4- Daha önce insanlara doğru yolu gösterici olarak ve doğruyu yanlıştan ayıran hükümleri de indirdi. Allah’ın ayetlerini inkar edenlere şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir.
Tevrat ve İncil, önce insanlara hidayet menşeiydi. Daha sonra peygamberleri kah inkar edip, kah öldürdüler. Kitapları tahrif edip, asliyetini yok ettiler. Kendilerince yüzlerce Tevrat, yüzlerce İncil oluşturdular. Gökten inen şifalı tertemiz nisan yağmuruna çamurlu ellerini batırarak bozdular, bulandırdılar. Kitaplarından birbirine zıd, asılsız, hakla batılı karıştırılmış hükümler çıkardılar, çelişkiler, ihtilaflar, menfaat çatışmaları, dini dünyaya alet etme, az bir paraya mukaddesatı satma yoluna girdiler.
Sonra Cenab-ı Hakk hakla batılı ayırd edecek furkanı, Kuran’ı indirdi. Kuran’ın ineceği peygamberin geleceği kitaplarında haber verilmişti. Onlar bu gerçeği de inkar edip, ört bas etmeye çalıştılar. Hatta bunun için dünyaperest din adamlarına yüksek paralar ödeyerek seferber ettiler. Taassuba, kibre kapıldılar. Peygamberin kendi ırklarından olmadığını bahane ederek inkar yolunu tuttular.
Oysa kendi soylarından gelen nice peygamberi inkar edip, nicelerini öldürdüler. Getirdikleri delillere deliler bile inanmaz. O gün dedeleri ayetleri inkar edip tahrif etmişlerdi. Bu yüzden suretleri, siretleri değişti. Maymuna, hınzıra dönüşüp helak oldular. Bugün de torunları inkar ederek kötü akıbeti beklemekteler.
Bu inatla inkara karşı Allah (cc) intikam sahibi olduğunu hatırlatıyor. Geçmişteki inkarcıların akıbeti, başlarına gelen korkunç azapları hatırda canlandırılırsa inkara mecal kalmaz. Ne var ki inkar çoğu kez delilsizlikten değil, gönülsüzlükten olur. Hevay-ı nefs ağır basar. Fani dünya cazip gözükür. Hırs gözleri bürür de gerçeği göremez oluruz. Rabbim muhafaza eylesin.
Bu hidayetten maksat, Tevrat ve İncil'dir. Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ı "Hak" diye; Tevrat ve İncil'i ise, "Hidâyet rehberi" diye vasfetmiştir.
Allahu Teâlâ, Bakara sûresinin başında, Kurân'ı müttakiler için bir hidâyet rehberi olarak vasfetmişti. Ama burada, hıristiyanlarla yapılan bir münazara söz konusu olup, onlar da Kur'ân sayesinde hidâyete ermeyince, Cenâb-ı Hakk burada Kur'ân hakkında, "O bir hidâyettir" demeyip, "Onlar ister kabul etsinler isterse etmesinler, bu Kur'ân bizatihî bir haktır" demiştir. Onlar Tevrat ve İncil'in sıhhatine inanıyor, müslümanların Tevrat ve İncil hakkında iftirada bulunduğunu iddia ediyorlardı. Bu sebeble Cenâb-ı Hakk, Tevrat ve İncil'i "hidâyet" diye vasfetmiştir. Veya bu hidayet vasfı, üç kitap için de geçerlidir.
'Furkan'; şükran ve küfran gibi mastardır. Sonra kendisiyle hak ve batılın arası ayrılan şeye isim olmuştur. Kur'an'da yedi defa geçer.
'Furkan' kelimesi; Kur'an, hak ile bâtılı birbirinden ayırt eden diğer ilâhî bildirimler, mucizeleri, hayırla şerri birbirinden ayırt etme anlayış, güç ve kabiliyeti, karşıt değerleri birbirinden ayırma ölçüsü ve Bedir zaferini ifade etmek üzere kullanılmıştır.
Âyette, kitap için "tenzil", Tevrat, İncil ve furkan için "inzal" fiilinin kullanılması Kur'ân-ı Kerîm'in değişik zamanlarda parça parça, diğer iki kitabın ise bir defada indirildiğine işaret içindir.
