. Nitekim pek çok erkeğin de aşırı heyecan ve etkilenmelerind en ötürü hafızalarına güvenilmemektedir. Zaten ayette her erkek değil, 'Güvenebileceğiniz âdil erkek' denmiştir.

      ✽      ✽      ✽ 

Kanada’da bir üniversitenin psikoloji profesörü, yaşları 17-18  arasında değişen 100 bin kadın ve erkek gönüllüye zekâ testleri uyguladı. Testlerin sonuçlarında erkeklerin kadınlara göre ortalama 3,63 puan daha yüksek not aldığı tespit edildi. Bilim adamı kadınların iş hayatında yükselememesinin nedenini de buna bağlayarak “Bunun nedeni sosyal adaletsizlik değil. Kadınların erkeklerden daha az akıllı olmasıdır. Satranç şampiyonlarının da erkeklerden çıkması bunu gösteriyor” dedi.

“Kadınlar eş seçerken kendilerinden daha zeki erkekleri tercih ediyor. Bu nedenle de nesiller ilerledikçe erkekler daha zeki oluyor."

Erkeklerin ortalama 23 milyar beyin hücresi, kadınların ise 19 milyar beyin hücresi vardır. Erkek beynindeki sinir liflerinin etrafı daha kalın bir şekilde myelinle kaplıdır. Bu, mesajların iletilmesini kolaylaştıran bir madde olup, yapı olarak yüzde 20 protein içerir. Erkeklerde myelin'in daha kalın olmasından mütevellit erkekler kadınlara oranla yüzde 4 daha pratik düşünebilirler. Ayrıca erkek beyninin 1 kilo 200 gram, kadınların beyninin ise 900 gram ağırlığı olduğunu belirten bilim adamı, “Bu da erkek beyninde daha fazla nöron var demektir. Nöronlar da bilgi akışını hızlandırarak daha zeki olmayı sağlar” diye konuştu.

Ancak tüm uzmanlar bu görüşte değil. Psikiyatri uzmanlarına göre akıl, zeka nöron sayısının fazlalığına göre değil, nasıl kullanıldığına göre değişkenlik gösteriyor.

      ✽      ✽      ✽ 

Dışarıda olup bitecek ticaret, alışveriş, borçlanma gibi konularla kadınlar meşgul edilmemelidir. Bu gibi işler esasında erkekle rin işidir. Müslüman bir kadının öyle olup bitenlere şahit olac ak biçimde ulu orta yanında hiç kimse olmadan dolaşması mümk ün değildir. Kadının dışarıda olup biten olaylara karşı hafızasını kapalı tutm ası kadınlığının gereği mükemmelliktir. Bu yüzden kad ın şahit olduğu bir konuyu unutabilir.

İşte tek kadın unuttuğu zam an ona unuttuğunu hatırlatacak ikinci bir kadının olması daha iyidir. Şahitlik için kadının oraya buraya götürülmesi, olur olmaz insanlarla konuşmaya zorlanması veya unuttuğu konuyu başka erk eklerin ona hatırlatmaya çalışması hoş şeyler değildir. Ama en azından yanında o kon uya şehâdet eden bir kadın daha olursa birinin unuttuğunu öbürü hatırlatır ve böylece bir hakkın yenmesine fırsat verilmemiş olur.

Kadınlar; sorumluluğu üzerlerine yüklenmemiş olan ticaret konusunu kendilerine dert edinmemelerinden ötürü önemsememiş ola bilirler. Anlaşmalar konusundaki bilgileri eksik olabilir, bütün inceliklerini ve şartlarını kavramadığı için unutabilir. Dikkatli bir şahitlikte bulunabilmesi için zihninde bu farkındalığa dair açıklık olmaz. Bu konu onların ilgi alanlarının genellikle dışındadır.

Bu yüzden onl arın bu konuda yanılmaları daha çok mümkündür. Ama eğer iki kadın olursa konunun şartlarını diğeriyle birlikte hatırlamaya çalışırlar. Biri unutmuş olsa bile ötek isinin hatırlatması sonucunda biriler inin hakkının yenmesinin önüne geçilmiş olacaktır.

Bu aynı zamanda bir iman konusudur, çünkü Allah böyle de-miş tir, aksini düşünmek ve iddia etmek âyetin hükmünü reddetmek olacağından küfürdür.
 

‟ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُوا ” Şâhitler çağırıldıkları zaman kaçınmasın.

