13- Sizinle karşılaşan iki topluluğun durumunda ne büyük ibret vardır. Bunlardan biri Allah yolunda savaşıyor, öteki kafirdir. Gözleriyle onların iki misli olduğunu görüyordu bu kafir topluluk. Allah dilediğini yardımıyla kuvvetlendirir. Bunda gören göze sahip olmak için iyi ibret var.
Savaşlar bir nevi Arasat meydanıdır. Kafir-mümin ya da cennetlik-cehennemlik iki fırka. Bir kısmı Allah (cc) yoluna canını, malını, her şeyini feda ederek rıza-i ilahiyi kazanmak isterken, diğerleri dünyayı elde etmek, tağutları memnun etmek yolunda savaşıyor. Allah (cc)’ın yardımı tabiî ki kendi rızası için çarpışanlarla. Onları birbirlerine çok göstermekle müminlere gayret, kafirlere korku veriyor.
Cenâb-ı Hakk’ın teyid metodları çoktur. Müminler taviz vermeyip canla başla mücadele ettikleri müddetçe, Allah (cc)’ın yardımından mahrum olmayacaklardır. Allah (cc)’a karşı cephe alan, Resulüne, Kitabına, ahirete iman etmeyen güruhu da hızlanıyla, yardımsız bırakmakla cezalandıracaktır. Tarihe baktığımız zaman bunu ibretle seyredebiliriz. Meleklerin, şehitlerin, tabiat şartlarının biiznillah yardıma koşmalarını hatıralarımızda canlandırabiliriz.
"فِئَةٌ" fırka, topluluk demektir. Başın gövdeden ayrıldığını ifade etmek üzere "kılıçla başını fe'vetti" tabirinden alınmıştır.
Bir insan topluluğuna "fie" denilmesi, ona fey' edilmesi yani sıkıntılı zamanlarda ona dönülmesi dolayısıyladır.
İki topluluk, Bedir'de karşılaşan Hz. Peygamber ve ashâbıyla, Mekke müşrikleridir. Bedir günü'nde müşrikler dokuzyüz elli kişiydiler. İçlerinde Ebû Süfyan ve Ebu Cehil de bulunuyordu. Savaş meydanına yüz atlı savaşçı sürmüşlerdi. Yanlarında, yediyüz tane de deve bulunuyordu. Süvariler yüz kadardılar, hepsi zırhlı idiler. Piyade savaşçılar arasında da zırhlı olanlar bulunmaktaydı. Müslümanlar ise üç yüz on üç kişiydiler. Her dört kişiye bir deve düşmekteydi.
İçlerinde altı kişi zırhlıydı. İki de süvari bulunmaktaydı.
Çokluk ve teçhizat bolluğu kâfirler; azlık ve techizat kıtlığı da Müslümanlar tarafındaydı. Cenâb-ı Hak kâfirleri kahr ü perişan etmiş, müslümanları da muzaffer ve yardımına mazhar kılmıştır. Bu da, galibiyetin Allahu Teâlâ'nın te'yidi ve yardımı ile olduğuna delâlet etmektedir.
‘قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ’ cümlesinden ‘يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ’ kavline kadar ayet karinesiyle özellikle müşrikler kastedildiğinden ismi zahirle değil zamirle gelmiştir.
Bu "iki topluluk" ile Bedir günü karşılaşan topluluklara işaret edildiği kesindir. Ancak 'Bunda sizin için ibret vardır' cimlesindeki 'Siz' zamirinin muhatabı, müminler de yahudiler de, müşrikler de olabilir. Bununla mü'minlere hitap edilmesinin faydası, ruhlarına sebat vermek, kahramanlık duygularını uyandırarak; kendilerinin iki misli hatta kat kat fazlası olan düşman üzerine atılacak hale gelmeleridir.
• Müslümanların mukavemet etmelerine mâni olacak birçok se-bep bulunmaktaydı: Sayıları azdı; savaş maksadıyla çıkmadıkları için yanlarına techizat almamışlardı; silâh ve atları çok azdı. Ayrıca bu, yapacakları ilk savaştı. Hz. Peygamber'in ilk gazvesiydi.