Bu âyette furkan ile ne kastedildiği hususunda çeşitli açıklamalar vardır:
♦ "Furkân"dan maksat, Zebur'dur.
♦ Bundan maksat, Kur'ân-ı Kerim'dir. Bununla vasıflanması Tev-rat ve İncil’in hidayetine üstün kılındığı içindir. Hak ve batılın arasını ayırmak, burhanla olduğundan ve şüpheyi izale ettiğinden hidayetin en yücesidir. Cenâb-ı Hak, Kurân'ın şanını yüceltmek, hak ile bâtılın arasını ayırması sebebiyle onu medhetmek, yahudî ve hıristiyanlar arasında Hz. İsa'nın durumu hakkında çıkan ihtilâfların arasını ayırsın diye Tevrat ve İncil'den sonra indirdiğini beyan için, yeniden zikretmiştir.
♦ Bu vasıf her üç kitap için de geçerlidir. Allahu Teâlâ bu üç ki-tabı bir hidâyet rehberi, bir delil ve kılavuz kıldığı gibi, aynı şekilde helâli, haramı ve diğer şer'î hükümleri ayırdeden furkân kılmıştır.
♦ 'Furkan' semavi kitapların cinsi demektir. Çünkü semavi kitap-ların hepsi Furkan’dır, hak ile batılın arasını ayırt eder.
♦ 'Furkân' Allahu Teâlâ'nın bu kitapları inzal buyururken, onlarla beraber indirdiği mucizeleridir.
Kur'an Mucizesi
Kurân-ı Kerim'in mucize olduğunu gösteren pek çok yönü vardır.
♦ Üslub yönünden: Kuran'daki belagat ve fesahat, pek çok kimselerin hidayetine vesile olmuştur. Onun okunuşundaki âhenk en haşin ve katı kalpleri yumuşatmıştır. O yalnız Müslümanların faydası için değil, bütün insanlığın istifadesine sunulmuş eşsiz bir kitaptır. Aynı zamanda Arap nesir edebiyatının ilk ve edebi bir şaheserdir, Sitil ve üslup yönünden taklit edilmesi asla mümkün değildir. İnsanoğlu kelime ifadesi bakımından çok cılız ve kısırdır. En büyük edipler filozoflar ona nazire yapmaktan aciz kalmışlardır.
Cenâb-ı Mevla Kur'an muarızlarının hepsine, hatiplere belagatçılara meydan okumuş, onlar şaşırıp kalmışlar, en kısa suresini bile benzer olarak getirememişlerdir. Kur’anın bu meydan okuması kıyamete kadar baki kalacaktır. ‘De ki andolsun ins-ü cin şu Kuran'ın benzerini (meydana) getirmeleri için bir araya toplansa, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler.’ (İsra, 88)
♦ Telif yönünden: Kur’an ilahi bir teliftir. İçindeki âyet ve sureler arasında tenasüp ve insicam vardır. 23 sene gibi uzun bir zamanda nazil olan ayetlerin Peygamber tarafından Allah’ın emrettiği şekilde tertip edilmesi ve peygamberin bunu Kuran'ın tamamı nazil olmadan yapması ve yaptığı bu düzenlemenin senelerdir değişmemesi de büyük bir mucizedir.
♦ Tabiat ilimleri yönünden: Tabiatın kendini konu değil, insanın saadetini konu edinmiştir. Tabiat bilimlerini insana bırakmış, sadece ona bir atf-ı nazar eylemiştir.
Asırlar boyu insanlık bilimler sahasında engin çalışmalar yapmış ve pek çok nazariyeler ortaya atmıştır. Bir teori diğer teoriyi yıkmış ve değiştirmiştir. Kainatta değişmeyen ve her asırda daha iyi anlaşılan bir görüş vardır: Şüphesiz o da Kur’andır.
♦ Gayb haberlerini ihtiva yönünden:Gaybı haber vermesi yönün-den Kuran'da 3 çeşit bilgi yer alır.
Maziye ait haberler: O devirde hiç kimsenin bilmediği geçmişe ait bilgileri Kur’an bildirmiştir. Ashab- Kehf, Zülkarneyn kıssaları Ad ve Semud kavmi ve benzeri kıssalar…
Hale ait haberler: Münafıkların kimler olduğundan, Efendimiz’e kuracakları tuzaklardan ve Tevbe suresinin 108. ayetinde geçen; Mescid-i Dırar komplosu vb. hadiselerden haber vermesi gibi.