• Allah’u Teâlâ, şahidi, hak sahibi onun şehadetine ihtiyaç duyduğunda şehadette bulunmamaktan nehyetmiştir.

• Bundan maksat, mutlak anlamda şehadeti üstlenmektir. Allahu Teala kâtibe, yazmaktan kaçınmamasını emrettiği gibi, şahide de, şehadeti üstlenmekten kaçınmamasını emretmiştir. Çünkü şehâdet ve kitabet, birbirleriyle ilgilidir. Aynı anda bulunmazlarsa, haklar zayi olabilir.

• Bundan murad, başkası bulunmadığında şehadeti üstlenmektir.

• Bundan maksat, öncelikle şehadeti üstlenmek, sonra da onu ye-rine getirmektir.

Şâhid ya belli bir kimsedir, ya da buna şâhid olan birçok insan vardır. Eğer şâhid belli birisi ise, bu kimsenin şahadeti ifâ etmesi farz olur. Eğer birçok insan buna şâhid olabilecek ise, o zaman farzı kifaye olur.

İmamı Şafi’ye göre, bir şahid ve yemin ile hüküm vermek caizdir. Hz. Peygamber'in bir şâhid ve yemin ile hükmetmiş olmasını delil alır.

Ebu Hanife (ra) ise bu ayeti delil alarak caiz olmadığını söyler.
 

‟ وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغٖيراً اَوْ كَبٖيراً اِلٰٓى اَجَلِهٖ ” Az veya çok, borcu vadesi ile yazmaktan üşenmeyin.

Allahu Teâlâ, borçla alış veriş yaparken önce yazmayı, sonra da şâhid tutmayı emretti. Bunu ikinci defa te'kid yollu tekrar ederek, yazmayı yeniden emretti.

Âyetten maksad, borç ister az ister çok olsun yazmaya teşviktir. Mal az da olsa çok sayılır. Zira az mal sebebi ile meydana gelen münakaşalar, çoğu kez büyük fesatlara, tehlikeli olaylara götürür.

Kimi arkadaşlar, akrabalar bir ihmal ve gevşeklik sonucu alacak vere ceklerini resmi yazı hal ine getirmezler. Sanki bunların açık açık yazılması onların birb irlerine güvensizliği gibi gelir. Halbuki Rab- bimiz her şeyin açık açık yazılm asını emretmektedir. Yazılmayıp, gevşeklik gösterildiği için unutmalar, ya da hainlikler sebebiyle kötü şeyler meydana gelir. İhtilâfların çoğu buradan kaynaklanır.

Allah Rasûlü bir hadislerinde bu hususu açıklayar ak üç tür kimsenin Allah’a dua ettiğini fakat bunların dualarına icâbet edilmediğini bildirir: Bunlardan birincisi; karısı yoldan çıkmış old uğu halde onu boşamayan, ikincisi kendisine yetim malı emanet edilen fakat bu yetim olgunlaşmadan malını kendisine teslim eden, üçüncüsü de hiçbir yazılı belge ve delil olmaks ızın borç veren kimsedir.

Bu emre göre, çok az şeylerin borç alınmasına da yazma dahil değildir. Bu örfe bırakılmıştır. Örfen önemsiz şeyler yazılmaz.
 

Tembellik ve gayret

Allahu Teala 'Yazmaktan üşenmeyin' buyurarak, tabiatımızda yerleşmiş olan erteleme, ihmal etme, önemsememe huylarımıza dikkat çekmektedir. Hata ve yanlışlarımızın, başarısızlıklarımızın arkasında çoğu zaman kendi gafletimiz yatar.

Zaman zaman rehavet hissine kapıldığımız olur. Bu normaldir. Ama aynı halin sık sık tekrarlanması ve neticede daimi bir tembelliğin yerleşip kalması zararlıdır. Çünkü bu hale düşen bir insan zamanla tekamül gayretini kaybeder. Yaratılış maksadından yavaş yavaş uzaklaştığı gibi, gerek kendisine, gerek çevresine ve gerekse cemiyete karşı olan vazifelerini yapamaz hale gelir. Huzur ve saadeti mahvolur. Mücadele azmini kaybettiği için kolay kolay bu halden kurtulamaz. Efendimiz'in dualarında sık sık tembellikten Allah’a sığınması, tembelliğin ne kadar tehlikeli bir hastalık olduğunu göstermeye kâfidir.
 

