18- Bizzat Allah şahittir, kendisinden başka ilah olmadığına, melekler de, adaleti yerine getiren ilim sahipleri de. O’ndan başka ilah yoktur, o güçlüdür, hikmet sahibidir.
Tevhide ilk ve hakiki şahit Allah (cc)’tır. O ezelde ebedi ilmi, şehadeti ile zatının bir olduğunu alemlere öğretmiş, onu öncelikle tasdik eden, şahitlik eden melekler ve ilim ehli olmuştur. Bu ayet Allah (cc)’ı bilen, marifetullah, muhabbetullah sahibi alimlerin derecelerinin yüksekliğini ilan etmektedir. Şahitlik sıralanırken önce Allah (cc), sonra melekler, sonra alimler zikredilmiştir. Ayrıca adaletle kaim sıfatı da itidalden çıkmayan adil, mutedil, sıratı müstakim sahipleri olduklarını bildirerek, şanlarının ne kadar yüce olduğunu ilan etmiştir. Önce şahitler zikredildi, sonra da şahit olunan kelime-i tevhid ve Aziz Hakim olan Zat-ı Kibriya.
Tevhid din için, insanlık için en büyük koruyucu ve kurtarıcı. Hakiki muvahhidin ayağının altına altın döksen, başına kılıç koysan da gözünde ikisi de bir olur. Kimseden ne bir şey umar, ne korkar. Zaten tevhidin esası da budur.
İnsan imanının kuvvetine göre hadiselerin tazyikinden kurtulur, vazifei asliyenin dua ve iman olduğunu idrak eden mümin hayatı rızayı Bari için dolu dolu yaşar. Aksi halde imanın temeli sağlam olmazsa düşünce sıhhatli olmaz. Düşünce sıhhatli olmayınca hayatta sıhhatli bir denge kalmaz. İmanı olmazsa düşünce hayatın ve hakikatin dışında kalır. İman tevhidi, teslim tevekkülü, tevekkül saadeti dareyni iktiza eder. O halde biri iste, biri oku, biri ara, biri gör, biri anla, biri söyle.
Allah’a inanan, güvenen neden mahrumdur, Allah’tan mahrum olan neye maliktir?
İkilik yok birlik var, elbet bunda dirlik var.
Yalnız bundadır felah, la ilahe illallah
İstiare-i tasrihiye, tebaiyedir. Çünkü شَهِدَ ile murat Allah'ın vahdaniyetine delil getirmesidir. Veya başkasının kudreti yetmeyen has efali kemaliyesinden delil getirdi, demektir. Kainat ayetleri, kitabın ayetleri de O'nun delilleridir.
Allah açık delilleri beyan ve keşifte şahidin şehadetine benzetti. Lazım melzum alakası ile mecazı mürsel de olur. Kendilerine atfı yapılanlarla beraber umumu mecazdır. Yani melekler okudu, ulema iman etti ve hüccet getirdi. Allah vahdaniyetiyle delil getirdi. شَهِدَ hepsi için umumi mecaz oldu.
♦ Allah'ın ve meleklerle ilim sahiplerinin şehâdeti aynı mânâdadır. Şehadet, "ilme dayalı olarak haber vermek" mânâsında alınırsa, hem Allah, hem melekler, hem de ilim sahipleri için aynıdır.
Bu mânâda Allah'ın şahid oluşu, Kur'ân-ı Kerim'de, zatının bir olduğunu ve kendisinden başka tanrı olmadığını haber vermesidir.
Melekler, Allah'ın birliğini insanlara aktarmak suretiyle şehadet etmişlerdir.
İlim sahiplerinin bu manada şahid oluşu da; Allah'ın bir olduğunu, eşi ve benzeri olmadığını haber vermeleridir.
Şehadet, 'Beyan etme, açıklama' mansında ise, Allahu Teâlâ zatının birliğine dair delilleri kitabında beyan etmiştir.
Melekler ve ilim sahipleri de Allah'ın tek olduğunu hem nakli hem de aklî delillerle beyân etmişlerdir. Melekler bunu peygamberlere; peygamberler, âlimlere; âlimler de bütün insanlara açıklamışlardır.
♦ Allah'ın kendi birliği hususundaki şehadeti, bir olduğuna dâir delilleri yaratmasıdır.
Meleklerle ilim sahiplerinin şehadeti ise, Allah'ın birliğini ikrar edip imân etmeleridir.
Melekler, Allahu Teâlâ'nın kudret ve azametini müşahede ettiklerinde O'ndan başka ilah olmadığına şehadet getirdiler. Sebep olan şehadet, müsebbep olan ikrar ve iman yerine kullanılmıştır.
Veya meleklerin ve ilim sahiplerinin şehadeti, şefaati ikrar etme manasındadır.
♦ Hakiki şâhid, sadece Allahu Teâlâ'dır. Çünkü Allah (cc), eşya-yı yaratan ve onları kendisinin birliğine delil kılandır. Âlimleri bu delilleri bilmeye muvaffak kılan da O'dur. Eğer Allah (cc), onları muvaffak kılmasaydı, âlimler o deliller sayesinde tevhid bilgisine ulaşamazlardı. "De ki "şâhid olma bakımından hangi şey daha büyük?" De ki "Allah.." (Enam, 19)
♦ Bu şehadet, hazır olma, ikrar etme mânâsındadır.
Allahu Teâlâ ruhları cesedlerden dört bin sene önce, rızıkları da ruhlardan dört bin sene önce yarattı. Mahlukatı yaratmadan kendisi vardı. Yeri, göğü, kara ve denizi yaratmadan önce kendisi varlığına şahitlik ederek şöyle buyurdu:
"Allah şu hakikate şehadet eyledi ki; O'ndan başka ilah yok, ancak O vardır. Bütün meleklerle ilim sahipleri de adl ü hakkaniyetle durarak şahiddirler ki; ilah ancak O'dur, başka ilah yoktur. Aziz O'dur, Hakim O'dur."
Şehadet mertebeleri:
1- İlim, marifet, şahit olunan şeyin sıhhatine ve sübutuna itikad.
2- Başkası bilmese de, kendisinin konuşup, yazması, anması.
3- Başkasının bilip kendisine haber vermesi, beyan etmesi.
4- Mazmununa devap edip, onu emretmesi.
Cenab-ı Hakk'ın şehadeti, kendisinin bir olduğuna ve adaletle kaim olduğuna bizzat şehadetidir.
Bu mertebeler dört şeyi tazammun eder: Kelamını, ilamını, ihbarını, halkına bunu haber verip emretmesi ve bununla ilzam etmesi.
