Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 37. Ayet

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناًۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاؕ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاًۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاؕ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

37-Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı da ona kefil kıldı (ona bakmakla görevlendirdi): Zekeriya ne zaman Meryem’in bulunduğu mihraba girdiyse yanında yiyecek buluyordu: ‘Ey Meryem, bu sana nereden?’ diye sordu. O da: ‘Bu Allah (cc) tarafından, Allah (cc) kime dilerse ona sayısız rızık verir’ dedi.

 

Rabbi duasını kabul edip Hz. Meryemi nazenin bir bitki gibi yetiştirdi. O, üzerine onlarca kapının kilitlendiği mescidin zaviyesinde Rabbine ibadetle büyüdü. Cennet rızıklarından rızıklandı. Zekeriya gibi bir peygamberden din ilmini öğrendi. Tıpkı güzel bir nebat, güzel bir çiçek gibi sabit kadem merhametli, sevgi dolu, kudret eliyle, özel yöntemlerle büyütülmüş, eğitilmiş bir peygamber annesi olarak yetiştirilmiş. Hz. Zekeriya kendisine yazın kış, kışın yaz meyvelerinin bir keramet olarak verildiğini görünce onun nezdi ilahideki değerini anlamış, ileri yaşta olmasına rağmen kendisine böyle mübarek bir evlat verilmesini istemiş.
 

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا     Rabb'i onu kabul etti.

تَفَعَّلَ vezni, yapılan işin çok itinâ ile yapıldığına delâlet eder. Buradaki تَقَبَّلَ fiili, kabul göstermede ileri bir dereceyi ve mübalağayı gösterir.

تَقَبَّلَ lafzı, aynı zamanda, mizacın aksine bir çeşit tekellüfü ve zora girmeyi de ifâde eder. قَبُولٍ lafzı ise, mizaca uygun ve tekellüfsüz bir kabul etme mânasını taşır. Allahu Teâlâ önce, ciddiyet ve önem vermeyi ifâde için tekabbele fiilini, sonra bunun, mizacın hilâfına değil de mizaca uygun bir kabul olduğunu ifâde etmek için kabul masdarını getirmiştir. Bu mânalar, mecaz yoluyla, bu kız çocuğunun terbiyesine Cenâb-ı Hakk'ın büyük bir ilgi ve itinâ gösterdiğine delâlet eder.
 

بِقَبُولٍ حَسَنٍ    Güzel kabul ile

♦ Allahu Teâlâ, Meryem'i ve çocuğu İsa (as)'ı, şeytanın dokunma-sından himaye etmiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Doğan her çocuk doğduğunda, ona şeytan dokunur da, şeytanın dokunmasından dolayı o, çığlıklar atarak doğar. Meryem ve oğlu İsa bundan müstesnadır.”

♦ Hanne, Meryem'i doğurunca, onu bir beze sararak mescide götürdü. Harun (as) neslinden olan âlimlerin yanına koydu. Onlar, Beytul Makdis'in hizmetini yapıyorlardı. Oraya varınca "şu vakfedilmiş kız çocuğunu alın.." dedi. Alimler, onu almak hususunda birbirleriyle yarıştılar. Zira o, önderlerinin kızıydı. Mâsânoğulları, İsraîloğullarının önderi, âlimleri ve idarecileriydiler. Zekeriyya (as) onlara, "Ben onu alıp büyütmeye sizden daha lâyığım. Onun teyzesi benim hanımımdır" dedi. Onlar da, "Hayır, kura çekmeden olmaz" dediler. Bunun üzerine, yirmi dokuz alim, Erden nehrinin kıyısına vardılar ve Tevrat'ı yazdıkları kalemleri, "Kimin kalemi suyun yüzüne çıkarsa, o üstün gelsin" diye, nehre attılar... Böylece kalemlerini üç defa suya attılar. Her seferinde de Zekeriyya (as)'ın kalemi su yüzüne çıktı, onların kalemi battı. Neticede Hz. Meryem'in bakımını Zekeriyya (as) üstlendi.

