Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 20. Ayet

فَاِنْ حَٓاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّٰهِ وَمَنِ اتَّـبَعَنِؕ وَقُلْ لِلَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّٖنَ ءَاَسْلَمْتُمْؕ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُؕ وَاللّٰهُ بَصٖيرٌ بِالْعِبَادِࣖ

20- Seninle tartışmaya girişirlerse de ki: ‘Ben kendimi tamamen Allah’a teslim ettim. Bana uyanlar da, ‘Kitap ehline, ümmilere de (kitap verilmeyenlere) sor. ‘İslamı kabul ettiniz mi?’ İslam'ı kabul ederlerse doğru yola girmişlerdir. Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğdir, Allah kullarını görücüdür.

 

Efendimiz 'le tartışmaya cüret eden güruha karşı Cenâb-ı Hakk Habib-i Edibi’ne tembih ediyor: "Onlarla tartışma. Sadece şunu söyle; ben Allah ﷻ’ın rızasını gösterdiği yola, cihete teslim oldum. Benimle beraber bana tabi olanlar da! Yani biz kuluz, kulluğumuzu biliriz. Allah’a teslim oluruz. İnanmak isteyen bahtiyarlar, bana inanır, tabi olur. Sizin gibi asi olmaz."

Tebliğ bununla da bitmiyor, yeniden onları teşvike davet edilmesi söyleniyor: "Ehli kitap ve ümmi Araplara söyle; teslim olmuyor musunuz? İnanmak gayretinde, isteğinde olmadıktan sonra kitap ehli ol, okumayan ümmi ol, inanmadıktan sonra arada fark yok." Üçüncü bir cümle tevcih ediliyor: "İslam’a giren, emr-i ilahiye teslim olursanız hidayet bulursunuz. Yüz çevirirseniz, şartın cevabı hazfolup senin görevin tebliği ulaştırmak, hidayet etmek, tesir değil. Allah kullarını içiyle dışıyla görüyor. Niyetlerini, düşüncelerini, inkarlarını, şüphelerini, hasetlerini, tavırlarını, hevalarını görüyor. Ona göre cezalarını verecektir."

فَاِنْ حَٓاجُّوكَ    Eğer seninle mücadele ederlerse...

Yani, "Allah katında gerçek dinin İslâm olduğunu" söylemen konusunda seninle mücâdele ederlerse, de ki; bunun delili, kendimi Allah'a teslim etmiş olmamdır. Çünkü dinden maksad Rubûbiyyetin gereklerini bihakkın yerine getirmektir. Ben zâtımı Allah'a teslim edip, O'ndan başkasına ibâdet etmeyip, hayrı sadece O'ndan bekler, sadece O'nun hüküm ve hükümranlığından korkar ve başkasını da O'na ortak koşmam. Bütün bunlar ubûdiyyetimin gereklerini hakkıyla yerine getirmektir. Böylece kâmil dinin İslâm olduğunu söylemek sahih olur.

'Eğer seninle mücadele ederlerse' buyruğu, Hz. Peygamber'e tepki gösterildiğini ifade eder. Bütün peygamberler, büyük tepkilerle karşılaşmışlardır.

Aslında olumsuz tepkinin muhatabı peygamberlerin şahısları değil getirdikleri mesajlardır.


Mücadele-cedel

Tartışma; müzakere ve mücadele (cedel) olmak üzere iki kısımdır.

Türkçede “tartışma” kelimesiyle ifade edilen konuşma şekli, hedef ve üslup farklılıklarına göre farklı isimlerle tanımlanmıştır:

• Münakaşa, tartışma kelimesinin tam karşılığıdır. Muhatap rakip olarak görülür, amaç onu alt etmek, meydandan muzaffer ayrılmaktır. Hangi tarafın haklı olduğu, sonucun taraflara ve dinleyenlere ne kazandırdığı hiç önemli değildir.

• Münazaa, ağız kavgası, çekişme, nizalaşmadır.

• Münazara, edep ve nezaket ölçüleri çerçevesinde bir konu et-rafında karşılıklı konuşmaktır. İlmî fikir alışverişi bu kapsamdadır.

