Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 44. Ayet

ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوحٖيهِ اِلَيْكَؕ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَࣕ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ

44-Bu sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa Meryem’i himayesi altına alacaklar diye kalemlerini kura için atarlarken yanlarında değildin; onlar tartışırlarken de yanlarında değildin.

 

Ayet bizi maziden istikbale, istikbalden maziye asr-ı saadetten o deme, o demden bu deme götürüp getiriyor. Hem olayı, hem gönüllerimizi canlı tutuyor. Ayette Hz. Meryem'e ibadeti emrettikten sonra şimdi Efendimize hitap ediyor ve onun peygamber olduğunu tasdik edercesine 'Bunlar gayb haberleri, sen; Meryem'e hangisi kefil olacağına dair kura çektiklerinde onların yanlarında değildin' buyuruyor. Olayı Efendimizin gönlünde canlandırıyor.
 

Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.

"Peygamberliğinin sıhhatına delalet etmesi, seninle münakaşa ve mücadele eden kafirleri ilzam etmen için Allah Teâlâ bunları sana inzal ediyor." ذلك 'Bunlar' lafzı, yukarıda zikredilen şeylere işarettir. "Hanne, Zekeriyya, Yahya ve Meryem oğlu İsa'nın kıssaları gayb haberlerindendir. Sen bunları ancak vahy ile bilebilirsin" manasındadır.

Vahiy, işaret, yazmak ve haber göndermek demektir. Başkasına bilmesi için bırakılan herşeye (vahy) denir. Nasıl olursa olsun. Vahiy aynı zamanda hızlı demektir. Sese de 'el-Vahâ' denir.

اِنْباَءُ gaybtan haber vermektir. 'اِيحَاءٌ - vahiy' kelimesi ise Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli manalarda kullanılır; irsal, ilham, ifka (vâkıf kılma), işaret gibi.

Vahy, vahyolunana işaret etme, yazma ve bunlar gibi başka gizli yollarla bir şeyi bildirmektir. İlham da vahiy sayılır. Allahu Teâlâ, "Rabb'in bal arısına vahyetti" (Nahl, 68); Şeytanlar hakkında, "Onlar dostlarına vahyederler" (Enam, 121), ve "(Zekeriyya) onlara "sabah akşam tesbihte bulunun" diye vahyetti" (Meryem, 12) buyurmuştur.

Gaybı öğrenmenin yolları;

   1. Müşahede

   2. Kitaptan okumak

   3. Bir alimden öğrenmek

   4. Allah'ın vahyetmesiyle öğrenmek.

Efendimiz'in gayba vakıf olmasında, asla ilk üç madde sözkonusu olmamıştır. (Efendimiz o günü müşahede etmediği gibi herhangi bir kitab okumamış; bir alimden öğrenmemiştir.) Efendimiz'in gayba vakıf olmasına vahiy yolu tayin edildi.
 

Sen yanlarında değildin.

Hz. Peygamberin, o hâdiseleri görmediği bildirildi. Bu zaten belli olup şüphe konusu değildir. Hz. Peygamber (sav) okuyup yazan birisi değildi, yahudiler buna rağmen vahyi inkâr ediyorlardı. Bu durumda geriye sadece müşahede kalmıştı. Ümmi olduğunu bildikleri halde, vahyi inkâr edenlere hakaret olsun diye, 'Sen yanlarında değildin' dendi. Peygamber 'in o esnada orada bulunmadığının bildirilmesi, onun peygamberliğini inkâr edenleri küçük düşürmek içindir. Peygamber o esnada orada bulunmadığı halde bu olanlardan haberdar olması demek ki sadece vahiy yoluyladır.

Onun müşahede etmesi zaten olmayacak bir şeydi. Sanki şöyle denmektedir: "Ey kendisine vahiy ettiğim Habibi edibimi inkar edenler! Ve peygamberlik davasında onu itham edenler! Onu itham edebileceğiniz, müşahede ve gözle görme ihtimali dışında bir sebep yoktur. Bu iddianız ise, beyinsizliğin doruk noktası ve ahmaklıkta aşırılığın sonudur.

Resulullah'ın , kendinden asırlarca önce yaşayan peygamberlerin hadisesini müşahede etmesi gibi bir ihtimali düşünenenden daha sapık biri olabilir mi? Bu müşrik ve kafirlerin hallerinden daha gülünç, alay edilecek ve istihza edilecek bir hal var mıdır?"
 

Meryem'i hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken.

"Meryem'i onlardan hangisi himayesine alacak" sözünde bir hazif vardır. "Meryem'i hangisinin himayesine alacağını görsünler diye kalemlerini atıyorlardı" takdirindedir.

Münakaşa edip çekişenler, Beyt-i Makdis'e hizmet edenler; ya da âlimleri, din adamları ve vahiy kâtipleriydi. Onlar, dinî bakımdan faziletli ve bu yolda istekli, havastan yirmi yedi kişilerdi. Ürdün nehrine gittiler.

♦ "Kalem" kelimesi birşeyi kesmek anlamına gelen قلم fiilinden türetilmiştir.