‟ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا ” Bu, Allah yanında adalete daha uygun, şâhidlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemenizi daha çok temin edicidir.

1) Yazmanız adalete daha uygundur. Borç yazılınca hakka ve doğruya yakın, cehalet ve yalandan da o nisbette uzak olur.

2) Yazmak; hatırlama ve hıfzın bir sebebi olduğundan şahidlik için daha sağlamdır. Birinci fayda Allah'ın rızasını elde etme, ikincisi ise dünyevî menfaat ile ilgilidir. Dinin, dünyaya tercih edilmesi gerektiğini ihsas ettirmek için, birinci fayda önce zikredilmiştir.

3) Şüpheye düşmemenizi daha çok temin edicidir. Bu, tarafların kalblerinde şek ve şüphenin zail olmasına daha uygundur, demektir. İlk iki fayda, menfaat elde edilmesiyle ilgilidir. Üçüncüsü ise, insanın hem kendisinden, hem de başkasından zararı def etmesine işarettir.

Yazışma, fesadı ve nizanın çoğalmasını önler. Levh ve kalemin yaratılışı, kiramen katibinin yazması bu hükme binaendir.
 

Yazmanın Önemi

Eski çağlarda insanlar yasalarını, inançlarını, efsanelerini, anılarını, kitaplarda değil, hafızalarında saklamak zorundaydı. Anlaşmak için her toplum, birbirinden farklı sistemler geliştirmek durumunda kalıyordu. Kültürel değerler ağızdan ağza, kulaktan kulağa geçerken eklemeler yapılıyor, unutulanlar oluyordu. Yazının bulunuşu insanoğlunun unutma zayıflığına karşı en kesin çare oldu. Yazının en büyük görevi; düşünceyi kalıcı kılması, taşıması ve yaymasıdır.

Güzel bir yazı yazma alışkanlığı kazanan kişiler, düzeni ve disiplini alışkanlık hâline getirir, hayatın her döneminde başarılı olur.

Kalemin tarihi, yazının tarihinden eskidir. Kalem yaratılınca, yazı ondan doğdu. İlk kalemi Âdem Âleyhisselâm tuttu; ilk yazıyı o yazdı. Efendimiz'in Miraç esnasında duyduğu “Kalemlerin cızırtısını”, Allah’ın buyruklarını yazıya geçiren meleklerin kamış kalemlerinin sesiydi.

Haberiniz olsun ki, Allah’ın ilk yarattığı kalemdir, sonra da Nun’dur ki, o divittir. Ona ‘yaz’ dedi, kalem de: ‘Ey Rabbim, ne yazayım’ dedi. Allah: ‘Kaderi, gelmiş geçmiş ve gelecek her şeyi yaz’ diye emretti. İşte o ânda kalem olmuş ve kıyamete kadar olacakları yazmıştır. Hadis-i Şerif

Hz. Âdem’in ilim öğrenmesinde, yazı yazmasında kullandığı alet olduğundan, şeytan kaleme de düşmandır. Bu yüzden İblis bizzat yazı yazmaz; şerlilere yazdırır. Şeytan, ilme, öğrenmeye düşmandır. Cahillerin çoğalmasını ister. Öğrenmenin önüne geçmek için birçok yönteme başvurmaktadır.

Kalem aklın dilidir. 1985 yılında yayınlanan bir röportajda, Avrupalı bir yazar “Yazılarının çoğunu daktilo ile mi yazıyorsun” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Evet, ta ki tasvirinde zorlandığım ya da takıldığım noktalara kadar. Bu durumlarda hemen kalemle yazmaya başlıyorum. Daktilo ya da klavye ile yazarken, acele etmemeniz gereken bir yerde acele edebiliyorsunuz. Böyle yapınca da yazıda nüansı, zenginliği, berraklığı kaybedebiliyorsunuz. Kalem, berraklığa zorlar.”

