Sureler

Göster

Bakara Sûresi 284. Ayet

لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ وَاِنْ تُبْدُوا مَا فٖٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُؕ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ

284- Yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah (cc) sizi o yüzden hesaba çeker ve dilediğini bağışlar dilediğine de azap eder. Allah; her şeye gücü yetendir.

 

Nerede olursak olalım, Malike’l Mülk bizi görüyor, biliyor, işitiyor, içimizden geçeni, kalbimizin en derin yerinden; ‘Zatissudur’ diye tabir edilen her şeyden haberdar. Gizli-aşikar her şey O’nun için aynıdır. İstediğini istediği zaman hesaba çeker, cezalandırır ya da ödüllendirir. Hem dünyada hem ahirette hesaba çekebilir. Zerre kadar bir şey O’ndan gizlenemez. Koca bir ömrün hesabını bir göz açıp kapayıncaya kadar ortaya koyar. O, Seriu’l Hisab’dır.

Bize düşen, gündüzü dünya hayatı, yatağı kabir, geceyi ölüm gibi bilmektir. Her gece yatağa girdiğimizde, günlük amel defterimizi kendimiz açıp, vicdan mahkemesinde kurduğumuz mizanda kendimizi yargılayıp hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmemizdir. Bilmeliyiz ki ömür sermayesinde iyi amel kâr, kötülük zarar. Boş geçen saatler iflas, sermayeden heder olmuş ziyandır. Daima bizi gören biri var olduğuna göre, az konuşup çok tefekkür edip, hırsı bırakıp daima nasihat dinleyerek sırat-ı müstakimden ayrılmamalıyız.
 

Yerde ve gökte ne varsa Allah'ındır.

Yer ve gök, hiç şüphesiz Allah'ın yaratması ile ortaya çıkmışlardır. Şu muhkem, sağlam, akıllara hayranlık verici ve şaşırtıcı fiillerin faili olan Zâtın, mutlaka bu fiilleri en mükemmel biçimde bilmesi gerekir. Çünkü, bir şeyin detayını bilmeyen kimseden, son derece muhkem, güzel, yerli yerinde olan fiiller sâdır olamaz. Bundan dolayı Allahu Teâlâ, kendilerinde sağlamlık ve güzellik bulunmasını; gökleri ve yeri yaratmasına, gökleri, yeri ve içinde bulunanları bildiğine, onları en mükemmel biçimde ihata ettiğine delil getirmiştir.

Başımızı gökyüzüne çevirip baktığımız zaman ne görüyoruz? Sonsuz bir kâinat, sonsuz bir güzellik, sonsuz bir nizam... O kadar büyük bir kâinat ki, içerisinde bir yıldızın ışığı diğer bir yıldıza 100 milyon senede bile gidemiyor. Işığın bir sâniyede 300 bin km. yol kat ettiğini düşünecek olursak, bu ne büyük azâmettir yâ Rabbi!

Yerde ve gökte ne varsa Allah'ındır. Gerçek mülkiyetin Allah’a mahsus olduğu anlaşılınca, insanların hiçbir şeyin hakiki sâhibi olmadıkları ortaya çıkar. Hiç kimsenin Allah üzerinde (hâşâ) bir hükümranlığı yoktur. Öyle ise başkasına kulluk yapılması asla câiz olmaz. Kulluk ve ibâdet yalnız O’na yapılır.
 

'Ben yaptım!' yanılgısı

وَمَا تَوْفِيقِي إلَّا بِاللّٰهِ  'Gayret bizden, muvaffakiyet ve tevfik ancak Allah’tan.'

Her hayırlı işin başında bu mübârek cümleyi söyleriz, başarının Allah’dan olduğuna inanırız. Ne var ki bu inancını eyleme geçirenimiz pek az. Bu nedenle başarılarımızda şımarır, kibirlenir; başarısızlığımızda hüzünlenir, öfkeleniriz. Ya da başarısızlığımızın fark edilmesinden rahatsız oluruz da, başarılı olmak için bir gayretimiz olmaz, iç âlemimizde 'başarılı olayım' diye bir endişe taşımayız.

Gafletlerimizin, nisyanlarımızın, uyuşukluk ve tembelliklerimizin bir hazine gibi gizli kalmasını isteriz. Bu menfi duyguları yıllar yılı bir antika gibi saklarız, ya da saklamaya çalışırız. Oysa bu duyguları gizlemek için sarfettiğimiz gayretleri bunlardan kurtulmak için sarf etsek, köklü çözüm arasak, netice çok daha lehimize olur.

