11- Firavun ile taraflarının ve onlardan öncekilerin gidişi gibi ki bunların hepsi ayetlerimizi yalanladılar. Allah da onları günahları yüzünden yakaladı. Allah’ın azabı çok şiddetlidir.
Yüce Allah küfredenlerin halini genel olarak zikrettikten sonra Firavun ve öncekilerle misallendirdi. Geçmişe göz atıp ibret alalım diye telmih buyurdu.
Mısır emirlerine firavun denilir. Bunların en şerirleri İbrahim’in ve Musa’nın fravunudur. İkisi de ilahlık davasında bulunup payitahtları ellerinden gitmesin diye nice erkek çocukları öldürüp kız çocuklarını köleleştirmişler. Halka yapmadıkları eziyet kalmamış, sonunda biri denizde boğulmuş, biri sineklerin istilası ile helak olmuş. Kendileriyle beraber kayıtsız şartsız bağlıları, âvâneleri de helaka sürüklenmiştir. Ayetleri, mucizeleri, peygamberleri inkar eden bu zalimler belalarını bulmuş, dünyada rüsvay olup ahirette ebedi cehennemi boylamışlardır.
Cenâb-ı Hakk bizi bunlardan ibret almaya çağırıp kendimize gelmeye davet ediyor.
Bu ayet, kafirlerin sonlarının zeval olduğunu bildiren, İslam’ın emrine karşı dağların dümdüz olacağını bildiren, uyarıdan tehdide intikal için gelmiş istinafi ibtidai cümlesidir.
Makam, mev’ızenin ziyade olması için itnabı gerektirdiğinden bu tehdit en uzun ve beliğ ibareyle gelmiştir.
دَأْبٌ lugatta; ciddiyet, gayret, aralık vermeksizin ısrar etmek, inat etmek, sebat etmek, devam etmek, yorulmamak, bıkmamak, usanmamak, bir işe girişmek, iştirak etmek, uygulamak, vakfetmek, feda etmek, büyük şevkle tatbikata koymak manalarına gelmektedir. Daha sonra durum, iş, örf, adet manasına kullanılmıştır.
Kişi çalışıp çabaladığı takdirde onun bu durumunu ifade etmek üzere bu kökten gelen kelimeler kullanılır. Deve binicisi tarafından yorulacak olursa yine bu kelime kullanılır. Gece ve gündüze de "eddâibân" adı verilir. (Çünkü sürekli devam edip, giderler).
Kafirlerin Hz. Muhammed'i inkar etme tarzı, Firavun hanedanının tuttuğu yola benzer. Resulullah'ın getirdiği mesaja gösterdikleri tepki, Firavun hanedanının o dönemdeki peygamberlere gösterdikleri tepkiye aynen benzemektedir. Yani inkar, her dönemde, her peygamberin mesajına ve Allah'ın gösterdiği mucizelere karşı aynı tarzda olmuştur.
Küfür psikolojisi ve bu psikolojinin doğurduğu olumsuz davranışlarla; birbirine benzeyen bir adet, daima kir akan olumsuz bir kültür nehri oluşturmuşlardır.
Teşbih Hakkında:
1- دَأْبٌ gayret ve çaba sarfetme, bir işte çalışmak ve çalışmanın kendisine yorgunluk galebe çaldığı zamandır. "Kâfirlerin, Hz. Muhammed'i ve dinini inkâr hususundaki çabaları, Firavun ve hanedanının, Hz. Musa'ya karşı olan gayret ve çabaları gibidir.
Siyasiler toplumda değişimi gerçekleştiremediklerinde, Allahu Teâlâ değişim için peygamberler gönderdi. Tevrat'ın, İncil ve Kur'an'ın amacı, toplumu değiştirmekti. Fakat Firavun ve ondan önceki dönemlerde siyasî idareyi elinde bulunduranlar, peygambere karşı koydular. peygamberler, toplumun ileri gelenlerinden, özellikle siyaseti elinde bulunduranlardan ve çevresindekilerden şiddetli tepki gördüler. Çünkü kurumlar, kibir ve taassuplarından ani değişmelere müsait değillerdir.
2- دَأْبٌ iş ve durum anlamındadır.
♦ "Bunların durumu ve Hz. Muhammed'i yalanlama hususunda yaptıkları, Hz. Musa'yı yalanlama konusunda Firavun hanedanının durumu gibidir.. Firavun hanedanı peygamberlere zorluk çıkarmayı adet haline getirdikleri gibi; bunlar da inkârı ve Peygamber (sav)'a zorluk çıkarmayı adet haline getirmişlerdir."
Farklı inanca mensup olanların birbirlerine karşı olumsuz tavırları, kesintiye uğramadan devam etmiş, bir gelenek halini almıştır. 'De'b' kavramı bu geleneğe işarettir.
