Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 2. Ayet

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُؕ

2- Allah (cc), O’ndan başka ilâh olmayan, ölümsüz hayata sahip, bütün varlıkları ayakta tutan ve onları gözetip durandır.

'Allah; Ondan başka ilah yoktur.'

Tevhidin kemali, her işi Allahtan bilmektir. Bunun alameti hiçbir surette kimseye kızmamaktır. Hakiki tevhid ehli vasıtaları görmezler.

Tevhidi yüreğine yerleştirmiş bir müminin bazı alametleri vardır:

- Bütün Müslümanlara şefkat besler.

- Müminlerin problemini kendi problemi gibi görür.

- Onların iyiliği için gayret gösterir.

Tevhidden uzak nifak dolu bir kalbin sahibi ise, hem gizliden hem açıktan Müslümanlara karşı hınç doludur.

Bu neticeden tevhidin ne kadar yüce olduğunu anlıyoruz. ‘İmansız paslı yürek sinede yüktür’ sözünü ne kadar güzel söylemişler. Bütün faziletler, meziyetler imanda, bütün rezillikler, sahtelikler inkardadır.
 

' O; Hayy ve Kayyum'dur.'

Allah ezeli ve ebedi olarak diridir. Üzerinden yokluk geçmemiştir. Onun için bir yaratıcıya muhtaç değildir. Zamandan, mekandan önce diri olduğu için zamana, mekana, imkana muhtaç olmayan vahid-i ehaddir.

Yine ezeli ve ebedi olarak Kayyum’dur. O; ‘kıyam bi nefsihi’ sıfatıyla muttasıftır. O'nun hayatı, yemeye, içmeye, havaya, suya, bakıma, idareye ve hiçbir şeye muhtaç değildir. O; Zatıyla kaim, bütün noksanlıklardan münezzeh Kadir-i mutlak’tır.

Her şeyi O yaratmış, düzene koymuş, miktarlarını, hayat ölçülerini tanzim etmiş, hayatlarını, varlıklarını idame için gereken her şeyi vermiştir. Kayyum sıfatıyla bütün alemlerin direksiyonu O’nun elindedir. Her şeyi idare eden, yaşatan, öldüren, hatta ağlatan, güldüren O’dur. O; kara taşın üzerinde kara karıncayı görüp, ayak sesini duyan, rızkını temin eden Zat-ı Zülcelaldir.

Bir masayı yapan usta yaptığı masaya benzemediği gibi, O da yarattığı hiçbir şeye benzemez. Çünkü O cisim değildir.
 

Allah (cc)

'Allah' dediğimizde, bütün alemlerin Rabbi, mülkünde ortağı olmayan, eşi ve benzeri bulunmayan Zat-ı Kibriya'yı hatırlarız. Bizim hayata mazhar oluşumuz O’nun rahmetinin eseridir. Zamanı, mekanı vücuda getiren, bütün eşyayı icat eden Allah’tır. Bir lahza alemi kendi haline bırakacak olsa gökler, yerler birbirine geçer, yıldızlar kar taneleri gibi dökülür ve geride hiçbir şey kalmaz.

Güneş binlerce senedir kainata ışık tutmakta, dünya onun etrafında dönmekte ve fakat onun sıcaklığı hiç eksilmemektedir. Ya şu ırmakların suyu nereden gelmektedir? Binlerce senedir Nil nehri aynı heybetle akıp gidiyor. O su devamlı yaratılmasaydı Nil’in akması mümkün olur muydu?

Bir lahza, bir nefes yoktur ki, insanlar ve diğer mahluklar Allah (cc)’ın nimetlerine, keremine mazhar olmasın. Allah toprakta taneler yarattığı gibi, o taneleri kırıp öğütecek dişler de vermiştir. Ya midedeki o harika fabrika? Yediğin bir lokma, hangi makinelerden geçip kan haline gelmektedir?

Bir damla suyun insan olarak varlık bulması ve o insanın hayat bulunca kendisini yarata sonsuz kudretini tanımaması, tanımak da istememesi ne büyük bir felaket...Gerek özel ismi, gerek şahıs ismi olan ‘Allah’ yüce ismi ile yine Allah’tan başka hiçbir ilah anılmamıştır. ‘O’nun adını taşıyacak bir başkasını bilir misin?’ (Meryem, 65) Onun adaşı yoktur. Bundan dolayı Allah (cc) isminin ikili ve çoğulu da yoktur. Ancak Zatının isimlerinin birden fazla olması caizdir.
 