Müşriklerin durumu ise, tam tersineydi. Sayıları fazlaydı; savaş için hazırlıkları vardı. Önceden birçok kez savaşmışlardı; bu bakımdan savaşa alışkındılar. Sayıca az, silâh bakımından zayıf ve savaşmayı da pek bilmeyen bir topluluğun, silâhı bol, savaş için de techizatlanmış kalabalık bir topluluğu mağlub etmesi âdeten mümkün değildir. Ama, durum âdetin hilâfına olarak tahakkuk edince bu, bir mu'cize olmuştur.
• Hz. Peygamber kavmine, "Hani Allah size, iki taifeden birinin muhakkak ki sizin olacağını vaad ediyordu." (Enfâl, 7) âyet-i kerimesiyle Cenâb-ı Hakk'ın kendisine yardım edeceğini haber vermiştir. Âyetteki iki taifeden birisinden murad, ya Kureyş topluluğu veya Ebû Süfyan'ın kervanıdır. Hz. Peygamber Bedir savaşından önce tek tek, "şurası, falancanın öldürülüp düşeceği yer; şurası, falancanın öldürülüp yıkılacağı yer..." diye haber vermişti. Geleceğe dair verdiği haber, aynen haber verdiği gibi gerçekleşince bu, gaybden bir haber ve mucize olmuştur.
• "Müşrikler mü'minleri, kendi sayılarının iki misli olarak iki bine yakın sayıda veya müslümanların sayısının iki misli olan altı yüz kişi olarak görmüşlerdi. Bu, bir mu'cize'dir.
Buradaki ruyet; ya zannetme, tahmin etme anlamındadır.
Ya da, Allah (cc) melekleri de indirdiği için Müslüman askerlerin sayısı çoğalmıştır. Bu sebeble fazla görmüşlerdir.
Allahu Teâlâ, bu savaşta peygamberini beş bin melekle te'yîd etmiştir. Cenâb-ı Hak: "Evet, siz sabreder, sakınırsanız, bu (düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa, Rabb'iniz size alâmetli beş bin melekle imdâd edecektir" (Âli İmrân, 125) buyurmuştur. Bu meleklerin işaretleri, atlarının kuyruk ve perçemlerinde bulunan beyaz yün idi.
Meleklerin alametli olması müsüman topluluklarının her zaman heybetli vakarlı ihtişamlı olması gerektiğine işaret. Hervelede omuz sallamanın sünnet olması gibi.
Allah yolunda savaşan topluluktan murad, müslümanlardır.
✦ Bir kimse, içinden samimi olarak şehitlik ister, sonra ölür veya öldürülürse, onun için şehit sevabı vardır. Bir kimse Allah yolunda yaralanırsa ya da bir zahmet görürse, Kıyâmet günü safir renkli ve misk kokulu bir şekilde getirilir. Hadîs-i Şerîf
✦ Bir kimse, Allah yolunda cihatta, tekbir alırsa, onun tekbiri bir kaya olur ki, göktekilerden daha ağır gelir. Bir kimse, Allah yolunda cihat sırasında ‘Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür’ cümlesini sesini yükselterek söylerse, Allah, en büyük rızâsını onun için yazar. Bir kimse için, Allah’ın en büyük rızâsı yazılırsa, Allah onunla Muhammed , İbrahim (as) ve diğer Peygamberleri buluşturur. Hadîs-i Şerîf
✦ Atların perçemlerinde Kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür: Ya ecir, ya da ganimet. Hadîs-i Şerîf
✧ Gâziler üç çeşittir:
1- Mücâhitlerin hayvanlarını güden.
2- Mücâhitlerin çeşitli hizmetlerini gören.
3- Düşmanla çarpışmaya devâm eden.