İstikbale ait haberler: İran-Rum savaşı ve neticesinden bahsetmesi gibi.
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Kur'an-ı Kerim, maziye, hale, istikbale ait ne haber vermişse aynen vuku bulmuş, verilen haberler tasdik edilmiştir. ‘Kur’anı biz indirdik, onu biz koruyacağız’ buyuran yüce Rabbimiz vaadinde sadık olmuştur. Kıyamette insanları huzuruna diriltip ayrı ayrı hesap soracağını, iyilerin cennete, kötülerin cehenneme gideceklerini bildirmesi de istikbalde gerçekleşecek ilahi bir va’addir, hazırlıklı olunması gerekir.
♦ İhtiva ettiği ilimler yönünden: Kur'an bütün ilimlere işaret etmiştir. Şüphesiz yakın bir gelecekte insanlık Kur’anı bugünkünden daha iyi anlayacak ve ona teslim olacaktır.
Bir kitap ki; mübîndir... apaçıktır görene,
Son nefeste korku yok, ona gönül verene.
Adı; Kur’ân-ı Kerîm... mekânı; kalb-i selîm,
O’ndadır gerçek irşâd, ondadır gerçek ilim.
İntikâm, nimetin zıddıdır. “Nikmet” kökünden olup, güç göstermek ve bir cinâyetin cezâsını vermek, asi ve günahkârlar üzerine belâ indirmek, onlara azap etmek, öcalmak, acısını çıkarmak, görülen kötü bir muameleye karşılık ve gönül rahatlığına hizmet üzere karşı bir muamelede bulunmak demektir.
Müntakım “نقم” fiilinden ism-i faildir. Hz. Aişe şöyle söyler: “Hz. Peygamber kendi nefsi için hiç intikam almadı. Ancak Allah’ın yasakları çiğnend iğinde Allah için intikam alırdı.”
Müntakım ism-i failinin türediği “nakame” fiili sözlükte; azmak, haddi aşmak, yakalamak, kötü fiilleri yermek ve kınamak, cezalandırmak anlamlarına gelir.
İntikam almak, öç almak; önceden kendisine yapılan bir yanlıştan dolayı içindeki kini biriktirip biriktirip sonradan şiddetli bir ceza vermek manasına gelir. İntikam alacak kişi öfkesini içinde biriktirir ki böyle bir manayı Cenab-ı Hakk’a atfetmek caiz değildir.
Bazı kelimeler Arapça'dan Türkçe'ye aktarılırken yanlış manalar çağrıştırmasına sebeb olur. Buna Arap dilinde Galat denir. Yani bir kelimenin yanlış mana da kullanılması ve bu yanlış kullanımın yaygınlaşması demektir.
Mesela Türkçe'de bulunan Eşkıya kelimesi aslında Arapça “şaki” kelimesinin çoğuludur. Yani bir tek insandan bahsederken ona, Eşkıya denmez “şaki” denir. Fakat kullanıla kullanıla artık kelimenin çoğul hali tekile dönüşmüştür. Bazen de Arapça bir kelimenin Türkçeye çevrilirken tam manasının verilememesinden kaynaklanan yanlış anlaşılmalar olabilir. Çünkü her dilin kendi içinde karekteristik özellikleri vardır.
'Zü' ve 'Zi' Arapça bir kelimenin sahiplik ön ekidir. 'Ziakıl' akıl sahibi, 'Zülcelal' Celal sahibi, 'Züntikam' intikam sahibi demektir.
Türkçe'de intikam fiili yardımcı fiille birlikte kullanılır, “intikam almak” denilir. Arapça'da “intikam” yalnız başına kullanılır. Mesela Türkçe'de namazı ifade ederken, Namazın yanına “kılmak” yardımcı fiili getirilir. Ama Arapça “salat” kelimesi yeterlidir. 'İntikam' fiili de bu şekilde değerlendirilir.
Cenab-ı Hakk'ın 'intikam sahibi' olması, 'Sizin yaptıklarınıza şu anda mühlet veriyorum, ama unutmayın ki zerre kadar günah işlerseniz onun cezasını vereceğim. Öfkeyle sizin cezanızı vermeyeceğim (haşa) cezanız neyse onu çekeceksiniz' demektir.
