Sureler

Göster

Bakara Sûresi 283. Ayet

وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِباً فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌؕ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُؕ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَؕ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلٖيمٌࣖ

283- Yolculukta olur da yazıcı bulamazsanız alınan bir rehin kafidir. Birbirinize itimadınız varsa, itimad edilen borçlu borcunu ödesin ve Rabbi olan Allah’tan korksun. Bir de şahitliği gizlemeyin; kim onu gizlerse muhakkak onun kalbi günahkardır. Allah yaptıklarınızı bilendir.

 

Dini eğitimde, günlük iş ve muamelelerimizde öğrenmemiz ve uygulamamız gereken ilme, muamelat ilmi denir. Hangi işle meşgulse, o işin mahiyetini, o konudaki dini ölçüleri, fıkhi bilgileri bilmemiz farz-ı ayn olur. Mutlaka öğrenmemiz gerekir. İster ticaret, ister nikah, ister ziraat, neyi nasıl yapmamız gerekiyorsa Kitap-Sünnetİcma-ı ümmet - Kıyas-ı fukaha’dan ibaret olan dört delilimize müracaat etmeliyiz ki, işlerimiz İslam'a uygun, helal tayyip olsun, aramıza soğukluk-kırgınlık girmesin.
 

Seferde iseniz alınan bir rehin yeterlidir.

"Eğer yolcuysanız ve borcu yazdıracak bir katip bulamıyorsanız, o zaman güvence olarak borçludan alınacak rehin yeterlidir." سَفَرٍ ortaya çıkma manasına gelir. Bu anlamda kitaba “Sifr” denir. Çünkü kitap birşeyi ortaya koyar, izah eder. Yolculuğa da "sefer" denmiştir. Yolculuk insanların huyunu ortaya çıkarır.

Allahu Teâlâ, alış-verişleri üç kısma ayırmıştır; yazı ve şâhid tutarak, alınan bir rehin mukabili olarak, bir de karşılıklı güvenle yapılan alış-veriş. Rehin alma, yazma ve şahid tutma ile olandan daha ihtiyatlı bir yoldur.

Ayet-i kerime yolculuk sırasında katip bulunamazsa ne yapılacağını zikretmiş, şahidin bulunmamasından söz etmemiştir. Çünkü o da aynı hükümdedir.

Alacağın teminatı olarak rehin almak meşrudur. Daha sonra alınan bu rehin malın tamamen iadesi vaciptir. Rehin alan o malın sahibi sayılmaz. Malın sahibi izin vermeden, malı işletemez, kullanamaz.

Müşa (taksim edilmemiş ortak şey ve arazi)’nin rehin verilmesi caiz değildir. Çünkü rehin almaktan maksat, alacaklının, verdiği şeyin inkâr edilmeyeceğine dair güven içinde olması, teminat almasıdır. Bu ise ancak, "kabz" (ele almak) ile mümkün olur. "Müşâ"'nın ise ele geçmesi mümkün değildir.
 

Eğer birbirinizden emin olmuşsanız, kendisine inanılan adam (borçlu) emanetini ödesin..

Bu; zikredilen alış-veriş şekillerinin üçüncüsüdür. Bu da, güvene dayanarak yapılan alış-veriştir (bey'u'l-emâne). Yani, kendisinde yazı, şâhid ve rehin olmayan alış-veriş şekli.

Burada borca 'emanet' denmesi borç verenin borç verdiği kişiye güvenmesi sebebiyle ondan rehin almamasını anlatır. Rabbimiz karşılıklı birbirlerine güvenleri old uğu zaman bunlara izin vermekte, borçluya da borcunu tastamam ödemesini ve onun bu samimiyetini istismar etmemesini tavsiye etmektedir.
 

Rabbi olan Allah'tan korksun.

Bu ifade hem borçluyu, hem de malı rehin alan kimseyi kapsar. -Tevcihtir- Her ikisi de Rableri olan Allah'tan korkmaya davet edilmektedir.