• İlim mertebesi: Hakka şehadet için, ilim zaruridir. Aksi halde şahit bilmediği bir şeye şahit olmuş olur. Efendimiz bir olayda güneşe işaret ederek; 'Bunun gibi şahitlik et' buyurmuştu.
• Tekellüm ve haber mertebesi: Kim bir şeyi konuşur, ondan ha-ber verirse, ona şahit olmuş olur. Başkalarının yanında lafzen dile getirmese de yine şahittir. Efendimiz 'Ben yalan şahitliği Allah'a şirkle aynı sayıyorum' buyurdu ve Hac, 30-31. ayetleri delil getirdi. ' Pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.'
• İlam ve ihbar mertebesi: Bu da, sözle ilam ve fiille ilam olmak üzere iki mertebedir.
Sözle bildirmek, mescit yapıp kapısını halka açık bırakmak gibi. Veya birini sevmesi fakat bunu söylememesi gibi.
Rabb Teala'nın şehadeti de böyledir, beyan ve ilam iledir. Bazen kavliyle bazen fiiliyle olur.
Sözlü olanı, Resul göndermesi, kitap indirmesi ve kitabında zatının bir olduğuna şehadet etmesidir.
Fiiliyle olanı, Allah'ın haberini tazammun eden delillerin delaleti ile bir olduğunu akıl ve fıtratın anlamasıdır. Bu; şehadet lafzıyla ifade edildiği gibi, delalet, irşad, beyan lafızlarıyla da ifade edilir.
"Allah'ın şehadeti; acip tedbiri, halkına muhkem hükümleri ve O'ndan başka ilah olmayışıdır." İbni Keysan
• Emir ve ilzam mertebesi: Sadece şehadet sözü yeterli olmayan, tazammunu mevzuya delalet edendir. Kuran'ın hepsi bu anlamda şahittir.
Burada "İlim sahipleri"
♦ Meleklerdir.
♦ Muhacirler ve ensardır.
♦ Kitap ehlinin iman edenleridir,
♦ Enbiya, muhacirin, ensar, açık hüccetlerle Allah'ın vahdaniyeti-ne delil getiren bütün mümin alimlerdir. Kuvvetli olan görüş budur. Çünkü ayet umumîdir.
Meleklerin ve ilim sahiplerinin bu hakikatı ikrarı, bir şeyi keşf ve beyan etmede şahidlerin şahidliği gibidir.
Bu âyet-i kerime ilmin faziletine, ilim adamlarının şeref ve üstünlüğüne delildir. İlim adamlarından şerefli bir kimse bulunsaydı yüce Allah kendi ismi ve meleklerle birlikte onları da zikrederdi.
Yüce Allah, Peygamberine "De ki: Rabbim, ilmimi artır." (TaHâ, 114) buyurdu. Eğer ilimden daha şerefli birşey olsaydı elbette habibine onun artırılmasını istemesini emrederdi.
Âhiret âliminin alâmetleri:
1- İlmiyle dünyaya talip olmamak.
Âlim dünyayı âhirete tercih ettiği takdirde, ilk cezası kalbinin ölmesi ve ibadetten lezzet almamasıdır.
Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: “Bir âlimin dünyayı sevdiğini görürseniz, onun ilmine güvenmeyiniz. Çünkü o, ilmini dünyaya âlet etmiştir.”
Âhiret âlimi olmak için mal toplamamak yeterli değildir; şan ve şöhret talibi olmamak da lâzımdır. Çünkü şan ve şöhret maldan daha zararlıdır, dünya ehli bunlardan diğer nimetlerden aldıkları lezzetten daha fazla lezzet alırlar.
✦ Her âlimin yanında değil, sizi beş şeyden beş şeye, şüpheden yakîne, riyadan ihlasa, dünya rağbetinden zühde, kibirden tevazuya, düşmanlıktan dostluk ve kardeşliğe davet edenin yanında oturun. Hadis-i Şerif
2- Sözüne aykırı hareket etmemek.
Âhiret âlimi, bir şey öğretince, herkesten evvel kendisi ona uyar.
✦ İsrâ gecesinde bazı kimseler gördüm. Dilleri ateşten makaslarla kesiliyordu. Kendilerine ne günah işlediklerini sordum. “İyiliği emredip kendimiz yapmıyorduk; kötülüğü nehyedip kendimiz yapıyorduk” dediler. Hadis-i Şerif, İbnu Hibban
✦ Ümmetimin helak olması fâsık âlimler ve câhil âbidler yüzünden olacaktır. Kötülerin en kötüsü kötü âlimler, iyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir. Hadis-i Şerif, Dârimî
✧ Bilmeyene bir kere yazık olsun; bilip de amel etmeyene yedi kere yazık olsun! Ebud-Derdâ
✧ Cennet ehlinden bir topluluk cehennemdeki bir topluluğa seslenir:
-Neden ateştesiniz? Halbuki, biz sizin söz ve nasihatinizle cennete girdik, diye sorarlar. Oradakiler:
-Biz size hayrı emrediyorduk, kendimiz yapmıyorduk; şerri nehyediyorduk, onu yapıyorduk” diye karşılık verirler. Şa’bî
✧ Kıyâmet gününde hasreti en şiddetli olanlar, insanlara doğruyu öğretip kendileri onunla amel etmeyenlerdir. Çünkü başkaları, onların öğrettikleriyle kurtuluşa ererken kendileri amelsizlikleriyle helak olurlar. Hatim Asamm
✦ Alimin sapması (anlayışta ve amelde doğru çizgiden ayrılması) ve münafığın Kuran ilmi bilmesi ümmetim için korktuğum şeylerdendir. Hadis-i Şerif, Taberanî
3- Faydası az, tartışmalı ilimlerden yüz çevirip tâatlere teşvik eden ve âhirette yararı olan ilimlere rağbet etmek.
Bir doktor hastasına ilaçlar verir, bunları kullandığı takdirde şifâ bulacağını söyler. Hasta ise, ilaçları kullanmak yerine, kitapları karıştırıp bu ilaçların terkip, özellik ve tarihçelerini öğrenmeye kalkar. Bu hasta, bu hatasını canıyla ödediği gibi, nazarî, kil-u kal ve cidal cinsinden şeyleri öğrenip ameli gösteren ilimleri bırakan kimse de hatasını diniyle öder.
4- Şatafat ve israfa meyletmemek.