✧ Resulullah , bazı gazvelere çıktığında, yanında Medineli hanımlar bulunurdu. Bunlar yaralıları tedâvi eder ve su taşırlardı.
✧ Bir kimse, Allah yolunda bir gece nöbet tutarsa, Allah (cc) onu Kıyâmet gününün dehşetinden emin kılar. İbni Abbas
✧ Allah yolunda cihada çıkan olursan, ordunun arkasında bulun. Zayıflarını yola koyarsın, korkanlarına güven telkin edersin. Böyle yaparsan, onlar gibi sevap alırsın. Onların mükâfatlarından bir şey eksilmez. İbni Abbas
✧ Resûlûllah , Abdullah b. Revâha’yı, bir ordu ile yola çıkardı. O gün de Cumâya rastlamıştı. Abdullah b. Revâha: ‘Cumâyı Resûlûllah ile kılar, sonra arkadaşlarıma yetişirim’ diye düşündü. Arkadaşları sabahtan yola çıkmışlardı. Resûlûllah (sav) onu görünce sordu: Neyin vardı ki, sabahtan arkadaşlarınla yola çıkmadın?
‘Ya Resûlallah! Cumâyı seninle kılmayı istedim. Sonra arkadaşlarıma kavuşurum.’
Bunun üzerine, Resûlûllah şöyle buyurdu: ‘Yeryüzündekilerin tümünü sadaka olarak dağıtsan onların sabahleyin çıkışlarındaki sevabı bulamazsın.’
✧ Resulullah’a 'Cihadın hangisi faziletlidir?' diye sorulunca, ‘Zâlim Padişahın yanında adâlet kelimesini söylemek’ buyurdu.
✧ Gazada, kanlı elbiseleri boynunda, ölüp gayyaya yuvarlananlar az olmadığı gibi, dupduru niyeti sayesinde, yumuşak döşeklerde ölüp cennetlere gidenler de az değildir. Şerirlerle yaka-paça boğuşup yarınları aydınlatmak isteyen mertlerin, saf niyetlerinin yanıbaşında; bu kavgayı şahsi çıkarları ve hasis menfaatleri için verenler de küçümsenmeyecek bir yeküne sahiptirler. Birinciler, arşiyeler çizerek yukarılara doğru yükselirken; ikinciler de baş aşağı yıkılıp ‘Tamu’ya gideceklerdir.
✧ Allah (cc) mücahitlere üç özellik verir:
1- Cihat edip şehit olan diri olur, Allah katında derece alır.
2- Mağlup olana, Allah (cc) büyük ecir ihsan eder.
3- Yaşarsa, Allah, ona temiz, güzel rızıklar ihsan eder. Katade
Kahraman ecdadımızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur. M. Akif
"Diğeri ise kâfir..." tavsifi ile kastedilen, Kureyş kâfirleridir.
♦ Yaklaşık bin kişilik olan kafir ordusu müminleri kendilerinin iki katı, yani iki bine yakın bir sayıda görüyorlardı.
Kafirler 950 kadar savaşçıydı. Reisleri Utbe b. Rebia bin Abduşşems idi. İçlerinde Ebu Sufyan ve Ebu Cehil de bulunuyordu. Yüz at ve yedi yüz develeri vardı. Değişik değişik sayılamayacak kadar silahları mevcuttu. Ashabı Bedr'in sayısı 313 kişiydiler. 77 kişi muhacirlerden, 236 kişi de ensardandı.
Efendimiz hazretlerinin sancaktarı muhacirlerden Hz. Ali idi.
Ensarın sancaktarı Sad b. Ubade el Hazreci idi.
Orduda 90 deve, iki at vardı. Atların biri Mikdad bin Amr’ın (ra), biri de Mersed bin Mersed’in (ra) atı idi.
Müslümanların altı da zırhı vardı. Kılıçların sayısı da sekiz idi.
Bedir’de şehit olan Müslümanların sayısı on dört idi. Bu mübarek insanların altısı muhacirlerden sekizi de ensardan idi.
