Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 36. Ayet

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّٖي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىؕ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْؕ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّٖي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّٖٓي اُعٖيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ

36-Onu doğurunca: ‘Rabbim ben onu kız olarak doğurdum –Oysa Allah (cc) ne doğurduğunu daha iyi bilir- erkek ise kız gibi değildir, adını da Meryem koydum. Onu ve soyunu Senin korumana emânet ediyorum, taşlanmış şeytandan’ dedi.

 

Hanne valide çocuğu kız olsa da onu 'Allah'ın hizmetkarı ve Allah'a ibadet eden' anlamında Meryem ismini verdi ve 'onu ve onun soyundan gelenleri kovulmuş şeytandan Senin korumanı istiyorum' dedi. Hanne validenin bu duası hürmetine hem Hz. Meryem'e hem oğlu Hz İsa'ya şeytan dokunamadı. Bizim için bu olayda birçok ibret vardır:

Dua halis olmalı ki icabet olunsun. Hanne Allah'a olan güveninden dolayı O'ndan harikulade bir şey istemişti. Çünkü Allah'ın her şeye kadir olduğunu yakinen biliyordu. Bizim de Allah'a tevekkülümüzün tam olması, Onun kudret ve kuvvetinin büyüklüğüne gerçek manada inanmamız icap eder.

O; yavrusunu besleyen kuşta Rabbinin rahmet ve merhametini görmüş, alacağı dersi almış. Ve isteyeceğini istemiş. Biz de Allahın rahmetini ve bunun canlılara, özellikle anneye yansımasından gereken dersi alıp merhametli, şefkatli olmalıyız. Merhamet etmeyene merhamet edilmeyeceği gerçeğini hatırdan çıkarmamalıyız.

Hanne valide yavrusundan ayrılmanın zorluğuyla beraber Hz. Meryemin Mescid-i Aksa'da kalması konusunda da oldukça sıkıntı çekmiş. Eşinin de rahmet-i Rahmana kavuşmuş olması işi daha zorlaştırmıştı. O, bütün bu zorluklara katlanıp adağını yerine getirmeyi biiznillah başarmıştı. Ayrılık acısını gönlüne gömerek onu ziyarete gidiyor, fakat asla Meryem'e gözükmüyordu. Biz bu erdemli tavırdan ders alıp bizim için ne kadar zor olsa da sözümüzde, adağımızda sadık olup yerine getireceğiz. Zorluklar karşısında tahammül edeceğiz. Hanne valide geç yaşta elde ettiği biricik kızını Allah (cc) yolunda feda etme cömertliğini gösterdiği gibi biz de evlatlarımızı yetiştirip İslama hizmet etmeleri için feda edeceğiz. Onları dünyevi övgülere medar edip onlarla gururlanma, onurlanma yerine, Rabbimize hediye edip sonuna kadar destekleyeceğiz.
 

"Rabb’im, muhakkak ki ben onu kız olarak doğurdum" dedi.

Karnındakini vakfetme konusunda, daha önce verilmiş bir nezri vardı. Ona göre, çocuk erkek olacaktı. Adağında bunu bir şart olarak belirtmedi. Onların âdetine göre, Mescid'e hizmet ve ibadet için adanan çocuklar, erkek çocukları idi. Bunun için Hanne, adağının kabul görmeyeceğinden korkarak ve nezrini mutlak zikretmesinden özür beyân ederek, "Ya Rabbi, işte ben bir kız doğurdum" dedi. Bunu Allahu Teâlâ'ya bildirmek amacıyla zikretmedi, çünkü Allahu Teâlâ onun bildirmesine muhtaç olmaktan münezzehtir.

Hanne'nin 'Ey Rabbim! Bak bir kız çocuğu doğurdum' demesi, Allah'a olan güçlü inancını, O'nunla normal bir tavırla konuştuğunu ve Allah'ın kendisini dinlediğinin bilincinde olduğunu göstermektedir. Hanne, duasının Allah tarafından kabul göreceğine kesin olarak inandığı için, kız doğurunca şoka girdi ve bu ifadeyi kullandı.
 

Allah onun ne doğurduğunu daha iyi biliyor iken...

Bu cümle, Hanne validenin; "Ya Rabbi! O'nu dişi vaz'ettim" sözüyle; "Bununla beraber ben onun adını Meryem koydum" sözü arasında Hak Teâlâ tarafından söylenilmiş itiraziye cümlesidir.