♦ Nasıl Hz. İsâ çocuk iken konuşmuş ise, Meryem de çocuk iken konuştu ve hiç meme emmedi. Çünkü rızkı, cennetten geliyordu.

♦ Onların şeriatında âdet şöyle idi: Çocuk, ancak oğlan olduğun-da ve akıl baliğ olup mescide hizmete gücü yettiği vakit vakfedilebilirdi. Allahu Teâlâ, Hanne’nin duasına icabet edince bu kız çocuğunu, henüz küçük ve mescide hizmete gücü yetmeyeceği bir durumda iken kabul etmiştir.
 

Hz. Meryem'in Nebat Gibi Büyütülmesi

♦ Bu güzel büyütme, dünyevî bir büyütmedir. Onun hilkati eksik-siz ve fazlasız olarak gayet güzel bir şekilde tamamlandı. Bir günde bir başka çocuğun bir senede büyüdüğü kadar büyüyordu.

♦ Ya da dinî bir büyütmedir. Çünkü o, salâh, doğruluk, iffet ve tâat bakımından büyüyüp gelişiyordu.

O tarihte, mescide adanmış dört bin kişi vardı. Bu dört bin erkeğin içinden Hazret-i Meryem kadar hayırlı ve meşhur olanı olmadı.

Hazret-i Meryem onların en hayırlıları ve meşhurları oldu.

Hz. Meryem Rabbi tarafından bir çiçek gibi büyütülmüştür. İnsanın yetiştirilmesi ile bitkinin yetiştirilmesi arasında yapılan bu teşbih, eğitimin ihtimam esası üzerine bina edilmesi gerektiğine dikkat çeker. Tıpkı çiçeğin su, gübre, ilgi ve havadar bir ortam istemesi gibi, insan da maddî ve manevî gıda, temiz çevre, sevgi, ilgi, ihtimam ister. Hoyratça yaklaşıldığında kuruyan çiçek gibi, çocuk da sertlik ve dayakla yetiştirilmez.
 

Hz. Meryem gibi seçkin olabilmek...

Cennetin hanımefendilerinden olmak isteyen bir hanım; peygamberinin ‘saliha’ dediği, ebedi cennet için fani ne varsa hepsini veren, villada, barakada, şehirde, köyde, zengin-fakir Rabbinin rızasını arayan, Rabbinin vereceklerini hiçbir vaade değişmeyen bir hanımdır.

Eşine eş, çocuklarına anne olur, ecrini Rabbinden bekler. Kendisini değersiz dünyalığa harcamaz. Bıkmaz, usanmaz.

Allah’ın her şeyi görüyor olması, karşılığını O’nun verecek olması, çektiklerinin kendisine keffaret olması ona tam bir tesellidir. Allah’ın, sevdiği kullarını sınadığını bilir. Eşiyle, çocuğuyla, akrabalarıyla, hastalıkla uğraşırken, fakirliğin altında ezilirken bunu düşünür.

O, bunaldıkça ‘lahavle vela kuvvete illa billah’ der. Rabbinin emirlerine uyar. Yasaklarından kaçınır. Evinde Rabbini tek söz sahibi yapar.

Hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çeker. Ahireti için yeterli hazırlığı yapıp yapmadığını, ölümü, kabri, mahşeri, sıratı, cennet ve cehennemi düşünür. Bunların lafını değil, tefekkürünü yapar.

Ölür ama harama bulaşmaz… Allah’ın haramlarından hiçbir zaman taviz vermez. Eğer eğilip bükülecekse, zevklerinden eğer büker. Haramları şu veya bu nedenle gevşetmez. Düğüne kadar, nişana kadar ciddi görünüp, o gün ise gevşek görüntü vermez.

Fasıklıktan korkar. Şeytanın küçük gedikler açarak büyük kaleleri yıktığını bilir.

Salihlerin, alimlerin sohbetlerini dinler, kitaplar okur. Nefsinin eksiklerini tespit eder. Tövbe planları yapar. Cahil kalmayı tehlikeli görür. Kur’an öğrenir, okur. Hadis okur, dinler. Fıkıh bilgisi vardır. Bilhassa kadınlara ait bilgileri farz ilimler olarak öğrenir. Genel kültürü ihmal etmez.

