Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 8. Ayet

رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ

8-Ey Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma, bize katından rahmet ihsan et; şüphesiz ki Sen çok çok bağışta bulunansın.

 

Önceki ayette kalplerinde eğrilik olanlar zemmedilmişti. Bu ayette, kalp eğriliğinden Allah (cc)’a sığınılması telkin ediliyor. Eğrilik nereye girerse orayı ifsad eder, düzenini bozar. Kalp eğrilince de manevi hayatın düzeni bozulur. Yakînin yerini şek, ihlasın yerini şirk, ihsanın yerini riya, îsarın yerini hasislik alır. Sağlam itikadı bozar, tarumar eder. Temelleri sarsılan iman binası çöker, bütün faziletler enkaz altında kalır.

Hak yoldan sapan, sadece kendinin sapıklığıyla kalmaz, başkalarını da saptırır. Tıpkı şeytan ve avaneleri gibi. Bu çok büyük düşüş, çok derin bir helaktır. Bizi bu sonuçtan Allah (cc)’dan gayrı kimse koruyup kurtaramaz. Bizim hidayette olmamız, hidayette kalmamız ancak ve ancak Vehhab olan Allah (cc)’ın hibesi, rahmeti ve ihsanıdır. Bizi insan olarak yaratan, Hz. Muhammed’e ümmet yapan, bize Kur’an-ı Kerimi indiren ve O’na inanmayı nasip eden Allah’ımıza binlerce hamd-ü senalar olsun.

Bu dua, Nebi ’e ümmetine öğretmesi için talim edilmiş duadır. "Rabbimiz... kalplerimizi çevirme" cümlesinin başında ".... derler" takdirinde hazfedilmiş bir söz vardır. Çünkü bu mahki irab mevki, kalplerinde eğrilik olanların kötü haline düşmekten korku uyandırmak için ibret mevkiidir. Zira kalbinde eğrilik olan bu insanlar beşerin akıllılarıdır. İnsan olma bakımından, akıl ve şuur selametinde kökleşenle onlar arasında bir fark yoktur. Onların dalaleti, tevfikten, lütuftan ve hidayet vesilelerinden mahrum olmaları sebebiyledir.

İlimde rasuh sahibi olanların bu dualarındaki maksatları Allah’ın rahmetine tam muhtaç olmalarıdır. Alimlerin yanında en değerli şey, Allah (cc)’ın rahmetini istemektir.

‘هُوَ الَّـذٖٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ’ ayetini ‘رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا’ duasının takip etmesi, ümmete ikazdır. Müslümanları, kitaplarında çokça bulunan müteşabih ayetler sebebiyle kayan önceki ümmetler gibi dalalete düşmekten ve Nebi’nin vefatından sonra bazı kavimlerin dinden dönüp isyan ettiği gibi sapmaktan sakındırmaktadır.
 

رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا  Rabbimiz, kalplerimizi kaydırma

Kalb, hem îmana hem de küfre yönelmeye elverişlidir. Bu iki taraftan birisine, ancak Cenâb-ı Hakk'ın yaratacağı bir irâde ile meyleder. Eğer bu irâde, küfre götürürse hızlan (yardımın kesilmesi), izâgâ (saptırma), sadd (engellemek), hatm (mühürleme), tab' (damgalamak), reyn (paslanma), kasve (katılaşma), vakr (ağırlık), kinân (örtü) ve Kur'ân'da geçen benzeri lafızlarla ifâde edilir.

Eğer bu irâde, îmana götürürse bu da tevfîk (muvaffak kılma), reşâd (doğruyu gösterme), hidayet, tesdîd (doğrultup düzeltme), tesbit (yerinde sağlamlaştırma), ismet (muhafaza etme) ve benzeri lafızlarla ifâde edilir.

Şehr b. Havşeb anlatır: Ben Ümmü Seleme'ye şöyle sordum: Ey mü'minlerin annesi, senin yanında bulunduğu sıralarda Rasûlullah'ın en çok yaptığı dua ne idi? Şu cevabı verdi: En çok yaptığı dua şuydu: "Ey kalpleri evirip çeviren, kalbime dinin üzere sebat ver." Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. "Bu duayı ne kadar da çok yapıyorsun? Şöyle buyurdu: "Ey Ümmü Seleme, kalbi Allah'ın parmaklarından iki parmak arasında bulunmayan hiçbir Âdemoğlu yoktur. O dilediğini doğru bırakır, dilediğini de çevirir (hidâyetten uzaklaştırır)."