Bu parantez cümlesi, kız çocuğu doğurduğu için Hanne hanımı teselli eden, onun doğurduğu kız çocuğuna değer veren ve tazimini (büyüklüğünü) ifade eden bir cümledir. Allahu Teâlâ, çocuğunun şanını yüceltmek ve Hanne’nin bu çocuğun kadrini takdir edemediğini göstermek için böyle buyurmuştur.

Allahu Teâlâ onun ne doğurduğunu, o doğana takdir ve tahsis ettiği büyük şeyleri en iyi bilendir. O ise, bu konuda hiçbir şey bilmiyor, kendisine hibe edilen çocuğun değerini anlayamadığından üzülüyor. Halbuki Allahu Teâlâ o çocuğu (Hazret-i Meryem'i) onun oğlunu (İsa Aleyhisselam'ı) alemlere ayet ve ibret kılacaktır.
 

وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰى    Erkek, kız gibi değildir.  

♦ Hanne validenin bu sözle muradı, erkek çocuğun kız çocuğundan üstün olduğunu ifâde etmektir. Bu üstünlük, birkaç yöndendir:

   1- Onların şeriatına göre, oğlan çocuklarını bırakıp da kız çocuklarını âzâd etmek caiz değildi.

   2- Erkek çocukların, ibâdette daim olmaları mümkündür; ama kadınlara mahsus özel haller sebebiyle, kadınların devam etmesi mümkün değildir.

   3- Erkekler güçlü ve kuvvetli oldukları için bu hizmete daha elverişlidir. Kadınlar ise zayıftır, bu hizmeti lâyıkıyla beceremezler.

   4- Erkeğin bu hizmeti yaparken insanlarla bir arada bulunmasında bir mahzur ve ayıp yoktur; kadın için ise bu sakıncalı bir dururdur.Erkeklerin insanlar arasına karışmasında, kadınlar için söz konusu olabilecek töhmet söz konusu değildir.

♦ Bu sözden maksat, o kız çocuğunu erkeğe tercih ettiğini belirtmektir. O sanki şöyle demiştir; "Benim arzum, erkek çocuğu idi; bu kız çocuğu ise, bana Allah'ın bir bağışıdır. Arzum olan erkek çocuğu, Allah'ın hibesi olan kız çocuğu gibi olamaz." Bu söz; Hanne’nin; Rabb'in kuluna yaptığı şeyin, kulun kendisi için murad ettiğinden daha hayırlı olduğunu bilerek, Celâlullah'ın marifet ve bilgisine dalmış olduğunu gösterir.
 

Erkek kadın gibi değildir.

İnsan, kadın-erkek farkı gözetilmeksizin, Allah'ın yeryüzünde halifesidir. "Rabbin meleklere -Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım- demişti" (Bakara, 30)

Hukuk, emanet ve hilafete, emanet ve hilâfet de Allah'a verilen “itaat” sözüne dayanır. Bu sebeple hukuk, ruhlar aleminde Allah'la yapılan sözleşmeye dayanır. (Araf, 172) Tevrat'a "Eski Ahid", İncil'e de "Yeni Ahid" adı verilmesinin sebebi budur.

Hukuk terazisinin bir kefesinde haklar, diğer kefesinde ise vazifeler bulunur. İslâm hukukunda kadın, hak ve vazifeleri olan bir şahsiyettir. Erkeğin hak ve vazifeleri olduğu gibi, kadının da hak ve vazifeleri vardır. "Kadınların örfe göre hakları kadar görevleri vardır." (Bakara, 228)

 Ailede ve toplumda hak ve vazife eşitliği vardır. Kadın ailede hakları kadar vazifeye, vazifeleri kadar da haklara sahiptir. Erkeğin de aile içinde hakları kadar vazifesi, vazifeleri kadar da hakları vardır. Ancak erkek kadına veya kadın erkeğe eşit olmadığı için, hak ve vazifeleri arasında bir eşitlik söz konusu değildir.