Yazı işi bütün ilimlerin, dünya ve ahiret işlerinin direğidir. Çünkü kalem, dilin kardeşidir ve Allah tarafından verilen bir nimettir. İbni Abbas

      ✽      ✽      ✽ 

İmam Rabbani Hazretlerinin talebelerinin meşhurlarından olan Muhammed Haşimi Keşmi şöyle anlatmıştır:

‘Bir gün Hz. İmam’ın huzurunda oturuyordum. Onlar marifetleri yazıyordu. Aniden kalkıp helaya gitti. Fakat hemen süratle dışarı çıktı. Böyle aceleyle dışarı çıkmalarına hayret ettim. ‘Bunun sebebi nedir?’ dedim. Heladan çıkar çıkmaz su ibriğini istedi ve sol elinin baş parmağının tırnağını yıkayıp ovaladı. Sonra tekrar helaya girdi. Bir müddet sonra çıkınca buyurdu ki: ‘Abdest için aceleyle helaya girdim, gözüm tırnağıma ilişti. Üzerinde siyah bir nokta vardı. Kalem yazıyor mu, diye kontrol etmek için bunu yapmıştım. Halbuki o nokta, Kuran harflerini yazarken kullanılırdı. Orada oturmayı doğru görmedim ve edep dışı buldum. Sıkışmadan dolayı sıkıntı çektimse de, bu sıkıntı bir edebi terk etme sıkıntısının yanında çok hafifti. Dışarı çıktım, o noktayı yıkadım ve tekrar içeri girdim.’

      ✽      ✽      ✽ 
 

‟ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدٖيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَا ” Ancak aranızda devredeceğiniz ve peşin yaptığınız bir ticaret olursa, bu müstesna..

♦ اِلَّا istisnayı muttasıldır.

1- Bu istisna, "Belirlenmiş bir vakte kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın" cümlesinden yapılmıştır. Çünkü borç ile alışveriş, bazen yakın bazen uzak bir müddet için olur. Cenâb-ı Hakk, borçla alış-veriş ederken yazmayı emredince, bu hükümden, yakın zamanlı olanı istisna etmiştir. Buna göre âyetin takdiri:

"Belirlenmiş bir vakte kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın, ancak mühlet yakın ise bu müstesna" şeklindedir. Bu da peşin yapılan ticarettir.

2- Bu istisna, âyetteki, "Az olsun, çok olsun o borcu vâdesi ile yazmaktan üşenmeyin" kısmından yapılmıştır.

♦ Ya da اِلَّا istisna-i munkatıdır. Ayetin takdiri: "Fakat o, aranızda devredeceğiniz ve peşin yaptığınız bir ticaret olursa, onu yazmamanızda size bir vebal yoktur" şeklindedir. Buna göre, istisna cümlesi müste'nef (yeni) bir cümle olmuş olur.
 

‟ وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْ ” Alış-veriş yaptığınız zaman da şâhid tutun.

Yâni, ister peşin isterse veresiye olsun bütün alışverişlerin izde şahit tutun. Çünkü böylesi daha ihtiyatlı ve aranızda çıkabilecek anlaşmazlıkları daha çok önleyicidir.

Peşin ticarette yazma işi kaldırılmış ise de, şâhid tutma kaldırılmamıştır. Çünkü yazmaksızın şâhid tutma daha kolaydır. Şahitliğe ihtiyaç duyulduğunda "unutma"dan endişe edilmez. Bu emir, insanları ihtiyatlı olana sevketmek içindir.
 

‟ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهٖيدٌ ” Yazana da şâhidlik edene de asla zarar verilmesin.

'يُضَٓارَّ Zarar verilmesin' fiilindeki idgamla alakalı, iki farklı anlam ortaya çıkmaktadır.

♦ Eğer fiil لَا يُضَارِرْ şeklinde ise; katip ve şahid zararın faili olurlar. Ayet; kâtip ve şahidi, alacaklı olana zarar vermekten nehiy manasındadır.

Kâtibin zarar vermesi, borcu fazla veya noksan yazması veyahut da yazarken ihtiyatı terketmesi sebebiyle olur. Şahidin zarar vermesi ise, hiç şahitlik yapmaması veya işe yaramaz bir şekilde yapmasıdır.

Veya katibin de şahitlik etmesi istenenin de kendilerind en isteneni kabul etmemeleri konusunda bir nehiydir.

♦ Ama fiil لَا يُضَارَرْ şeklinde meçhul ise; katip ve şahid zararın mefulü (naibi faili) olurlar.

O zaman ayet, hak sahibini kâtibe ve şahide, onları zarara sokmak ya da mühim işlerinden alıkoymak suretiyle, zarar vermekten nehyi ifâde eder.

Ya da yazma işi eğer bir ücretle yapılıyorsa o zaman yazma ücretini vermemekle veya eğer bir beldeden bir beldeye şahitl ik için gidip gelme söz konusu ise şahit ve katibin masraflarının ödenmemesi biçiminde onlara zarar verilmemesi emredilmiştir.

