Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 49. Ayet

وَرَسُولاً اِلٰى بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ اَنّٖي قَدْ جِئْتُكُمْ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْۙ اَنّٖٓي اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّٖينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ فٖيهِ فَيَكُونُ طَيْراً بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْـيِ الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللّٰهِۚ وَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَۙ فٖي بُيُوتِكُمْؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَۚ

49- Ve onu İsrailoğullarına Peygamber olarak gönderecek, şöyle diyecek onlara: ‘Size Rabbinizden bir mûcize ile gelmiş bulunuyorum: Çamurdan kuş biçiminde bir şey yapacağım, içine üfleyeceğim ve o gerçekten kuş olacaktır Allah (cc)’ın izni ile . Yine Allah (cc)’ın izni ile anadan doğma körü ve abraşı iyileştireceğim, ölüleri dirilteceğim ve size ne yediklerinizi ve evinizde ne biriktirdiklerinizi anlatacağım. Bunda gerçekten size bir delil vardır, eğer mü'min iseniz.

 

Ayette görüldüğü gibi Hz İsanın en önemli mucizeleri sayıldı. Onun zamanında tıp ileri idi, mucizeleri de tıbbi idi. Hastaları iyileştirmek, ölüleri diriltmek o zamanın halkını ikna edecek türden mucizelerdi. O Ruhullah olduğu için nefesi şifa idi, hastaları dua ile tedavi ediyordu.
 

İsrailoğullarına...

Yahudilerin bazısı, Hz. İsa'nın içlerinden hususi bir topluluğa peygamber olarak gönderildiğini söylemişti. Bu âyet, Hz. İsa'nın bütün İsrailoğullarına bir peygamber olarak gönderildiğine delâlet eder.

İsrailoğullarına gönderilen ilk peygamber Yusuf Aleyhisselam; son peygamber ise Hazreti İsa Aleyhisselam'dır.
 

Size Rabbinizden ayetle geldim

بِاٰيَةٍ kelimesiyle cins mânası kastedilmiştir. Allahu Teâlâ burada, tek bir tane değil, birçok mu'cizeyi saymıştır. Ölüleri diriltmek, anadan doğma körler ile alacalı hastaları iyileştirmek, gaybdan haber vermek gibi.
 

Sizin için çamurdan bir kuş taslağı yaparım

خَلْقَ ; takdir etmek, ölçüp değerlendirmek, manasındadır.

اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّٖينِ "Ben onu takdir eder, ölçüp biçer, şekil verir, tasarlar; bu şekilde yaparım, düzenlerim, meydana getiririm” demektir.

'لَكُمْ Sizin için' yani, sizin iman etmenizi tahsil etmek ve yalanlamanızı kaldırmak için.

Kul yaratmak ve yoktan var etmek manasında asla yaratıcı olamaz.

Allah insana, "Fâtır; yoktan yaratan" sıfatından değil, "Halık; birşeyden birşey yapma" sıfatından bir cüz vermiştir. Buradaki halk (yaratma), yoktan yaratma değil, mevcut birşeyden başka birşey meydana getirmektir.


خَلَقَ  fiilinin Kur'an-ı Kerim'deki manaları:

1) Takdir etmek, planlamak. 'Allah, yerde ne varsa hepsini sizin için takdir etti.' (Bakara, 29)

2) Yaratmak, mevcut maddeleri kullanarak, başka bir canlı varlık meydana getirmektir. 'Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk edin.' (Bakara, 21)

3) Düzenlemek 'Sizin için bir kuş yaparım' (Âl-i İmran, 49)

4) Tutum, adet 'Bu, evvelkilerin tutumundan başka bir şey değil.' (Şuara, 137)

5) Uydurmak, gerçekte olmayan bir haber söylemek, hakikate tamamen ters düşen bir düşünceyi öne sürmek. 'Siz ancak yalan uyduruyorsunuz.' (Ankebut, 17)

6) Pay, nasip (halâk) 'İşte onların ahirette nasipleri yoktur.' (Bakara, 200)

7) Ahlak, hulk, hayat tarzı, karakter "Muhakkak ki sen yüce bir ahlak üzeresin." (Kalem, 4)