Hadiste geçen bu iki parmaktan murad, bahsedilen bu iki durumdur. İnsan, iki parmağı arasındaki bir şeyi, o iki parmağı ile evirip çevirdiği gibi, kalb de Hakk'ın bu iki vasıtası arasında evrilir çevrilir.

Aynı hadis bir başka rivayette 'Rahman’ın parmaklarından iki parmağın arasındadır' şeklinde geçer. 'Allah’ın parmakları' buyrulmayıp 'Rahman'ın parmakları' buyrulmasının hikmeti şu inceliği ifade etmek içindir:

Rahman kullarının kalbinde taht kurup orada dilediği gibi bizzat kendisi tasarrufta bulunmaktadır. Kullarının esrarına kendinden başkasının vakıf olmaması için Allahu Teâlâ kalpleri meleklerin ellerine bırakmadı.

Mizan Rahman’ın elindedir. Kıyamete kadar bir kavmi yükseltir ve bir kavmi düşürür.

Her kim dininin kurtulmasını, bedeninin ve kalbinin rahata ermesini isterse uzlet edip insanlardan uzak dursun. Çünkü bu zaman kimseye karışmama zamanıdır. Akıllı kişi yalnızlığı seçen kişidir. Cüneyd-i Bağdadi

Efendimiz ashabına sordu:

- Tohum nerede biter?’Onlar:

- Toprakta, dediler. Efendimiz buyurdular:

- Hikmet de böyledir. Hikmet ancak toprak misali olan kalpte yeşerir.

Kalp ve varlık tohumunu verimli topraklara gömmek ve insanların nazarından gizlemek, neticede mahsulün tamam ve iyi olma sebebidir. Tohumu gömmeyen netice elde edemez. Her ne kadar nuru zahir olsa bile… Onun neticesi dere kenarında biten şeyler gibi olur.

Nefsini tezkiye ve vücudunu ıslah et ki müşahede nurunu idrak edesin ve dalaletin sapıtmalarından halas bulup kurtulasın.

Nice kişiler vardır ki kalbi eğridir ama o kişi suret ve dış bakımından doğru görünür. Nice kişiler de vardır ki kalpleri dosdoğrudur. Fakat zahirde bozuk görünür.

Efendimiz şöyle buyurdu: ‘Muhakkak ki Allahu Teâlâ suretlerinize bakmaz. Bilakis sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.’

İmansız gitmeye sebep olan şeyler:

1- Allahu Teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenmemek.

2- Îmânını ehl-i sünnet i’tikâdına göre düzeltmemek.

3- Dünyâ malına, rütbesine, şöhretine düşkün olmak.

4- İnsanlara, hayvanlara, kendine zulüm, eziyyet etmek.

5- Allahu Teâlâ'ya şükretmemek, iyilik gördüğü insanlara teşekkür etmemek.

6- Îmânsız olmaktan korkmamak.

7- Beş vakit namazı vaktinde kılmamak.

8- Fâiz alıp-vermek.

9- Dînine bağlı, samimi müslümanları aşağı görmek.

10- Fuhuş sözleri, yazıları ve resimleri; söylemek, yazmak ve yapmak.
 

     Tevazu ver, haşyet doldur kalbime

     Sen'den gayrı giremesin gönlüme

     Doğrult yolum, döndür beni kendine

     Eğriltme kalbimi yüce Allah'ım... M. Balcı
 

Kalp

Arşı Ala’da, kalpleri mühürleyen, bir daha hayır yapamayacak duruma getiren görevli melekler vardır. İnsan bir günah işlediği zaman, kalbe siyah bir nokta konur. Tevbe ederse Allah onu hemen affedecek ve o kimsenin kalbi de tertemiz olacaktır. Eğer günah işler, tevbe etmezse o kul bir günah, bir günah daha derken günahlar birikerek kalbi kararıp mühürlenir. O kişiye artık vaaz, nasihat, hiçbir şey fayda vermez. Onun ise kalbinin mühürlendiğinden haberi olmaz. ‘Kalplerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızlardır.’ (Tevbe, 87)

Kalp, Allah’ın nazargâhıdır. Kişi insanların nazargâhı olan yüzünün temizliğine bakar da kalbinin temizliğine bakmaz. Oysa Allah (cc) yirmi dört saat içerisinde her bir dakikada dört yüz kere tecelli eder ve insanın kalbini kontrol eder. Eğer kalpte masiva, Allah’tan başka sevgililer varsa Allah gayretlenir, gayrı kabul etmez. Kalpte O’ndan başkası olmamalıdır. Öyleyse yüzü temizlemekten daha fazla ruhumuzu, aklımızı ve kalbimizi temizlemeliyiz. Allah’ın görmediği bir yer, nazarının girmediği hiçbir nokta yoktur.