Yüce Allah zatını 'Müntakım-intikam alan' olarak bildirmiş, ancak Kur’an-ı Kerîm’in birçok yerinde fiil olarak tekrarlanmasına rağmen öfkelenen anlamında “Gâzib” sözcüğüyle nitelememiştir. Allahu Teâlâ, öfke anlamına gelen gazab sözcüğünü, intikam sözcüğü yerine kullanmış olab ilir. Müntakım sözcüğü 'gâzib' sözcüğünün yerini almıştır. Buna göre gadap, Allah’ın fiilî sıfatlarından sayılır.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu isim hep Aziz “عزيز” ismiyle gelmiştir. İzzet, kudret ve mutlak galibiyet belirten bu isimle gelişi intikama güç ve kudretinin yeteceğini, bir mağlubiyetinin olamayacağını, onun için de kendisi için intikam almayacağını ifade eder. Bu da intikamının, hükmünü yürüten, iradesine karşı gelenleri hiç beklemedikleri bir yerden perişan eden, lâyık oldukları cezayı veren manasına geldiğini bildirir.
Bu cezalandırma da defalarca mazur gördükten sonra, onları uyarıp onlara fırsatlar verdikten sonradır. Bu intikam, peşin alınandan daha çetindir. Zira masiyet fazlalaşmış, intikam alınacak suç katlanmıştır.
Allahu Teala her toplumu, içinde bulunduğu şirk ve bozulmuşluktan kurtulabilmesi için, elçileri ile uyarır. Onların uyarıları dinlememesi, ayrıca taşkınlıklarını artırarak devam ettirmelerinin ardından intikam alır. Allah’ın intikamı ise insanların intikamına benzemez.
Allah (cc), asilerin belini kırar, canileri tepeler, azgın tağutları şiddetle cezalandırır. Yalnız bu cezalar, birçok kere onların mazeretlerini kabul ettikten, azabla korkuttuktan, tevbe etmelerine fırsat ve mühlet verdikten sonradır.
Hiç şüphesiz, insanın yaratıcısını inkâr etmesi, O’na isyanda bulunması, nankörlük etmesi ve bu tutumunda ısrarlı davranması, işlenebilecek en büyük suçtur. Dolayısıyla, Allah’ın adaleti, buna uygun bir cezayı gerektirir. Vaktiyle dünyada yaşamış şöhretli güçlü kavimler, ellerindeki kuvvete güvenip, Allah’ın ayetlerini inkâr edip hiçe saymışlardır. Sonunda her biri türlü felaketle, bu âlemden yok olup gitti, ellerindeki kuvvet kendilerini kurtaramadı.
Allah’a inanmış ve O’nun buyruklarına göre yaşamakta iken azıp da yoldan çıkan milleti ise Allah, dinsiz imansız ve merhametsiz kâfirlerle terbiye eder, onları başlarına musallat kılar. Salih ellerde ıslahı kabul etmeyen milletleri bekleyen akıbet budur ve adaletin ta kendisidir.
Allah’tan korkun. Bir mümin, bir mümine zulmederse, kıyamette Allahu Teâlâ mutlaka mazlumun intikamını zalimden alır. Hadis-i Şerif
Ana-babaya asi olan ve zalimle beraber gezen mücrimdir (suçludur). Allahu Teâlâ buyurur ki, mücrimlerden mutlaka intikam alırız. Hadis-i Şerif
Allahu Teâlâ buyurur ki: İzzetim ve celalim hakkı için zalimden intikam aldığım gibi, gücü yettiği halde, mazluma yardım etmeyenden de intikam alırım. Hadis-i Şerif
Hiçbir günahı küçük görmemeli; çünkü Allahu Teâlâ, intikam alıcıdır. İstediğini yapmakta hiç kimseden çekinmez. Gazabını günahlar içinde gizlemiştir. Küçük sanılan bir günah, intikamına, gazabına sebep olabilir. Yüz bin yıl ibadet eden bir kulunu, bir günah için, sonsuz olarak reddedebilir ve hiçbir şeyden çekinmez.