Sanayi toplumu, aile-toplum dengesini bozmuştur. Kamu görevi almak, kamu için çalışmak daha şerefli kabul edilmiştir. Gerçeği göremeyenler, ailede kadının, toplumda ise erkeğin görevlendirildiğini kabul etmezler. Onlara göre; aile ve toplum diye bir ayrım olmadığı gibi, kadın ve erkek diye de bir ayrım yapılmaz. Kadının yapabileceği şeyi erkek, erkeğin yapabileceği şeyi de kadın yapabilir. (!)

Îslam kadını ailede, erkeği de toplumda görevlendirmiş olsa da bu her zaman, her şart ve mekanda değildir. Bazı mecburiyetlerde geçici olarak kadın, erkeğin görevini üstlenebilir. Erkek de kadının görevini üstlenebilir. Aile ve toplum işleri, kadın ile erkek arasında kesin, değişmez çizgilerle ve çelik duvarlarla bölünmüş değildir.

Fakat toplumdaki iş bölümünü tersine çevirerek erkek çocuk baksın, kadın ise çalışsın gibi bir prensip getirilirse, bu yaradılışa ters düştüğü için yürümez. Yoksa kadının çalışması yasak değildir. "Erkeklere, çalışmalarından bir pay, kadınlara da çalışmalarından bir pay vardır." (Nisa, 32) Yanlış olan; 'kadın ile erkek çalışmada eşittir' deyip toplumu böyle bir anlayışla şekillendirmektir.
 

Hakikaten ben onun adını Meryem koydum.

Bu söz, Hanne valide Meryem'e hamile kaldığında, İmran'ın ölmüş olduğuna delâlet eder. Çünkü âdete göre çocuğa isim vermek, babaların üstlendiği bir iştir.

Hanne onu bu şekilde isimlendirerek, Allah'ın onu dinî ve dünyevî belâlardan korumasını, ismetini ve iffetini talep etmiştir. Çünkü 'Meryem' Hz. Mûsâ ve Hz. Harun'un kız kardeşinin adıdır, İsrâiloğulları içinde Meryem adı çok makbul bir isim sayılagelmiştir. Onların dilinde 'Meryem' "Allah'a ibâdet eden, âbid, Rabbin hizmetkarı kadın, acılık, acı deniz, denizin isyanı, denizin hanımefendisi, deniz damlası, deniz yıldızı" mânasına gelmekteydi.

Hanne hanım doğurduğu çocuk her ne kadar kız da olsa niyetinden dönmüş (vazgeçmiş) değildi. Doğurduğu kız belki Beyt i makdise hizmet etmeye elverişli değildi ama orada ibadet eden kadınlardan olmasını istiyordu.
 

Meryem

Kuran'da kadın adı olarak yalnızca Hz. Meryem'in ismi geçer, hem de otuz dört ayette. Arap kültüründe önde gelen kişiler hanımlarının ve kızlarının adlarını açıkça söylemezler ve onlardan bahsetmek söz konusu olunca “eşimiz, ailemiz, ehlimiz” gibi kinaye lafızlarıyla onları anarlardı. Kur’an da bu geleneğe uyarak yalnızca Hz. Meryem ismine yer vermiştir. Çünkü Meryem, sıradan bir kadın değildi. O, kadınların en seçkini, küfürden, günah ve fuhuştan uzak kalmış temiz, iffetli, Allah’ın ikramlarına daha dünyada iken nail olmuş bir örnek hanımdı. Onun hayatı, kadınlar başta olmak üzere tüm insanlar için sayısız örneklerle doludur.

İsrailoğulları Hz. Meryem ve onun babasız dünyaya gelen çocuğu Hz. İsa hakkında ileri geri konuştukları için Yüce Allah onun ismini açıkça zikretmiş, hem de onların iddialarını tamamen geçersiz kılmak ve Hz. Meryem'in dedikodulardan tamamen uzak olduğunu tekid etmek için tekrar tekrar onun ismini açıkça anmıştır.

Meryem, İbranice'de “Rabbin hizmetçisi kadın, kul” anlamında bir kelimedir. Arapça'ya Mariye olarak geçmiştir. Arapça’da kadın özelliklerinden uzaklaşmış kadın için “meryem” kelimesi kullanılır. Çünkü Hz. Meryem, Beyt-i Makdisin hizmetinde bulunmakla alışılmışın dışında erkeklerin yapageldiği bir görevi üstlenmiştir.