Hz. İsa, peygamberliğini açıklayıp, mu'cizeler gösterince, onlar Hz. İsa'nın işini zorlaştırmaya başladılar. Şöyle bir teklif getirdiler:

"Bize, hiçbir hayvana benzemeyen çamurdan bir hayvan yap! Vasıfları şöyle olsun: Kuşlardan çok süratli uçsun, kuş gibi fazla tüylü olmasın, havada durabilsin, gagasız, fakat dişleri olsun, karanlıkta görebilsin, insan gibi gülsün, kadın gibi hayız görsün, süt çıkan memeleri olsun, yumurtlamasın, yavru doğursun! Yavrularını yanında taşıyabilsin!" Hz. İsa, çamurdan yaptığı şekle üfürünce, bildirdikleri vasıfta bir hayvan meydana geldi; uçmaya başladı.

İnsanlar kendisini görebildikleri müddetçe uçuyor, onların gözlerinin göremiyeceği bir yere varınca, ölüp yere düşüyordu.

Yarasa gerçekten de; dişleri ve azı dişi olan, hayız gören, yumurtlamayıp doğuran, tüysüz, kulakları olan, emziren bir memeli türüdür. İnsan gibi güler. Dört ayaklı hayvanlar gibi bevl eder.Gündüz ışığında, gece karanlığında görülmez. Güneş battıktan sonra bir saat, fecr doğduktan sonra bir saat görülür. Bu özellikler sırf yarasada vardır. Yarasa yaratılış bakımından en mükemmel kuştur.

Hz. İsa Cebrail Aleyhisselam'ın Hazreti Meryem'e üfürmesi üzerine doğmuştur. Cebrail Aleyhisselam tamamen ruhani bir varlıktır. Onun nefhasıyla ana rahminde halk edilen İsa Aleyhisselam da, nefesi ile hayat ve ruh vermiştir.

 

بِاِذْنِ اللّٰهِ     Allah'ın izniyle

بِاِذْنِ اللّٰهِ Allah’ın yaratmasıyla, demektir. Hz. İsa bu ifadeyle "Ben bunu tasvir ediyorum, ama ona can verip hayatı yaratan, peygamberlerinin elinden mu'cize izhar etmek için bunu yapan Allah'tır" hükmüne dikkatleri çekmiştir.

Hz. İsa'nın " بِاِذْنِ اللّٰهِ " demesi, onun bir ilâh olduğuna inanan kimselerin vehimlerini de red içindir.
 

Yarasa

Yarasaların yeryüzünde yaklaşık bin farklı türü vardır. Memelilerin yaklaşık dörtte birini teşkil eder. Ve bunların arasından sadece üç türü bazı hayvanların kanını emerler. Tarih boyunca insanlara saldırdıkları vaki değildir. Zaten 8-9 cm’lik boylarıyla öyle bir canlıyı öldürecek kadar da kan ememezler. Zannedildiği gibi pis değillerdir. Her sabah ve avlandıktan sonra kedi gibi yalanarak temizlenirler.

Buzdolabında bile hayatını devam ettirebilirler. Laboratuarlardaki buzdolablarında uyuyan yarasalar üzerinde yapılan çalışmalar kalb ve dolaşım hastalıkları ile kadın hastalıklarına ışık tutmaktadır.

Yarasalara yapılmış bu kötü etiketin aksine, onlar çok şefkatli hayvanlardır. Rabbimiz, bu 10 cm’lik varlıklara nakış nakış merhamet işlemiştir. Örneğin bir anne yarasa yavrusunu dünyaya getirdikten sonra ölmüşse, yakınlardaki diğer anne yarasalar hemen bir araya gelirler. Yavru yarasanın bütün bakımını üstlenirler. Kendi çocuklarından ayırt etmeden öksüz yavruyu büyütürler.

Meyve yiyenleri, rızıklarını almak için meyve ağaçlarına uğradıkça, bir ağaçtan aldığı polenleri uğradığı diğer ağaçlara taşıyarak, farklı ağaçlar arasında tozlaşmalara (aşılamaya) sebep olur. Meyvecilikte ve diğer ziraî ürünlerde bu durum çok aranan bir hususiyettir. Bir kısmı ise; fare, yılan, kurbağa gibi hayvanları yiyerek belli bir grubun aşırı üreyip, ekolojik dengeyi bozmasına mani olur. Yediği böceklerin sayısı ise hesaba gelmez.