Şeytan, kibirlenip secde etmediği için, ebedi melun oldu. Hazret-i Âdem’in oğlu, kardeşini öldürdüğü için, ebedi tard edildi.
Hazret-i Musa zamanında, Belam bin Baura isimli bir zat, İsm-i A'zamı biliyordu. Her duası kabul olurdu. İlmi o derecede idi ki, sözlerini yazmak için, ikibin kişi yanında bulunurdu. Belam, Allahu Teâlâ'nın bir haramına meylettiği için, imansız gitti. 'Onun gibiler köpek gibidir' diye dillerde kaldı.
Karun, Hazret-i Musa’nın akrabası idi. Hazret-i Musa ona dua etti, kimya ilmini öğretti. O kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazinelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Zekât vermediği için, bütün malı ile birlikte, yere batırıldı.
Allahu Teâlâ daha nice kimselerden, bir günah sebebi ile, böyle intikam almıştır. Mümin günah işlemekten çok korkmalı, ufak bir günah işlediğinde tevbe istiğfar etmelidir.
Allahu Teâlâ intikâm sahibidir. Ve iyi ki, intikâm sahibi olan bir Allah’ımız var. Eğer Allah (hâşâ) müntakim olmasaydı, İslâm’ın ilk yıllarında “Rabbim Allah”tır dediği için akıl almaz işkencelere maruz bırakılan Ammâr bin Yâsirler, Sümeyyeler ve Bilâl-i Habeşîler gibi sahâbelere yapılan zulümlerin hesâbını kim soracaktı? Dünyada müstez’af konumuna düşürülen, suyunu içip, havasını teneffüs ettiği ülkesinde her türlü yaşama, barınma ve çalışma hakları ellerinden alınan, mülteci konumuna düşürülenlerin hesabını kim soracaktı?
Henüz çocukluğunu yaşayamadan bombalara kurban giden mâsûmların, nâmusları kirletilen kadınların ve savunmasız ihtiyar ve hastaların hukûkunu kim savunacaktı? Eğer Allah intikâm sahibi olmasaydı, sırf inandıkları için mü’minlerden oluşan “ashâb-ı uhdud”u ateş dolu hendeklerde yakan zorbaların cezâsını kim verecekti?
Mümin el-Müntakim ismi sâyesinde yalnız olmadığını bilir. Hakkının yenmeyeceğini, şâyet yenirse, zâlimlerden zerrenin hesâbının sorulacağına inanır. Mücâdele dolu hayat serüveninde O’nun elMüntakim ismi mümine özgüven kazandırır. Belki de bu hikmete binaen Esmaü'l Hüsnâ hadisinde 'Müntakim' ismi Tevvab, Afüvv ve Rauf isimleri arasında gelmiştir.
Peygamberimizde bu ismin tecellîsi :
♦ Şahsı için asla intikama teşebbüs etmezdi,
♦ Allah hakkı sözkonusu olduğunda intikama teşebbüs ederdi,
♦ Allah’ın intikamına uğramaktan korkar, insanları Allah’ın inti-kamına karşı uyarırdı,
♦ İntikam alacağı şahıs veya kabileye mühlet verirdi, O’nun tarzı cezalandırmak değil af yolunu tutmaktı.
Kula gereken
Eğer nefs, “Bugün namaz kılma” diye fısıldıyorsa, hem günlük namazları tam kılmalı, hem de gece ibadetlerine kalkarak ondan intikam almalıdır.
Eğer nefs, zekât ve infâkı engellemeye kalkıyorsa, Allah’ın farz kıldığı mâlî yükümlülükleri yerine getirmekle birlikte, daha fazla infâkta bulunarak intikâm almalıdır.
Eğer nefs, kibir, kendini beğenmişlik gibi kötü hasletleri fısıldıyorsa, mütevâzı olmak suretiyle ondan intikâm almalıdır.
Mümin, kendi için intikama teşebbüs etmemeli, cezalandırmak değil affetme, mühlet verme, sabretme yolunu tutmalıdır. Allah’ın (cc) intikamına uğramaktan, kendinden dolayı Allah’ın umumî intikamını umumîleştirmesinden korkmalıdır. Allah’ın razı olmadığı şeyleri yapmaktan, yapılmasından sakınmalıdır.