Hz. Meryem'in açıkça isminin anılmasının ise pek çok hikmeti vardır. O sıradan bir kadın değildir. O, evlenmediği halde (betül) hamile kalıp çocuk doğurmuş ve Hz. İsa'ya anne olmuştur.

Hz. Meryem, doğar doğmaz mabedde ibadete adanmış; Allah'ın hizmetçisi anlamına gelen “Meryem” ismine uygun bir kulluk sergilemiş; bir başına, kirli bir toplumda temiz kalmasını bilmiş, iffet abidesi bir hanım olmayı başarmış; bu güzellikleriyle Kur'an'da anılmaya ve bir Kur'an suresine isim olmaya layık olmuştur.

Çocuklarımıza tanıtacağımız, en önemli Kur’an kahramanıdır Hz. Meryem. O, daha çocuk yaşından itibaren mabedde kendini Rabbine ibadete vermiş, bir gül gibi yetişmiş bir kadındır. Bir peygamber anasıdır. Daha dünyada iken Yüce Allah’ın rızasına nail olmuş, meleklerin müjdelerine mazhar olmuş bir annedir Hz. Meryem. Meryem ruhu, kadın olsun erkek olsun bizleri Rabbin yolunda, O’nun ölçüleri doğrultusunda iffetli bir kul olarak yaşatacak ruhtur.
 

Onu da, zürriyetini de kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım.

Hanne, mescide hizmet etmesi için arzu ettiği oğlan çocuğuna nail olamayınca, Allahu Teâlâ'ya, o kız çocuğunu kovulmuş şeytandan korumasını, mutî ve sâlih kadınlar cümlesinden kılmasını niyaz etti.

Hanne valide, kızını yetiştirmede kendini yeterli görmüyordu. Ve bu yetersizliği ne ile telafi edeceğinin bilincindeydi. Ümitsizliğe kapılmadı, çünkü biliyordu ki; erkek çocuk duasının kabul edilmemesi, diğer dualarının kabul edilmeyeceği anlamına gelmez. Onun için, çocuğunun ve soyunun şeytanın şerrinden korunması için dua etti. Hanne şartlara göre duasının içeriğini değiştirmiştir.
 

Kovulmuş şeytan

Şeytanın vücudu, cüzi şeylerle beraber birçok külli hayır maksatlar ve kemalatı insaniye içindir. İnsanda zerreden güneşe kadar çok istidat mertebeleri vardır. Bir inkişafın olması için hareket gerekir.

Bu hareket mücadele ile olur. Bu mücadele şeytan ve diğer muzır şeylerin vücudu ile olur. Yoksa melekler gibi insan da bir makamda sabit kalır. Bir cüzi şer için binlerce hayrı terk hikmete ve adalete münafidir. Halk-ı şer şer değildir, kesb-i şer şerdir. Çünkü halk ve icad umum neticeye bakar. Bir şerrin vücudu çok hayırlara vesile olabilir.

Şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete gider. Fakat ehemmiyet ve kıymet ekseriyetle keyfiyete bakar, kemmiyete az bakar veya bakmaz.

Nasıl ki bin çekirdekten bir ağaç çıksa elbetteki o ağaçların menfaati çekirdeklerin çürüme zararını hiçe indirir. Bunun gibi on insanı kamil, ehli dalaletin insan nev’ine vereceği zararı hiçe indirir.

Bu müthiş düşmanlara karşı zırhımız Kuran dergahında yapılan takvadır. Ve siperimiz sünnet-i seniyyedir. Silahımız istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı ilahiyeye ilticadır.

Şeytanın işi iktidar ve fiil değil, terk ve atalettir. Bu tahribata mühim silahımız ve cihazatı tamiriyemiz istiğfardır, ‘euzu billah’ demektir.

Şehvet ve gadap kuvveti şeytanın desiselerini karşılayan ve nakl eden iki cihaz hükmündedir.

İşte bunun için Cenâb-ı Hakk Ğafur, Rahim gibi iki ismi büyük tecellilerle ehli imana teveccüh eder. Sure başlarında her işte besmele çektirir. ‘Festeiz billah’ emriyle ‘euzu’yu siper yaptırır.

Şeytanın en tehlikeli desisesi insana küfür hayali veriyor. İmana şek olacak şeyleri telkin edip gösteriyor. İnsanı ye’se düşürüp maskara yapmak istiyor. Bu duygularla insanı ya divane yapar, ya saptırır.