En tipik hususiyetleri, ayaklarıyla tutunduğu yerde baş aşağı sarkarak durmasıdır. Asılı vaziyette dururken, kanca şeklindeki tırnaklarına bağlı olan tendonları otomatik olarak kilitlendiğinden, uyurken bile düşmez.

Omurgalı hayvanlar içinde sadece yarasalar kuş gibi uçabilir. Fakat kuşlar gibi uçma telekleri yerine, ön kolları ve parmakları arasına gerilmiş ince bir perde vardır. Havanın dinamik tesirine karşı göğüs kemiği de kuşlarınki gibidir. Bu göğüs kemiğinin benzeri, denizde yüzen teknelerde suyu yarmak için çıkıntı şeklinde yapılan omurgalarda kullanılır. Saatte 50 km hızla uçabilir ve bu hızda avlanabilir.

Yılda dört üreme mevsimi yaşar. Spermleri yedi ay depolanarak ve rahime yapışması kış uykusundan çıkıncaya kadar yavaşlatılarak, yavrunun meydana gelişi geciktirilir. Böylece doğacak yavrunun en iyi besleneceği bir zamana denk gelmesi sağlanır. Çoğunlukla bir yavru doğurduğu halde, bazıları nadiren ikiz veya dördüz doğurur. Yavruya sadece anne bakar, ama bir iki türde babalar da bakıma yardım eder. Bazı türleri tek eşli, bazıları ise çok eşlidir.

Uçarken vücut sıcaklığı 41 °C 'ye kadar çıkarken, kış uykusu esnasında 2 °C 'ye kadar düşer. Kışın soğuk günlerinde mağaralarda donmamak için, milyonlarca yarasa bir araya gelerek, çok büyük topluluklar halinde birbirlerine sokulup ısılarını korumaya çalışırlar. Bazen 20 milyon yarasa hep bir arada uyuyabilir. Bu esnada kalp atışları 400'den 11-25'e kadar düşer. Bu uyku sırasında, derilerinin altındaki özel yağ dokusuyla beslenirler.

Sessiz, sakin, karanlık ve kuytu yerlerde saklanmayı sever, hayatlarının yarısı buralarda geçer. Çoğunlukla geceleri faal olduğu için, bütün davranışları karanlığa göre ayarlanmıştır. Fare, bazı kurbağa ve sürüngenler gibi, bir çok hayvan geceleri ortaya çıktığı için, onlarla beslenerek tabiatın dengesini sağlar. Eğer geceleyin yarasalar çalışmasa, bu hayvanlar kontrolsüz kalır, her yeri istila ederlerdi. Kuzey Kutup Kuşağı, yüksek dağ zirveleri ve okyanus adaları hariç dünyanın her yerinde yaşar.

Tüm bunlar Rabbimizin kendini tanıttığı eserlerden sadece bir kaçı. Ve bu bilgiler bize gösteriyor ki; yarasa asla uğursuz ve kötü bir hayvan değildir.
 

Allah'ın izniyle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim.

الْاَكْمَهَ  Anadan doğma kör olan, önceden görüyorken sonradan görmez olan ve geceleyin görmeyen kimsedir.

Hz. İsa bazen bir günde elli bin hastayı tedavi ediyordu. Gücü yetenler onun yanına gelir, gücü yetmeyenlerin yanına da Hz. İsa giderdi.

İsa Aleyhisselam hastaları sadece dua ile tedavi ederdi. Dua etmek için iman etmelerini şart koşardı.

İsa Aleyhisselam'ın doğuştan körleri ve alaca hastalığına yakalanan insanların şifa bulmalarına vesile olması üzerine halk, onun bu halini Calinus'a sordular. Calinus:

"Ölüler ilaçla dirilmezler. Eğer o ölüleri diriltirse peygamberdir; doktor değildir" dedi. Bunun üzerine, İsa Aleyhisselam'dan ölüleri diriltmesini istediler.

Hz. İsa ölüleri, 'Ya Hayy, ya Kayyûm!.." diyerek diriltiyordu.