Âhiret âlimi, iktisadı tercih eder, aza kanaat eder ve ashaba benzemeye çalışır. Bunu yaptıkça da Allah Teâlâ’ya yakınlığı ve âhiretteki derecesi yükselir.
İhtiyaç dışı şeylere alışmak, onları da ihtiyaç haline getirir. Üstelik, bu fazla ve fuzuli şeylerin temin edilmesi genellikle günahlara girmek, insanlara yüz suyu dökmek, riyakârlık ve dalkavuklukla, kötülüklerini hoş görmek, onları Allah Teâlâ’nın razı olmadığı şekilde övmek gibi gayr-i meşru ve haram yollarla mümkündür. Dünya çirkefine giren, ondan temiz çıkamaz.
5- Zâlimlerden uzak durmak.
Çünkü zâlimlerle oturup kalkan, onlardan ilgi ve iyilik gören kimse, onların zulmünü görmemeye başlar ve giderek zulümlerine mazeret bulur.
✦ “Başınızdaki âmirler doğru olan ve olmayan işler yapacaklardır. Kim onların doğru olmayan işlerini kötülerse vebalden kurtulur. Kim bu işlere kalbinde buğzederse selâmet bulur. Kim onları hoş görür ve kendisi de onlara uyarsa Allah onu kendi katından uzaklaştırır.” Hadis-i Şerif, Müslim
✧ Mücadeleye gücü yetmeyenler için selâmet sultanlardan, zâlim ve fâsıklardan uzak durmaktır. Çünkü kötülükleri görmeyen ve duymayanların onlara karşı sorumlulukları yoktur.
6- Fetva vermekten kaçınmak.
✧ Âhiret âlimi, sorulduğu bir konuda Kur’ân veya hadis nassı, icmâ veya açık kıyas bilirse bunu açıklar; aksi takdirde, “bilmiyorum” der.
✧ “Bilmiyorum” sözü ilmin yarısıdır. Onun için, bilmediği bir konuda “bilmiyorum” deyip susanın sevabı, onu bildiği için açıklayıp konuşanın sevabından daha az değildir. Şa’bî
7- Bâtın ilmi olan kalb murâkabesine ve nefis mücadelesine önem vermek.
‘İlmi gökte, yerde ve denizlerin ötesinde aramayın. İlim kalplerinizdedir. Onu Allah Teâlâ’ya karşı edepli olmak ve sıddıkların (sadakat ve ihlâs sahiplerinin) ahlâkını kazanmak suretiyle bulunuz.’
8- Hüzünlü, kırgın, sessiz, mütevâzi ve tefekkür halinde olmak; hal ve hareketlerinde, Allah korkusunu ve haşyetini yansıtmak. İlim âhiret ilmi ise, sahibine hilm, tevazu, yumuşaklık ve güzel huy da kazandırır.
Böyle bir âlimi görenler, Allah Teâlâ’yı, kıyâmet ve hesabı, cennet ve cehennemi hatırlar. Çok konuşmak, olur olmaz sebeplerle gülmek, kahkaha atmak, sert ve çiğ hareketler yapmak, âhiret hesap ve azabından habersiz yaşayanların halleridir.
✧ İlim öğrenin ve onunla birlikte ona yakışan vakar, hilim ve tevazuyu da öğrenin. Hz. Ömer
✧ İlme hafiflik karıştırmayın. Aksi takdirde onun etkisini öldürürsünüz. Hz. Ali
✦ Ümmetimden hayırlı bir taife vardır ki, bunlar Allah Teâlâ’nın rahmetinin genişliğini göstermek için halkın yanında gülerler; fakat yalnızken O’nun azabının şiddetini duyar ve ağlarlar. Bunların vücudları yerde, kalpleri göktedir; bedenleri dünyada, ruhları âhirettedir; halka sükûnet ve şefkatle yaklaşır, Allah Teâlâ’ya yakın olmaya (O’nun rızasını kazanmaya) çalışırlar. Hadis-i Şerif
9- Amelleri geçersiz kılan ve kalpleri bozan riya, ucub, gizli şehvet gibi kötü sıfatları ve şeytanın hilelerini iyice öğrenmek.
Dünya âlimleri bu konularla ilgilenmezler; bunları öğrenmek işlerine de gelmez. Çünkü onlar da câhiller gibi, günahların cezasını düşünmeden yaşamak isterler. Âhiret talipleri ise, yılandan kaçtıkları gibi, bu kötü sıfatlardan, korkup kaçarlar.
10- Bid’atlardan şiddetle sakınmak.
✦ Allah’ın bir meleği her gün, “Peygamberin sünnetini bid’atlarla değiştirenler onun şefaatine eremezler” diye seslenir. Hadis-i Şerif
✦ Benim ümmetimi aldatanlara Allah, melekler ve bütün insanların lanetleri olsun. Bunlar, bid’at uydurup onu ümmetime din olarak takdim edenlerdir. Hadis-i Şerif
✦ Din adına sonradan uydurulan işlerden sakının. En kötü işler, sonradan uydurulup dine sokulan işlerdir. Bu işlerden her biri bid’atdır. Bid’at da dalâlettir. Hadis-i Şerif, İbnu Mâce
✧ Sünnete uygun az bir amel, bid’at karışmış çok amelden daha hayırlıdır. Siz şimdi öyle bir zamandasınız ki, en hayırlınız amel etmek için acele edendir. Halbuki sizden sonraki zamanlarda en hayırlı olanlar, acele eden değil, Sünnetle bid’atı birbirinden ayırıncaya kadar sabredendir. Abdullah İbni Mes’ûd
Günah işleyen kimse devletin bir kanununa aykırı hareket eden kimse gibidir. Bu kimseye bir müddet hapis cezası verilir. Bid’at uyduran ise, devleti yıkmak için isyan çıkaran gibidir. Bunun cezası ise idamdır.
✦ Rabbini kalbde tanıyıp bilen, her şeyi bilir, O’nu bilmeyen hiçbir şey bilemez. Zîrâ ahmaklaşmış, kalbi âmâ kesilmiştir. Rabbini bilenlerin zirvesi Fahr-i Kâinât şöyle buyuruyor:
“Benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler çok ağlardınız... Sahrâlara dökülüp Allâh’a yüksek sesle yakarışta bulunurdunuz.” İbn-i Mâce
✦ Şüphesiz ilim adamları peygamberlerin mirasçılarıdır. Hadis-i Şerif
✦ İlim adamları Allah'ın, mahlukatı üzerindeki eminleridir. Hadis-i Şerif
✧ Hazret-i Ömer vefât ettiğinde, Abdullâh bin Mes’ûd (ra) – İlmin onda dokuzu gitti, buyurdu.