• Müzakere, karşılıklı olarak konu hakkında görüş bildirmek, ha-tırlatmalarda bulunmak demektir.

Müzakere, mücadele değildir. Müzakerede; hatırlatma, öğütte bulunma, karşılıklı fikir alış verişi vardır. Kur'an insanları tezekküre çağırır, hatta kendini "zikir" olarak isimlendirir.

• Muaraza, karşı tarafın ileri sürdüğü delile hücum etmeyip, onun zıddını ispat eden diğer bir kanıt ileri sürmektir. Karşıdakinin fikrini doğrudan çürütmek yerine, kendi fikrini savunma yolunu tutmaktır.

• Müdavele-i efkâr ise fikir alışverişidir. Bundaki hedef, bir ko-nuya dair fikirlerin farklı bakış açılarıyla ortaya konulmasıdır. Böylece daha doğru bir sonuca ulaşmak hedeflenir.

Bu konuşma türleri içinde en verimsiz ve faydasız olanları münakaşa ve münazaadır. Ne yazık ki günümüzde en yaygın olan da bunlardır.
 

İlm-i Cedel

Allah Tealâ kitap ve peygamberi vasıtasıyla hak ve hakikati bildirmesine rağmen, tarih boyunca bu hak ve hakikate karşı çıkan insanlar olmuştur. Bu iddiaların önünü almak için alimlerimiz “cedel ilmi”nin usullerinden faydalanmışlardır.

Cedel Arapça bir kelimedir. Sağlam olmak, sert olmak, düşmanlık veya tartışmada çetin olmak, birini sert bir yere düşürmek, cephe almak, gibi manalara gelir. Ancak günümüz Türkçe'sinde anlam derinliğini yitirmiş, tartışma, çekişme gibi ifadeler cedelin yerini almıştır.

Alimlerin kastı kimseyle çekişmek, tartışmak olmamıştır. Aksine, etkili söz söylemenin yollarını kullanarak, yanlışı savunanların hatalarını İslâmî delillerle göstermeyi ve iddialarının tesirini ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir.

Cedel ilmi muhalif fikirleri çürütüp doğru fikri üstün kılmaya çalışır. Herhangi bir tezi ispatlama veya çürütme yollarını araştırır. Kendine has prensipleri, kuralları vardır. Etkili konuşmayla ilgili diğer ilimlerden, usullerden de faydalanır.

Mücadele ise bir şey üzerinde çekişmeyi, uğraşmayı ifade eder. Tartışılan konuda, önceden doğru kabul edilmiş peşin bir hüküm vardır. Mücadelecinin amacı gerçeği bulmak ve kabullenmek değil, karşısındakini alt edip, galip gelmektir. Hırslı ve öfkelidir, kelime oyunlarına başvurmakta mahirdir. Gıybet, küçümseme, hoşgörüsüzlük ve riyaya baş vurur. Maksadı hakkı izhar olmayıp, hasmını ilzamdır. Mücadele bir fikir güreşidir, kimin pazusu kuvvetli ise haklı olan da odur. (!)

✦ "Bir kavim, içinde bulunduğu hidayetten sonra sapıttı ise bu, mutlaka cedel sebebiyle olmuştur." Resûlullah bunu söyledikten sonra, "Onlar: "Bizim tanrımız mı yoksa O mu daha iyidir?" dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz münakaşacı bir millettir" (Zuhruf, 38) ayetini okudu.’

✦ Kim haksız olduğu bir münakaşayı terk ederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı terk edene de cennetin ortasında bir ev kurulur. Kim de ahlakını güzel kılarsa cennetin yüce yerinde bir ev kurulur. Hadis-i Şerif

✧ Cedel, dinden değildir ve din büyüklerinin hepsi bunu yasaklamışlardır. Fakat konuştukları bid'at sahibi bir kimse ise inat, husumet ve uzatma olmaksızın, Kur'an-ı Kerim ve hadisi şerifler ile ona anlatmışlardır. Fayda vermeyince kendi haline bırakmışlardır. Malik bin Enes

✧ Medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiyye-i beşeriyyede nokta-i istinadı 'kuvvet' kabul eder. Hedefî 'menfaat' bilir. Düstur-u hayatı 'cidâl' tanır." Hikmet-i Kur'âniye ise düstür-u cidâl'in yerine, "düstur-u teavün"ü koyar. Bediüzzaman