Sa’d bin Evs (ra) anlatır: Müşrikler bir müslümanı esir ettiler.
‘Ordunuz kaç kişi?’ diye sordular. Müslüman:
‘Üç yüz on küsur’ dedi. Müşrikler de;
‘Biz sizi bizim iki katımız kadar görüyoruz!’ dediler.
♦ Kâfir grubun, müslümanları, müslümanların sayısının iki katı, yani altı yüz yirmi küsur kadar görmeleridir.
Bundaki hikmet, kâfirler korkup da savaşamasınlar diye, Allahu Teâlâ'nın, müslümanları azlıklarına rağmen, müşriklerin gözünde çok kalabalık göstermesidir.
Bu, Allahu Teâlâ'nın, "ve sizi de onların gözünde azaltıyordu" (Enfal, 44) âyetiyle tezâd teşkil etmez. Bu azaltma ve çoğaltma işi, iki ayrı durumda cereyan etmiştir. Cenâb-ı Hak, ilk önce müslümanları onların gözüne az gösterdi. Böylece onlar, müslümanlara hücum ettiler. Bizzat karşı karşıya geldiklerinde ise, Allah müminleri müşriklere çok gösterdi; mağlup oldular. Cenâb-ı Hakk'ın, müslümanları, onlara önce az gösterip, sonra çok göstermesi, O’nun kudretini daha çok gösterir ve mu'cizeyi de, daha belirgin olarak ortaya koyar.
Burada, gönüldeki duyguların, gözleri ve idraki etkilediğine işaret vardır. Zafer gönülde başlar; gönülde kaybedilir. Savaş teknolojisinin en büyüğü sabır ve cesarettir. Savaşta kullanılan maddî silahlar, bu manevî silahın yardımcısıdır.
Görenler müslümanlar, görülenler ise müşriklerdir. Buna göre müslümanlar, müşrikleri kendilerinin iki katı, yani altıyüz küsur kadar görmüşlerdir. Gerçekte ise onlar mü'minlerin üç katı idiler.
Bundaki hikmet, Allahu Teâlâ'nın tek bir müslümana iki kâfire mukavemet göstermesini emretmiş olmasıdır. "Eğer sizden sabr u sebat eden yirmi kişi bulunursa, onlar ikiyüz (kişiyi) yenerler" (Enfâl, 65)
Allahu Teâlâ, müslümanlara mağlup edeceklerini bildikleri kadar müşriği göstermiştir. Allahu Teâlâ onları cesaretlendirmek ve kalblerinden korkuyu gidermek için, müşriklerin sayısını onlara bu kadar göstermiştir.
♦ Buradaki "kendilerinin iki katı - مِثْلَيْهِمْ" kelimesindeki "هِمْ" zamiri müslümanlara aittir. Yani 'Ey müslümanlar, siz; kendinizi sahip olduğunuz gerçek sayının iki katı gibi görüyordunuz.'
Allah'ın müslümanlara kendilerini iki kat göstermesi, müşriklerle karşılaşmaya karşı maneviyatlarını güçlendirmek içindir.
♦ Hitab yahudileredir. "Ey yahudiler, sizler, kuvvet ve ihtişam bakımından müşrikleri, mü'minlerin iki katı olarak görüyordunuz" manasındadır. Bu durumda "sizin için bir ibret vardır" buyruğundaki 'Size' hitabı yahudileredir.
✽ ✽ ✽
Ashâbtan biri, bir yayladan geçerken tatlı suyu olan bir pınarcığa rastladı ve ‘İnsanlardan ayrılsam da bu yaylada otursam’ dedi. Bunu Resûlullah’a (sav) açıkladı. Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
– Bunu yapma! Çünkü herhangi birinizin Allah yolunda mücâdele vermesi, evinde yetmiş yıl nâfile namaz kılmasından daha üstündür. Allah’ın sizi affetmesini ve Cennete koymasını sevmez misiniz? Allah yolunda cihad edin! Kim Allah yolunda, devenin iki sağılımı arasındaki vakit kadar savaşırsa, Cennet ona vâcip olur.