Lâ ilâhe illâ hû

Allah (cc), yoklara varlık, fânilere hayat vererek, mahlukatı nimetleriyle kuşatan fazl-ı kerem sâhibidir. Mahlûkat üzerine akıp taşan sayıya gelmez, tenâhi kabul etmez nimetler, ancak O’nun ihsânı, ikrâmıdır. O nimetlerin bir zerresinde Allah'tan başka kimsenin hakkı yoktur. Allah (cc) insanları, ihtiyaç denilen görülmez, tutulmaz iple birbirine bağlamıştır. Her insan, başka insanlara muhtaçtır, tek başına yaşayamaz. Onun için her nimetin ele geçmesinde, insanlar birbirine yardımcı, vâsıta, bir sebep, bir mecrâ olabilirler. Fakat hiçbir zaman, hiçbir nimetin hâlıkı ve sâikı olamazlar. Nimeti yaratan da Allah’dır, sevk eden de... Allah’ın sayısız nimetlerinden daha büyük nimeti şudur ki, insanlara bu fâni nimetleri, bâki nimetlerle değiştirme yollarını bildirmiştir.

Gâfil insan! Allah’ın senden başka nice kulları var. Öyleyken O, seni görüp gözetme işini, sanki senden başka kulu yokmuş gibi yerine getirmektedir. Sen ise, O’ndan başka tutanın ve gözetenin yok iken, seni bırakıverdiği sûrette, güyâ elinden tutacak, hayatını kurtaracak başka hâmilerin varmış gibi, O’nun kulluğunda tembellik edip gevşeklik gösteriyorsun...
 

     Özde, sözde, dilde, seste Allah bir!

     Yer ettikçe can kafeste Allah bir!

     Böyle geldik böyle gitmez dileriz

     İlk nefeste, son nefeste Allah bir!

 

Hayy ve Kayyûm'dur.

‘El-Hayyü’l-Kayyum’ ifâdesi, Allah'ın ‘illiyet’ yoluyla müessir olduğu vehmini ortadan kaldırmıştır. Çünkü ‘Hayy’ en üstün derece, aktif ve faal demektir.

Allah (cc) ‘El-Hayyu’ ismiyle kendisinin âlim, kâdir olduğuna; ‘El-Kayyum’ tavsifiyle de, bizâtihi kâim ve kendisinin dışındaki varlıkların da mukavvimi olduğuna delâlet etmiştir. Allah (cc), bütün mevcudâta nisbetle Kayyum ve Hayy’dır.
 

el-Hayy (cc)

"Hayy" çok faal, en üstün derecede idrâk sahibi, ölümsüz, diri olan' dır. O, asla ölmez; dâima hazır ve nâzırdır. Mahlûkâtının hayatını veren O’dur. O olmasaydı, hayattan zerre kadar eser görülmezdi.

Hayy, hiçbir başlangıçtan başlamayan ve hiçbir nihâyet ile son bulmayan ezelî ve ebedî hayatın ta kendisidir. İnsana hayatını kazandıran O old uğu gibi insanın hayatını sürdüren de O’dur. Yâni hayatı boyunca Allah onunla beraberdir. Hayat veren, hay atını sürdüren ve sonunda onun hayatına son verecek olan da yine Allah’tır. En sonunda öldürdüğü bu insanı yeniden diriltecek olan da O’dur.

Hakiki hayat, Allah’a (cc) mahsustur. Allah’ın hayatı, ilim ve irâdeye mebde olan ezeli bir sıfattır. Kayıtsız şartsız herşeyi bilen ve her şeye gücü yeten, ekmel bir hayattır. Her şeyi görür, işitir, bilir, istediği gibi yapar.

Allah’ın 'hayy' oluşu, mahlukatın hayatta oluşundan farklıdır. O hayat, her canlının hayatına eşlik eder, zaman mefhumundan tamâmen uzaktır. O (cc) kâmil anlamda ‘hayy’ dır. Ne zâtında, ne sıfatlarında yokluğu kabul etmez. Allah mutlak olarak Hayy’dır, mahlukatın hayatı ise mukayyettir.
 

el-Kayyûm (cc)

Eşya başlıca ikiye ayrılır:

1-Araz ve vasıflar gibi mekana muhtaç olup kendi nefisleri ile kaim olmayanlar.