Kalemler, Tevrat ve diğer kitapları yazdıkları kalemleridir. Kalemi, suyun akış istikâmetinin ters yönüne doğru giden, bu kefalete hak kazanacaktı. Sadece Zekeriyya (as)'nın kalemi bu şekilde suyun aksi istikametine gitti.

♦ Onlar değneklerini akan suya attılar, sadece Zekeriyya (as)'ın değneği suyun akış istikâmetinin tersine gitti. Üç kere tekrarlardılar. her seferinde Zekeriyya (as)'ın değneği su üstüne çıktı, kurayı o kazandı.

♦ Onların kalemlerini atmaları, gerçek bir kura çekmedir. Onlar, üzerlerinde isimleri yazılı olan şeyleri kur'a için çekip, kimin ismi çıkarsa, ona vereceklerdi. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Derken onlar kur'a çekmişlerdi de (Yunus) yenilenlerden olmuştu" (Saffat, 141) buyurmuştur. Bu, Arapların kumarda kazanılan devenin etini paylaşmak için çektikleri fal oklarına benzer. Bu hisseler, kesilip parçalandığı için, "kalemler" diye adlandırılmıştır.

♦ Hz. Meryem'in babası İmran oğullarının başkanı ve ileri gelenlerindendi. Bu sebeble Hz. Meryem'e kefil olma hususunda istekliydiler.

♦ Veya annesi onu, ibâdete ve Beyt-i Makdis hizmetine adadığı için ona kefalette istekliydiler.

♦ Ya da; önceki ilâhî kitaplarda Hz. Meryem'in ve Hz. İsa'nın halleri haber verilmişti. İbâdet olsun diye onu himaye etmek istemiş ve bundan ötürü çekişmişlerdir.

Bu çekişme; kur'adan sonra meydana gelen bir başka çekişme de olabilir. Hz. Meryem'i himaye hususunda çok arzulu olmaları, annesi Hanne'nin "Benden bu adağı kabul et. Şüphesiz hakkıyla işiten, kemaliyle bilen sensin sen" (Âli İmrân, 35) ve ' Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytandan sana sığındırırım'' (Âli İmrân, 36) duası sebebiyle olmuştur.
 

Kura çekmenin hükmü

İlim adamları bu âyet-i kerimeyi kur'anın kabul edileceğine delil göstermiştir. Kur'a paylaştırmada adaleti isteyen herkes için aslî bir ilkedir, sünnettir. Böylelikle taraflar arasında adalet sağlanır, kalpler mutmain olur, hakları paylaştıran kimse hakkında zanda bulunma ihtimalleri ortadan kalkar. Hak sahiplerinden birisinin, diğerinden daha fazla hak alması kura ile önlenmiş olur.

Üç peygamber kur'a ile amel etmişlerdir: Hz. Yunus, Hz. Zekeriya ve Hz. Muhammed (sav).

Ensar, Muhacirlerin nerede kalacaklarına dair kura çekmişlerdi. Hz. Aişe: "Rasûlullah bir yolculuğa çıkmak istediğinde hanımları arasında kur'a çekerdi. Hangisinin payı çıkarsa onunla birlikte yolculuğa çıkardı" demiştir.

Bu hususta (yolculukta hanımlardan birisi ile çıkma) İmam Malik'ten farklı rivayet gelmiştir. Bir seferinde bu hadis-i şerif dolayısıyla kur'a çeker derken, bir diğer seferinde yolculukta kendisine hangisini daha uygun buluyorsa onunla yola çıkar, demiştir.

Rasûlullah şöyle buyurmuştur: Şayet insanlar ezan okumakta ve birinci safta ne gibi hayırların bulunduğunu bilip de sonra da bunu yapmak için kur'a çekmekten başka bir yol bulamayacak olsalardı elbette kur'a çekerlerdi.Kur'a şu şekilde olur: Birbirine eşit küçük parçalar kesilir. Her bir parçanın üzerine pay sahibinin adı yazılır. Bundan sonra yine aralarında fark olmayacak şekilde çamurdan birbirine eşit parçalar arasına yerleştirilir. Sonra bu çamurlar azıcık kurutulup arkasından bu işlemlerde hazır bulunmayan bir adamın elbisesine bırakılıp elbisesi üzerine örtülür, sonra bu adam elini uzatır ve bir yuvarlak çamur parçası çıkarır. Hangi adamın adı çıktıysa, çekilen pay, kendisine verilir.

 

Belagat

 'Bunlar gayb haberlerindendir' cümlesinde ذٰلِكَ  ism-i işaretinin gelmesi tazim içindir.

 'Sen yanlarında değildin' cümlesi Efendimiz (sav)'e lazım-ı faide-i haberdir.

 يُلْقُونَ ve اَقْلَامَ kelimeleri arasında iştikaka mülhak vardır.

 'Kalemlerini atarlarken' lazım, kura çekerlerken melzumdur. Bu ifade o andaki kurayı gözler önünde canlandıran bir tecessümdür.

 وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ  ile  وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ  arasında itnabtan terdit vardır.