✽ ✽ ✽
Seçilmişler...
Adem (as)’dan beri gelip geçen insanlar, maddi yönden farklı oldukları gibi manevi yönden de farklıydılar. Aralarında üstünlük, derece farklılıkları vardı. İçlerinde en üstünleri, seçilmişlerdi. Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri bu seçilmişleri şöyle sıralamaktadır:
1- Gelmiş geçmiş ümmetlerin en kıymetlisi, en şereflisi Resulullah’ın ümmetidir.
2- Ümmet-i Muhammed’in en üstünü ona iman ederek, onun uğrunda canlarını, mallarını feda eden Ashab-ı Kiram’dır.
3- Ashab-ı Kiram’ın da en üstünü, Resulullah’a Hudeybiye’de biat edip, onun için ölmeye söz veren kahramanlardır.
4- Bundan sonra en üstünleri, Bedir Savaşı’na katılanlardır. Bunlar 313 kişidir. 1000 kişilik müşrik ordusuna karşı kahramanca savaşmışlardı.
5- Bedir ashabının en üstünleri ilk iman eden kırk kişidir. Bunların kırkıncısı Hz. Ömer’dir.
6- Bunların da en üstünleri aşere-i mübeşşere (cennetle müjdelenen on kişidir)dir. Bunlar:
Hz. Ebu Bekir
Hz. Ömer
Hz. Osman
Hz. Ali
Hz. Talha
Hz. Zübeyr
Hz. Abdurrahman b. Avf
Hz. Sad b. Ebi Vakkas
Hz. Said b. Zeyd
Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah (radiyallahu anhum)
Bunların da en üstünü Hulefa-i Raşidin, yani olgun ve yüksek olan dört büyük halifedir.
Hulefa-i Raşidin’in en üstünü Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’dir. Bu ikisinin en üstünü Hz. Ebu Bekir’dir.
Resulullah, aralarında bulunduğu bir gurup sahabenin üstün meziyetini zikrederek şöyle buyurmuştur: Ümmetimin, ümmetime karşı en merhametlisi Ebû Bekir’dir. Allah’ın dininde en sağlam ve kuvvetli Ömer’dir. Ümmetimin en hayalısı Osman’dır. Helal ve haramı en iyi bilen Muaz b. Cebel’dir. En iyi feraizi bilen Zeyd b. Sabit’tir. En iyi Kur'an okuyan Übeyy b. Ka’b’dır. Her ümmetin bir emini vardır. Benim ümmetimin emini de Ebû Ubeyde b. Cerrah’tır.
Beyyine suresi nazil olduğunda Resulullah Übeyy b. Ka’b’a ‘Allah bana, Beyyine suresini sana okumamı emretti’ dedi. Übeyy ‘Allah size benim ismimi de andı mı ya Resulallah?’ diye sordu. Resulullah ‘Evet’ dedi. Übeyy b. Ka’b ‘Demek Rabbim katında anıldım’ diyerek sevinçten ağladı.
Hz. Aişe şöyle der: Ensar’dan üç kimse vardır ki hiç kimse fazilette onların üstünde sayılamaz: Üseyd b. Hudayr, Sa’d b. Muaz, Abbad b. Bişr.
a) Bedir'deki gibi, onları muzaffer kılmakla olan yardımdır.
b) Hüccet ve delil bakımından yardımdır.
Yardım ve muzafferiyet, sayı, ihtişam ve silâh çokluğu ile değil, ancak Allah'ın te'yîdi ve yardımı ile tahakkuk eder.
Meleklerin Resûlûllah’a ve ashâbına yardımı, bilhassa Uhud ve Bedir'de görülmüştür. Resûlûllah Uhud günü, sancağı Musab b. Umeyr’e verdi. Musab şehid olunca, sancağı onun sûretinde bir melek aldı. Resulullah ‘İleri geç yâ Musab!’ dediğinde, melek, ‘Ben Musab değilim’ diye cevap verdi. Böylece Resulullah bunun, kendisine yardım eden bir melek olduğunu anladı.