      ✽      ✽      ✽ 

Ebu Hanife'yi gıyaben vasi tayin eden bir adam ölür. Olay zamanın kadısı İbn-i Şübrume'ye intikal eder. Ebu Hanife, falan adamın öldüğüne ve kendisini vasi tayin ettiğine dair delilini ortaya koyar. İbn-i Şübrume ona;

'Şahidlerinin olayı gerçekten gördüklerine dair yemin eder misin?' der. Ebu Hanife; 'Bana yemin düşmez, çünkü olay yerinde bulunmuyordum' diye cevap verir.

İbn-i Şübrume kabul etmez, 'Senin kıyasın burada yanıldı' der. Bunun üzerine Ebu Hanife ona şöyle bir soru yöneltir:

'İki gözü âmâ bir insanın yanında birinin başını yarsalar, buna iki kişi şahitlik etse, gözleri hiç görmeyen böyle birine yemin teklif edilebilir mi? Ne dersiniz?'

Bu soru karşısında İbn-i Şübrume büyük imamın savunmasını kabul eder ve onun lehine hüküm verir.

      ✽      ✽      ✽ 
 

‟ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ ” (Bunu) yaparsanız, o sizin için bir fısktır.

1- Bu ifâde, sadece borçlanma ile ilgilidir. Buna göre, "Eğer nehyettiğimiz bu zararı verirseniz..." manasındadır.

2- Bu ifâde, bütün mükellefiyetler hakkında umûmîdir. "Eğer yasakladıklarımızdan birini yapar veya emrettiklerimizden birini terkederseniz, bu sizin için bir fısktır."
 

‟ وَاتَّقُوا اللّٰهَ ” Allah’tan korkun.

· Sizi sakındırdığı zarar verme hususunda Allah’tan korkunuz.

· Ya da, Allah’ın bütün emir ve yasakları hususunda korkunuz.

Kur'an'ın her zaman sorumluluk yüklemek istediğinde vicdanları uyandırmak ve duyguları harekete geçirmek için yaptığı gibi; bu ayette de, sorumluluğun yalnızca baskı olmaktan çıkıp ruhların derinliklerinden gelmesi için müminleri Allah'tan korkmaya davet etmiştir.
 

‟ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ ” Allah size öğretiyor.

Allah size, dini hususlarda güzel ve hoş olan şeyleri öğrettiği gibi, dünyevi hususlarda güzel ve ihtiyatlı olan şeyleri de öğretiyor.

"Ey müslümanlar! Allah’tan korkun. Onun emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaç ınma konusunda muttaki davranın. Yolunuzu Allah’la bulun, Allah’ın gösterdiği biçimde hareket edin. O zaman Allah size bilmediğiniz şer'i hükümleri öğretecek, size yol göstere cek, size basîret ve anlayış lütfedecektir.

Bu âyetten şunu anlamamalıyız: "İnsan Allah’tan korktu mu bu yeterlidir. Hiç uğraşmadan, çaba göstermeden, ilim yoluna girmeden Allah onu âlim yapar (!)" Bu anlayış pek çoklarının okumadan âlim oldu ğunu iddia ederek ortaya çıkmalarına sebep olmuş ve okumadan âlim olmuş bu insanların Kuran, hadis ve fıkıh konularında söyledikleri, cahilleri kandırıp türlü türlü yollara sevk etmiştir. Ledün ilmi bunun dışındadır. Fakat o da kolay ulaşılan basit bir şey değildir. Ona ulaşmak için Hz. Hızır'ın seviyesine yaklaşmak gerekir.

Çaba göstermeden, uğraşmadan, okuyup öğrenm eye çalışmadan âlim olmak fıtrata aykırıdır.

Ayet-i kerîmede 'Allah’tan korkun' buyurulduktan sonra "Vav" harfi kullanılmıştır. Ama böyle değil de eğer "fe" ols aydı veya hiç edat kullanılmas aydı o zaman 'Allah’tan korkarsanız Allah size öğretir' demek olurdu. Halbuki ifade böyle değild ir. İlim takvayı doğurur. İlimsiz takvadan söz edilemez. İlim asıl takva ise fer'dir. Allah Rasûlü bunu anlatırken şöyle buy urur: "İlim öğrenmekle olur."