Yediklerinizi namaz ve zikirle eritin. Yemek yedikten sonra yatmayın. Yoksa kalpleriniz katılaşır. Hadis-i Şerif
 

بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا   Bizi hidayete erdirdikten sonra

'Nurunla sırat-ı müstakime ulaştırdıktan, vücut mertebelerini müşahededen sonra bizim kalbimizi eğriltme.'

"Bizi doğru yola ilettikten sonra..." ifadesinde, hidayetin Allah'tan geldiğinin itirafı vardır. İnsan doğru yola Allah'ın ilettiğini itiraf ederek şirkten korunmaktadır. "Bizi doğru yola ilettikten sonra..." yerine "Ben doğru yolu bulduktan sonra" dense, kendi iradesini öne çıkarmış olacak ve bu da gizli şirke sebep olacaktı. Bilinçli bir imana sahip olan bir müslüman, hidayetin Allah'tan geldiğini, doğru yola O'nun ilettiğini, doğru yolda kalmayı ve sapmamayı da O'nun temin ettiğini bilir ve o şekilde dua eder.

هَدَيْتَنَا diyerek, hidayet Allah’a isnad edildi. Kerim olan atiyyesinden geri dönmez. Nebi verdikten sonra geri almaktan sakınmıştır.

Allahu Teâlâ kerimler kerimidir, verdiği hidayeti almaması umulur.
 

Bize katından rahmet ihsan et.

'Bizim sıfatımızı senin sıfatınla, karanlığımızı nurunla silecek bir haslet ver.'

Kalbi, uygun olmayan şeylerden temizlemek, onu nûrlandırmaktan önce gelir. Bu sebeple mü'minler, Rab'lerinden, önce kalblerini bâtıl ve bozuk inançlara meylettirmemesini; daha sonra da kalblerini marifetullah ile nurlandırmasını, azalarını da itaatle süslemesini istemişlerdir.

"لَدُنْ" kelimesinin dört türlü söylenişi vardır.

1. "ل" harfi üstün, "د" harfi ötreli, "ن" harfi sakin ""لَدُنْ" şeklinde. En fasih söyleyiş budur.

2. "ل" harfi üstün, "د" ötreli ve "ن" hazf edilerek لَدُ şeklinde,

3. "ل" ötreli, "د" sakin, "ن" üstün olmak üzere ""لُدْنَ" şeklinde,

4. "ل" üstün, "د" sakin, "ن" harfi de üstün ""لَدْنَ" şeklinde.

'Senin katından rahmet bağışla' yani, 'Bize rahmetinden sadır olan bir nimet bağışla' demektir. Çünkü rahmet, zati sıfata racidir. Rahmetin kendisinin hibe edilmesi düşünülemez.

Bütün rahmet çeşitlerini içine alsın diye, رَحْمَةً kelimesi nekre gelmiştir. Rahmet çeşitlerinin ilki, kalbteki imân, tevhîd ve marifetullah nuru; ikincisi, azalardaki tâat, kulluk ve hizmet nuru; üçüncüsü, dünyadaki emniyet, sıhhat ve kendine yetecek miktarda geçim vasıtaları; dördüncüsü, ölümünün kolay olması; beşincisi, kabir sorularının ve kabir karanlığının kolay olması; altıncısı, kıyamette ceza ve hitabın kolay olması, günahların affedilip sevapların üstün gelmesidir. “Katından bir rahmet” buyruğu rahmetin bütün bu kısımlarını içine alır.

Yine, رَحْمَةً kelimesinin nekre gelmesi, bu rahmetin akıl ermeyecek kadar özel, esrarlı olduğuna işarettir. Kul sanki şöyle demek istemiştir: "Ya Rabbi! Senin rahmetinin en mükemmelini, Senin katından olan, zatına layık bir rahmet istiyorum." Bu ifâde, rahmetin son derece yüce ve ulu olduğunu gösterir.

Allah (cc)'ın zatından başka rahim, kerim olmadığına, rahmetin tek gerçek sahibinin ancak kendisi olduğuna aklın, ruhun ve kalbin dikkatini çekmek için, bu hususu مِنْ لَدُنْكَ sözüyle te'kîd etmiştir. İtnabtan iygaldir. "Katından bize bir rahmet ver" yani bizden herhangi bir sebep veya herhangi bir amelimiz dolayısıyla değil, Senin nezdinden, Senin tarafından lütfederek bize rahmet bağışla, demektir.