✦ Resûlullah ashâbının arasında otururken, bir adam Hz. Ebu Bekir’e hakaretâmiz sözler sarfederek cefa verdi. Ancak Hz. Ebu Bekir adama karşı sükût etti. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret etti. O yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de eziyet verince Hz. Ebu Bekir adama hak ettiği cevabı vererek intikamını aldı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber hemen kalktı. Hz. Ebu Bekir “Ey Allah’ın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu. “Hayır” dedi. “Ancak semadan bir melek inmiş, sana söylediklerini tekzib ediyordu. Sen intikamını alınca melek gitti, şeytan oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu ben orada duramam.”

✦ Münakaşa etmeyen, kimseyi incitmeyen kimse Cennete girer. Hadis-i Şerif, Tirmizi

✦ Mücadelede ısrar edeni Allahu Teâlâ sevmez. Hadis-i Şerif, Buhari

✦ Fitnesinden emin olunmayan mücadeleyi terk ediniz. Hadis-i Şerif, Taberani
 

Tartışmanın sebepleri:

1- Alınan veya hediye edilen şeyi beğenmemek.

2- Yapılan işte kusur araştırmak.

3- İnadından dönmemek, büyüklük duygusu.

4- Başkasının zevk, görüş ve fikirlerine saygısızlık.

5- Tembellik, tahammülsüzlük.

6- Cimrilik.

7- İsraf.

8- Eksik ve geç terbiye.

9- Eşya sevgisi ve eşyanın yokluğundaki üzüntü ve tepki.

10- Nankörlük.

11- Başa kakma.

12- Dünyada, kendinden daha üstünlere bakmak.

13- Haktan olduğunu unutmak reddetmek.

14- Hayasızlık, saygısızlık.

15- Kibir, üstün görme, tahkir.

16- Ölçüsüz davranma, zamanlamayı yapamamak.

17- Cevap vermeyi mârifet saymak.

18- Bu kavgayı Allah’ın (cc) işittiğini ve gördüğünü unutmak.

19- Fikir zıtlığı, uyum sağlamaya çalışmamak.

20- Cehâlet ve hamlık.21- Tefekkür eksikliği.

22- Malına, tahsiline, imkânına güvenmek.


✦ Mümin vakarlı ve yumuşak olur. Hadis-i Şerif, Beyhaki

✦ Mücadelede ısrar edenler hariç, hiç kimse, hidayete kavuştuktan sonra sapıtmaz. Hadis-i Şerif, Beyhaki

✦ Hakkı söyleyen kimse, küçük-büyük ve hoşlanılmayan bir kimse de olsa kabul et, bâtılı da reddet! Hadis-i Şerif, Deylemi

✦ Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahu Teâlâ gadap eder. Hadis-i Şerif, İbni Ebi'd dünya
 

De ki; "Ben bana tâbi olanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim."

'Kalp ve kalıbımla, huşu, hudu, ihlasla Allah'a teslim oldum. (Kevn-i lahık veya vasıtalı kinaye) Yani bugün ona inandık, inandığımız gibi yaşayıp O'nun lütfu ile cennete gidip cemalini seyredeceğiz. Onun cemalini görmek için bütün mevcudiyetimizle O'na teslim olup her emrini başüstünde tutarız. Biz delilleri ve apaçık hüccetleri de size iyice açıkladık. Eğer siz taassub ve hasedi bırakır da bunlara sarılırsanız, siz de hidâyete ermiş olursunuz. Şayet bu delil ve hüccetlerden yüz çevirirseniz, muhakkak ki Allah sizi cezalandırır.'

Bu üslup, alışılmış bir yöntemdir. Hakkı savunan kimse, inatçı ve bâtılı savunan biriyle karşı karşıya gelip de, ona karşı birbiri ardınca hüccetleri sıraladığında, sonunda şöyle der:

"Ben ve bana uyanlar, hakka inkiyâd edip ona teslim oluyor, Allah'a kulluk etmeye yöneliyoruz. Getirdiğim bunca delillerden sonra bana uyar ve üzerinde bulunduğum Hakk'a ittibâ ederseniz, hidâyete ermiş olursunuz; eğer böyle olmaktan yüz çevirirseniz, şunu bilin ki Allah hakkıyla görüp gözetendir." Hak'tan yana olup da delil getiren kimsenin, inatçı ve bâtıldan yana olan kimseye karşı en son söyleyeceği şey, budur.
 