♦ Borçlunun borcunu asla inkâr etmemesi gerekir. Çünkü borç veren, ona güvenip, herhangi bir yazı istemeden, şâhid tutmadan ve rehin almadan ona güzel bir şekilde davrandı. Borçlu da Allah'tan korkmalı, borcunu inkâr etmemeli, zamanı geldiğinde ödemeli ve alacaklıya aynı şekilde güzel muamelede bulunmalıdır.

♦ Rehin alan da, alacağını eksiksiz olarak tahsil ettiğinde, almış olduğu rehini geriye tam olarak vermelidir.
 

Takva

Hz. Âişe (r.anha) anlatır: Resulullah gökyüzünde bulut veya rüzgar görünce, ona doğru bakar, sonra döner, kâh odasına girer, kâh çıkar, çehresinin rengi değişirdi. 'Yâ Resulallah! İnsanlar bulut görünce onda yağmur var umudu ile sevinirler. Sizin ise hoşlanmadığınız yüzünüzden belli oluyor' dedim.

“Ya Âişe! Onda bir azap bulunmadığından emin değilim. Çünkü bir kavim rüzgar ile azaba uğratılmış, bir kavim de gelen azabı görmüş ama “Bu bize yağmur yağdıracak buluttur demiştir” buyurdu. (Buhari-Müslim)

Yine Hz. Âişe (r.anha) buyururlar ki: Resulullah ufukta bir bulut parçası görünce işini bırakır ve “Allah’ım! Bundaki şerden, kötülükten sana sığınırım.” diye dua ederdi. Bulut açılıp dağılınca da “Allah'ım! Bunu yararlı bir yağmur eyle!’ diye dua ederdi.” (Ahmed bin Hanbel)
 

Müttakinin (takva sahibinin ) belirtileri:

Daima takvada ne kadar ilerlediğimizi gözlemeliyiz. Bunun ölçüsü Kur'an-ı Kerim’dir.

Muttakinin belirtisi, bizzat Allah’ın (cc) onun işlerine kefil olup, dünyadaki mekruh işlerden onu uzaklaştırmasıdır. Gerçek takva sahibi olan, bir bela veya sıkıntıyla karşılaştığında Allah (cc) onu o sıkıntıdan kurtarır. Nitekim Kuran-ı Kerim “Allah’tan sakınan kimseye Allah mutlaka bir yol açar. Kendisine, onun hiç ummadığı bir yerden rızk verir” (Talak, 3) buyurmaktadır.

Takva her hikmetin başıdır. Vera amellerin efendisidir. Hadis-i Şerif

Allah’a kulların en hayırlısı, en sevimlisi, takva ehli olup da kendini gizleyendir. Hadis-i Şerif

Allah korkusu olmayanı Allah (cc) her şeyden korkutur. F. Attar

Eğer kabirdekilere konuşma izni verselerdi ‘Azığın hayırlısı takvadır’ derlerdi. Hz. Ali

Kişi gadabını yenmedikçe takva sahibi olamaz. Bişr-i Hafi

Takva; kendine sığınanı bağrına basan bir ana, ilim; insanı en iyi fenalıklardan koruyan babadır. Zemahşeri

Allah’ı hakkıyla tanımayan, O’ndan hakkıyla korkmaz. Hz. Ömer

Korku sevginin ta merkezine yerleştirilmiştir. Dağın tepesini seven, uçurumundan nasıl korkmaz. N. Fazıl

Allah’tan korkan kimse nefsinin her istediğini yapmaz. Hz. Ömer

Allah korkusu olmayan gönülde Allah sevgisi yaşamaz. İmam-ı Rabbani

Allah’tan korkan kimsenin kalbi erir. Allah (cc)’a olan sevgisi artar ve aklı selim sahibi olur. Zünnun-u Mısri

Sevaptan kaçan, paraya tapan insanlarla arkadaş olma, sonra zararlı çıkarsın. Hz. Ömer
 

Şahitliği gizlemeyin.