Dirilttiği insanlardan biri arkadaşı Azer'di. Azer ölmek üzereyken kız kardeşini İsa Aleyhisselam'a gönderdi,

"Kardeşin Azer ölmek üzeredir hemen gel" dedi.

İsa aleyhisselam ile Azer'in bulunduğu yerin arasında tam üç günlük yol vardı. İsa aleyhisselam ve ashabı üç günlük yolu aşıp, Azerin olduğu yere geldiler. Ama Azer ölmüş, üç gün geçmişti.

İsa Aleyhisselam Azer'in kız kardeşine:

- Bizi Azer'in kabrine götür, dedi. Azer'in kız kardeşi onlarla beraber Azerin kabrine gitti. Kabir yüksek bir sahradaydı.

İsa Aleyhisselam dua etti:

"Allahım! Ey yedi kat göğün ve yedi kat yerin Rabbi! Sen beni İsrailoğullarına gönderdin. Ben onları senin dinine davet ediyorum.

Onlara ölüleri dirilttiğimi haber verdim! Azer'i dirilt!" dedi.

Azer ayağa kalktı. Üzerindeki tozları silkeleyerek kabrinden çıktı. Azer bundan sonra yaşamaya devam etti, bir de çocuğu oldu.

Hz. İsa bundan sonra başka insanları da duasıyla diriltti. Ancak insanlar, 'Onlar daha yeni ölen birileriydi. Belki de bu insanlar ölmemiş, bir kalb krizi geçirmişlerdir. Sen bize Sam bin Nuh'u dirilt!' dediler. Hz. İsa "Bana Sam bin Nuh'un kabrini gösterin!" dedi. Onu Hazreti Nuh'un oğlu Sam'ın kabrinin başına götürdüler. Bütün kavim İsa Aleyhisselam ile beraberdi.

Hz. İsa ism-i azam duası ile Allahu Teâlâ'ya dua etti.

Sam bin Nuh saçları beyazlamış bir halde kabrinden çıktı. Hz. İsa sordu:

- Saçlarına neden ak düştü? Sizin zamanında saç beyazlaması yoktu!

- Ya Ruhullah! Sen beni çağırdığın zaman bir ses işittim,'Ruhullah'a icabet et" diyordu. Bu ses üzerine kıyametin koptuğunu sandım. İşte bu korkudan dolayı saçlarıma ak düştü!

Hz. İsa Sam bin Nuh'a can verme halini sordu. O:

- Ölüm acısı hala boğazımdan geçmiş değildir, dedi. Halbuki Sam bin Nuh'un ölümünden dört bin yıldan fazla zaman geçmişti.

Sam bin Nuh Yahudiler topluluğuna döndü:

- İsa Aleyhisselam'ı tasdik edin o peygamberdir, dedi.

Bunun üzerine bazıları iman etti, bazıları da tekzib edip İsa Aleyhisselam'ı yalanladılar.

Sonra İsa Aleyhisselam ona,

- Tekrar ölmek ister misin, dedi. O:

- Ölüm acısını tatmamak şartı ile ölürüm, dedi. İsa Aleyhisselam Allah'a dua etti. Ölüm acısı tatmadan tekrar vefat etti.

Sonra bir ihtiyarın, o anda ölen oğluna duâ etti. O da diri olarak tabutundan çıkıp, çoluk çocuğunun yanına döndü.

İsa Aleyhisselam'ın Allah'ın izniyle dirilttiği sadece bu dört kişi değildir. Üzeyr Aleyhisselam ve daha bir çok kişiyi diriltmiştir.

Yahudiler onun ölüleri diriltmesini bir türlü kabullenmediler. "Bu bir oyundur" dediler. Büyükçe bir ateş yaktılar. Alevleri göklere yükseliyordu. Orada toplanan halkın gözünün önünde İsa Aleyhisselam'a "Ey İsa! Eğer Üzeyir Aleyhisselam'ı diriltemezsen seni bu ateşte yakarız" dediler. Üzeyr Aleyhisselam'ın mezarını kazdılar. Fakat taş mezarın kapağını kaldıramadılar. İsa Aleyhisselam'a anlattılar: "Üzeyr Aleyhisselam'ın kabrinin taşını kaldıramıyoruz.