Mümin; başkalarının başına gelenleri intikam-ı ilâhî olarak değil derecelerini yükseltmek maksadıyla gelen şeyler kabul etmeli, ancak kendi başına gelenleri belki intikam-ı ilâhî olarak değerlendirmeli ve ikaz olduğuna hükmetmelidir.
✽ ✽ ✽
At üstünde giden bir zâlim, yaya giden bir garîbin başına bir kamçı vurur. Bir kaç adım sonra at ürker, o zâlimi yere çalar. Yerden kalkan zâlim, kamçı vurduğu garîbe hitâben:
- Sana haksız yere vurdum, Allah cezâmı âcilen verdi, attan düştüm bak! Dediğinde o garîp yolcu şöyle der:
- Allah-u Teâlâ, bu kadar acele olarak kimsenin cezâsını vermez. Senin bu yere düşmen, bana vurduğun kamçı için değildir. Benden önce, geçmiş bir zamanda başka bir kimseye de vurmuşsundur. O zaman vurduğunun cezası şimdi çıktı. Bana vurduğunun cezasını sonra göreceksin.
✽ ✽ ✽
3. ayette Tevrat ve İncil’i inzal ettiğini bildirdikten sonra, 4. ayette ‘Furkan’ı indirdi’ buyurması, Efendimiz'in hidayetinin hususileştirilip, O'na verilen hidayetin diğer nebilere verilenden farklı olduğunu bildirir. ‘Furkan’ kelimesi de bu manayı tekit eder. 'Sana indirilen Furkan';
• Onlara kitapların talimi ile sana indirilen Kur’an’ın taliminin arasını ayırır. Onlar ders yaparak öğrenirler, sen ise Kuran’ın bizzat kendisi ile ahlaklanırsın. Sana cevamiu’l kelim (Az kelime ile çok mana ifade edebilme yeteneği) verilmiştir.
• Onlara indirilen kitabın tasarrufu ile, sana indirilen kitabın ta-sarrufu arasındaki farkı ayırır. Onlar, kendilerine verilen kitabın nuru ile kavimlerine gönderildiler, Sen ise Allah (cc)’tan gelen nurun kendisisin, Kur’an senin yanında kavmine gönderildi. Kendisi bizzat nur olup kavmine kitapla gönderilen nebi ile kitabın yanında gönderilen nebi, birbirinden ne kadar farklıdır.
• Hakk’ın ikramıyla ümmeti şereflenen ile, kendine şeref verile-nin arasını ayırdı. Ümmetinin kalbine iman yazılan ile, (İşte onlar ki Allah kalplerine imanı yazmıştır, Mücadele 22) levhalarına iman yazılan birbirinden ne kadar uzaktır. (Onun için levhalara her şeyi,öğüt ve her şeyin tafsilatını yazdık, Araf, 145)
Allah’ın ayetlerini inkar edenlere; şehvetlere tabi olup, fazlalıklara dalma perdeleriyle kalplerini bu açık ayetlerden kapatanlar, açık burhanlara, nurlara kör kesilenlere şiddetli azap vardır. Allah (cc) Azizün zü'ntikamdır.
Keramet ehlini muradlarına nail etmekle aziz eder, setr ehlini de şiddetli bir intikamla zelil eder. Ki O’nun intikamı, izzet perdesiyle Zat’ını onlardan örtmesi, cemalini göstermemesidir.
✽ ‘مِنْ قَبْلُ’ nun muzafın ileyhi, mana kastedilerek hazfolmuştur. Takdir şöyledir: Kuran’ın nuzülü olan bu zamandan önce.
✽ ‘مِنْ قَبْلُ’nun ‘هُدًى لِلنَّاسِ’ye takdim edilmesi ihtimam içindir. مِنْ قَبْلُ kaydının zikredilmesi, Kuran’dan sonra Tevrat ve İncil’in hidayetinin devam ettiğinin vehmedilmemesi içindir.
✽ ‘لِلنَّاسِ ’deki elif lam ahd içindir, Tevrat ve İncil'e muhatap olan insanlar kastedilmiştir. Yahut da istiğrakı urfidir. Çünkü Tevrat ve İncil'in muhatabı insanlar belli bir grup olsa da, o devirde hidayete ermek isteyen herkes o ikisinin içeriğiyle hidayete erebilir. Nitekim Hz. Musa ve Hz. İsa'dan sonra, birçok insan Yahudi ve Hıristiyan olmuştur. (Efendimiz'den (sav) davet ettiği insanlar bu umuma dahil değildir. Çünkü Kur'an iki kitabın da hükmünü iptal etmiştir.)
