34-Bu peygamberler birbirlerinden gelen bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.
Peygamberler birbirinin soyundan, temiz pak sülalelerden gelmiştir. Bu onların seçkin olmalarına bir sebep teşkil eder. Mesela Hz. Yusuf için Efendimiz ‘Kerim oğlu, Kerim oğlu, Kerim oğlu Kerim’ buyurmuştur. Çünkü Hz. Yusuf Hz. Yakub’un, Hz. Yakub Hz.
İshak’ın, Hz. İshak da Hz. İbrahim’in oğludur.
Peygamberler çoğunlukla bir peygamberden olmuş, bir peygamber evinde, peygamberin hayatını izleyerek büyümüş. Her peygamberin ortak olduğu beş sıfatı sinesine çekmiş ve onlarla beslenmiştir. O sıfatlar: Sıdk (doğruluk), emanet (güvenilir olmak), fetanet (akıllı olmak), tebliğ (dini anlatıp öğretmek), ismet (günahsız olmak). Bir de her peygamberin ayrı bir özelliği, ayrı bir tineti, ayrı bir güzelliği ve mucizesi vardır. Bütün bunları göz önünde bulundurursak bu yüce zatların faziletlerini az da olsa anlamış oluruz.
Bu âyette peygamberlerin hep Hz. Âdem'in soyundan gelmiş oldukları hususuna değinilmesi, Hz. İsâ'nın yaratılışından bahseden gelecek ayetlere zihni hazırlamaktadır. Hatırlanacağı üzere, hristiyanların bazı inanç ve tutumlarının yanlışlığını ortaya koyma bu sûrenin ana hedefleri arasında bulunmaktadır.
Ayet-i kerime, asaletin, yetişmişliğin ve manevî kültürün nesilden nesile aktarıldığına işaret etmektedir. Seçkin insan olmanın kökeni aileye dayanır. Büyük şahsiyetler, asil ailelerde yetişir ve bu seçkinlik nesilden nesile aktarılır. Bu esnada da insanlığa yenilikler, inkılaplar, gelişmeler ve güzellikler kazandırırlar.
a) "Tevhîd, ihlâs ve tâat hususlarında, hepsi birbirinden olan bir tek zürriyet olarak..."
b) "Hz. Âdem'in dışında kalanlar, ondan çoğalmışlardır.."
mânasında olmak üzere, hepsi birbirinden olan bir tek zürriyet olarak. Buna göre “zürriyet” kelimesiyle kastedilenler, Hz. Âdem'in dışında kalanlardır.
Hz. İbrahim, Nuh Aleyhisselam'ın zürriyetidir. Nuh Aleyhisselam da Hz. Âdem'in soyundandır. İsrailoğullarının son peygamberlerine ve son peygamber Efendimiz'e kadar gelen bütün peygamberler bu iki soydan gelmektedir.
ذرُِّيةَّ kelimesi 'ذرََّ - ayırmak, dağıtmak ve tefrik etmek' fiilinden türemiştir. Allahu Teâlâ insanoğlunu yeryüzüne yaydığı için insan ve cinlerin nesline "zürriyet" denmiştir.
Veya Allahu Teâlâ Hz. Âdem'in sulbünden zerrecikler halinde çıkarttığı için onlara zürriyet denilmiştir.
İnsan için doğum; suri ve manevi olmak üzere iki kısımdır. Her peygamber tevhid, marifet ve batına taalluk eden usuluddin'de başka bir peygambere tabi olur. Böylece kendisine tabi olduğu peygamberin evladı olmuş olur.
Manevi doğum da, ekseriyetle maddi doğuma tabidir. Bundan dolayı peygamberler tek bir nesil ve bir ağacın meyveleri oldular. Çünkü ruh yaratılış vaktinde saflık, berraklık ve bulanıklıkta itidalin olup olmaması hususunda, münasip mizaca yerleşir.
Her ruhun kendisine hususi ve münasib bir mizacı vardır. Feyiz bu münasebete uygun olarak gelir. Ruhların farklı olmaları, onların berraklıkları hasebince, Hazreti Ehadiyyete yakınlık ve uzaklıkları mertebelerine göredir.
Birbirlerinin nesli olan ve bazısı bazısından olan bedenlerin mizaçları da çoğunlukla birbirlerine benzemektedir. Böylece onlara bitişen ruhlar da rütbe bakımından birbirlerine yakın, sıfat bakımından da birbirlerine münasibtirler.
Efendimiz şöyle buyurdular: “Çocuk babasının sırrıdır.”
Hazret-i Meryem'in sıdkıyyeti ve İsa Aleyhisselam'ın peygamberliği niyetinin babası İmran'ın sıdkıyyetinin bereketiyleydi.
Peygamberler
Bütün peygamberlerin gelme amacı, insanlığı mutlak gerçeğe iletmektir. O mutlak gerçek ki, akıl yürütme ve deney yolu ile ancak yüzlerce asır sonra bir kısmı kavranabilmiştir. Peygamberler olmasa, gelecek çağlar boyunca bu gerçeğin tümü hiçbir zaman kavranamazdı. İnsanla evren arasında tek doğru ve dengeli hayat sistemi ancak peygamberlerin getirdiği vahiyle mümkündür. Bunun dışındaki kaynaklar sapık ve batıldır. Çünkü diğer kaynaklar tek asli kaynakla bütünleşmemiş, ondan mesaj almamaktadır.