Efendimiz ilim, akıl, takva arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamıştır: En akıllınız, Allah'tan en çok korkanınızdır. Ancak bu hadisi şu ayet-i kerime tamamlamaktadır: "Allah'tan kulları içinde ancak alimler olanlar hakkıyla korkar." (Fatır, 28)
 

    Şeytan kolluyor fırsat, adımını düzgün at,
    Uzak değildir Bağdat, alimlere tabi ol!
    Kayığın su almadan, sayılı gün dolmadan,
    Bir gün pişman olmadan alimlere tabi ol!

 

İlim ve takva

İlim, kesbî ve vehbî olmak üzere iki kısımdır. Kesbî; çalışmak, de vam ve müzakere ile elde edilir, vehbî ilmi elde etme yolu ise takva ve iyi ameldir. Bu; ilm-i ledündür. Bu ilim, Allah'ın müttakî kullarından dilediğine hibe ettiği ilimdir.

İmam Şafiî şöyle der: Hafızamın zayıflığından Veki'ye şikâyet ettim. Bana günahları terk etmeyi tavsiye etti ve şöyle dedi: İlim bir nurdur. Allah'ın nuru asilere verilmez.

Tüm alem Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarına mazhar olmuş; O’nu yansıtır. İnsan kalbi de; Yüce Allah’ın sıfatlarını yansıtan küçük bir alemdir. Kalp, Allah’ın nazargahıdır. Ruhlar alemini içine alır. Kainatın yaratılışında arş ne ise bedendeki kalp de odur. Arş, mana ile madde alemi arasında köprüdür. Emir aleminden gelen ilahi tecelliler önce arşa iner. Sonra madde alemine yansır.

Beden dünyasına gelen tecelliler de önce kalpte yer bulur. Sonra ruh, manevi zevk alır ve gelen tecellileri bedenin bütün azalarına ulaştırır. O zaman saç teline varıncaya kadar bütün azalar bu manevi hissi elde eder. Bunun için yine kalbi arındırıp, saflaştıracak kadar ilme ihtiyaç vardır.

Mesela harama bakan gözün manevi kiri önce kalbe gider, her azanın günahından kazanılan manevi kirler de böyledir. Bu nedenle kalbin günahlardan arındırılması gerekir. Bu da zikirle olur. Kalp zikretmezse günahların kirini atamaz, ilahi feyizleri de anlamaz. Bu yüzden büyüklerimiz, kalbin Allah’tan gafil kalmaması için çok gayret etmiş, kalbin temizliğine önem vermişlerdir.

      ✽      ✽      ✽ 

Hz. Abdullah İbni Mesud anlatıyor:

İblisin avanesi her akşam iblise dönüp teker teker önüne çıkar ve yaptığı işi anlatır:

Biri ‘Falan zahidi aldattım.’ Diğeri; ‘Falan abidi ibadetinden alıkoydum diye tekmil verir.’

Sıra en küçüğüne gelir. O da, o gün yaptığı işi anlatır. ‘Ben ilim tahsili eden bir talebeyi, ilim okumaktan, Allah (cc)’ın kelamını öğrenmekten men ettim.’ der. İblis, onun yaptığı bu işe çok sevinir ondan çok memnun olduğunu belirtmek ve mükâfatlandırmak üzere kendi yanına oturtur.’

      ✽      ✽      ✽ 

‟ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلٖيمٌ ” Allah herşeyi hakkıyla bilendir.

Dünya ve âhiretin bütün faydalarını bilir. Sizin haliniz O'na gizli değildir. O, amellerinizin karşılığını mutlaka verecektir. O'nun emirlerine itaat, nehiylerinden ictinab, vaadine itimat, zatına tazim ile hareketlerinizi, aranızdaki hakları düzenleyin.

Allah (cc) olmuş ve olacak, gizli ve açık her şeyi hatta kalplerimizin en derinindeki manaları dahi bilir. Çünkü Allah'ın (cc) ilmi, yüksekten bakan bir ayna gibidir. Geçmiş gelecek, olmuş ya da olacak O’nun için an hükmündedir ki, bu ezeli olmasının bir gereğidir.

Bir ayna ne kadar yüksekten tutulursa o kadar çok şeyi içine aldığı gibi, Allah'ın (cc) ilmi de, bir mahlûk olan zamanın dışından kâinata bakıp her şeyi bir anda kuşatır ve bilir. Yani yaratılan mahlukat için var olan zaman kavramı, yaratıcı için geçerli değildir.