Mutfağa tapınmaz. Nefisleri köreltecek kadar pişirir, yer. Ömrünü mutfakta geçirmekten korkar. Yemeğin doymak için olup, zevk için, gösteriş için mutfakta kalmasının zarar olduğunu bilir.

Eşyanın kölesi değildir. Kabre taşınmaz şeylerle ömür çürütmez. Evi için zaruri olanları temin eder. Boncuk stokçusu olmaz, mobilyaperestlik yapmaz. Eşyaya harcadığı vaktin, onlara verdiği gönlün hesabını düşünür. Yaşamak için mal gerektiğini bilir; ama mal için yaşamaz.

Hayatı sabah namazı ile başlar. Gününü sabah namazına göre planlar. Vaktinde namaza kalkar, eşini ve çocuklarını kaldırır. Namaz kılmalarını bekler. Duasını ve zikrini yapar. Güne, Allah’ın himayesinde başlar. Sabah namazından sonra işrak vaktine kadar bekler. O vakti dua ve istiğfarla geçirir.

“Geceleyin kalkıp namaz kılan, karısını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah merhamet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah merhamet etsin.” Hadis-i Şerif; Ebû Dâvûd

İbadetsiz ve zikirsiz kalmaktansa aç kalmayı yeğler. Duaya önem verir. Daralınca da, keyfi yerinde iken de dua eder. Duadan bıkmaz, usanmaz.

İş listesini başkalarından öğrenmez, Peygamberine danışır:

“Sizden birinizin kendi evinde yapacağı bir iş, mücahitlerin yaptığı cihat sevabını kazandırır inşaAllahu Teâlâ.” Hadis-i Şerif

Çocuklarını Allah’ın emaneti olarak bilir. Onları olduğu gibi kabul eder. Başka çocuklarla kendi çocuklarını kıyaslamaz. Onların sorumluluğunu unutmaz. Onlar için hesap vereceğini iyi bilir. Onları, ölümünden sonra kendisi için bir sadakayı cariye olarak yetiştirir.

Çocuklarına, komşularına ve yakın akrabasına kötü örnek olup, onların günahlarını taşımaktan korkar. Giydiği bir elbiseyi taklit edecek çocuğunun, yeğeninin ona nasıl bir vebal yükleyeceğini düşünür. Allah’tan korkar.

Akidesini, amelini heba edecek işlerden sakınır. Sihir, muska gibi cahiliye işlerinden şiddetle kaçınır.

Boş vakit onun düşmanıdır. Yabancı erkeklerden kaçındığı gibi boş vakitten de kaçınır.

Dinlenme yeri olarak kabri seçer. Sınırlı bir ömrü, saatlerce süren arkadaş sohbetlerinde ve çarşı pazar gezilerinde harcamaz. Uykuya karşı hassastır. Vaktinde ve düzenli uyur. Ruhu ile bedeninin ihtiyaçları arasında dengeli davranır. Birini diğerine ezdirmez.
 

وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا   Ve onu, Zekeriya’ya emanet etti.

"Zekeriya" İbranice dilinde "hep zikreden, sürekli olarak tesbihte bulunan, sübhanallah" diyen kimse manasınadır.

Hz. Zekeriya Yahudilerin peygamberi ve alimlerinin reisi idi. Hz. Meryem henüz bebek iken ona kefil oldu. Onu kendi hanımına veya başka bir süt anneye emzirtmiştir. Bu kefaletin, sütten kesilmesinden sonra başladığı da söylenmiştir.

كَفَّلَ fiili, lügatta beslemek, ihtiyacını gidermek, geçindirmek, tedarikini yapmak, kefil olmak, garanti etmek, sorumlu olmak, taahhüt altına almak, teminat vermek, müdafaa etmek, teslim etmek, antlaşmaya varmak, atamak demektir. كِفْل nasip, öküzün boyunduruğunun altına boynu korumak için konan keçe, manasındadır.