Bunun üzerine sahâbe-i kirâm kendisine:
– Daha içimizde âlimler var!” dediler. İbn-i Mes’ûd (ra) – Ben mârifet ilminden bahsediyorum, cevâbını verdi.
Sağlam duvara dayan, düşer ayağı kayan,
Yeter gafletten uyan, alimlere tabi ol!
Akıl gerçeği arar, gecikmeden ver karar,
Çözülür nice esrar, alimlere tabi ol!
Allahu Teâlâ'nın rızıkları dağıtmada, ecellerde, iyi amellere sevab vermekte, kötülükleri cezalandırmada, emrettiği ve nehyettiği şeylerde kulların arasında adalet ve eşitlik kanunuyla hükmettiğine, kullardan zulmü def ettiğine melekler ve ilim sahipleri şahitlik etti.
a- قاَئِمًا hal olduğu için mensubtur. “Allah adaleti ayakta tutarak, şehadet etti” demektir.
Ya da, هُوَ lafzından haldir. Çünkü "Adl ü hakkaniyetle durmak" Allahu Teâlâ'ya has bir sıfattır. “Adaleti ayakta tutan O’ndan başka ilah yoktur” demektir. Bu çeşit hallere “hali müekkede-tekitli hal” denir.
Veya mü'minlerin hâlidir. "Bu şehadeti yerine getiren ilim sahiblerinden herbirinin hali adaleti ayakta tutma olduğu hâlde onlar… şehadet ederler" manasındadır.
b- اِلٰهَ kelimesinin sıfatıdır. Takdiri: "O'ndan başka, adaleti ayakta tutan bir ilâh yoktur" (Araplar, sıfatla mevsûfun arasını ayırabiliyorlar.)
c- Medh üzere mansubtur.
Adaleti ayakta tutmak, Allah'tan başka ilah olmadığına iman etmek, Allah'ın hakkını teslim etmek, inancı yerli yerine koymaktır. Adalet; bir şeyi layık olduğu yere koymak demektir. Allah'tan başka ilah olmadığına inanmak, adaletin ta kendisidir. Şirk koşmamak, Allah'ın hakkıdır; bu hakkı yerine getiren kişi de adildir.
İlim sahibi insanlar Allah'ın hakkını bilinçli bir şekilde teslim ettiklerinden, adaleti ayakta tutan kimselerdir. Hakkı teslim etmeyen ve bu yolla adaleti ayakta tutmayan kişiye alim denemez.
Ayette sadece ilim sahipleri zikredildi. Çünkü şehadet, bilerek, bilinçle iman etmektir. Böyle bir iman da sadece ilim sahiplerine mahsustur.
Bu cümlenin tekrar edilmesindeki hikmetler:
a) Allah kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etmiştir.
b) "Ey Muhammed ümmeti, sizler Allah'ın ve melekler ile ilim sahiplerinin şahadetine uygun şekilde, 'Allah'tan başka ilah yoktur' diyerek şehadet getirin." Bu tekrardan maksad; bu cümleyi, onların şehadetlerine uygun bir şekilde söylemeyi emretmektir.
İlk cümle; vasfetmek ve tevhid etmek, ikincisi ise resmetmek ve talim etmektir. Yani "Siz Allah'tan başka ilâh yoktur, O Azîzdir, Hakîmdir deyiniz" demektir.
c) Bu tekrarın faydası, müslümana, her zaman bu kelimeyi tek-rarlamasının gerektiğini bildirmektir. Çünkü sözlerin en kıymetlisi kelime-i tevhiddir. Bu kelimeyi söylemek, en kıymetli ibâdetle meşgul olmaktır.
d) İlk لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi, ibâdete yalnız O'nun layık olduğunu bildirmek için; ikincisi de adaletle hükmedeceğini ve zulmetmeyeceğini bildirmek için zikredilmiştir.
(هُوَ-O) lafzı, mukarrebinin makâmına işâret eder. Onlar, herşeyin hakikatine bakan kimselerdir. Allah’dan başka varlık görmezler. Zîrâ hakiki mânâda var olan, varlığı kendinden olan ancak Allah’dır. O’ndan gayrı varlıkların varlığı da, yokluğu da mümkün olduğundan ‘yok’ hükmündedirler.
Efendimiz ashabına şöyle buyurdu:
"Sizden biri, sabah ve akşam Allahu Teâlâ katından bir ahid almaya nasıl aciz olur?"
Sahabeler (ra) sordular:
"Bu nasıl olacak?" Efendimiz cevap verdi:
- Sabah ve akşam şöyle dua etmesiyle olur:
"Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Gaybı ve aşikarı bilen Allah'ım! Ben Sen'den başka ilah olmadığına, senin tek olduğuna, senin bir şerik ve ortağının olmadığına Muhammed Musatafa'nın senin kulun ve Rasulun olduğuna şehadet ettiğimi sana ahd ediyorum. Eğer sen beni nefsime bırakacak olursan, beni şerre yaklaştırır ve hayırdan uzaklaştırırsın. Ben ancak senin rahmetine güvenirim. Benim için kıyamet günü tamamen bana vereceğin bir ahd kıl. Muhakkak ki sen vaadinden dönmez ve sözünden caymazsın."
Kul bu duayı okuduğu zaman Allahu Teâlâ onun üzerini mühürler. Ve bu ahdi Arşın altına koyar. Kıyamet günü olduğu zaman ise Allah tarafından bir münadi şöyle nida eder:
"Allah'ın katında ahdi olanlar nerededir?"
Bunun üzerine dünyada iken bu duayı okuyanlar cennete girerler.
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri Müsned'inde buyuruyor ki:
Cebrâilin Allahu Teâlâ'dan naklen, Peygamber efendimize söylediği;
‘Lâ ilâhe illallah hısnî, men kâlehâ, dehale hısnî ve men dehale hısnî, emine min azâbî-Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan, kal'aya girmiş olur. Kal'ama giren de, azâbımdan kurtulur’ şeklindeki duâyı her kim rivâyet edenlerin isimleriyle, inanarak ihlâsla bir deliye veya hastaya okursa şifâ bulur.
Bir Allah'a iman
Şirk, en büyük suçtur. Bu hal üzere ölen kimse ebediyen Cehennemde kalacaktır. (Allah korusun).