♦ "İnkâr edenler yok mu? Onların ne malları, ne evlâdları, Allah katında onlara hiçbir fayda sağlamayacak. Allah, daha önce Firavun hanedanına yaptığı gibi, onları ateşin yakıtı yapacaktır.”
Bu takdirlere göre ayetten murad, kâfirlerin eziyetine karşı Hz. Muhammed (sav)'i desteklemek ve Allah'ın onlardan intikam alacağını müjdelemektir.
3- دَأْبٌ birşeyde oyalanmak ve uzun süre kalmak manasındadır. Ayetin takdiri; "Onların ateşte kalışları, Firavun hanedanının ateşte kalışları gibi olacaktır."
4- Çaba ve gayret sarfetmek anlamındadır. "Onların azabtaki karşılaşacakları meşakkat ve yorgunlukları, Firavun hanedanının azab sebebi ile gördüğü meşakkat ve yorgunluk gibidir."
5- Müşebbehi bih (benzetilen), mal ve evlatlarının, azablarını giderme hususunda hiçbir fayda vermeyecek olmasıdır. "Muhakkak ki siz Firavun hanedanının ve onlardan önce geçip peygamberlerini yalanlayan milletlerin başına gelen, ne mallarının ne de çocuklarının kendilerine fayda vermediği o azabı biliyorsunuz. O milletlerin başına gelen azab gibi bir azabın er ya da geç sizin başınıza da geleceği ve ne mallarınızın ne de çocuklarınızın size hiç fayda veremeyeceği konusunda siz de onlar gibisiniz."
6- Ayetteki vechi şebe (benzetme yönü) şöyle de olabilir: "Ey kafirler, sizden öncekilere nasıl köklerini kurutan bir azab gelmişse, sizin başınıza da böyle bir azab çökecek, öldürülecek, esir edilecek siniz ve mallarınız ganimet olarak alınacaktır.''
Firavun ismi Kuran’da 74 kez geçer. Toplam 32 tane Firavun Mısır hükümdarlığı yapmıştır.
Mısır’da Firavunlara tanrı gözüyle bakılıyordu. Bütün insanların efendisi, yeryüzündeki bütün maddelerin sahibi olarak görülüyordu. Elinde asası, kafasında tacı ve sakallarıyla, firavunlar kendilerini -haşa- tanrılar kralı saydıkları amon ra’dan geldiklerini ilan ettiler.
Eski insanların inanmalarına göre güya firavunlar evrensel düzeni, güneşin doğmasını ve Nil nehrinin taşmasını kontrol edebilirdi. Siyaseti, adaleti, ülkenin güvenliği ve ordu konusunda tek yetkiliydi.
Hz. Musa'nın Firavunu'nun soyu Sam b. Nuh'a dayanır. Dört yüz sene melik olarak kaldı. Tuğyan, küfür, sertlik, şiddetli inatla birlikte yaşadığı bu uzun hayat onun mağrur olmasına yol açtı.
Rüyasını tabir eden kâhinler, bir çocuğun saltanatını yıkacağını söylediler. Bunun üzerine zuhûr edecek olan Hz. Mûsâ’yı ortadan kaldırabilmek için 980.000 mâsum bebeği katletti.
Bu olaydan sonra Mısır'da köle sayısı azaldı. Bundan sonra yeni doğan çocukların 2 yılda bir öldürülmesini emretti. Hz. Musa ve Harun bu emir ile ölümden kurtuldu. Hz. Musa seneler sonra Firavun'u hak dinine davet etti.
Hz. Mûsâ; Firavun iman etsin diye ona şu teklifleri getirmişti:
"Gençliğini geri verecek, hiç ihtiyarlamayacak, cinsel gücü geri verilecek, cennete girecek, hükümdarlığı devam edecek, hayvanlara binme gücü verilecek."
Firavun bu daveti kabul etmedi. Hz. Musa’nın inandığı İlaha ulaşabilmek için büyük kuleler yaptırttı. Ancak yapılan bu kuleler yıkıldı. Firavun daha sonra ordusunu toplayarak Hz. Musa ve İsrailoğullarının peşine düştü. Kızıldeniz'i geçme esnasında ordusuyla boğularak öldü. Öleceği esnada kelime-i şahadet getirmek istedi. Fakat Allah bu şehadeti kabul etmedi ve ibret olması için Firavunu Kızıldeniz'in kıyısına attı.
Ayetler’den murad mucizelerdir. Onlar bu mucizeleri yalanladıklarında, peygamberleri de yalanlamış oldular.
Ayetler; Allah'ın vahdaniyetine delalet eden kainat âyetleri de olabilir.