Kefil, bir kişiye infak eden, bakan, menfaatlerini koruyandır.

Âyet-i kerime teyzenin hadâne (annesi ölmüş küçük çocuğun bakımını üstlenme) hakkının nine dışında diğer akrabalardan daha öncelikli olduğunu göstermektedir. Peygamber (sav) 'Emetullah' adındaki Hz. Hamza'nın kızını, teyzesi nikâhı altında bulunan Ca'fer'e vermiş ve "Teyze anne makamındadır" demiştir.

Zeyd b. Harise Mekke'ye gidip Hamza'nın kızını getirdi. Ca'fer "Ben onu yanıma alacağım. Çünkü onu almaya daha hak sahibiyim. Hem amcamın kızıdır, hem de teyzesi benim yanımdadır ve teyze de anne demektir" dedi. Hz. Ali de: Hayır, onu almaya ben daha hak sahibiyim. Hem benim amcamın kızıdır, hem de benim yanımda Rasûlullah (sav)'ın kızı vardır. O bu kızı almaya daha bir hak sahibidir, dedi.

Zeyd de: Onu almaya ben daha çok hak sahibiyim. Çünkü onun için ben yolculuk yaptım, yola koyuldum ve onu ben getirdim, dedi.

Peygamber (sav) o esnada yanlarına çıktı ve şöyle dedi: "Bu kız çocuğunun Cafer'e verilmesine hükmediyorum. Teyzesiyle birlikte olsun, zaten teyze bir annedir."
 

Zekeriyya ne zaman mihraba girdiyse, onun yanında yiyecek bulurdu.

Mihrab, 'حَرَبَ' fiilinden türemiştir. Öfkesi artınca malını soyup hepsini almak, çarpışmak, isyan etmek manasını ifade eder. Savaş anlamına gelen 'harb' da bu kelimeden türemiştir.

Mihrab; yüksek yer demektir. Camide kıbleyi gösteren imamın durduğu yer, evin en güzel ve en yüksek yeri, hayvanın boğazı, köşk, insanların toplandıkları meclis, yiğit, cesur, arslan yatağı manalarına da gelir. Mihrab kelimesi bu ayette üç anlama da muhtemeldir:

♦ Mihrab; yukarıda ve yüksekte bulunan yer, oda demektir. Ze-keriyya aleyhisselam Hazreti Meryem için mescidin içinde bir oda yapmıştı. Onun kapısını ancak bir merdivenle çıkılabilecek şekilde yüksekte, duvarın orta yerinden açtı. Zekeriyyâ (as) mescidden çıktığı zaman, Hz. Meryem'in üzerine yedi kapıyı kilitlerdi.

♦ Mihrab; en yüce, en kıymetli meclis manasındadır. Zekeriyya Aleyhisselam Hazreti Meryem'i mescidin en şerefli ve yüksek yerine yerleştirmişti.

♦ Mihrab, bizzat mescidin kendisidir.

Zekeriyya Aleyhisselam yazın Hazreti Meryem'in yanında kış meyvelerini, kışın da yaz meyvelerini buluyordu. Hazreti Meryem hiç süt emmemişti.

Allah katından özel rızıklanma İmran ailesine verilen bir mucizedir. Hz. Musa'ya Tur Dağı'nda menn ve selva, Hz. Meryem'e mihrabta, Hz. İsa'ya da bayram günü sofra indirilmişti.
 

Ey Meryem, bu sana nereden, dedi.

Bu rızık, o derece boldu ki Hz. Meryem'in hamisi olan bir peygamberi dahi hayrete düşürmüştü. Küçük yaşına rağmen ona bu şekilde hitab etti, çünkü gördüklerinden onun Allah tarafından ilim ve kudretle desteklendiğini anladı.
 

Meryem; o Allah katındandır, dedi.

Hz. Meryem ihlas, samimiyet ve tevazu ile Allah'ın nimet ve bereketini itiraf ederek fazla söze lüzum görmeyerek meseleyi Allah'a havale etti ve 'O Allah katındandır' dedi.