Bu ifade Allah'a bir teslimiyet ve O'na karşı bir acizliğin ifadesidir.
 

اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ   Şüphesiz ki sen vehhâbsın

Kul, sanki şöyle söylemiştir:

"Allah'ım, bu duamla senden istediğim şey, bana nisbetle çok büyük bir şeydir. Ancak senin kereminin kemâline, cömertliğinin ve rahmetinin zirvesine nisbetle, önemsiz bir şeydir. Herşey, senin cömertliğinden, ihsan ve kereminden meyandır. Sen kabiliyet sahiplerine kabiliyetleri miktarınca verensin.

Ey lütfu ve iyiliği devamlı olan; ezelden beri ihsan sahibi olan Rab! Bu miskinin ümitlerini boşa çıkarıp, dualarını reddetme.. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, ikramda bulunanların en cömerdi, onu fazlınla rahmetine lâyık kıl!"

Bu ilimde rüsuh sahibi olan alimlerin dualarıdır. Onlar sûi hâtimeden emin olmamış, akıbetleri için daima korkmuşlardır. Korku ve haşyet onları reca ve duaya itmektedir.
 

   Gündüzleri sararsın gecelerle, mehtap halk edersin yıldız ile,

   Sekine sunarsın saf gönüllere, rahmetin yağdır, suçum affeyle.   M. Balcı
 

el-Vehhâb (cc)

Mevhib, mevhibe ve Vehhab kelimeleri, bahşetmek, hediye etmek, karşılıksız vermek ve ihsanda bulunmak anlamlarına gelen ‘وهب’ kökünden türemiştir. Aynı kökten türeyen ihab, hibe edileni kabul etmek, istishab ise hediye etmesini istemek demektir.

Allah (cc) kapsamlı ve geniş bağışta bulunan, hiçbir karşılık beklemeksizin ve hiçbir amaç gütmeksizin zorlanmadan daima veren Vehhâb'dır. Oysa O’nun dışında bağışta bulunan herkesin dünyevi veya uhrevî, er veya geç bir amacı ve bir çıkarı vardır. Bu yüzden mutlak hibe yalnız Allah için geçerlidir. Zira hibeler dünyada ve ahirette hiçbir kesintiye uğramadan ve tükenmeden daima Allah (cc)’tan kullarına doğru akar, sonsuza kadar artarak devam eder. Vehhab ismi, Allah’ın bütün fazlını, ihsanını, keremini, geniş mülkünü ve adaletini kapsar.

‘Hibe ettiği şeyler çok çeşitli olmayan, daima fazla fazla vermeyen ve bağışı devam etmeyen Vehhab olamaz. İnsanlar ancak sahip olabildikleri mal ve erzakı hibe olarak verebilirler, hibe etme güçleri sınırlıdır. Hastaya şifa, kısır olana çocuk, dalalette olana hidayet, sıkıntı ve belada olana esenlik, afiyet veremezler.

 Oysa Allah (cc) bütün bunları vermeye ve hibe etmeye kadirdir. O’nun cömertlik ve merhameti bütün varlıkları kuşatmıştır, bağış ve ihsanları asla kesintiye uğramaz. İyilik ve ihsanı süreklidir.

Allah’ın atâ ve hibesi herhangi bir iyilik ve nimete bağlı olmaksızın gelendir. Onun hibe ve vergisinde hiçbir acı ve zarar bulunmaz. İçinde acı, zarar veya yokluk bulunan nimet, ihsanın nasıl isteneceğini, inkarcıların sapıklığını arttırmak için Allah’ın kendilerine üst üste verdiği iyiliklerden (istidrac) nasıl korunmak gerektiğini öğretmektedir. İnkarcıların istidracı, görünürde bir iyilik ve ihsan olmasına karşın gerçekte kendileri için bir zarar ve helaktır. Oysa Allah’tan içinde hiçbir zarar ve acı bulunmayan, kesintiye uğramayan, eksilmeyen ve değişmeyen hibe ve bağışı istenmelidir.’
 

Kula düşen;

Kula ulaşan herşey Allah’ın bir hibesi ve vergisidir. O dilerse hibe ettiği bütün şeyleri çekip alır, dilerse bırakır. Her müslüman, bu üstün niteliği kazanmaya çalışmalı, insanlara ve diğer varlıklara dünyevi veya uhrevi bir karşılık beklemeksizin hibe ve bağışlarda bulunmalıdır.