“Kendimi Allah’a teslim ettim.”

a) “وَجْه - Yüz” kelimesinden maksat, ibadet ve ameldir. 'İbadet ve amelimi sırf ona tahsis ettim. Sırf O’nun için yaptım, O’na başkası ortak olmadı.'

b) “وَجْه” maksat, kasıt, amaç, niyet, işin ve ibâdetin özü, demektir.

"Benden sadır olan her ameli yapmamın yegâne sebebi, Allah'a kulluk, O'nun ulûhiyyetine ve hükümlerine inkiyâddır."

c) “وَجْه” kelimesi mecazdır. "Kendimi Allah'a adadım" demektir. İbâdet hususunda, kendisini Allah'a adamaktan yüce bir makam yoktur. Bunu yapan Allah'ın dışındaki herşeyden yüz çevirmiş gibi olur.

مَنْ lafzı, اَسْلَمْتُ ‘deki zamire atfedildiği için, mahallen merfudur.

"Bana tabi olan da, kendisini Allah’a teslim etmiştir" demektir.

Demek ki tartışanların sorunu Allah'a teslim olma konusunda idi. Efendimizin bu cevabı, tartışma metoduna güzel bir örnektir. Allah'a teslim olmak olumlu bir davranıştır. Olumlu davranışta bulunanın ne elde edeceğini belirtmek, tartışmayı iyi yöne çeker. Olumsuz davranışın kötü neticesinden önce, olumlu davranışın neticesi bildirilmiştir.

'Kendimi teslim ettim' ifadesi, bir önceki ayette zikredilen "Allah katında hak din İslâm'dır" cümlesindeki 'İslâm' kelimesinin, bütün benliğiyle Allah'a teslim olmak manasına geldiğini bildirir. Demek ki din, bütün benliği Allah'a teslim etmektir.
 

Allah'a teslimiyet

İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder. Bediüzzaman

Allah’a teslimiyet, kesin bilgi ile iman etmenin en önemli şartıdır; İslam teslimdir. Teslimiyet, kulluğun özünü oluşturur; kulun kalbinin, Rabbine olan en önemli yönelişidir. Rabbini tanıdıkça ve imanda derinleştikçe insanın teslimiyeti de artar.

Allah'ın, ahiretin, hesap gününün, cennet ve cehennemin varlığına, aklıyla, kalbiyle samimi ve kesin olarak kanaat getiren insan için Rabbine teslim olmak zor değildir. Çünkü Allah, insanı fıtrat olarak Kendisine sevgi, güven ve bağlılık duyacak özelliklerde yaratmıştır. O halde asıl zor olan, insanın fıtratına aykırı davranması ve Yaratıcısına teslim olmamasıdır. Hayırda ve şerde kulunun yolunu kolaylaştıran, dinde kolaylık veren Rabbimiz, Kuran’da kullarına teslimiyeti kazandıracak ve artıracak ahlak özelliklerini bildirir, kullarının üzerinden zorlukları alır ve imtihanlarını kolaylaştırır.

Kâinatta her olay Allah'ın yarattığı kadere uygun işler. İnanan insan kaderine iman eder; kendince olumlu ya da olumsuz, yaşadığı her olay karşısında Allah’tan razı olur, zorluklar karşısında da O’na teslim olur. Dünyevi hiçbir değer ya da çıkara karşı tutku duymadığından, kayba da uğrasa üzüntü duymaz.

      ✽      ✽      ✽ 

İran padişahlarından biri ordusuyla beraber dolaşırken, yaklaşık kırk Müslümandan oluşan bir toplulukla karşılaştı. Onlar bir tepe üzerine sığındılar. O padişah:

‘Tepeyi kuşattığımızda onlara yardım edecek kimseyi göremiyorum. Onları orada bırakırsak susuzluktan ölürler’ dedi.