Bu cümle müminin Allah ile olan halini tasvir eder. Rabbi ile aralarında olan sırrı ima ederken dahi tekebbür ve tefahür göstermiyor, bir tevazu göze çarpıyor.

Bütün bunlar, Hz. Meryem’den, Tevrat’taki birçok hükümleri nesheden bir peygamber geleceğinin irhasatıdır.
 

Şüphesiz Allah kimi dilerse, ona hesapsız rızık verir.

"Çok çok, miktarsız, muhasebesiz olarak verir. Veya hesab edilmeyen cihetlerden rızık verir."

Bu cümle, rızkın Allahu Teâlâ'nın katında olmasının illetidir. Hz. Meryem'in sözü de olabilir, Allahu Teâlâ'nın kavli olması da muhtemeldir.

"Hesapsız" tabiri, "çokluğu ölçülemeyecek derecede" veya "isteyenin, istemesi bulunmaksızın, yani istenmeden" manasındadır.

      ✽      ✽      ✽

Bir kıtlık zamanında Efendimiz (sav) çok acıkmışlardı. Hazreti Fatıma (ra) annemiz, kendisi ve çocukları da muhtaç oldukları halde, iki pide ekmekle biraz eti Efendimiz'e (sav) gönderdi. Efendimiz (sav) kendisine hediye edilen bu iki pide ekmek ve bir parça eti alıp Hazret-i Fatıma (ra) annemizin evine geldiler. Ve ona:

 " Gel kızım!" dedi.

Hazret-i Fatıma gelip sofrayı serdi. Efendimiz (sav)'in elinden tabağı alıp kapağını açtı. İçi ekmek ve et doluydu.

Efendimiz (sav) Hz. Fatıma (ra)'ya sordu:

"Ya Fatıma! Bu sana nereden?" Hazret i Fatıma,

"Allah tarafından.. Şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır" dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (sav) şöyle dua ettiler:

"Seni İsrailoğullarının seyyidesi Meryem'e benzeten Allahu Teâlâ hazretlerine hamd olsun!"

Sonra Efendimiz (sav) Hazret-i Ali, Hasan, Hüseyin ve bütün ehl-i beytini o sofraya çağırdı. Hepsi yediler. Doydular. Yemek yine de arttı. Hazreti Fatıma (ra) yemeğin artanını komşularına dağıttı.

      ✽      ✽      ✽

“Allah dilediğine hesapsız rızık verir” tabiri Kur’an’da 5 kez tekrarlanmıştır: Bakara 212, Âl-i İmran 27, 37, Nûr 38, Mü’min 40. Bir kez de şöyle geçer: “Sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer 10)

“Allah dilediğine hesapsız rızık verir” hem dünyada hem de ahirette geçerlidir. Bu altı ayetin hepsi de sadece dünya ve ahiretteki rızık, nimet ve mükafat konusunda geçerlidir. Dünya ve ahiret azabı hakkında böyle bir ifade kullanılmamıştır.

Rızkın hesapsız olarak tanımlanması, rızkın yüce Allah'tan oluşuna ve rızıklananların durumuna göre karşılıksız ve hak edişsiz olarak sunulmasına işarettir. Çünkü canlıların sahip oldukları yetenekler veya talep etme veya benzeri şeyler bütünüyle Allah'ın mülküdür. Kullar, Allah karşısında ne bir şeyin karşılığında alacaklıdırlar, ne de istihkakları vardır. O halde bunlardan hiçbirisi O'nun bu bağışına karşılık sözkonusu edilemez. Bu yüzden Yüce Allah'ın rızkı hesapsızdır. Öyleyse “hesapsız”, karşılık olarak ve belli istihkakla olmama anlamına da gelir. Allah tüm insanlara bir şeyin karşılığı ve belli bir istihkakla belirlenmiş olmaksızın verir. Bu rızık verme, insanların Allah üzerinde bir hakkı bulunmaksızın Allah’ın kendi üzerine aldığı bir haktır.