Şirk; Allah’ın zatında, sıfatlarında, hükmünde, ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortağı, dengi bulunduğuna inanmak ve benimsemektir. Küfür imanın zıddı ise, şirk de tamamen Tevhidin zıddıdır.
Şirk dalalet, fısk ve safahatin yoludur, insanı nihayet derecede düşürür. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zayıf ve aciz beline yükler.
Çünkü insan Allah’ı tanımazsa ve ona tevekkül etmezse gayet derecede aciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fani hayvan hükmünde olur. Sevdiği ve alaka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeker. Nihayet firak elemi içinde onları bırakır, kabir karanlığına girer. Gereksiz arzuları için boşu boşuna çalışır. Koca dünyayı biçare beline, kafasına yükler. Daha cehenneme gitmeden cehennem azabı çeker. Kendi kendine malik zannederek afaki ve enfüsi belaların hücumuna karşı çıkamaz. Merhamete de layık değildir.
Şirk bazı dallara ayrılmıştır:
♦ Büyük şirk: Bir şeyi Allah’a denk tutup ona ibadet etmek. İlah’mışcasına ona itaatte bulunmak, hem onun hem de Allah’ın emirlerini müsâvi görerek ortak koşmak, onu Allah'ın hükmünün önüne geçirmektir. Allah’ın kurallarının bâzı hallerde geçerli olamayacağına inanmak da böyledir. Kişi bu kanunları Allah’ın kanunlarına tercih ettiği için bilerek-bilmeyerek şirke düşmüş, İslâm'dan çıkmış, bu durum üzere ölürse de müşrik olarak ölmüştür.
♦ İtaatta şirk:
Allah’ın hükmünden başkasını kabul etmek, meşrû görmek veya onun Allah’ın hükmünden üstün yönleri olduğuna inanmaktır. ‘Hüküm yalnız Allah’ındır.’ (Yusuf, 40)
Allah’a isyan olan bir ameli, helâl görecek kadar âlim veya şeyhlerine uyanlar bu sınıftadırlar. ‘(Yahudiler) Allah’ı bırakıp âlimlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler.’ (Tevbe, 31)
Allah Resûlü bu âyeti Adiy b. Hâtem’e, ‘Hıristiyanlar âlimlerine helali haram, haramı da helâl kılmalarında itaat ediyorlardı. Kim Allah’dan başkasına şeriat koyma, hakkı iddia ederse Allah’dan indirileni inkâr etmiştir’ -şeklinde açıklamış, sonra da şu âyeti okumuştur,- ‘Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridirler.’ (Mâide, 44)
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır, ‘Bilesiniz ki, yaratmak da, emretmek de O’na mahsustur.’ (A’raf, 54)
Yarattıkları üzere yegâne tasarruf sahibi olan yalnız Allah’dır. Yarattıklarının yararına olanı en iyi bilen sadece O’dur. Allah’dan başkası âcizdir, kendinde bile bilmediği sayısız husus vardır. İnsan; yaratılmışlara uygun ve yararlı olanı nereden bilebilir ki? Allah’tan başkasının hüküm getirme hakkı yoktur.
Allah’dan başkasının kanunlarına Kurân'da ‘Cahiliyye hükümleriyle hükmetme’ denilir.
♦ Niyet ve gayede şirk:
Kişinin tümden Allah'a itaatten insiraf etmesi, uzaklaşmasıdır. Amelini dünyevî çıkarlar için yapan Allah’ın rızasını gözetmeyen kişi bu şirke düşmüş olur, ki bu itikadî bir şirktir.
♦ Sevmede şirk:
Başkasını Allah’ı sever gibi ya da O’ndan daha fazla sevmek de şirktir. ‘İnsanlardan bâzısı Allah’dan başkasını Allah’a (haşa) eşler edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler.’ (Bakara, 165)
♦ Korkuda Şirk:
İman zayıflığının neticesi olarak kişinin; Allah’dan başkasının fayda ya da zarar verebileceğine inanması, korkuda başkalarını Allah’a denk tutmasıdır. Beşeri sistemlerin baskısından korkarak farzları terk etmek de böyledir.
Ancak yırtıcı hayvanlardan veya bir zâlimden korkmak gibi doğal korku şirk sayılmaz.
♦ Tevekkülde Şirk:
Tevekkül, sebepleri yerine getiren insanın, Allah’ı vekil kılması, O’ndan işinde muvaffakiyet vermesini istemesi ve yalnız O’na güvenmesidir, Allah’dan başkasına tevekkül etmek caiz değildir.
Şirk olan tevekkül; Ancak Allah’ın kudretinde olan şeylerde Allah’dan başkasına bağlanmaktır.
Meselâ, şifayı mutlak surette doktor veya ilaca bağlamak. Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı Allah’ın yardım ve izni olmaksızın yalnız zekâ, gayret ve çalışmaya bağlamak. Ölüm nedenlerini mutlak surette trafik kazalarına veya yanlış ilaç kullanımına vs.’ye bağlamak gibi. Bu izafetleri mutlak olarak yapmaktan çok sakınmalıdır.
♦ Küçük şirk: İslâm dâiresinden çıkarmayacağı gibi tevhidin aslına da zarar vermez. Ancak tevhidin kemaline aykırıdır, büyük şirke götüren vesiledir. Bazı kısımlara ayrılır.
♦ Kavlî şirk:
Allah’dan başkasına yemin etmek gibi kişinin diliyle düşebileceği şirk türüdür. 'senin sayende', Allah’dan başkası için ‘hâkimler hâkimi’ gibi sözler ve de kişiyi Abdu’n-Nebî, Abdu’l-Hüseyin gibi isimlerle Allah’dan başkasının kulluğuna nisbet etmek bu kabildendir. ‘Kur’an evliyâ çarpsın!’, ‘ekmek mushaf çarpsın!’ vb. sözler de bu sınıftandır. Bu sözlerden sakınmalıdır.
♦ Fiilî şirk:
Bâzı şeyleri uğurlu saymak gibi inançlardır. Bâzı hayvanları, kuşları veya günleri uğursuz saymak; ‘kaynanan seni seviyormuş!’, -herhangi bir şey üzerine- ‘bugün misâfir gelecek!’, birisini anınca kulağının çınlayacağına dâir inanış (veya hıçkırık tuttuğunda anıldığına inanmak) gibi bâzı tevâfukî olaylardan uğurlu sayarcasına anlam çıkarmak; fal bakmak veya baktırmak, niyet çekmek, türbelere para atmak, ip bağlamak (itîkad edilmesi koşuluyla) böyledir. ‘...Sizin uğursuzluğunuz sizinle berâberdir...’ (Yâsin, 19) Resûlullah ‘Uğura inanmak şirktir’ buyurmuştur. Hadis-i Şerif - Müslim
♦ Kalbî şirk:
Riyâ, şöhret sevgisi, ameliyle dünya ve dünyalığı âhirete tercih etmek gibi hususlar kalbi şirktir. Dünyevi bir menfaat sağlamak, mal edinebilmek, evlenebilmek, hacca gitmek, ganimet için cihâda gitmek veya makam elde etme gayesiyle İslâmi ilimler okumak, insanların hoşnutluğu için amel yapmaktır.