Kalitesizliğimizi, beceriksizliğimizi, tembelliğimizi gizlemek için, kibir ve ve riyâyı bir palto gibi giyeriz üzerimize; soğuk-sıcak demeden bir ömür onları taşırız. Sevilmek, sayılmak, güvenilmek için gösterdiğimiz gayretler, süslenmek için sarf ettiğimiz paralar, hele hele en korkunç olanı da, telâfisi, geri gelmesi mümkün olmayan zamanlar hebâ olur gider. Ama biz hâlâ sevgi ve güvene ulaşamayız. Muhâtaplarımız yüzümüze güler, sahte bir saygı gösterirler, hepsi o kadar... Çok geçmeden riyâya harcayacak maddi imkânlarımız, övündüğümüz gençliğimiz, güzelliğimiz gider, sahte dostlarımız, şakşakçılarımız da kaybolur. Bu gerçeği bilen Halilullah, ‘Ben kaybolanları sevmem’ (En'am, 76) diyor.

Mükemmel gözükmek mârifet değil, mükemmel olmak mârifet. Mükemmelliği sergilemek, ya da mükemmel gözükmek ise avârelik.

‘Evrenin muhteşem âhengi içinde, insanın gururu ne kadar küçük, ne kadar değersiz ve ne kadar anlamsız kalır.’

‘Kişinin makâmı, kendi meziyetinin üzerinde ise kibirlenmeye başlar; ondan aşağı ise tevâzuunu artırır.’

Bu hakikatleri göz önünde bulundurarak, başarısızlıklarımızı, kibir, riyâ, hevâ gibi sahte ve kirli perdelerle örtmek yerine, gerçek kemâli, hakiki olgunluğu elde etmeye çalışmalıyız. İdeâlimizde başarılı olduğumuzda da çok dikkatli olup, muvaffakiyetin ancak Allah’dan olduğunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekir. Aksi halde bir cehennem yılanı olan kibir sinsice içimize süzülür, mânevi terakkimizi alt üst eder.

Kibir, riyâ ve hevâ, kendi mutluluğu için başkasına acı çektirmektir, bu yolla hedefe ulaşılmaz; tam başarının zirvesine çıkacak yerde, alaşağı edilmeye mecbur eder.

Mümin için en yerinde düşünce, başkalarından üstün olma veya görünme yerine, bütün gayretini, dünden daha iyi olmaya harcamak olmalıdır. Önderimiz, rehberimiz, göz nûrumuz, gönül sultanımız, Bedir savaşında her türlü hazırlıkları yapıp ashâbını harekete geçirip, saflarını düzelttikten sonra, muvaffakiyeti Rabbinden bekleyerek, çadırda secdeye varıp, Âyete’l-Kürsî’nin en mümtaz esmâ-i ilâhisinden ‘Hayyu’l-Kayyum’ isimleriyle Rabbine yalvarıp, bu zikre devam ediyordu, tâ ki zafer müyesser olana kadar. Bu yalvarış, bu tevekkül, bu aşk ve bu eşsiz isimler sâyesinde, ordusunun üç katı olan düşman ordusunu yenmiş, en azılı din düşmanlarının canını cehenneme göndermişti. Fiili duâ ile kavli duâ birleşmiş, ilk büyük zafer hâsıl olmuştur.

Yüce Rehberimizi örnek alarak, başarılarımızın öncesinde ve sonrasında Rabbimize bağlılığımızı, O’na olan güvenimizi ve her güzel işe ancak O’nun izni, kudreti, onayı sonucu muvaffak olduğumuzu unutmayarak, kibir, riyâ, hevâ vâdilerini aşıp, tevâzunun müjdeli diyârında mûkim olalım. ‘Mütevâzileri müjdele.’ (Hac, 34) Hamd-ü senâ ile Rabbimize şükredip, sonra da ‘şükrü nasip etti’ diye şükür edelim.
 

Siz, içinizdekini açıklasanız da gizleseniz de, Allah onunla sizi hesaba çeker.