Tepeyi kuşattılar, bir müddet sonra Müslümanlar aşırı sıcaktan

dolayı susadılar ve Allah'tan su istediler. Allah (cc) onların üzerine yağmur bulutu gönderdi. Müslümanlar kalkanlarını semaya doğru tutup, içlerine su doldurdular, kana kana o suyu içtiler. Acem padişahı bunları görünce ordusuna:

‘Hazırlanın gidiyoruz, yemin ederim ki Allah (cc)’ın semadan su gönderip içirdiği bir topluluğu ben öldüremem’ dedi.

Allah (cc)’ın yardımıyla zorda kalan Müslümanlar kurtuldu.

      ✽      ✽      ✽ 

Kendilerine kitap verilenlerle ümmilere de de ki;

Kitap verilenler; yahudi ve hristiyanlar, ümmiler de; mecusi, puta tapan müşrikler ve Hz. Muhammed'in dinine uymayan herkestir.

Ümmiler'den kasıt, tartışmaya katılan, fakat kutsal kitaptan, vahiyden haberi olmayanlardır. Demek ki tartışmaya vahyi bilenlerin yanısıra, bilmeyenler de katılmışlardı.

Allahu Teâlâ müşrik Arapları “ümmi” diye vasıfladı. Çünkü onlar ilâhî bir kitaba sahip değillerdi, okuma ve yazma bilmeyen kimselere teşbih edilerek, ümmî diye vasıflandılar.

Bir de o devrin Arapları okuyup yazan kimseler değillerdi. İçlerinde okuma yazma bilenler çok nadirdi.
 

ءَاَسْلَمْتُمْ     İslam’a girdiniz mi?

'Teslim oldunuz mu? Yoksa hâla Allah'ın ayetlerinde inkar ve inada devam mı ediyorsunuz? İnadda, insafsızlıkta ve donuklukta devam mı edeceksiniz?'

İstifham hemzesi, istifhâm-ı takriridir. Bundan maksat, teslim olmayı emirdir. 'Müslüman olun' demektir. Bu, bir mesele hakkında biriyle münazara edip; beyan ve açıklama yolları tükenince en son; "bunu anladın mı?" diye sormak gibidir. İstifham getirilmesi, muhatabın inatçı olduğunu, insaftan uzak biri olduğunu anlatır. Çünkü âdil ve insaflı kimseye bir hüccet ve delil izhâr edilince, beklemeden, hemen o anda kabul eder. Bu ifâdede, muhatabın anlayışının kıt olduğuna bir işaret bulunmaktadır.
 

İslâm'a girerlerse, muhakkak ki doğru yolu bulurlar.

İslâm, Allah'ın kendisine ilettiği, hidâyet ettiği şeylere sımsıkı sarılmaktır. Allah'ın hidâyetine sarılan ise, hidâyete ulaşmış olur. "Eğer İslâm'da sebat ederseniz, âhirette kurtuluşa ve necata ulaşırsınız" mânasındadır.

Hidayet, bütün benliği Allah teslim etmektir.
 

Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen sadece tebliğdir.

Bundan maksat, Hz. Muhammed'i teselli edip, O'nun vazifesinin sadece delilleri tebliğ ederek, açıklamak olduğunu anlatmaktır. O, Kur'ân'ı tebliğ edince, üzerine düşeni hakkıyla ifâ etmiş oldu.

Tartışma esnasında gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra, son tepki olarak yüz çevirmek, daha ileri gitmemek gerekir. Bu tavır, dine hakaret edilmesini ve dinin tartışma konusu yapılmasını önler. Dinî tartışma, mesajı iletme safhasında kalmalı, kavgaya dönüşüp hakaret noktasına ulaşmamalıdır.
 

Allah, kullarını hakkıyla görendir.

Ayet, hem va'ad hem de vaîd ifâde eder. Yani; 'İyilik yapan kullarını görür, mükafatlarını verir. Kötülük yapan kullarını da görür, günahlarının cezasını verir.'