Bu niyetle yapılan amelde, iyi ve kötü amel birbirine karışmış, kötü olan galip gelmiştir. Kişi, bu amelinin karşılığını dünyada alır âhirette ise bir nasibi yoktur. Bu da büyük şirktir.
♦ Gizli şirk: İbni Abbâs (ra) ‘Allah ve sen dilersen’ gibi bir sözün ‘Allah ve falanca dilerse’ anlamında olduğunu söylemiş ve bunun gizli şirk olduğunu belirtmiştir. Bu ifadenin yerine ‘evvel Allah, sonra da falanca dilerse’ kullanılması gerekir. ‘Evvel Allah, sonra da senin sayende’ demeli Allâh’a hiçbir varlık denk tutulmamalıdır. ‘Allah’a ve sana güveniyorum’ değil, ‘evvelen Allah’a, sonra da sana güveniyorum’ denmelidir. ‘Ve’ edatı eşitliği gerektirir. ‘Sonra’ kullanarak derece farkını ispat etmek şarttır.
Allah Resûlu bunun keffâretini şöyle bildirmiştir, ‘Kim Lât ve Uzza’ya yemin ederse (hemen ardından) ‘Lâ İlâhe İllallah’ desin. Kim arkadaşına, ‘Gel, bahis -iddialaşmak ve kumar- oynayalım derse, sadaka versin’ Hadis-i Şerif; Buhari, Müslim
Resûlullah , her türlü şirkten şu duâyla Allah’a sığınmamızı bizlere öğretmiştir:
‘Rabbimiz, bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırız, bilmediğimizden de Sen’den bağışlanmamızı dileriz.’ Hadis-i Şerif; Ahmed b. Hanbel
O ilim ehli, Allah'ın aziz olduğuna şehadet ettiler. O Aziz ki; mahlukatı arasında O'ndan başka aziz müşahede edemezler.
O Hakim'dir. Mahlukatı arasından melekleri, ilim sahiplerini bu izzeti müşahede etmeleri için hikmetiyle seçmiştir.
"Azîz", Cenâb-ı Hakk'ın kudretine, "hakîm" ise ilminin mükemmelliğine işaret eder. İlâhlık, ancak bu iki sıfatla mümkündür. İlâhın adaleti ayakta tutması, tüm ihtiyaçların miktarını bilip, yaratmaya kadir olmakla tam olur.
'O Aziz ve Hakim'dir' buyrulması, insanların Allah'ı bir bilmeleri ve şirk koşmamaları içindir. Çünkü Allahu Teâlâ Aziz'dir, güçlüdür; kendisini bir bilmeyen (tevhid ehli olmayanlardan) intikam alır.
Allah Hakim'dir, mahlukatı hakkında dilediği gibi hükmeder, her şeyin hükmünü O verir. Mahlukata olan galebesinden dolayı Allahu Teâlâ'nın hükümlerini cezalandıracak biri yoktur. Hâkimlerin hâkimliğine, hükümdarların hükümdarlığına hüküm veren de ancak O’dur. O’nun hükmü olmadan hiçbir şey, hiçbir hâdise meydana gelemediği gibi; O’nun hükmünü bozacak, geri bıraktıracak, infazına mâni olacak, hiçbir kuvvet, hiçbir hükümet, hiçbir makam da yoktur.
İzzet, galibiyet ve üstünlük, şiddet ve kuvvet, yücelik ve ululuk gibi anlamlara da gelir. Aziz, gücüne erişilmeyen, güçlülükte eşi ve benzeri olmayan, mağlup edilemeyen güçlü demektir.
Aziz, dilediğine karar veren ve uygulayandır. O izzetinin eksiksiz ve mükemmel oluşuyla kullarına hükmeden ve bu hükmü onlar üzerinde icra edendir. O dilerse kul ile kalbi arasına da girer, dilediği şekilde kulunu istek ve irade sahibi yapar. Bu O’nun üstünlük ve izzetinin mükemmel oluşunu gösterir. Allah’tan başka hiç kimsenin böyle bir şey yapmaya gücü yetmez.
Bütün varlıklar her şeyde Allah’ın zatına, sıfatlarına, fiillerine ve bekasına muhtaçtır. Hiçbir kimse O’nun gücüne erişemez. O’nun her şeye gücü yeter. Akıl, O’nun gücünü anlamaktan, gözler O’nun azametini ve yüceliğini müşahede etmekten acizdir. Hiçbir varlık O’nun nimetlerini sayamaz ve şükrünü eda edemez. Bütün bu sıfatlar O’nun mutlak üstünlük sahibi olduğunun ispatıdır.
Bu ismi bilmenin faydaları:
Kul, efendisinin gücünü bildiğinde ve O’nu hatırından çıkarmadığında, daima O’nu müşahede etme imkanı bulur. Bu durum kulun günahlardan uzaklaşmasını ve yararlı şeylerle meşgul olmasını sağlar. Zira böyle bir kul, nefsiyle değil, mutlak üstünlük sahibi olan efendisiyle (Allah (cc)’la) birliktedir.
Kul, Allah (cc)’ın kaza ve kaderde mutlak üstünlük sahibi olduğunu, sevk ve idaresinin O’nun emrinde olduğunu, O’nun koruma ve himayesi olmadan korunamayacağını, O’nun yardımı olmadan başarılı olamayacağını bilmelidir. Kendisinin zelil ve hakir bir kul olduğunu, Hamid ve Aziz olan Allah (cc)’ın kabzası altında olduğunu unutmamalıdır.
Kul, kaza ve kaderde daima Allah (cc)’ın üstünlüğünü müşahede etmelidir. Her türlü hamd, kemal, zenginlik ve izzetin Allah (cc)’a ait olduğunu, eksikliğin kuldan kaynaklandığını, ancak kulun yerileceğini, her türlü kusur, ayıp, zulüm ve muhtaçlığın kula ait olduğunu bilmelidir. Kul eksikliğini, ayıbını ve muhtaçlığını müşahede ettikçe Allah (cc)’ın izzetini, kemalini, hamdini ve zenginliğini daha çok müşahede eder. Dolayısıyla eksikliğini ve zelilliğini samimiyetle kabul etmek, Allah (cc)’ın izzetini müşahede etmeyi sağlar.