✽ "هُدًى لِلنَّاسِ" inzalin illet ve sebebidir. Yani Tevrat ve İncil’in indirilme sebebi, insanlara hidayet olmasıdır. Bunda neşr olmaksızın leff vardır. Bu da karışıklık olmaması içindir. Tevrat’ın, nazil olduğu insanlar için hidayet olması ve İsa (as)’ın da kendi devri için bir hidayet olduğu malumdur.
Leffi neşir; belagatın bedi ilminde, manevi sanatlardandır. Çeşitli şeyleri detaylı ve mücmel olarak zikrettikten sonra dinleyicinin her kelimeyi yerli yerine koyacağına güvenerek, o kelimelere ait olan şeyleri tayin etmeden zikretmektir.
✽ ‘نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ’ kavlinden sonra ‘وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَ ’ı tekrar etmesi ihtimam içindir, itnabtan iygaldir. Aynı zamanda tecrit bildirir.
✽ Furkan, Kur'an-ı Kerim'in ismidir, nisbetli kinayedir. Veya bütün semavi kitapları kapsamına alır, sıfatlı kinayedir. Bütün ilahi kitaplar hakla batılın arasını ayırır, ihtilafları kaldırır, şüpheleri izale eder.
✽ ‘Allah (cc)’ın ayetlerini inkar edenler’ kavlinde ayetlerden maksat Kur'an ayetleridir. (Nisbetli kinaye)
✽ اِنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ ذُو انْتِقَامٍ - Allah’ın ayetlerini inkar edenlere şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidirَ, cümlesi, ‘Sana kitabı gerçeğin kendisi olarak indirdi’ cümlesine istinafi beyanidir. Çünkü dinleyen, kitabın indirilmesini inkar edenlerin akıbetini öğrenmek ister. Bu kavliyle müşrikleri, Yahudileri, Hıristiyanları aynı mertebede toplamıştır. Çünkü hepsi Kuran’ı inkar etmiştir.
✽ Onları (müşrikler, Yahudiler ve Hıristiyanları) الَّذٖينَ كَفَرُوا diye ismi mevsulle tabir etmesi, ismi mevsulün hepsini icmalen ifade etmesi ve ‘لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌ’ haberinin bina sebebine ima içindir. (Müsnedin ileyhin ismi mevsulle gelmesi, haberin zem üzere mebni olduğunu bildirmek içindir.)
✽ Ayrıca isim cümlesi zaman bildirmediği için, hangi zaman olursa olsun ayetleri inkar edenlere daima şiddetli azap olacağını bildirir.
✽ ‘لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌ’ buyrulmuş, ل harf-i ceri على yerinde istiare-i tebaiye olarak gelmiştir. Kafirlere azap lehlerine değil, aslında aleyhlerinedir. Tahakküm için, müşakale yoluyla onların alaylarına cevap olmak üzere 'lehüm' buyruldu.
✽ ‘وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ ذُو انْتِقَامٍ’ kavli لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌ kavline atfedilmiştir. Çünkü bu cümle, azabın şiddetini açıklamak için gelmiştir ve istinaf cümlesinin tekmilesidir (tamamlayıcısı). (Vasıl, tezayuf, camii akli)
✽ ‘ذُو انْتِقَامٍ’ vasfında, sahiplik ifadesi olan ‘ذُو’ kelimesiyle gelmesi, bu intikamla kulların maslahatını ikameyi dilediğine, tabiattan veya kinden kaynaklanan bir intikam olmadığına işaret içindir. (Müsnedin izafetle gelmesi, muzafın şanı, gayrının tahkiri içindir.)
✽ İntikam, hınç almak, fırsatını bulup düşmanı alt etmek olduğu için, acizlik manası taşır, Cenâb-ı Hakk ise noksanlardan münezzehtir. İnsanların aldığı intikam gibi, -haşa- kullarından hıncını almaz. Bu vasfın melzumu kastedilmiştir. Lazım; intikam almak, melzum yapılan suçun cezasını vermektir.