Oysa aynada görülen yılan sureti insanı ısırmaz, ateş yakmaz, murdar kirletmez. Öyle de hayal ve fikir aynasında küfrün, şirkin, delaletin akisleri, gölgeleri, çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz. İmanı tağyir etmez. Hürmeti edep kılmaz.

İnsanların letaifi içinde ihtiyarı ve iradeyi dinlemeyen, mesuliyet altına girmeyen iki latife vardır. Bunlara ehemmiyet vermeyip sünneti seniyyeye sarılmak gerekir.

✦ Uyku halindeyken şeytan (gelip) birinizin başının arkasına üç düğüm bağlar. Her düğümü eliyle sıkıca bağlarken; ‘Uzun bir gece var, uyu’ der. Eğer o kişi gaflet uykusundan uyanır da (Allah’ı dili veya kalbiyle) zikrederse bir düğüm çözülür. Abdest alırsa diğer düğüm de çözülür. Namaz kılarsa son düğüm de çözülür, böylece o kişi dinç olarak sabahlar. Ancak böyle yapmayıp (şeytana itaat ederse) nefsi habis (kalbi mahzun) ve tembel olarak sabahlar. Hadis-i Şerif

✦ Evlerinizi kabir haline getirmeyin (Kur’an’ın hükümlerinden ve okunmasından mahrum bırakmayın) Zira Bakara suresinin okunduğu evden şeytan kaçar. Çünkü onları saptırmaktan ümidini kesmiştir. Hadis-i Şerif

✦ Şüphesiz bu tuvalet (kaza-i hacet) yerlerinde şeytanlar hazır bulunur. (Bunun için) sizlerden biriniz tuvalete gitmek istediğinde, “şeytanlardan, kötü işlerden ve kötü hasletlerden Allah’a sığınırım”,desin. Hadis-i Şerif
 

Ayetteki işaretler

İmran'ın karısı; akıl umranı için taat mertebelerinin evveli olan nefis, ruh ve nefsi mutmainnede olan kuvvettir.

'Karnımdaki' dediği, gulamu'l kalp,

'Onu kız olarak doğurdum' yani mertebe ve cinsten en ekmeli olan nefistir.

'Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bildiği halde' Çünkü bu acaip durumu ancak Allah bilir.'Onu sana ısmarlıyorum' Kudsi nefsi melekût bahçelerinden hicaplayarak, nefsani şehvetlerden sana sığındırıyorum.


Belagat

 اُنْثٰى kelimesi, ayetin başında nekre, ilerisinde de marife الْاُنْثٰى gelmiştir. Daha önce geçen "Karnımdakini sana adıyorum" tabirinden dolayı ال ahdi haricidir.

 "Muhakkak ki ben onu kız olarak doğurdum" cümlesi tehassür ve teessür (üzüntü ve hayıflanma) için muktezay-ı halin hilafına bileni bilmeyen menzilesine tekitle getirdi. Kelam muhatap değil mütekellim açısından tekit edildi.

 الذَّكَرُ ve الْاُنْثٰى kelimeleri arasında tibak-ı icab vardır.

 "Allah onun ne doğurduğunu çok iyi bildiği halde" cümlesinde "Allah" müsnedin ileyhi, alem olarak geldi. Muhatabın zihninde müsemmayı zatıyla canlandırmak içindir.

 مَا وَضَعَتْ sıfatlı kinayedir. وَضَعَتْ وَضَعْتُ  fiilleri arasında iştikak-ı sağir ve reddül aciz vardır.

 'Ben onun adını Meryem koydum' cümlesinde kız da olsa onu mescide adama niyetinden vazgeçmediğine işaret vardır. Yani ben ona Rabbin hâdimi ismini verdim, niyetimden dönmedim.

 اِنّٖٓي اُعٖيذُهَا Onu şeytandan Sana sığındırırım, cümlesinde fiilin müzari gelmesi; istimrar ve teceddüd bildirir. Yani şeytanın ona her yaklaşmasında onu sen koru, devamlı onu muhafaza et.

 Bu cümle, inşa yerinde vaki olmuş haberdir.

 الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ  terkibinde, sıfat; tahkir ve tekit içindir.

 Sebep; şeytandan, müsebbep şeytanın vesvesesinden, azdırmasından sığındırırım.