2-Mekana muhtaç olmayan ve kendi nefsi ile kaim olanlar: Cevher gibi… Ancak cevher her ne kadar kendi varlığı ile kaim ise de, mahalle (mekana) muhtaç değilse de, kendinde bulunması şart olan bazı şeylerden hali değildir. Bu itibarla ona ‘kendi nefsi ile kaimdir’ diyemeyiz. Çünkü o, mahalle muhtaç değilse de kıyamında başkasına muhtaç olmak durumundadır.

Kendi zatıyla kaim olmasında hiçbir yere, hiçbir şeye muhtaç olmayana ‘kaimun binefsihi mutlaken’ denir. Kendi nefsi ile kaim olmasında hiçbir şeye muhtaç olmayan, bununla beraber her mevcut kendi sayesinde ayakta durabilen, O’nsuz eşya için varlık tasavvur edilemeyene de ‘Kayyum’ denir. Çünkü O’nun kıyamı kendi zatı ile olduğu gibi her şeyin kıyamı da O’nunla olmuştur. İşte bu vasıf ancak Allah (cc)’a layıktır. Kulun da bu vasıftan hazzı, Allah (cc)’tan başkasından müstağni olduğu kadardır.

"Kayyûm" O'nun kendi zatıyla kaîm olması; mahlukâtın, yaşantılarında muhtaç olacakları gece ile gündüzü, sıcak ile soğuğu, rüzgâr ile yağmuru ve kendisinden başka hiç kimsenin kadir olamayacağı ve sayamayacağı nimetleri veren, bütün mahlûkatın işlerini, ecellerini ve rızıklarını tedbir eden, yöneten demektir.

Allah (cc), yaratmak ve rızıklandırmak sûretiyle mahlûkâtının yönetimini üstlenmiştir.

Allah’ın bir mekânda ve bir cihetle olmadığı sâbit olunca, O’nun uzuvlara sâhip olması, hareket ve sükûn hâlinde bulunması da imkânsız olur. Bir mahalle hulûl etmiş olan, o mahalle muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan ise, zâtıyla kayyum olamaz. Meselâ çocuğun koruyup gözeticisi, bir an çocuktan gâfil bulunsa, çocuğun bakımı, güvenliği aksar. Allah (cc) ise, sonradan meydana gelmiş, yaratılmış bütün varlıkların kayyimi, bütün mümkünâtın kayyumudur.

Allah (cc) lizâtihi nefsiyle kayyum olduğundan Zâtıyla âlimdir., O’ndan başka herşey muhdestir (sonradan meydana gelmiştir.) Her şey Hakk ile kâimdir.

İnsanın rûhunda ve rûhun cesetle olan alâkasında pek çok sırlı incelik vardır. Rûh, cesedin bütün zerrelerine, hücrelerine, en ince elyafına kadar hayat ve intizam serper; bu sâyede vücuddan çekici bir güzellik, zindelik ve sıhhat fışkırır. Ceset, her an rûhun bu feyz ve inâyetine muhtaçtır. Bu kesilirse, çirkin ve müstekreh bir hâle gelir.

İşte her zerreyi ayakta tutan ilâhi irâde de bir kesilse, her şey kökleri kesilmiş ağaçlar gibi devrilir gider.

Allah (cc); vâliler, hükümdarlar yaratan ve bütün varlığı idâre eden biricik ve en büyük vâlidir. Allah (cc) öyle bir vâlî-i âzâmdır ki, bütün kâinat daha yaratılmadan önce O’nun kudret ve tasarrufu altında idi ki, tek bir emirle yokluktan varlığa çıkardı. Vakti gelince her şey ancak O’nun kudret ve tasarrufunun tesiriyle belirir ve ancak O’nun terbiye ve irâdesiyle gelişir. Yine vakti gelince ancak O’nun irâdesiyle ölür ve herşey öldükten sonra da O’nun kudret ve tasarrufu altındadır ki, onları yeniden diriltir.

İnsan, Allah'ın kayyûmiyet tecellisinin bir an kainattan çekiliverdiğini düşünse, tasavvur edebildiği miktarı –ki bu çok cüzîdir- o kadar korkunçtur ki, başları döndürmeye, akılları hayrete düşürmeye kâfidir. Bu muammâlar karşısında, Allah’ın Kayyum sıfatı sâyesinde kalpler huzur bulur.
 