Ayetleri ve ahiret hayatını inkâr etmek küfür olduğu gibi yalanlamak, yalan saymak, yalan olduğunu söylemek de küfürdür. Kur’an-ı Kerim’de 6000'den fazla ayet vardır. Her bir ayet ayrı bir iman konusudur. Dolayısıyla bir tek ayeti bile inkâr etmek ve yalanlamak insanı küfre götürür. Ayetleri yalanlamak; Allah sözü olduğunu kabul etmemektir.
اَخَذَ çarptı, yakaladı demektir. İnsanın başına bir ceza gelince, kurtulamayan esir ve yakalanmış biri gibi olur.
ذَنْبٌ Zenb, aslında ardına takılmak ve tabi olmak demektir. Suça zenb adı verildi. Çünkü suçlardan sonra cezalandırmak gelmektedir. Günah işlendikten sonra işleyeni cezalandırma takip etmesinden dolayı günahlara zenb adı verildi.
Bu cümle, toplumsal değişimi, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde anlatmaktadır. İnkar toplumsal değişime, toplumun değişimi de helake götürmüştür.
Allahu Teâlâ bu örnekle, kafirlere tarihten bir pencere açmış, inkârdan vazgeçmeleri için farklı bir delil sunmuştur. Tarihi olaylar sebep-sonuç ilişkileri içinde ele alınıp hayata ve hakikate ışık tutmak, problemleri çözmenin vazgeçilmez metodlarındandır.
Tarihte yaşananların sebeplerini tahlil etmemek, tarihi kuru ve ruhsuz şekilde okuyup geçmektir. Böyle bir tarih eğitimi dedikodudan ileri gidemez. Böylece Allahu Teâlâ, sosyal değişime, siyasete ve tarihe nasıl yaklaşılacağını ve yaşanan hayatta tarihten nasıl ibret alınacağını kullarına öğretmektedir.
Tarihte inanç özgürlüğüne karşı yapılan baskılar, kendi gibi inanmayanlara hayat hakkı tanınmaması, sosyal hayatı kirletmiş; haklar sistemini alt-üst etmiştir. Bu kirlilik toplumların boğulmasına sebep olmuştur.
✦ Allah, zalime mühlet verir. Bir de onu yakaladı mı, artık iflah etmez. Hadis-i Şerif
Tarihte birçok zalim gelip geçmiştir. Bazısının cezası insanlara ibret olması için dünyada verilmiştir. Bazısının cezası da mahşere bırakılmıştır. Firavunlar bu dünyada belli bir süre Mısır’a hâkim olmuştur. Ebû Cehil de bir süreliğine Mekke’de hüküm sürmüştür. Hatta Allah Rasûlü’nü oradan hicrete mecbur etmiştir. Ancak Mekke’den çıkmaya mecbur kalan Yüce Nebi on sene sonra fetih için yurduna geri dönmüştür.
Halife Abdülmelik Bin Mervan’ın kumandanı olan Haccac Bin Yusuf da zalim sıfatını kazanmış ve Haccac-ı Zalim olarak anılagelmiştir. Küçük yaşlarda Kur’anı ezberlemiş, Her gece Kur’an okuduğu söylenen Haccac, Kur’ana ve Kur’an ehline çok hürmetkârmış. Kur’anın harekelenmesi, noktalanması için gayret sarf etmiştir. Lakin yaptığı zulümler onun iyi taraflarını tamamen gölgelemiştir.
Haccac-ı zalim, muhaliflerine çok sert davranmış, içlerinde alim, fakih, zahid, masum olan binlerce kişiyi öldürmüştür. Şehit ettikleri içinde muhterem bir sahabi olan Abdullah Bin Zübeyr de vardır.
Haccac, Abdullah Bin Zübeyr’in ikamet ettiği Mekke’yi muhasara etti. Hac ayları geldiği için İslam ülkesinin her tarafından Mekke’ye hacı adayları gelmeye başladı. Haccac Müslümanları Mekke’ye sokmadığı için, o sene Müslümanlar hac yapamadı.(629)
Haccac, kurdurduğu mancılıklarla Mekke’yi ateş ve taş yağmuruna tuttu. Atılan ateşlerden biri Kâbe’ye isabet etti ve Kâbe yanmaya başladı. Bu sırada Cenab-ı Hak tarafından yağan yağmur ateşi söndürdü. Bu olayı gören Haccacın askerleri Kur’anın “Fil Suresini” hatırlayıp muhasaradan vazgeçmek istediler idiyse de Haccac buna müsaade etmedi. Abdullah Bin Zübeyr başı gövdesinden ayrılarak feci şekilde şehit edildi.
Haccac-ı Zalim'in en son kanını döktüğü isim Said Bin Cubeyr oldu. Said Bin Cubeyr, birçok sahabe ile görüşmüş, onlardan ders almış, İslam ilimlerinde otorite kabul edilmiş, tabiinin büyüklerindendir. O da zalim Haccac'ın gazabına uğradı. Zincire vuruldu.