Bize yardım et" dediler.

İsa Aleyhisselam bir kase su istedi. O suya okudu, Yahudilere verdi; "Bunu tabuta saçın" dedi. Yahudiler suyu götürüp Üzeyr Aleyhisselam'ın tabutuna saçtılar. Tabutun kapağı açıldı. Üzeyr Aleyhisselam'ın mübarek bedeni olduğu gibi duruyordu. İsa Aleyhisselam kasedeki sudan biraz Üzeyr Aleyhisselam'ın üzerine serpti. Bütün Yahudiler toplanmışlardı, bir yandan da yaktıkları ateşe sürekli odun atıyorlardı. Meşe odunları yandıkça alevleri göklere doğru yükseliyordu. Hz. İsa'ya "Eğer Üzeyr Aleyhisselam'ı diriltemezsen seni bu ateşte yakarız" dediler. İsa Aleyhisselam:

"Merhametsiz olduğunuzu biliyorum. Daha önce bir çok peygamber ve salih insanı öldürdünüz. Eğer Üzeyr Aleyhisselam'ı Allah'ın izniyle diriltirsem iman'a gelir misiniz?" diye sordu.

Hepsi bir ağızdan bağırdılar: "Evet Allah'ın varlığını birliğini, senin O'nun kulu ve peygamberi olduğunu tasdik ederiz."

İsa Aleyhisselam Üzeyr Aleyhisselam'a seslendi. "Ey Üzeyr! Allah'ın izniyle diril"

Yahudilerin şaşkın bakışları içerisinde Üzeyr Aleyhisselam dirildi. Kalkıp oturdu. İsa Aleyhisselam'a selam verdi, iki yüce insan konuştular. Yahudiler Üzeyr Aleyhisselam'a sordular:

"Ey Üzeyr, İsa hakkında ne dersin?" Üzeyr Aleyhisselam: "Ben şehadet ederim ki İsa Allah'ın kulu ve resulüdür" dedi. Ancak Yahudiler. yine iman etmediler.

"Ey İsa! Sen Üzeyr Aleyhisselam'ı da büyüledin. Bu ne büyük bir sihir!" dediler. Yine de sihirbazlıkla itham ettikleri İsa Aleyhisselam'a: "Ey İsa! Müsaade et Üzeyr aramızda yaşasın" dediler. Üzeyr Aleyhisselam Yahudilerin İsa Aleyhisselam'a yaptıkları eziyeti görmek istemediği için, yaşamak istemediğini, bir an evvel kabrine varmak istediğini belirtti. İsa Aleyhisselam:

"Hemen kabrine iletin" buyurdu. Üzeyr Aleyhisselam çoktan vefat etmişti. Bu mucizeyi gören Yahudiler daha da azdı, çok azları iman etti.

      ✽      ✽      ✽  

Hz. İsa bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice bakınca adamın kötürüm olduğunu anladı. Ayrıca iki gözü de görmüyor, vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu.

Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış şöyle dua ediyordu:

‘Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!’

Hz. İsa kötürüm adama yaklaştı ve ‘Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor, bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun içinde büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?’ dedi.

Adam kapalı gözleriyle sesin geldiği yöne yönelerek dedi ki:

‘Allah (cc) bana öyle bir kalp vermiştir ki, o kalple O'nu tanıyorum. Öyle bir dil vermiştir ki, o dille O’na şükrediyorum. Halbuki dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O’nu tanıma sevinci, dilinde de O’na şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan etmiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü lütfeylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyorum, öyle dua ediyorum.’

Gözleri kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu kötürüm adama yaklaşan Hz. İsa ‘Ver şu elini öyleyse!’ diyerek adamın elinden tutar, eğilerek görmeyen gözlerinden öper. Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa (as) olduğunu anlayınca heyecanlanan adam:

‘Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden, mucizeler sahibi peygamber değil misin?’ der.

Hz. İsa ‘Belli olmuyor mu?’ diye sorunca adam:

‘Gözlerimden belli oluyor da ayaklarımdan henüz belli olmuyor’ diye karşılık verir.