Allah bize şu misal âleminde yaşamak, bu âlemi seyredip öteler âlemini hissetmek, sanatı görüp sanatçıyı fark edip tanımak için; kâinat kitabını, Yüce Kur’ânı düşünüp, yaşantımıza rehber tanımak için iki göz ihsan eylemiş. Bu iki göz, ömrünce okumaya, ibret almaya, hataları için gözyaşı dökmeye devam ederse, ebedi olarak güzelleri ve güzellikleri yaratan güzeller güzelini seyretmeğe hak kazanır.

Diğer âzâlar gibi gözler de, kalpte olanları yansıtır. Gözlerin bir başka özelliği de, içteki duyguları bozmadan, süzmeden olduğu gibi aksettirmesidir. Dil gibi eğip bükmez, yâni irâde, göze sansür koyamaz, koymaya çalışsa, yapmacık olduğu hemen anlaşılır.

Bir kimsenin tebessümü, yumuşaklığı, sevecenliği, merhameti, anlayışı, zerâfeti, mâsumluğu ya da tam tersi sertliği, sevgisizliği, tavrı, hilesi, ahmaklığı hep başkalarına yansır. Hatta kibri, riyâsı, hırsı, hasedi, sui zannı, kini, suçluluk duygusu, hasreti, nefreti, her duyguyu, her huyu ekranında yansıtır. Sen yeter ki mouse’u tıklat fikir goncaları gözde gül olur.

Bu nedenle insanı sevimli veya sevimsiz kılan iki şey; gözler ve sözler. Bu ikisi insanın tüm gizemini ifşâ eder. Allahu Teâlâ tüm bakışların asıl menşeini, hangi ana damardan kopup geldiğini en iyi bilendir. Kula düşen; gizli duygularını düzeltmek, her bakışını gören ve hesabını soracak olan Rabbini unutmamaktır.

 

Sebeb-i nüzulü

Efendimiz bu ayet-i kerimenin ilk kısmını kitab ehline okuduğu zaman onlar: "Biz Müslüman olduk!"dediler.

Bunun üzerine Efendimiz Yahudilere:

"Ey yahudiler! Siz İsa Aleyhisselam'ın kelimetullah; Allah'ın kulu ve rasulü olduğuna şehadet eder misiniz?" diye sordu. Yahudiler:

"İsa'yı Allah'ın peygamberi kabul etmekten Allah'a sığınırız! İsa (as) nasıl peygamber olur?" dediler. Ve böylece küfre saplandılar.

Efendimiz bu kez orada bulunan Hıristiyanlara sordu:

"Ey Hıristiyanlar! Siz İsa Aleyhisselam'ın Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna şehadet eder misiniz?" Hıristiyanlar:

"Böyle bir şeyden Allah'a sığınırız! İsa (as) nasıl kul olur?" dediler.

İşte bu hadise üzerine "Eğer yüz çevirirlerse" kavli nazil oldu. Allahu Teâlâ Yahudi ve Hıristiyanları reddetti.

 

Tevilâtı'n Necmiyye'den

‘De ki ben kendimi teslim ettim.’

Din; kazasına razı olup, belasına sabrederek, nimetlerine şükrederek, emirlere boyun eğip, nehiylerinden kaçınarak, ezelde verdiği hükme uyarak, O’nun kadim iradesine mürid olarak, dünyevi ve uhrevi işlerde kendi varlığını her şeyiyle tamamen Allah (cc)’a teslim etmektir.‘Eğer teslim olurlarsa hidayeti bulurlar.’ Hidayet ancak bu teslimiyet şartına bağlıdır.

 

Belagat

 فَاِنْ حَٓاجُّوكَ Eğer seninle mücadele ederlerse, cümlesinde إنْ  şart edatı müzari yerine mazi üzerine geldi. Münkir, gayrı münkir menzilesine tenzil edildi. Onların Efendimizle tartışacakları kesin olmakla beraber bunu bilmiyormuşcasına إِذَا yerine إنْ getirerek tariz sanatıyla dönüş yapmalarına teşvik olması için açık kapı bırakılmış.Tekdirle teşvik birleştirilmiş.

✽ 'Seninle mücadele ederlerse' şartına cevab olarak, 'Sen de onlarla mücadele et, karşılık ver' yerine 'Onlara de ki; ben kendimi teslim ettim' buyrularak, muktezayı halin hilafına, muhataba beklemediği bir cevap verilmiştir. Bu sayede hem tartışılacak konunun tartışma götürmeyecek kadar muhterem, mukaddes olduğu hem de tartışmanın özellikle itikadi konularda faydasız olduğu icaz yoluyla beyan edildi. Tartışmaya girmeyip, görev başında bulunmanın önemine vurgu yapıldı.