Müslüman’ın bir vacibi yerine getirmek için yaptığı iyilik ve yardımlar hibe sayılmaz. Vacip olmadan yaptığı hayırlar ve iyilikler hibe sayılır. Allah’ın geçici olarak emanet ettiği şeylerde asla cimrilik etmemelidir. Allah, kulu verdikçe ona daha fazla vereceğini, cimrilik edip vermeyenin malını da yıkıma uğratacağını bildirmiştir.

Allah’ın Vehhab olduğuna içtenlikle inanan ve bunu kendi nefislerinde gerçekleştirenler, her türlü ihtiyaçlarını yalnız Allah’a iletir, O’ndan başkasına güvenmezler. Bu imanla, zillet ve acz ile O’nun hibe ve ihsanlarına kavuşurlar.

Bu büyük isme bağlı kalmaya ve onu daima okumaya özen göstermek, bol miktarda mülk sahibi olmaya vesiledir.

'Vehhab' ismi celilini dünya izzeti ve ahiret şerefini arzu eden kimse 14 defa okursa şeref ve izzeti artar, rütbesi yükselir. Resulullah ‘Dua etmekte acizlik göstermeyiniz, çünkü kimse dua etmekle helak olmaz’ buyurmuştur.

      ✽      ✽      ✽ 

Şibli, Ebu Ali Sakafi’nin dostlarına ‘Ebu Ali’nin dilinde Allah’ın en çok hangi ismi vardır?’ diye sordu. Ebu Ali’nin dostları; 'Vehhab ismi' dediler. Bunun üzerine Şibli ‘Demek onun için Ebu Ali’nin çok malı var’ dedi.

      ✽      ✽      ✽ 

 

Te'vilâtı'n Necmiyye'den

Allahu Teâlâ ilimde kökleşenleri zikrettikten sonra, onların üzerine düşen vazifeyi zikretti: Nimeti muhafaza için Münim’e şükür.

Onlara olan nimetin artması için ‘Rabbimiz bizi hidayet ettikten sonra kalplerimizi kaydırma’ duasını kendilerine ilham etti.

“Rabbimiz, ey yaradanımız, hidayet edenimiz, mürebbimiz, hevalarımızın istilası, şehvetlerimizin galebesi, tabiatlarımızın karanlığıyla kalplerimizi sırat-ı müstakiminden kaydırma.

Bize katından rahmet ihsan eyle, bizi bizden al, cezbelerinle zatına yaklaştır. Bizi kendi sıfatlarımızdan, senin evsafına, kendi benliğimizden senin zatına yaklaştır.”

Bu dua, ilimde kökleşenlerin daimi vazifesidir. İçlerinde bulundukları halde kalmamalı, daima ilerlemelidirler. Allah’ın hibelerinin, O’ndan talep edileceklerin sonunun olmadığını bilen, O’nun daimi talibi olur. Nitekim Allahu Teâlâ ezeli ve ebedidir.

 

Belagat

Duaya Rabbena-Rabbimiz, nidası ile başlandı, ياَ hazfedildi. Çünkü nida, uzakta olana yapılır. Burada hazfedilmesi yakınlık ifade etmesi için.

'Kalplerimizi kaydırma' ifadesi, mahal-hal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Kalp söylenmiş, içindeki fikirler, inançlar, niyetler kastedilmiştir.

✽ Yine aynı ifade 'Kaydırma' fiilinden dolayı istiare-i tebaiyedir. İmandan küfre çevrilen, düz zeminden kayıp düşen gibi, dengesini, sağlığını kaybeder. Zarar görür.

Bu dua, Efendimizin 'Kalpler Rahman'ın iki parmağı arasındadır' hadis-i şerifine de bir telmihtir.

İhsan et - هَبْ, fiili ile, الْوَهَّابُ kelimeleri aynı masdardandır. Cinas-ı nakıstan, iştikak-ı sağirdir, reddül aciz alessadri olmuştur.

Katından - لَدُنْكَ izafeti ledünni ilimlere işarettir.

‘اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ’ kavlinde, sıfatın kemalinin Cenab-ı Hakk’ta olması sebebiyle mübalağa ifade eden kasır vardır. Cenab-ı Hakk’ın verdikleri yanında insanların ihsanları önemsizdir.

✽ Bu ayette, إنَّ , isim cümlesi ve kasır ile üç tekit vardır.