Tebessüm eden Hz. İsa:

‘Sen hele bir ayağa kalkmayı dene!’ deyince, silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar. Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü de şu olur:

‘Ey Allah (cc)’ın nebisi, sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyleyse izin ver de geç kalmayayım, O’na bir şükredeyim’ diyerek hemen yere inip başını secdeye koyarak der ki:

‘Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl ödeyeceğim bu nimetlerinin karşılığını?’

Bu sırada çevreden toplanan bazı kimseler, gösterdiği bu mucizelerden dolayı Hz. İsa’nın elini öpmek isterler. Ama Allah (cc)’ın nebisi işaret eder:

‘Benim değil, şu secdedeki adamın elini öpün!’ Derler ki:

‘Onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç böyle bir mutluluk duymadık.’

Hz. İsa onlara şu tavsiyede bulunur:

‘Öyle ise siz de tefekkürde bulunun. Düşünen insan sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise mahrumiyet duygusunda kalır.’

      ✽      ✽      ✽  

Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiyorsunuz size haber veririm.

a) Hz. İsa, çocuklarla oynuyor, sonra onlara, anne ve babalarının ne yaptığını haber veriyordu. Çocuğa annesinin kendisi için sakladığı şeyleri haber veriyordu; çocuk evine döndüğünde, o şeyi alıncaya kadar ağlıyordu. Ana-babalar çocuklarına, "Bu sihirbazla oynamayın!" diyor ve onları bir evde topluyorlardı.

Hz. İsa onları aramaya geldiğinde, (anne-babaları), "Çocuklar evde değiller!" diyorlardı. Hz. İsa da, "Peki, evde kim var?" diye sorduğunda, onlar, "Domuzlar var.." diyorlardı. Hz. İsa da, "İşte, öyle olsunlar!" deyince onlar da domuz haline geliyordu.b) Hz. İsa'nın gaybdan haber vermesi, gökten sofra indiği zaman olmuştu. Çünkü İsrailoğulları, bu sofradan geriye birşey bırakıp biriktirmekten nehyedilmişlerdi. Ama onlar, yine de yiyecek biriktirip, saklıyorlardı. Hz. İsa da, onlara neler sakladıklarını haber veriyordu.

 

Belagat

 رَسُولاً Önceki cümleden haldir, hal-i mübeyyine.

 اُحْـيِ - diriltirim, الْمَوْتٰى 'ölüler' kelimeleri arasında biri isim diğeri fiil olmak üzere tibak vardır.

 اَنّٖٓي اَخْلُقُ Cümlesinde müsnedin fiil olması hükmü takviye eder.

 اَخْلُقُ 'Halk' fiili, tasarım, şekil verme anlamında tevriye-i mücerrededir.

 الطِّين kelimesi ile الطَّيْر kelimesi arasında cinası müzari vardır. Bir harfi farklı ن - ر ve mahreçleri birbirine yakındır.

 İsra Suresi 13. ayet-i kerimesinde, الطَّيْر 'Kuş' kelimesi, amel, kader manasında geçer. Burada bir istirae-i vefakiye vardır. Hz. İsa hem gerçekten bir mucize eseri kuş taslağı yapmış hem de insanlara yeni bir hayat tarzı getirmiştir.

Cümledeki 'الطِّين çamur' kelimesi, Allah'ın değerler sistemini ifade eder. Hz. İsa bu değerlerden, bir proje, bir kader oluşturacaktır. Sonra projeyi tatbik edebilmek için harekete geçirecek ve daha sonra bu proje, Allah'ın izniyle toplumun kaderi olacaktır. Üflemek, bu değerleri tatbik etmek demektir. Üflemek, uyuyan ve hayata tatbik edilmeyen değerlere can vererek harekete geçirmenin ifadesidir.

Esas mucize, ilahî değerlerle bir toplumun kaderini oluşturarak, onu erdemli hayatın ufuklarında kuş gibi uçurmaktır. Yani Hz. İsa'nın ilk mucizesi, ilahî mesajı toplumun hayatına sindirerek, maddeciliği öldürüp maneviyatı canlandırarak kuş gibi uçurmak, yüceltmektir.