İdamına karar veren Haccac'a karşı “Benden sonra artık sen de huzur bulamayacaksın” dedi ve “Ya Rabbi kanımı Haccac'a helal kılma ve onu benden sonra yaşatma” diye dua etti. Said Cubeyrin başı gövdesinden kesildiği esnada, üç defa Kelime-i Şahadet getirdi.
Buna şahit olan Haccac Bin Yusuf hayatında ilk defa pişmanlık duydu. Büyük bir korkuya ve endişeye kapıldı. Mazlum şehidin duasını Allah kabul buyurdu; Haccac'ta huzur kalmadı. Said Bin Cubeyr her gece Haccacın rüyasına giriyor, iki yakasını tutuyor ve “Ey Allah’ın düşmanı, beni niçin katlettin” diyordu. Haccac kan ter içinde uyanarak “Benim Said ile halim ne olacak” derdi. Kendi ölümünü isteyecek kadar büyük ruhi sıkıntılara maruz kaldı.Sonunda dayanılmaz ağrılar ve elem içinde öldü.
Ölüm haberi duyulunca ona kimse rahmet dilemedi. İbrahim En Nehai gibi büyük alimler sevinçlerinden ağladılar. Ömer bin Abdülaziz şükür secdesine gitti.
Mezarının tahrip edilmesinden korkulduğu için, sapa bir yere gömüldü. Ve üzerinden akarsu geçirildi. Geride Haccac-ı zalim diye anılan zulümle ünlenmiş adı kaldı.
Yakın geçmişimizde de çevremizdeki bazı zalimlerin akıbetlerini müşahede ettik. Irak halkını zalimane yöneten, binlercesini katleden Saddam’ın akıbeti çok kötü oldu. Bir çukurda ele geçirildi, aşağılamak için kendisini yakalayan Amerikan askerleri, bitlenmiş salarını teşhir ediyorlardı. Sonunda idam edildi. 20. ve 21. yüzyılın zalim devleti, kendi zulmüyle birlikte bir zalimi de tarihe kaydetti.
Libya'nın diktatör lideri Kadafi de birçok zulme imza attı ve aynı kötü akıbete maruz kaldı. Kendi halkı tarafından linç edilerek feci şekilde öldürüldü.
Dünyayı boğarken zulmün tekeli
Teraziyi tutan eller lekeli
Çatıları basmış cehalet seli;
Olmuşuz bir kara vicdana tabi
Ne kadar da sabırlısın Ya Rabbi! C. Numanoğlu
✽ 'كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا Âyetlerimizi yalanladılar' cümlesi onların durumlarını beyan ve tefsirdir. Mukadder bir sualin cevabı olmak üzere istinaf cümlesidir. Sanki ‘onların halleri nasıldı?’ diye sorulmuş, cevaben ‘Onlar ayetlerimizi tekzib ettiler yani kitaplarımızı ve peygamberlerimizi yalanladılar’demektir.
✽ كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَ cümlesi, önceki ayeti örneklemektedir. Önceki ayet müşebbeh, bu ayet müşebbehi bihtir. İki taraf da mukayyettir. Veçhi şebe, küfürde lider olmanın cezası olarak cehennemde öncü olup ateşin çırası olmak. ‘Günahları sebebiyle şiddetli azaba yakalanmak’ cümlesi, veçhi şebeyi belirttiği için teşbih mufassal olmuştur.
✽ 'Ve onlardan öncekiler' umum, husus olarak,önceden yaşamış ve inkar eden kafirler kastedilmiştir.
✽ 'Ayetlerimizi yalanladılar' buyurduktan sonra 'Allah onları yakaladı' cümlesinde açık isim gelerek, mütekellimden gaibe iltifat olmuştur. Gaybubet saygıyı gerektirir. Bu iltifat aynı zamanda okuyucuyu rahatlatır, çünkü gaib sigası dinleyen için daha rahatlatıcıdır. Burada Biz yakaladık, denseydi muhatablar çok daha fazla dehşete kapılırdı.
✽ 'Allah onları günahları ile yakaladı' buyruğu, istiare-i muraşşahadır. Allah'ın ceza vermesi, kaçan bir hayvanı yakalamaya benzetilmiştir. Camisi; hız, beklenmeden gelmesi ve kaçmanın mümkün olmamasıdır. 'Zenb' kelimesinin lugat anlamlarından biri de 'Kuyruk' demek olduğu için de istiare-i muraşşaha ve tecessüm olmuştur.
✽ وَاللّٰهُ شَدٖيدُ الْعِقَابِ cümlesi mesel tarikı cari olan tezyildir.
✽ 'Allah azabı şiddetli olandır' cümlesinde zamir yerine açık ismin gelmesi, kalbe korku bırakmak, zihne yerleştirmek ve tazim içindir.