Bu âyet-i kerime nazil olunca, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Abdurrahman İbn Avf, Muâz (ra) ve bazı insanlar Hz. Peygamber (sav)'e gelerek, "Ya Resûlallah! Biz, güç yetiremiyeceğimiz amellerle mükellef tutulduk. Çünkü, hiç şüphe yok ki içimizden birisi, kalbinde yer almasını istemediği şeyleri hatırından geçirebilir" derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), "Belki de sizler İsrâiloğullarının, “İşittik, ama isyan ettik " (Nisa, 46) dedikleri gibi demek istiyorsunuz.. Sizler, "İşittik ve itaat ettik" (Bakara, 285) deyiniz..." dedi.

Bu cevabı alan sahâbe-i kirâm Rasûl-i Ekrem’in öğrettiği bu ifadeleri hep birlikte okudular. Okudukça dilleri ve kalpleri bununla yatıştı, sakinleştiler. Onların bu teslimiyetleri bir yıl kadar sürdü, sonra da Allahu Teâlâ: "Allah hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez" (Bakara, 286) âyetini indirmiş, bu âyet nesholunmuştur.

Hz. Peygamber ; "Allahu Teâlâ, yapmadıkları veya onu söylemedikleri müddetçe ümmetimin, nefislerine söylemiş oldukları şeyi bağışlamıştır" buyurmuştur.

Bu ayetin hükmünden, Mekke'de akıldan geçen günahlardan dahi sorumlu olma hükmü baki kalmıştır.
 

Siz, içinizdekini açıklasanız da gizleseniz de...

Bu 'içindekiler'den murad; insanın kendi kendine bir şeyler fısıldaması ve kalbten çıkarılması mümkün olmayan bozuk düşünceleridir. Bunlardan sorumlu tutulmak, "teklif-i mâla yutak" (takat getirilemeyecek teklif) olur.

Kalbe gelen düşünceler iki kısımdır. Bunların bir kısmını insan kalbine iyice yerleştirir ve gerçekleştirmeye azmeder. Bir kısmı ise, insanın hoşlanmadığı, fakat içinden de bir türlü atamadığı şeylerdir. İnsan birinci kısımdakilerden sorumludur. İkinci kısımdakilerden ise, mes'ûl değildir.

Bir görüşe göre de; Allahu Teâlâ, o kimseyi kalbinden geçirdiği bu hususlarla sorumlu tutar. Bunların cezası, dünyada çekilen gam ve kederlerdir. Âhiret günü geldiğinde, Allah insanları bunlardan mesul tutmaz ve bunlardan dolayı ceza vermez. Hz. Âişe (rh), Hz. Peygamber (sav)'den bu âyetin mânâsını sorduğunu, O'nun da bu şekilde cevap verdiğini rivayet etmiştir.

Kalpten geçenler, ilk önce hemm'dir. Sadece bir duygu halindedir. Ardından o içinden geçeni yapmayı düşünmeye meyleder. İşte bu tasarı niyet'tir. Ardından bu niyetini planlamaya, tasarlamaya başlar. Buna 'Kast' denir. Sonra niyeti kesinleştiren son merhale, 'Azim' gelir. Azim; o mevzuda kararlı olmak, karar verdiği şeyde artık alternatiflere kapalı bulunmak, arkasına düştüğü hususlarda sebat etmek ve ciddî bir şekilde yerine getirme kararlılığıdır. İşte Allahu Teâlâ insanı bu kesin karar verdiği şeyden sorumlu tutar.

Bunu günümüzden şu örnekle açıklayabiliriz: Bir dergi, gazete veya televizyonun haber merkezinde, haber ajanslarının devamlı bir şekilde yayınları aktarılır. O yayın kuruluşu da kendi ideolojisi, dünya görüşüne göre o haber akışından uygun gördüklerini seçerek yayınlar.

İşte kalbin de sorumlu olduğu niyetler, böyledir. Vesvese türünden geçen herşeyden değil, sadece kesin karar verip azmettiklerinden insan hesap verecektir.
 

Allah sizi hesaba çeker.

'Allahu Teâlâ, kalblerde saklı ve gizli olan her şeyi bilir.'

Allahu Teâlâ, kıyamet günü, bütün mahlûkâtı bir araya toplar ve onlara kalblerinden geçirdiklerini haber verir.

Herkese ne nimet verilmişse, onun hesabı sorulur. Âmaya göz nimetinden, dilsize dilden sorulmaz. Herkes gücüne göre imtihana tâbi tutulur. İlkokul imtihanı ile üniversite imtihanı aynı olmadığı gibi, her fakültenin imtihanı da farklıdır. Temizlik hizmeti imtihanında fizikten, cebirden sorulmaz. Kuyumculardaki küçük terazilerde küçük ağırlıklar tartılır. Niçin 3-5 kiloyu tartmıyor diye sorulmaz. 40-50 tonluk büyük basküller, kantarlar da niye 3-5 gramı tartmıyor denemez. Genel Müdürün mesuliyeti ile odacınınki farklıdır. Âlim ile cahilinki farklıdır.