Toplumların yozlaşması, çürümesi, çökmeye yüz tutması, manevî hayatı çamur haline getirir. İşte böyle dönemlerde peygamberler devreye girer, o çamur halini alan hayattan, -Allah'ın izniyle- toplumları yücelten kaderi meydana getirirler. İlahî mesajı toplumun hayatına üfürünce, o çamurlaşan hayata geçirince, toplum kanat açmaya başlar ve insanlık aleminin ufuklarına uçar. Hz. İsa, çamur haline gelen toplumsal hayatı yüceltmiştir.

 'Alaca hastalığını, anadan doğma körü iyileştiririm' cümleleri de aynı istiare-i vefakiyedir. 'Alacalılık' beyindeki şüpheciliği, fikrî açıdan oturmamışlığı, davranışlardaki renksizliği, beyin, gönül ve nefis arasındaki bölünmüşlüğü ifade eder. Beyin başka, gönül başka bir yöne, nefis de şeytana yönelirse, ruhta alaca hastalığı oluşmuştur.

Deride meydana gelen bu hastalık, insanın şahsiyetinde, iç aleminde ve davranışlarında da görülür. Hz. İsa, kavmini bu ruh hastalığından ve davranış bozukluğundan kurtarıp, tedavi edecekti. Alaca hastalığına yakalanan beyinleri, gönülleri ve davranışları düzeltecekti. Allah'ın izniyle toplumda ıslahat başlatacak, manevî hastalıkları ortadan kaldıracaktı.

Hz. İsa'nın tedavi ettiği 'Körlük' zahiri körlüğü ifade ettiği gibi, gönül gözünün körlüğü anlamına da gelebilir. Hz. İsa gönül gözünü, yani aklı, basireti de geliştirecekti. İsrailoğulları'nın akıl ve düşünceleri âtıl, gönül gözleri körelmiş durumdaydı. Hz. İsa sayesinde insanların gönül gözleri açılıyordu.

 Dal bil işare olarak; bu mucizelerin günümüze ışık tutması için, eğitim sisteminin insanların akıllarını çalıştırması, doğru düşünmeyi öğretmesi, gönül gözlerini açıp meseleleri derinlemesine görme alışkanlığını kazandırması, beynin, gönül ve nefsin ayrılığından meydana gelen 'Alacalı' şahsiyetler yerine, bütüncül şahsiyetler yetiştirmelidir. Böylece Hz. İsa'nın mucizesi devam etmiş olur.

 'Ölüleri yeniden hayata döndüreceğim' cümlesi istiare-i vefakiyedir.

 Buradaki 'ölü', manevî anlamdaki ölüdür. Şirk sebebiyle ölen gönüller, ilahî mesajın üfürülmesiyle dirilecektir. Müşrik ve kafirler, manen ölüdürler; onun için Allah onlara "yaşayan ölü" demektedir. (Neml, 80) Mezardaki ölü nasıl işitmezse, manen ölü olan kimse de ilahî mesajı işitmez. 'Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekine işittiremezsin.' (Fatır, 22)

 'Allah'ın izniyle - بِاِذْنِ اللّٰهِ ' izafetinin tekrarı itnabtan iygal; tekit nüktesi için. Ve tekmil ve ihtiras; yanılgıyı def içindir.

 'Yedikleriniz' ve 'Biriktirdikleriniz' kelimeleri arasında tibaka mülhaktan ihamı tezat vardır. İnsan yemediğini ayırıp biriktirir.

 'Biriktirdikleriniz' ifadesinde onların cimriliğine bir tariz vardır.

 'اِنَّ فٖي ذٰلِكَ Muhakkak ki bunda sizin için ayetler vardır' cümlesi cem mea taksimdir.

 Hz. İsa'nın mucizelerini ayrı ayrı sıralaması itnabtan tefridir.

 'Diriltirim' fiili ile 'İyileştiririm' fiilleri arasında, 'Anadan doğma kör' ile 'Abraş' hastalıkları arasında muraatı nazır vardır.

 'Eğer müminseniz; bunda sizin için ayetler vardır' mefhum-u şartı ile şu anlama gelir: Eğer mümin değilseniz, bu mucizeler sizin bir ayet olamaz, anlayamazsınız. Bir mucizeyi, ibreti, ayeti algılayabilmek imana bağlıdır.