Sa’d b. Ebî Vakkas anlatır: ‘O gün ben ok atıyordum; attığım oku bana, beyaz ve güzel yüzlü bir adam geri getiriyordu. Ben, onun kim olduğunu bilmiyordum. Bunun üzerine onun bir melek olduğunu anladım.’
Kureyşliler de Uhud’dan döndüklerinde meclislerinde şöyle konuşuyorlardı: ‘Biz Bedir gününde gördüğümüz alaca atları ve beyaz adamları bu sefer görmedik...’
Ordularım yeniden Tuna'ya akın etsin
Bir yıldırım çıksın da uzağı yakın etsin
Selam dursun karşısında bütün şerefler şanlar
Namını tebcil etsin yıldızlar, kehkeşanlar!
İçimde hiç sönmeyen birfetih sevdası var
Yavuz gibi diyorum; bu dünya insana dar! O. Y. Serdengeçti
Allahu Teâlâ kuluna kendisinden talep ettiği şeyler için yardım etmeyi dilerse onu envar ordusuyla kuvvetlendirir. Ne zaman kendisini bir zulmet kaplasa o nurlar, zulmeti kendisinden giderir. Ondan zulmetin ve ağyarın yollarını keserler. Böylece heva, heves ve şehvet için bir mecal kalmaz. Ahlakı zemime içinde bir söz hakkı kalmaz.
Kader zulmeder mi?
Allah dilediğini destekler, cümlesinde hazıflar vardır. Yoksa Allahu Teâlâ dilediğini destekler, kulları arasında haşa ayrım yapar, gibi bir mana anlaşılmamalıdır. O herkese layık olduğunu verir, son derece adil, son derece merhametlidir. Kimseye zulmetmez. Kimseden bir çıkarı ve beklentisi yoktur, kimse ile akrabalığı yoktur. Bu gibi sebepler ancak ayrıma vesiledir. Hergün namazlarda defalarca söylediğimiz Sübhanallah sözü ile onu bu noksan sıfatlardan tenzih edip dururken, Cenabı Hakk hakkında böyle sui zanda bulunmak ayeti eksik ve yanlış anlamaktır.
Zulüm bir hakkın çiğnenmesidir. Kulun Allah’a hiçbir hakkı yoktur. O ne vermişse sırf lütfundan dolayıdır. Bize düşen verilmeyen nimetleri düşünüp isyana yeltenmek değil, verileni hatırlayıp şükretmektir. Eksiklikler kulun denenmesi içindir.
Zengin bir tüccar düşünelim. Dükkânına gelen iki fakire iyilik etmek istiyor: Birine gömlek, pantolon giydiriyor, ikincisine ise bunlara ilaveten ceket ile palto hediye ediyor. Sadece gömlek ve pantolon alan adam ‘Tüccar bana zulmetti, öbür adama fazla verdi’ diyebilir mi?
Biz insanlar da bu fakirlere benziyoruz. Allah (cc) sonsuz merhameti sebebiyle tükenmez hazinesinden hepimize nimetler veriyor. Vücudumuzu, aklımızı, hayalimizi, soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, yediğimiz gıdayı yaratan hep O. Bunları biz çalışarak kazanmadık. O sırf lütfundan dolayı ikram etti.
Dünya hayatı kısa bir imtihandan ibaret. Az nimetlenen kul, birinci adam gibi isyan yolunu tutarak kendisine zulmedildiğini iddia ederse, edepsizlik etmiş olur ve ceza görür. Onun vazifesi verilene şükretmektir.
Allahu Teâlâ verdiğinde de vermediğinde de adalet sahibidir, biz onun hikmetini bilemeyiz.