Âdem oğlu kıyamette getirilir ve mizanın kefeleri önünde durdurulur. Ona bir melek tayin edilir. Eğer mizanı ağır gelirse, vazifeli melek, "Filan kimse bundan sonra ebedi olarak kurtulmuştur” der. Mizanı hafif gelirse, melek "Falan kimse de kaybetmiştir" der. Hadis-i Şerif

Hesaba çekilen azap görmüş olur. Hadis-i Şerif

Her hakkın bir şartı, edebi ve ilmi vardır. Yaptığını ilme uyarak mı, yoksa cahilliği kolay görerek mi yaptın? Şartlarına uygun yapıp bu sualden de kurtulursa, kim için'e sıra gelir. Bunu ihlasla, yalnız Allah rızası için yaptıysan mükafatını görürsün. Başkası için yaptıysan karşılığını ondan iste. Dünya için yaptıysan zaten nasibin yok. Başkası için yaptıysan sıkıntıya ve cezaya maruz kalırsın, denir. Hadis-i Şerif

Kulun isteyerek yaptığı her iş için önüne üç defter konur: Niçin yaptın, nasıl yaptın, kim için yaptın? Birinci niçinin manası, bunu Allah için mi, nefsine veya şeytana uyduğun için mi yaptın? Bundan kurtulursa 'Nasıl'a sıra gelir.

Kıyamette herkes, dört suale cevap vermedikçe kurtulamaz:

1- Ömrünü nasıl geçirdi?

2- İlmi ile nasıl amel etti?

3- Malını nereden, nasıl kazandı, nereye harcetti?4- Bedenini nerede yordu? Hadis-i Şerif

Ey Ebûzer! Kıyamette hesaba çekilmeden bu dünyada nefsini hesaba çek; çünkü dünyada nefsini hesaba çekmen yarın kıyamet gününün hesabından daha kolaydır. Kıyamet günü tartılmadan nefsini tart ve böylece kendini kıyamet için hazırla. O gün öyle bir gündür ki amellerin Allah'a arz edilir ve en küçük şey O'ndan gizli kalmaz.

Ey Ebûzer! İnsan, iki ortağın birbirlerini hesaba çekmelerinden daha sıkı bir şekilde nefsini hesaba çekmedikçe muttaki olmaz. İnsan yiyecekleri, içecekleri ve giyecekleri hangi yoldan elde ettiğini, onların haramdan mı yoksa helalden mi olduğunu iyice bilmelidir. Ey Ebûzer! Her kim malını hangi yoldan kazanacağını düşünmez, dikkat etmezse Allahu Teala da onu hangi yoldan cehennem ateşine sokacağını düşünmez, önemsemez.

Kulun Kıyamette ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Eğer o düzgün çıkarsa, diğer amelleri de düzgün olur. Eğer o bozuk çıkarsa diğer amelleri de bozuk olur. Hadis-i Şerif

Ey insanoğlu! Nefsinde devamlı sana bir öğüt veren oldukça, nefsini muhasebe ettikçe, Allah korkusunu şiar, hüznü kendine elbise edindiğin müddetçe devamlı hayır üzeresin. Ey insanoğlu! Doğrusu sen öleceksin, sonra kıyamet günü dirilecek ve hesaba çekilmek için Allah'ın adalet terazisi karşısında yer alacaksın; o halde kıyamette hesaba çekilirken cevap vermeye hazır ol. İmam Seccad

Her gün nefsini hesaba çekip eğer iyi amel yapmışsa, Allah'tan daha fazla muvaffakiyet istemeyen ve eğer kötü bir amel işlemişse istiğfar ve tövbe etmeyen bizden değildir. Ali Naki

Allah rızası için ve isteyerek namazını kılan, orucunu tutan, haccını yapan, zekatını veren, hesapsız ve azapsız Cennete girer. Hadis-i Şerif

Günahlarını hatırlayıp ağlayan, hesap görmeden Cennete girer. Hadis-i Şerif

Her kim bu dünyada nefsini hesaba çekerse kâr eder. Hz. Ali
 

Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini de azablandırır.