Kâinattaki mükemmel düzen ve programlı işleyiş, her şeyin Allah'ın ilminde olduğuna ve O'nun (cc) ilminin muhteşemliğine delildir. Çünkü hiç şaşırmadan düzenli ve güzel bir şekilde iş yapmak ve ortaya harika sanatlar koymak, kuvvetli bir ilim ister.

Küçük büyük her şeyi yaratıp programlayan zatın, elbette her şeyi kuşatan geniş bir ilmi olmalıdır. Nasıl güneşin varlığı gibi ışığının da olmaması düşünülemezse, Allah'ın da her şeyi kuşatan bir ilminin olmaması mümkün değildir.

Mesela güneşin, ışıklarıyla yeryüzünde adeta bir hâkimiyeti vardır. Yeryüzüne bir anda temas eder ve temas ettiği her yeri aydınlatır. Allah'ın (cc) yarattığı bir mahlûk olan güneşin, her şeyi aniden ışıklarıyla kuşatabilmesi mümkün oluyorsa, Allah'ın (cc) kendi zatına ait bir sıfatı olan ilminden bir şeyin gizlenmesi mümkün olabilir mi?

 

Belagat

✽  Bu ayet-i kerimede, manaları yakın cümleler tekrar edilmiştir, tekrir sanatı vardır. Tekrar edilen cümleler tazim ve tahkir içinse güzel olur, aksi halde tekrarlar kelama çirkinlik verir. Bu ayette de tekrarlar, borcun yazılması konusuna çok önem verilmesi gerektiğini bildirir.

✽  "وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ" cümlesinde 'Onu yazsın' yerine sadece 'Yazsın' buyrulup mefulün hazfedilmesi; icazı hazıftır. Fazla sözden kaçınmak, muhatapça malum olduğu içindir.

✽ "بَيْنَكُمْ Aranızda" zarfının özellikle zikredilmesi, iki taraf arasındaki eşitlik anlamında istiaredir. Camisi; eşitliktir. İki şeyin arası denenmesafe, her iki taraftan da ölçüldüğünde aynı uzaklıktadır. Katibin iki tarafın da sözlerini yazıp, tek tarafın beyanı ile yetinmemesi gerektiğini bildirir.

✽  "وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْ" teşbihinde, Allah'ın öğretmesi müşebbeh-i bih, katibin yazması müşebbehtir. Vech-i şebesi; karşılıksız olması, beklentiye girmeden dürüstçe yapılmasıdır.

✽  "Yazsın, yazdırsın" emri-i gaibleri, talep-inşa cümlesidir. Bu emirler irşad, teşvik ve nasihat içindir.

✽  "وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ " Rabbi olan Allah'tan korksun' cümlesinde, 'Allah' ism-i celalinin 'Rab' sıfatıyla zikredilmesi ziyade sakındırmak içindir.

✽  فَاِنْ كَانَ الَّذٖي عَلَيْهِ الْحَقُّ 'Eğer üzerinde hak olan' tabiri, borçludan bahsetmektedir. Daha önce geçtiği için zamirle gelmesi mümkünken ism-i mevsulle gelmesi konuya ziyade izah getirmek içindir. Buradaki emir ve nehyin borçla ilgili olduğuna iyice açıklık getirmek içindir.

✽ "سَفِيهًا ve ضَعِيفاً" kelimeleri arasında muraat-ı nazır vardır.

✽  " وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـٔاً Ondan hiçbir şeyi eksik bırakmasın" cümlesinde sebeb-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Yani o borcu yazmayı eksik yapmasın, demektir. İnce bir tarizle, borcu yazmadığı zaman bizzat borcun kendisinde eksiklik yapmış olacağına işarettir.

✽  "فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ - Eğer iki erkek şahit bulunmazsa" ifadesindeki nefy, nefyin şumulü değil, şumulün nefyi kabilindendir. Yani iki erkek şahidden hiçbiri bulunmazsa, manasında değil, iki erkek şahid bir arada bulunmazsa, demektir.

✽ "فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ - Bir erkek ve iki kadın" kelimeleri arasında و atıf harfiyle vasıl, tezat vardır.