✽ "Bana uyanlarla" buyruğundaki "مَنْ" kelimesi "Teslim ettim اَسْلَمْتُ 'deki 'تُ' zamirine atfedildiği için, mahallen merfudur. "Yani bana uyanlar da teslim olmuşlardır" demektir. Bu şekilde arada te'kid için munfasıl zamir olmaksızın merfu zamire atıf, fasıl (araya başka kelimelerin girmesi) dolayısıyla caizdir.

✽ 'Kitap verilenlere de ki' cümlesi, 'bırakın tartışmayı da kitap ehli ve ümmiler söyleyin bakalım, siz müslüman oldunuz mu?' demektir. Hezil sanatı vardır. ("Övünmeyi bırakın da açlıktan kertenkeleyi nasıl yerdiniz onu anlatın" formunda. bkz: Telhisu-l Miftah;İlm-i Bedi')

✽ Konuyu, tartışmadan teslimiyete çeviren bir rücu sanatı olması da mümkündür. Teslim olmaya çağrılan iki grup; Kitap verilenler ve ümmiler, cemdir.

✽ Kitap verilenlerin ümmiler üzerine takdimi, inanmaya daha layık olduklarını tenbih içindir. Ancak bu iki grup da, sonuçta İslam'a teslim olma mükelefiyetinde cem edildiler. Çünkü bozulmuş, tahrif olmuş bir dine tabi olmakla, hiçbir dine mensup olmayıp puta tapan, Allah'a inanıp ahirete iman etmeyen arasında bir fark gözetilmeyip cem edilmiş.

✽ Emir sigası yerine istifhamın seçilmesi, dine girmemiş olanın dine girmesi için cebredilmeyeceğini beyan eden 'Dinde zorlama yoktur' ayetine telmihtir.

✽ Allah'ın vechine teslim oldum, cümlesinde geçen "Allah'ın vechi" izafetinde, "vech" kelimesi ile Allahu Teâlâ'nın yakınlığı, rızası, murakabesi murad edilmiştir. Lazım, Allah'ın vechi, melzum razı olmasıdır.

✽ فَاِنْ اَسْلَمُوا Eğer teslim oldularsa, muhakkak ki hidayeti bulmuşlardır, şart-ceza cümlesi, İslam'ın dışında kendini doğru yolda, hidayette sananlara tariz amaçlı şek ifade eden إِنْ ile gelmiştir. Müzari yerine mazi kullanılarak hasıl olmayanı hasıl olmuş makamına koymuştur.

✽ Ceza قَدْ ile tekitlenerek iftial babından mazi olarak geldi. İslamiyet'e girenin hidayeti bulacağı mutavaat yoluyla pekiştirilmiştir.

✽ اِنْ تَوَلَّوْا 'Eğer yüz çevirirlerse' şart cümlesinin cezası فَاِنَّمَا şeklinde kasırlı geldi. Yine vasıtalı kinaye olarak uzun bir cümle hazfoldu: "Yüz çevirirlerse, dünya ve ahirette cezalarını kat kat bulurlar. Onların bu kötü akıbetinden sen sorumlu değilsin. Sana düşen tebliğdir."

✽ Allah kullarını görücüdür, cevap cümlesine atfedildi. İki tarafa yönelik tevcihli bir ifade. İtnabtan mesel tarikı cari olan tezyildir. Allah iyi kötü, itaatkar isyankar bütün kullarını görür. Habibim senin onlara tebliğ ettiğine, iman etmelerine nasıl haris olduğunu, nerede ise bu uğurda kendini helak edeceğini de bilir. O inanmayan menfaatperest Mekke müşriklerini de, taassup sahibi ehli kitabı da, inanan müminleri de bilir. İcabına göre muamele eder.

✽ "Allah kullarını görücüdür" lazım; "Onların yaptıklarına karşılık verir" melzumdur. Diğer isimlerden "Basir" ismi seçildiği için tağlibdir.