Hikmet, bir şeyi yapanın onu niçin yaptığıyla alakalıdır. Yani hikmet, yapanın yapma amacıyla ilgilidir. Bir amaç için yapmayan kimse hikmet sahibi değildir. Hikmeti kabul etmeyen, Allah’a tam anlamıyla hamd edemez. O’nu eksikliklerden münezzeh tutamaz.
Vücudumuza ibretle bakarsak görürüz ki, her azanın bir hizmeti vardır ve her şey yapacağı hizmete uygun yaratılmıştır. Hiçbir şey hizmetinde aksaklık göstermez, sui istimal yapmaz. Azaların birbirine uygunluğu sayesinde menfaat-i müştereke meydana gelir.
Menfaati müştereke, eceli tamamlayıncaya kadar ferdin yaşaması için vücutta ayrı ayrı hizmet gören unsurların birleştiği müşterek hedeftir. Bunu sağlayan, vücuda gıdanın alınması, zararlı maddelerin dışarı atılmasıdır. Bu tertip ve nizam bütün kainatta da böyledir. Kainatın her cüzü sadakatle yapmakta olduğu vazifeyle, mensup olduğu kül’lün selametini temin eder. Bu kanunlar ve hikmetler ihata edilemeyecek kadar derin ve çoktur.
'Hakim' buyrukları ve bütün işleri hikmetli, söylediği her söz ve yaptığı her fiil doğru, adalete, ilme ve teenniye (hilme) uygun olan, bütün nesneleri ve olayları en üstün ilimle bilen, bütün tabiat nesnelerini ahenkli, sağlam ve sanatkarane yaratıp sürdüren, onları ölçülü yaratan, kendilerine has fonksiyonları kusursuz bir şekilde yerine getirmelerinin yöntemini kurandır.
Bu sıfatla nitelenmek ancak Allah’a yakışır. Çünkü yaptığı bütün fiiller doğrudur, eserleri mükemmeldir ve hiçbir kusuru yoktur. Bu kadar doğru, sağlam ve mükemmel eserler ancak Hakim biri tarafından yapılabilir.
Ayetteki işaretler:
'Allah şahittir ki; O'ndan başka ilah yoktur' Afaki ve enfüsi deliller ile O'ndan başka ilah olmadığını beyan eder. Ya da, O'ndan başka şahit ve meşhud olmadığı için zatıyla vahdaniyetine şahittir.
Meleklerin ve ehli ilmin şehadeti Cenab-ı Hakk'ın şehadetinin mazharıdır. Meleklerin şehadeti yakın olmalarındandır. Ehli ilim de öyledir. Meleklerin şehadeti fiilleri görmelerinden, ilim ehlinin şehadeti sıfatları görmelerindendir. Bu yüzden onlarda korku galiptir. Alimlerin şehadeti kemal rüyetindendir, bunun için onlarda ümit galiptir.
Alimlerin şehadeti çeşitlidir. Bazısının şehadeti hallerden olur, bazısının şehadeti makamlardan, bir kısmının mükaşefetten, bir fırkanın müşahedattandır. Ehli ilmin havassı onu vahdaniyet cemalinden tevhid nuru penceresinden, kadim idrak natıyla müşahede ederler. Onların şahitliği, Hakk'ın şehadetinde müstağrak olmaktır.
Çünkü o mahv makamıdır.
'Adaleti ayakta tutarak' Her varlığa istidadı miktarınca ihsan ederek adaleti ikame eden
O'ndan başka ilah yoktur, Aziz'dir. Onun künhünün marifetine kimse ulaşamaz. Hakim'dir; O, herşeyi idare edendir. Takatları nisbetinde herşeye tevhid mertebelerinden ihsan edendir.
Âl-i İmran 18 ve 19. ayetlerin fazileti
Gâlib el-Kattân anlatır: Bir ticaret maksadıyla Kûfe'ye gittim. elA'meş'e yakın bir yerde konakladım. Zaman zaman onun meclisine gidip gelirdim. Bir gece onun teheccüd kıldığını gördüm. Âl-i İmrân, 18-19. âyetlerini okudu. Ve şöyle dedi:
"Ben de Allah'ın şahitlik ettiği şeye şehadet ediyorum. Bu şehadetimi Allah'a emanet bırakıyorum. Bu benim Allah nezdindeki bir emanetimdir." Ardından; "Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır" sözlerini defalarca tekrarladı.
Sabah yanına gittim, onunla vedalaştıktan sonra şöyle dedim: 'Senin bu âyetleri okuduğunu işittim. Bu âyet hakkında sana ulaşan haber nedir? Bir seneden beri senin yanında olduğum halde bunu bana anlatmadın.'
Bana; Allah'a yemin ederim, bir sene daha kalsan yine sana anlatacak değilim, dedi.
Bunun üzerine, onun yanında ikamet etmeye karar verdim ve kapısına bana bu sözleri söylediği günün tarihini yazdım. Bir sene geçince; İşte sene geçmiş bulunuyor, dedim. Dedi ki: Rasûlullah buyurdu ki: "Kıyamet gününde bu emanetin sahibi getirilir. Yüce Allah şöyle buyurur: Kulum bana bir ahid vermişti. Verilen sözleri yerine getirmeye en layık olan Benim, haydi kulumu cennete koyunuz."
Her kim: "Allah -adaleti ayakta tutarak- şehadet etti ki, gerçekten O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de buna şehadet ettiler. O'ndan başka ilâh yoktur. O Azîzdir, Hakimdir" âyet-i kerimesini uyuyacağı vakit okuyacak olursa, Allah Teala ona Kıyamet gününe kadar kendisi için mağfiret dileyecek yetmişbin tane melek yaratır. Hadis-i Şerif
Her kim bu şahitliği kalbinden inanarak ikrar ederse o, adaleti ayakta tutmuş olur.
Rasûlullah'ın Medine'de olduğu haberi yayılınca onun huzuruna Şam halkı yahudilerden iki alim geldi. Medine'yi görünce biri diğerine 'Bu şehir ahir zamanda çıkacak peygamberin Medine'sinin niteliklerini ne kadar da andırıyor!' dedi.