    Âyinedir şu alem, her şey Hakk ile kâim

    Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim
 

Hayyu'l Kayyum (cc)

Rasûlüllah bu isimlerle duâ etmiştir. Hz. Ali şöyle anlatır: Bedir Günü Efendimizin yanına gittim. Secde halindeydi, şöyle dua ediyordu: ‘Ya Hayyu! Ya Kayyûm!’

Defalarca gidip geldim. Her defasında Efendimiz'i bu şekilde dua ederken gördüm. Bu isimlere başka bir kelime eklemiyordu. Allahu Teâlâ fethi müyesser kılıncaya kadar hep bu şekilde dua etti.

Resûlûllah’a bir üzüntü ve keder geldiğinde; ‘Yâ Hayy yâ Kayyum olan Allah’ım! Senin rahmetinle Senden yardım istiyorum’ derdi.

Bir hadiste de, şu duâyı yatağa girerken üç defa okuyan kimsenin günahlarının, denizin köpüğü kadar çok olsa bile, af edilebileceğini bildirmiştir: “Ben kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, “Hayy”, ezelî ve ebedî diri “Kayyum”, herşeyin mutlak hakimi olan Allah’tan bağışlanmamı diliyor ve O’na tevbe ediyorum.”

Hz. Peygamber bazen duâlarında “Kayyum” ismini kullanmıştır. “Allah'ım hamd, sana mahsustur. Sen yerleri ve gökleri idare edip, ayakta tutan (Kayyûmsun).”

Zeyd b. Sabit (ra) uykusuzluğa tutulmuş ve bu hastalığından Efendimiz'e bahsetmişti. Rasulullah kendisine şu duayı okumasını tavsiye buyurdu: اللَّهُمَّ غارَتِ النُّجومُ، وهَدَأَتِ العُيُونُ، وَأَنْتَ حَيٌّ قَيُّومٌ لَا تَأْخُذُكَ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ، يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ، أَهْدِئْ لَيْلِي، وَأَنِمْ عَيْنِي

"Ey Allahım! Yıldızlar battı, gözler sakinledi, (ve yumuldu) Sen hayy ve kayyûmsun. Seni ne bir uyuklama tutabilir ne de uyku. Ey Hayyu Kayyum, gecemi sakin kıl, gözlerimi uyutuver."

Zeyd b. Sabit (ra) duayı okuyunca Allahu Teâlâ kendisinden o hali giderip şifa verdi.

Hz. İsa ölüleri diriltme mucizesini gösterirken bu isimlerle dua eder, ‘Ya Hayyu, ya Kayyum’ derdi.

Deniz yolculuğu yapan kişi, batma tehlikesinden korktuğu zaman ‘Ya Hayyu Ya Kayyum’ diye dua etmelidir.

324 kere ‘Hayy’ ismini okumaya devam edenin, kalbinde tevhid nûru parlar, rızkı artar, sıhhati devam eder.

Kulun bu isimden nasibi, Allahu Teâlâ dışındaki masivadan müstağni olması miktarıncadır.

Her gün kırk kere hulusi niyetle 'Yâ Hayyu, Yâ Kayyum, Lâ ilâhe illâ ente es'elüke entuhyiye kalbî bi nûri mârifetike ebeden' diyenin kalbindeki heva kaybolur.

 

Belagat

✽ Kelam, haberin önemine binaen hükmü takviye için haberi fiil cümlesi olan müsnedin ileyhle başlamıştır.

✽ Cümlenin özel isimle başlaması, kalplere korku bırakmak içindir.

✽ ‘لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ’ cümlesi müşriklere ve hassaten Hıristiyanlara reddiye için hal veya itiraz cümlesidir.

✽ Kasrı sıfat alel mevsuftur. Allah'tan başka tüm ilahları reddeden kasrı kalp ve kasrı hakikidir.

✽ ‘Hayy ve Kayyum’ sıfatları uluhiyette tek olduğunu, O’ndan başkasının buna ehil olmadığını bildirir. (Müsnedin mevsuf oluşu tahsis ve tekit içindir.)

✽ " الْحَيُّ الْقَيُّومُ " arasında و atıf harfi getirilmedi, birleştirmeye gerek olmayacak kadar yakın oldukları için, kemali ittisal ile fasıl oldu. Yani diri olanın muhakkak kaim, ayakta olması gerektiğine işarettir.