Şahitliği gizlemek, kişinin bildiği vakayı 'bilmiyorum' diyerek örtmesidir. Şehadet yapılması gerektiğinde şahitlikten kaçınmak da şahitliği gizlemektir.

Allah bütün insanları, hak sahibinin hakkını ikrar etme hususunda gayret göstermeye teşvik etmiş, hak sahibi onun şehadetini ister bilsin, isterse bilmesin şehâdeti gizlemekten men etmiştir. "Şahidlerin en hayırlısı, kendisinden şehâdette bulunması istenmeden önce şahidlik eden kimsedir." Hadisi Şerif

Büyük günahların en büyüğü, Allah'a ortak koşmaktır. Bundan sonra en büyük günah yalancı şahitlik ve doğru şehadeti gizlemektir. İbn-i Abbas
 

Kim onu gizlerse, onun kalbi hakikaten günahkârdır.

Şehadeti gizleme günahı zahiri bir uzvun günahı değil, bizzat imanın mahalli olan kalbin günahıdır. Büyük günahlardandır, küfre, imansızlığa yakındır.

Kalb, hem fail, hem arif, hem memur (emrolunan), hem de menhî (yasaklanan)dir. Fiili, bedenin sadece bir cüzüne nisbet etmek, o fiilin meydana gelmesinde büyük etkisi olduğundandır. (Tağlib)

Uzuvlara ait olan fiiller, kalbin fiillerine tabidir. Kalbte meydana gelen sebeplerin neticesi olarak ortaya çıkar. -Alete isnad, tecrid-

      ✽      ✽      ✽ 

Kûfe ve Basra valisi Ömer İbn Hübeyre, Muhammed İbn Sîrîn'in ziyaretine gelmesini bild irdi. Yeğeniyle birlikte onun yanına gitti. Vali onu buyur etti, onlara ikramda bulundu. İbn Sîrîn'e dînî ve dünyevî birçok konuda soru sorduktan sonra şöyle dedi:

- Memleketinin halkını ne halde bıraktın?

- Onları, aralarında zulüm yayılmış, sen de onları unutmuş bir halde bıraktım.

Yeğeni buna omuz silkti. Ona dönüp şöyle dedi:

- Onlardan sorumlu olan sen değilsin ama ben onlardan sorumluyum. O da şahitliktir. «Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, şüphesiz kalbi günah iş lemiş olur».

Toplantı sona erince Ömer İbn Hübeyre onu saygıyla uğurladı. Ardından, içinde üçbin dînar bulunan bir kese gönderdi. Ama İbn Sîrîn onu almadı. Yeğeni ona 'Seni valinin bağışını almaktan alıkoyan nedir?' deyince, şöyle cevap verdi:

- Bana hakkımdaki iyi zannından dolayı bağışt a bulundu. Eğer ben, onun zannettiği gibi iyi kimselerdensem bana kabul etm emek yaraşır. Eğer zannettiği gibi değilsem, bunu kabul etmemem daha uygundur.

      ✽      ✽      ✽ 

Allah, ne yaparsanız, hakkıyla bilendir.

Kalplerin derinliğinde gizlenmiş günahları ve gizli sevapları bilir. Cezasını ve mükafatını ona göre verir.

Bu cümle, şehâdeti gizlemekten sakındırma ifadesidir. İnsan, kalbindekilerin Allah’tan gizli kalmayacağını bilince, Allah'ın emirlerine muhalefet etmekten korkar. Allahu Teâlâ'nın, kendisini, yapmış olduğu bütün fiillerden hesaba çekeceğini ve karşılık vereceğini bilir. Eğer yaptığı şeyler hayır ise, karşılığı hayır; şer ise, elde edeceği karşılık şer olur.

 

Te'vilâtı'n Necmiyye'den

Ehl-i din iki taifedir: Duranlar, yürüyenler.