      ✽      ✽      ✽

İki âma, Ümmü Cafer’in evinin önünde oturdular. Ümmü Cafer cömertliği ile bilinen bir kadındı. Âmalardan biri çoluk çocuk sahibi, diğeri ise bekârdı. Çoluk çocuk sahibi olan, şöyle dua etti: ‘Ey Allah'ım, bana çok geniş hazinenden rızık ihsan et.’ Bekar olan ise şöyle dua etti:

‘Ey Allah (cc)'ım, Ümmü Cafer’in hazinesinden bana rızık ver.’

Ümmü Cafer, rızkı Allah (cc)’tan isteyene her gün iki dirhem gönderdi. Rızkı kendisinden isteyene ise iki pide, bir de içine on dinar koyduğu pişmiş tavuk verdi. Tavukla pideyi istemeyen kör, onları iki dirheme diğerine sattı. Diğer âma da buna razı oldu. Bu hal böylece bir ay devam etti. Ümmü Cafer bir ay sonra bekar olana adam gönderip sordurdu:

‘Bizim ihsanımız onu zenginleştirmedi mi?’ Âma şöyle cevap verdi:

‘Bana ne verdiğini sorun.’

Gelip Ümmü Cafer’e sordular. ‘Üç yüz dinar verdim’ dedi. Adam, ‘Hayır o bana her gün iki pide ile bir tavuk gönderiyordu. Ben onları arkadaşıma iki dirheme sattım’ dedi.

Ümmü Cafer bunun üzerine şöyle dedi ‘Adam doğru söylüyor, diğeri Allah'tan istedi. Allah da onu ummadığı yerden zengin etti. Bu ise rızkı bizden istedi, ama asıl hazinesi bol olan ve rızkı veren Allahtır.’

      ✽      ✽      ✽

“Allah dilediğine hesapsız rızık verir” (Bakara 212) ayeti ile “Kime dilersen ona hesapsız rızık verirsin” (Âl-i İmran 27) ayetleri arasında farklı bir özellik vardır. Buna göre, hüküm bütün insanlara şamil değildir ve “kime dilerse” ile “kime dilersen” kaydı, hükmün umuma şamil olmasına engeldir. Mesela “Sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir” (Zümer 10) ayetinde “kime dilerse” kaydı bulunmamakla birlikte, “sabredenler” ve “işte onlar”, “hesapsız”ın kaydıdır.

Mü’minin dünyadaki ameli zaman, nicelik ve nitelik bakımlarından sınırlıdır. Fakat o amelin ahiretteki mükafatı ve ecri, sonsuz, geniş, çeşitli ve rengarenktir. O amelin karşılığındaki bu ödül açıktır ki hesapsızdır ve onunla karşılaştırılamaz bile. Dünya mevzubahis olduğunda “hesapsız”dan murad, gayret ve çabayla kıyaslanmayacak boyutta demektir. Bazı insanların yevmiyeleri ve gelirleri emekleriyle orantılıdır. Mesela ücretliler, işçiler, memurlar ve diğerleri yaptıkları iş ve sarfettikleri emekleri karşılığında işlerine uygun ücreti alırlar. Ama tüccarlar vs., mesela birkaç gün çalışır ve işlerinin yüzlerce katı gelir elde ederler.

Bazı insanlar da mesela miras kalır veya hazine bulurlar böylelikle mal temin ederler. Bu tür insanlar rızıklarına ulaşmak için ya çalışmazlar, ya da sarfettikleri emek kazançlarına göre çok azdır. İşte “dilediğine hesapsız rızık verir” cümlesinin manası budur. Herkes bu hükmün kapsamında olmadığından “kime dilerse” kaydı burada yerini bulmaktadır.
 

Ayetteki işaretler

Hz. Meryem'e verilen rızık sadece maddi rızık değildi. Marifet, hakikat, ilim, hikmet, feyz gibi indiyet ile tahsis edilmiş ruhani rızıklar verilmiştir ki bu; bedeni rızıklardan çok daha şereflidir.

Zekeriya'nın (as) kefaleti, fikir,

Mihraba dahli; dimağ mihrabına dahlidir.