Bu bağışlama, böyle düşüncelerin kalbine gelmesinden hoşlanmayan kimselerin payı; azab da, böyle düşüncelerde ısrar edip, onları hoş karşılayan kimselerin payıdır.
 

Allah herşeye hakkıyla kadirdir.

Allahu Teâlâ "Göklerde ve yerde bulunan bütün şeyler Allah’ındır" buyruğu ile mülk ve melekûtun; "Siz, içinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de, Allah onunla sizi hesaba çeker" sözü ile de ilminin ve ihatasının mükemmel olduğunu bildirdi. "Allah herşeye hakkıyla kadirdir" diyerek, kudretinin mükemmel olduğunu ve kendisinin, kahretmesi, kadir olması, yaratması ve yok etmesi ile de her türlü mümkinâta hükümran olduğunu bildirmiştir.

Bu sıfatlardaki kemâlden, daha büyük ve mükemmel başka bir kemâl yoktur. Bu kemâlat ile mevsuf olan Allah'a, aklı olan her insanın kul olması, boyun eğmesi, emirleri ile yasaklarına itaat etmesi, O'nun gazabından ve nehyettiği şeylerden sakınması gerekir.

      ✽      ✽      ✽ 

Vaktiyle halifenin biri bir adamı zindana attırıp, üzerine demir kapıları kapatıp zincire vurdurmuştu. Bir süre sonra baktılar ki adam Bağdat sokaklarında geziyor. Tekrar yakalayıp yine zincire vurdular. Adam zindandan yine çıktı. Sonra halifenin karşısına götürdüler, halife sordu:

‘Bu ne iş adam? Biz seni zincire vurduruyoruz, sen hemen kendini dışarı atıyorsun. Seni kim salıyor?’

O veli zat tatlı bir tebessümle cevap verdi:

- Beni, senin güç yetiremeyeceğin biri dışarı çıkarıyor.

Halife öfkeyle bağırdı: 'Kimdir o!' Adam cevap verdi:

- Sana da, tüm kainata da gücü yeten Allah'tır!

      ✽      ✽      ✽ 

Allah (cc)

Allah (cc); kainatın meydana gelmesinde, devamında ve kemale ermesinde tek yaratıcı olduğu gibi 'Allah' ismi de ilim ve irfan dilimizde öyle güzel ve yüce bir başlangıçtır.

Yüce Allah'ın varlığı ve birliği kabul edilmeden kainattaki düzeni hissetmek ve anlamak bir hayalden ibaret kalacağı gibi, 'Allah' ismi üzerinde birleştirilmeyen ve düzene konmayan ilimler, sanatlar, bütün bilgi ve eğitimler de dağınık fikirlerden, manasız toz dumandan ibaret kalır.

'Allah' ismi bir parıltı halinde, hiçbir engel olmaksızın doğrudan doğruya Allah (cc)’ın zatına delalet eden, yalnızca O’na ait olan has bir isimdir.

'Allah' ismini, özel isim olarak düşünebilmek için, Allah (cc)’ın selbi ve subuti bütün zat sıfatları ile fiili sıfatlarını bir arada tasavvur etmek, sonra da hepsini bir bütün olarak topluca ele almak ve öyle ifade etmek gerekir:

O, Zatı Vacibu’l Vücut’tur ki, bütün kemal sıfatlarını kendinde toplamıştır. Mabudun bil hakk'tır; hakkıyla mabud, hakiki ilahtır. ‘Halık-ı alem: Kainatın yaratıcısı’ veya ‘Halık-ı külli şey; her şeyin yaratıcısı'dır.

'Allah' isminin ifade ettiği bir mana, bu manaların hepsinden daha açık ve daha mükemmeldir. Bundan dolayı bu has isim, kalbe daha yakındır.
 

el-Kadîr (cc)

Kudret, irade ve ilmin takdiri ile bir şey icat etmek kabiliyetidir.

Allah’ın kudretine nihayet yoktur. O, emsalsiz kudretine bir ayna olmak üzere cihanı yaratmıştır. Fezalar dolusu yıldız, dünyalar dolusu insan ve bahçeler dolusu çiçek, O’nun kudret nişaneleridir.

Hiçbir şey Allah (cc)’ı aciz bırakamaz. O, dilediğini yapar. Hiç kimse O’na mani olamaz. O’nun fiilleri apaçık ortadadır. Bu fiiller canlı ve bilen biri olmadan gerçekleşmeyeceği gibi güçlü ve aczden münezzeh biri olmadan da gerçekleşemez.