Duranlar: Kendilerine mana kapısı açılmayanlardır, yuvada mahbus yumurta gibidirler.

Bunların meşrebi bedenî muameleler alemidir. Kalp alemine ve muamelelerine yolları yoktur. Bunlar cesed zindanında mahbustur. Bunlara kiramen katibin müvekkeldir. Amellerinin en küçüğüne kadar yazarlar. (Kehf, 18)

Yürüyenler: Bunlar suret aleminden mana alemine, cesedin darlığından ruhun genişliğine yürüyenlerdir.

Bunlar da iki sınıftır, yürüyenler, uçanlar.

1- Yürüyenler: Tarikat caddesinde akıl ve şeriata uygun olarak yürüyenler.

2- Uçanlar: Hürlük ve himmet kanatları ile hakikat hükümlerinde, ayaklarında şeriat ve tarikat halhalı olduğu halde uçarlar. Bunlar ayette geçen rehinsiz, katipsiz seyyarlardır ki; ceset zindanından, hislerin bağından halas olmuş tevekkül rahmetiyle yol alırlar. Kiramen katipleri onlar için birşey yazmazlar. Bazı büyükler, ‘Yirmi yıldır sol taraftaki meleğim bir şey yazmaz’ demişlerdir.

Onlar Hak aşıklarıdır. Kalplerini, akıllarını bu uğurda kaybetmişlerdir. Seyirde meczupturlar. Kendilerinden rehin talep edilmez, zira onlar şedit bir yakalanmakla yakalanmışlardır.

 

Belagat

' الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ Kendisine güvenilen kimse' sıfatlı kinayedir, borç verilen kişi kastedilmiştir.

✽ Bu cümle borçluyu, borcunu ödemesi için teşvik ifade eden bir tarizdir.

Borca 'emanet' denmesi masdarın mefulüne ıtlakı cinsindendir. (İsnad-ı mecazidir.) İzafeti de masdarın mefulüne izafetine benzemiştir.

✽ 'Emanet' lafzı bu ayette iki manada kullanılmıştır:

1-Emin kişinin vasıflandığı sıfat
2-Kendisine emniyet edilen şey

" اٰثِمٌ قَلْبُهُ " Kalbi günahkardır, ifadesi mecaz-ı mürselden alete, azaya isnaddır. Günah kalbe isnad edildi, çünkü günahı gizlemekte kalbin büyük dahli vardır.

✽ Bu isnad mübalağa bildirir. Çünkü kalp beden ülkesinin sultanıdır ve onun fiilleri fiillerin en büyüğüdür. Yani; 'Kim şehadeti gizlerse günah onun nefsine yerleşmiş olur, onun en şerefli yerine, kalbine sahip olur ve diğer günahlarından daha vahim bir hal alır.

وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ  'Rabbi olan Allah'tan korksun' cümlesinde, sakındırmada mübalağa ifade etmek için Allahu Teâlâ'nın ismi ile sıfatı bir arada gelmiştir. İtnabtan mübalağa nüktesi için iygaldir.

وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلٖيمٌ 'Allah yaptıklarınızı bilir' lazım, size onun karşılığını verir, dikkat edin, melzum.

تَعْمَلُونَ ile عَلٖيمٌ arasında cinas-ı nakıstan iştikak-ı kebir vardır.

اؤْتُمِنَ - اَمَانَتَهُ - اَمِنَ kelimeleri arasında, لَا تَكْتُمُوا ile يَكْتُمْهَا arasında reddül aciz alessadri ve iştikak cinası vardır.

 كُنْتُمْ - كَاتِباً - يَكْتُمْ  kelimeleri arasında, مَقْبُوضَةٌ ile بَعْضاً arasında cinas-ı müzariye lahık vardır. Harf ihtilafı bir tane ve mahreçleri yakın değil.

 آثِمٌ ile كَاتِباً arasında muvazene vardır. (Vezinleri uygun, harfleri farklı)