Hz. Meryem'in yanında rızık bulması; safasından inkişaf eden manalardır.

"O, Allah katındandır, dedi." Hz. Meryem, sözü anlamayacak kadar küçükken konuşup cevab verdi. İsa Aleyhisselam beşikte konuştuğu gibi, annesi Hazreti Meryem de küçükken konuştu.

      ✽      ✽      ✽

Abdurrahman Zeyd b. Eslem anlatıyor:

İçlerinde Muhammed b. Münkedir’in de bulunduğu bir gurup mümin yaz sıcağında gazaya çıktılar. Yolda ilerledikleri esnada guruptan bir kişi:

‘Canım taze, yumuşak peynir istiyor’ dedi. Muhammed b. Münkedir:

‘Allah (cc)’tan yiyecek isteyin, O size yiyecek verir, çünkü O her şeye kadirdir’ dedi.

Guruptakiler Allah (cc)’a dua ettiler ve henüz çok fazla ilerlemeden sel veya rüzgarın getirdiği ağzı dikili bir zembil buldular. İçinde taze, yumuşak peynir vardı. Guruptan bazıları:

‘Keşke bal da olsa’ dediler. Muhammed Münkedir:

‘Size taze, yumuşak peynir yediren Allah (cc)’ın bal yedirmeye de gücü yeter. O’ndan isteyin’ dedi.

Guruptakiler tekrar dua etti. Yine aynı şekilde çok fazla ilerlemeden yol üzerinde içi bal dolu bir oyuk gördüler, oraya inip balı yediler ve Allah (cc)’a hamd ve şükürde bulundular.

      ✽      ✽      ✽

 

Belagat

 'قَبُولٍ حَسَنٍ' Onu güzel kabul ile kabul etti, sıfatlı kinayedir. Yani hoşnutlukla, rızayla kabul etti.

 ب’nın mefulu mutlaka dahil edilmesi kabuldeki alet gibi olması içindir ve bu kabulde Allah’ın ona inayetini gösterir. Bu kabul, Allah’ın Zekeriya (as)’a vahyetmesiyle bilinmiştir.

 قَبُولٍ حَسَنٍ sıfatı; tekit ve medih içindir. تَقَبَّلَ ile قَبُولٍ arasında iştikak-ı sağir ve reddül aciz vardır.

 وَاَنْبَتَهَا نَبَاتاً حَسَناً Onu güzel bir yetiştirmekle yetiştirdi, istiaredir. Gençlerin yetiştirilmesinin yaşlılardan daha kolay olduğuna işaret olmakla beraber, nebatın yetişmesi gibi hassasiyet gerektiğini bildirir. İyi bir nebat için güzel bir toprak, iyi bir sulama, yabancı otlardan temizlemek gerektiği gibi, bir çocuğun yetişmesi için de ortamın güzel, temiz olması, ahlak-ı zemimelerden temizlenmesi gerekir.

 'Ona Zekeriya'yı kefil kıldı' dedikten sonra tekrar Zekeriya her ne zaman onun yanına girse, diyerek zamir yerine açık isim geldi; zihne yerleştirmek ve tahsis içindir.

 الْمِحْرَابَ’daki elif lam cins içindir ve Hz. Meryem’in ibadet ettiği mihrabın murad edildiği bilinir. Umum-husus alakası vardır.

 'Bu sana nerden' dedi, cümlesi 'Zekeriya bu ibret verici durumu görünce ne dedi?' gizli sorusuna verilen cevaptır, şibh-i kemali ittisal ile fasıldır.

 Bu sana nerden, lazım melzumu; Kapılar senin üstüne kilitliyken bu dünya yiyeceklerine benzemeyen yiyecekler nerden geliyor, demektir.

 اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ  cümlesi mesel tarikı cari tezyildir.

 Müsnedin fiil gelişi istimrar-ı teceddüdi bildirir, hükmü takviye eder. Zamir yerine isim gelişi; gayrılardan ayırmak ve zihne yerleştirmek içindir.

 يَرْزُقُ ile رِزْقاً arasında iştikak-ı sağir ve reddül aciz vardır.