'Kadir' isterse yapar, isterse yapmaz, demektir. Allah (cc) şu anda kıyameti ikamet etmeye kadirdir, isterse bunu yapar. Eğer kıyameti şu anda koparmıyorsa, onu henüz dilememiş demektir. Ezelde onun ne zaman kopacağı takdir ve tayin edilmiştir ancak henüz zamanı gelmemiştir.

Bu ismi bilen kul, daima Allah (cc)’ı yüceltir ve O’na saygı duyar, yararlı zararlı, iyi kötü bütün her şeye gücü yeten, mutlak kadir olan, kudreti her şeyi kuşatan O’dur. Bu yüzden kul, böylesine güçlü olanın kendisinden intikam almasından da korkar. Amellerine dikkat eder. Kimseye zulmetmez.

'Kadir' ismi şerifini 205 defa, 'Muktedir' ismi şerifini de 744 defa okumaya devam edene kimsenin kötülüğü dokunmaz. Allah (cc)’ın yardımı ile düşman şerrini ve belayı def etmeye kadir olur.
 

     Şek ve şüpheden arın, düşün bak neye kadir,

     Allah (cc) alemlerin Rabbi, Allah (cc) her şeye kadir!

 

Belagat

✽  " لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ " cümlesinde, kasır yollarından tehir olunması gereken bir unsurun takdim edilmesiyle kasır vardır. Bu durumda her zaman takdim edilen kelime maksurun aleyh, sonra zikredilen lafız maksurdur. السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ arasında tibaka mülhak ihamı tezat vardır. Cüz; yerde-gökte olanlar, kül; bütün kainatta olanlar Allah'ındır.

✽ Lazım; gökte-yerde olan herşey Allah'ındır, melzum; hepsini O yaratmıştır. Rızkı veren O'dur. Emri tutulması gereken, önemsenmesi, buyruğuna göre hareket edilmesi gereken O'dur.

✽ Mefhum-u muhalifi; sizin hiç bir şeyiniz yoktur. Kendinizi malik zannetmeyin. Sizin de, elinizdeki herşeyin de sahibi Allah'tır.

✽  "مَا فٖٓي اَنْفُسِكُمْ - İçinizdekiler" sıfatlı kinayedir.

✽ Nefiste olan iyi şeyleri de, kötü şeyleri de bilir, tevcihtir. فِي harf-i ceri, mekan için kullanılırken, burada mecazen 'Nefs' kelimesine dahil oldu. İstiare-i tebaiyedir. Nefs, karanlık, dibi görünmeyen bir kuyuya benzetildi. Camisi; belirsizlik, derinlik, sessizlik, son noktasının mesafesinin bilinememesi.

✽  اَوْ تُخْفُوهُ eli وَاِنْ تُبْدُوا arasında tibak-ı icab ve muvazene vardır.

✽ Açıklasanız da, gizleseniz de, vasıtalı kinayedir. Yani; onu açıklamaktan utanmayacağınız iyi bir şey de olsa, utanacağınız ve açıklamayacağınız kötü birşey de olsa...

✽  'يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُ Allah sizi onunla hesaba çeker' bedeli baz veya bedeli iştimaldir.

✽ Mefulün takdimi; tahsis ve önemine binaendir. Yani; sadece sizi hesaba çeker. O içinizdekinin hesabını sizden başkasına sormaz.

✽ " اللّٰهُ " lafzı daha önce geçmişti. Muktezay-ı zahirin hilafına kelamdan, zamir yerine açık isim geldi. Kalbe korku bırakmak, korkuyu kuvvetlendirmek içindir.

✽  " فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ " cümlesinde 'Affeder' ve 'Azab eder' fiilleri arasında tibak-ı icab vardır.

✽ مَنْ ism-i mevsulünün zikri; haberin şanına tazim, azamet ve dehşet içindir.

✽ مَنْ يَشَٓاءُ kelimesinin iki defa tekrarı, itnabtan terdittir. يَشَٓاءُ fiili iki meful alan kalp fiilidir. Burada mefulleri mahzuftur, fazla sözden sakınmak için, cümlenin öncesinden mefulün ne olduğu anlaşıldığı içindir.

✽  وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ 'Allah her şeye kadirdir ' cümlesi itnabtan mesel tarikı cari tezyil cümlesidir.