Peygamber'in huzuruna vardıklarında sıfat ve özellikleriyle onu tanıdılar. Efendimiz'e sordular;
- Sen Muhammed misin? dediler. Efendimiz cevap verdi:
- Evet.
- Aynı zamanda Ahmed misin?
- Evet.
Bunun üzerine şöyle sordular:
- Biz sana bir şehadete dair soru soracağız. Eğer sen bunu bize haber verirsen sana iman eder ve seni tasdik ederiz. Rasûlullah 'Sorun' dedi.
- Bizlere Allah'ın Kitabında yer alan en büyük şahitlik hakkında haber ver.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ Peygamberine bu "Allah, -adaleti ayakta tutarak- şehadet eder ki gerçekten O'ndan başka ilâh yoktur, melekler ve ilim sahipleri de buna şehadet ettiler" âyetini indirdi. Her iki ilim adamı da İslâm'a girdi ve Rasûlullah'ı tasdik ettiler.
Kabe'nin etrafında 360 tane put vardı. Bu âyet-i kerime nazil olunca bu putlar yüzüstü secde eder gibi yıkıldılar.
Hakiki şehadet, Allah’ın şehadetidir. O; zatının ehadiyetine ve samedaniyetine ilm-i ezelisi ile ezelde şehadet etmiştir. O, bu ezeli şehadette tektir, onun zatına ve sıfatlarına hiçbir şey benzemediği gibi, şehadetine de hiçbir şey benzemez. Zamanın olmadığı bir anda, ne aklın ne cehaletin, küfrün, şirkin, arşın, ferşin, cennetin, cehennemin, hiçbir insan ve meleğin, ilim sahibi, inkar ve ikrar ehlinden kimsenin olmadığı o zamansızlıkta, Allah’ın varlığına ilk şahitlikte bulunan Allah’tır. O anda Allah’tan başka tek bir varlık yoktu. Bunu olduğu gibi haber verdi.
Sonra Allah (cc) mahlukatı yarattı. Akılları, vahid-i aziz oluşuna, zatları rububiyetine şahit kıldı. ‘Ve melekler, ve ilim sahipleri de şehadet etti.'
Yarattığı her mahluk, açık ve fasih bir dille O’nun varlığına, rububiyetine, kudretine şehadet ettiler. Tevhid suyu, meleklerin ve ilim sahiplerinin gözelerini dolduran bir pınar gibi onların fıtratlarına aktı. Ancak melekler bu tevhid suyunun sadece mazharıdır. Oysa ilim ehli ondan içmekle tahsis edilmişlerdir. Bu yüzden ‘ilim sahipleri’ni zikrettikten sonra ‘La ilahe illa hu’ cümlesi tekrar edildi. Onlar meleklerle tevhid suyunu taşımakta ortak olsalar da, onu içerek tevhidin hakikatini bizzat müşahede edenler ilim ehlidir.
✽ ‘شَهِدَ’; kesin haber vermek, bildiğini söylemek, hazır olmak, bulunmak, şahit olmak, şahitlik etmek, yemin etmek, şahitlik ettirdi, bulundurdu, şehitlik talep etti, tahiyyata oturdu, delil, petekteki bal manalarındadır.
✽ Allah (cc) ezelde hiçbir varlık yaratılmamışken kendinden başka ilah olmadığına şahit olup, kesin olarak haber verip bildirmiştir. Fiilin mazi gelmesi; kesinlik ve ezeliyet içindir.
✽ Lugat manalarına göre; Allah yemin etmiş ve bu gerçeğe mahlukat yani bütün mükellefler tarafından şahit olunmasını talep etmiştir, şehadeti bütün din ehline farz kılmıştır. Onun şehadeti, hakiki, ezeli ve ebedidir. ‘Allah’dan daha doğru sözlü kim olabilir?’ ayetine telmihtir.
✽ ‘اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ’ cümlesi ‘شَهِد’ fiilinin mefulüdür. Kasır cümlesiyle gelmiştir. Kasrı mevsuf alessıfat, kasrı kalp, kasrı hakiki.
✽ ‘اَنَّ’ ile cümle müfret hükmüne girmiş kelime-i şehadettir. ‘لَا’ bütün düzmece ilahları reddeden bir nefy edatı, ‘اِلَّا’ sadece bir olan Allah (cc)’ı isbattır. Her kasır cümlesi tekit ifade eder.
✽ Cümle ‘اَنَّهُ ’ ile başlayıp ‘ هُو’ diye biten reddül aciz, cinas-ı tamdır. Cümle tekitlerle doludur. ‘اَنَّ’ bir tekit ‘هُ’dan sonra tekrar ‘هُو’ gelmesi bir tekit. ‘اِلَّا’ istisnası kasırla bir tekit.
✽ وَالْمَلٰٓئِكَةُ Allah’ın şahitliği üzerine atfolmuş. Bütün melekler de bu tevhid ilkesine şahit olmuş. Onların şehadeti lafız olarak aynı olsa da, Cenâb-ı Hakk’ın şahitliğinden farklı olduğundan tefrik sanatıdır. Onların şehadeti taklit ve mecazendir.
Cenâb-ı Hakk’ın ‘لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ’ diye haber verdiği gerçeğe inanıp şehadet etmişler. Ayrıca görevli melekler bunu peygamberlere bildirmiş. Melekler bu tevhid kelimesini dillerinde daima vird edinmişler.
✽ Meleklerden sonraki sıra ilim ehline verilmiş. Başta peygamberler, veliler olmak üzere, bu hakikata şahit olup söylemiş diğer insanlara da telkin edip öğretmişler. İlim ehline muttasıl olarak ‘قَٓائِماً بِالْقِسْطِ’ hal cümlesi getirilmiş. ‘Adaleti ikame ederek’. Yani sadece tevhidi dille söylemekle kalmayıp, tevhidin gerektirdiği itikat-ibadet ve ahlakta Allah (cc)’ın bildirdiği itidal üzere olup, ifrat ve tefritten uzak olmayı hayat tarzı olarak kabul etmeleri ve küre-i arzda bu tevhid duygusu yerleştirilmekle ihbar şeklinde bir inşa olmuş. Sonu reddül aciz ve hüsnü hatime olarak ‘لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ’ ile son bulmuştur.
✽ ' الْعَزٖيزُ Aziz' ismi, لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ kavline, 'الْحَكِيمُ Hakîm' ismi de قَٓائِماً بِالْقِسْطِ kavline münasiptir, muraat-ı nazırdan teşabuhel etraf olmuştur.