✽  امْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَداَءَ - Güveneceğiniz iki kadın" şeklinde مِمَّنْ تَرْضَوْنَ sıfatının getirilmesi, keşif, izah ve tekit bildirir. Güvenme vasfı bütün şahitler için arandığı halde burada özellikle zikredildi. Çünkü kadınlar bu gibi işlerden uzak olduklarından şahitlik için fazla güven vermezler.

✽  "اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰى - Biri yanılırsa diğeri ona hatırlatır." cümlesinde, müsebbep olan 'Hata' söylenmiş, sebep olan 'Unutma' kastedilmiştir.

✽ 'Yanılma' ve 'hatırlatma' kelimeleri arasında tibak-ı icab vardır.

✽  "وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُوا - Şahitler çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar" cümlesinde kevn-i lahık vardır. Çağrılan kişiler henüz şahit olmadıkları halde onlara 'şahit' denmiştir.

✽ ‘ دُعُوا’ fiilinin müteallıkı umum ifadesi için hazfedilmiştir.

✽ 'Ondan hiçbir şeyi eksik bırakmasın' cümlesindeki ‘مِنْهُ’ zamiri, borçlananların her ikisine de ait olan hakka racidir. Ondan bir şey eksildiğinde zararı mutlaka ikisinden birine döner. Bu bedi bir icazdır.

✽  وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغٖيراً اَوْ كَبٖيراً 'Büyük olsun, küçük olsun yazmaktan usanmayın' cümlesinde 'küçük büyük' kelimeleri önemsiz ve önemli manalarında mecazdır. Önemsiz muameleler önemlilerinden daha fazla olduğundan üşenmekten nehyedilmiştir. Hitap asılda borç muamelesi yapanlara aittir, katip de yazması için çağrıldığında yazması vacip olduğundan bu hitaba tabidir.

✽  " اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدٖيرُونَهَا - Ancak hemen devredeceğiniz hazır ticaret olması müstesna" ifadesinde kevn-i lahık vardır. Henüz yapılmamış bir alışverişe 'Hazır ticaret' buyrulmuş.

✽ اَنْ يَكْتُبَ ile اَلَّا تَكْتُبُو arasında tibak-ı selb vardır.

✽  'وَلَا يَأْبَ - Kaçınmasın' fiili ile 'وَلَا تَسْـَٔمُٓوا - Usanmayın' fiili arasında,

      الْعَدْلُ - أَقْسَطُ - أَقْوَمُ kelimeleri arasında,

     'جُناَحٌ - Günah' ve 'فُسُوقٌ - Fısk' kelimesi arasında muraat-ı nazır vardır.

✽  تَدَايَنْتُمْ kelimesi ile تَبَايَعْتُمْ kelimesi arasında muvazene vardır. (Kalıpları aynı, harflerde ihtilaf var)

✽ وَاتَّقُوا اللّٰهَ - وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ - وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلٖيمٌ " cümlelerinde, ruhlara korku ve heybet salmak için, Allah lafzı üç defa tekrar edilmiştir. Muktezay-ı zahirin hilafına kelamdan, zamir yerine açık isim zikredilmiştir.

✽ "وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ" cümlesinde mefülün takdimi, tehirde mana bozulması olacağı için, fasılaya riayet içindir.

✽ 'Allah'tan korkun' cümlesi ile 'Allah size öğretiyor' cümlesi arasında vasıl, tezayuf vardır. Takva, Allah'ın öğretmesi ile elde edilir. Allah'ın öğretmesine takva ile ulaşılır.

✽  تَدَايَنْتُمْ kelimesi ile بِدَيْنٍ arasında, 
     أَجَلِهِ ile أَجَلٍ arasında, 
    فاكْتبُوهُ - وَلْيَكْتُبْ - كَاتِبٌ - اَنْ يَكْتُبَ - اَلَّا تَكْتُبُو arasında,
     وَاتَّقُوا ile وَلْيَتَّقِ arasında,
     أَنْ يُمِلَّ ile وَلْيُمْلِلْ arasında,
     اَنْ يَكْتُبَ - اَلَّا تَكْتُبُو - يُعَلِّمُ - عَلِيمٌ - عَلَّمَهُ arasında,
     وَاسْتَشْهِدُوا - شَهٖيدَيْنِ - الشُّهَدَٓاءِ - لِلشَّهَادَةِ - وَاَشْهِدُٓوا - شَهِيدٌ arasında,
     رِجَالٌ - رَجُلَيْنِ - رَجُلٌ arasında, reddül aciz alessadri ve iştikak cinası vardır.