✽ ✽ ✽
Ebu Kilabe anlatır:
Bir sıkıntıya düşmüştüm. Sabah uyandığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Çocuklar açlıktan kıvranıyorlardı. Evde yiyecek hiçbir şey yoktu. Çaresiz kalmıştım, ne yapacağımı bilemiyordum. Evimin önüne çıkıp, kapıyı da açık bırakarak oturdum. Halimizi düşünüyordum, neredeyse aklımı kaybedecektim. Yağmurun şiddetinden dolayı kimse yoldan geçmiyordu. Üstü başı çamur içinde siyahi bir kölenin yularından çekmekte olduğu bir merkep üzerinde güzel bir kadın gördüm. Evimin hizasına geldiğinde selam verdi. Kadın:
‘Ebu Kilabe’nin evi nerededir?’ diye sordu. Ben de:
‘İşte burası, Ebu Kilabe de benim’ dedim.
Kadın bana bazı konularda fetva sordu, ben de cevabını verdim. Aldığı cevaplardan hoşnut oldu. Çantasından bir para cüzdanı çıkarıp bana 30 dinar verdi. Sonra:
‘Ey Ebu Kilabe! Seni yaratan çok yücedir, artık yüzünü asma!’ dedi ve gitti.
✽ ✽ ✽
عِبْرَةً nişan, rüya tabir etmek, yorumlamak, nehrin bir yakasından öteki yakasına geçmek, süratle yolu yarıp gitmek, gözden yaş akmak, dikkatle anlayarak okumak, eşyanın kıymetini ölçmek, tartmak, içinde olanı sözle açıklayıp ortaya koymak, helak etmek demektir.
İtibâr ise; ölçüp biçme, kıyaslama, kendisiyle cehaletten ilme geçilen alâmet, tecrübe etmek, ibret almak manasındadır. 'İbare' denince de manaya işaret eden küçük cümle anlaşılır. Ayrıca ders almak, öğrenmek, örnek almak, uyarı almak, dikkate almak, addetmek, dikkatle bakmak, itibar etmek, şeref vermek, hürmet etmek, takdir etmek, kadrini bilmek gibi manaları da bulunmaktadır.
İbret Kelimesinin Kuran'daki Manaları:
1. Rüya yorumlamak (Tefil babından)
2. Yolculuğa çıkmak
3. Ders, ibret.
Bu ayette; müşriklerin mü'min ordusunu iki kat görmesi, Yüce Allah'ın dilediğini destekleyerek yardım etmesi ve diğer sosyal olgular üzerinde düşünüp ders alınması vurgulanmıştır.
Az göstermek ve çok göstermek iki değişik haldir. Bazen az bazen de çok göstermek Allahu Teâlâ'nın kudretine delalet etmede en beliğ durumdur.
Akıllı kişiye düşen ayetlerden ibret almaktır. Hazırlamış olduğu çok mal ve evlada aldanmamalı, ahireti için çalışmaktan geri durmamalıdır. Allahu Teâlâ bu şekilde olan insanlara dünyada az bir mutluluk verir sonra da büyük ve katı bir azabı tatmaya mecbur eder.
Ders alacak olanlar; ancak basiretli, akıllı ve saygılı kimselerdir. لُبٌّ 'akıl', basiret ve saygının kaynağıdır. Tarihî olgulardan ders alanlar, selim akıl sahibi ve gönül gözü açık olanlardır. Ayetin ilk kısmı, inkar psikolojisinin insanı götürdüğü kayıpları açıklarken, ayetin sonu da bu anlatılanlarla insanın gönül gözüne, aklına hitap edildiğini ifade etmektedir.
Bundan çıkan sonuç şudur: Tarihî olgulardan ve sosyal olaylardan ders alabilmek için öğretim faaliyetinde insanın aklına hitap edilmeli; inkarın zararları ile imanın faydaları açıklanmalıdır.
Basiret sahibi
Vehb b. Münebbih anlatır: Yetmiş bir tane kitap okudum. Hepsinde; Yüce Mevlâ’nın, dünyanın kuruluşundan yok oluşuna kadar hiçbir kimseye, Muhammed’in aklı gibi akıl vermediğinin, bütün insanların akıllarının Peygamber’in aklı karşısında çöldeki bir toz zerresi kadar olduğunun, insanların en akıllısının ve üstün görüşlüsünün Muhammed olduğunun yazılı olduğunu gördüm.