İnsan kendi için meçhul olan bir yola nasıl plan yapabilir? Yolu baştan sona kavramış olan bir merci ancak bu yolun tümüne ilişkin bir plan çizebilir. Oysa insanın önünde yolu tamamen görmesini engelleyen perde vardır. Hatta bir saniye sonrasını bile göremez. Bütün bunları zaman ve mekan şartlarından münezzeh olan Allahu Teâlâ görür. Dengeli ve doğru bir hayat, ancak Allah'ın peygamberlerle gösterdiği fıtri sistemle mümkündür.
Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar. Hadis-i Şerif
Peygamberlerin kitaplarından birinde gördüm; peygamberlerin dünyadaki ömürleri şöyle idi:
• Âdem’in (as) ömrü: Dokuz yüz otuz sene.
• Nuh’un (as) ömrü: Dokuz yüz elli sene.
• İbrahim’in ömrü: Yüz doksan beş sene.
• İsmail’in (as) ömrü:Yüz otuz yedi sene.
• İshak’ın (as) ömrü: Yüz seksen sene.
• Yâkub’un (as) ömrü: Yüz yirmi sene.
• Yusuf’un (as) ömrü: Yüz yirmi sene.
• Musa’nın (as) ömrü: Yüz yirmi üç sene.
• Davud’un (as) ömrü: Yetmiş sene.
• Süleyman’ın (as) ömrü: Yüz seksen sene.
• Zekeriyya’nın (as) ömrü: Üç yüz sene.
• Yahya’nın (as) ömrü: Doksan beş sene.
• Şuayb’ın (as) ömrü: İki yüz elli dört sene.
• Sâlih’in (as) ömrü: Yüz seksen sene.
• Hud’un (as) ömrü: Yüz Altmış beş.
• Îsâ’nın (as) ömrü: Otuz üç sene.
• Efendimiz’in (sav) ömrü: Altmış üç sene oldu. Kâ’b el-Ahbar
"Allah kullarının sözlerini hakkıyla duyan, kalplerini ve fiillerini hakkıyla bilendir; O ancak, insanlar içinden, söz ve fiil bakımından müstakim olduğunu bildiği kimseleri peygamber olarak seçer."
Yahudiler: "Biz İbrahim'in soyundan, İmrân'ın da âilesindeniz. O hâlde biz, Allah'ın oğulları ve O'nun dostlarıyız"; hristiyanlar da, "İsa, Allah'ın oğludur" diyorlardı. Hatta bazıları bu sözün bâtıl ve yanlış olduğunu biliyor, ama halkı hoşnut etmek için, bu görüşlerini sürdürüyorlardı.
Cenâb-ı Hak sanki şöyle demek istemiştir: "Allah, sizin bu bâtıl sözlerinizi hakkıyla duyan ve bu sözlerinizdeki bozuk maksatlarınızı da bilendir. Bu sebeple de sizi, cezalandıracak olandır..." Âyetin baş tarafı, peygamberlerin şerefini bildirir, sonu da dinlerinde sebat ettiklerini iddia eden o yalancı yahudi ve hristiyanlara tehdittir.
Allah (cc) alemi yedi neviden yarattı. Cemadat, madenler, nebatlar, hayvanlar, nefisler, akıllar olarak. Hz. Adem’i alemlere üstün kıldı. Zatının sıfatının aynası yaptı. Hz. Adem’i ve seçkin evlatlarını insaniyet ağacının meyvesi kıldı. Nitekim Efendimiz’e ‘Senin âlin kimdir?’ diye sorulduğunda ‘Âli, küllü müminin takiyyin ve nakiyyin-Her mümin ve müttaki benim ehlimdir’ buyurdu.
‘Birbirlerinden zürriyyetler olarak’ Peygamberler nübüvveti, ilmi, dini birbirlerinden verasetle alırlar.
‘Alimler nebilerin varisleridir. Onlar evlatlarına dinar değil, ilmi varis bırakırlar.’ Hadis-i Şerif
Alim, semeresi ehl-i marifet olan bir ağaç gibidir. Alim, alem sedefinin incisi, dünya ve ahiretin aleminin hülasasıdır. Yakinin özü, varlık şahsındaki kalbin özüdür.
✽ ‘ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍ’ Âl-i İbrahim veya Âl-i İmran’dan haldir. من ittisal içindir, teb’iz için değildir.
✽ ذُرِّيَّةً kelimesinin nekre gelişi; tazim ve teksir içindir.
✽ مِنْ بَعْضٍ kelimesi, muzafın ileyhin hazfından dolayı gelen tenvin-i avz ile nekre olmuştur.
✽ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ cümlesinde Semi ve Alim'in nekre gelişi; tazim ve teksir içindir.
✽ İkisi de kalp fiili oldukları halde mefulleri zikredilmedi, umum ifadesi içindir. Yani 'Allah herşeyi işitir ve bilir.'