Allah’ın peygamberlere indirmiş olduğu kitapların bazılarında şu sözleri buldum: ‘Şeytan akıllı müslümana karşı zorlandığı kadar hiçbir şeyde zorlanmamıştır. Şeytan yüz bin câhile musallat olur, onlarla alay eder ve dilediği yöne sürükler. Akıllı müslümanla karşılaşır ve ondan hiçbir şey elde edemez.
Şeytanın, dağları parçalayarak yok etmesi, akıllı müslümanla karşılaşmasından daha kolaydır. Çünkü akıllı mümin basiret sahibidir, şeytana karşı dağlardan daha çetin ve demirden daha katıdır. Onu hiçbir hileyle kandıramaz ve zillete düşürmeye güç yetiremez. Aciz kalan şeytan ‘Buna ne oluyor? Benim ona gücüm yetmez’ der ve câhil insanlara gider. Onu aldatır ve ona istediği kötülüğü işletir. Onu, dünyada cezâsı ağır olan suçlara sürükler. Kişiler bâzen iyi amellerde eşit olurlar. Ancak akıllı olanıyla olmayanı arasındaki fark, doğuyla batı arasındaki uzaklık kadardır.
‘Allah yolunda çarpışan iki toplulukta sizin için ayetler vardır’
Zahirde bu iki grup müminlerle kafirler grubudur. Ancak batında mümin grupla kastedilen kalp ve ordusu; ruh, sır, melekler, sıfat-ı hamidelerdir.
Kafirler grubu da nefsi emmare ve yardımcıları olan heva, dünya, şeytanlar, kötü sıfatlardır. Onlarla yapılacak savaş sürekli devam eder. Bu, cihad-ı ekberdir.
Allah bazen kalp ordusuna yardım eder, onları nefs ordusunun gözünde iki kat gösterir, nefs ordusu yenilir, hezimete uğrar. Artık nefsin avanesinden kimse görülmez.
Bazen de kalp ordusuna karşı nefs fırkasına yardım eder, kalp ve ordusu, nefsin avanesini iki kat görürler. Heva, dünya, şeytanlar, nefsin sıfatları kalbe karşı savaşmakta nefs ile birlik olmuşlardır.
✽ Bu âyet, teşbih-i zımmîdir; açıkta teşbih alameti görülmüyor. Savaşan kafir ve müminler ibret olarak bize anlatılıyor.
✽ Cem mea taksim tamim. İki tarafın birbirini iki kat görmesi tamimdir.
✽ فِئَةٌ تُقَاتِلُ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ arasında vasıl, tezat ve bediden ikili mukabele vardır.
✽ Müminler için 'Allah yolunda çarpışan topluluk' ibaresi sıfatlı kinayedir. اِلْتَقَتَا ile تُقَاتِلُ kelimeleri arasında cinası nakıstan iştikaka mülhak vardır.
✽ رَأْيَ الْعَيْنِ 'Göz göre göre' ibaresi, itnabtan iygal. Bir nükteye binâen ibarede ziyadelik yapılmış. Göz yanılmalarına işaret.
✽ يَرَوْنَهُمْ ile رَأْيَ arasında iştikak-ı sağir, reddül aciz vardır.
✽ İki kat gören, kafirler de olabilir. O zaman Allah (cc)’ın yardımının bir nevi açıklaması olur. Tevcihtir.
✽ 'Bu olay, göz sahiplerine ibrettir' cümlesi tarizdir. Çünkü gözü olan çoktur, ibret alan azdır. Ayet, ibret almayan gözü yok sayarak gayrı münkiri münkir menzilesine tenzil etmiştir.
✽ Ayet ve ibret kelimeleri arasında muraat-ı nazır vardır.