57- İman edip sâlih amel işleyenlere mükafatları eksiksiz verilecektir, Allah (cc) zulmedenleri sevmez.
Kuran'da bir gül goncası gibi açan; 'İman eden ve salih amel işleyenler' cümlesi mümin ruhlara huzur ve sürur veriyor. Sık sık vazifesini düzgün yapan mümine ödülü müjdelenip görevi hatırlatılıyor. 'Amene' ifal babından olduğu için şu manaları ifade eder:
1- Duhul: İmana dahil olmak. Yani iman zamanıyla mekanıyla insanı içine alan bir nur halesi, bir sakfi mahfuz, bir cennet bahçesi. O bahçeye giren huzur bulur, rahmete erer, iki cihanı aziz olur.
2- Vicdan (Bulmak): İmana giren kendini bulur, hedefini, gayesini, yolunu, yordamını bulur. Aslını, asaletini, cenneti en önemlisi Rabbini bulur, cemaline mazhar olur.
3- Sayruret (Olmak): İmana giren olgunlaşır, bütün yanlış inançlardan kötü amellerden, zulüm, nifak ve ayrılıklardan kalbi, bedeni ve ruhi güzelliklere dönüş yapar. Dış ülkeden kendi diyarına kesin dönüş yapan gurbetçiler gibi, vatan-ı asliyesine, elest bezminde verdiği sözün Rabbe kul olmanın sevincine döner. Olumsuzluklar kalkar, müsbet anlayış, müsbet yaşayış kendini gösterir.
4- Haynunet (Zamanı gelmek): Bir düşünürün dediği gibi; İnsan dünyaya geldiğinde değil, İslam'ı yaşayıp yaşatmaya başladığı zaman yeni doğmuştur.
İman insana zamanın kıymetini öğretir. Güneş ve ayın hesap için yaratıldığı şuurunu verir. Zamanla dinini, dünyasını disipline eder. Namaz kelimesinin iştikak-ı kebirinde, cinas-ı kalbinde yani tersten okunuşunda 'Zaman' lafzını görürüz.
5- İzale (Gidermek): İman küfrü, tağutu, putları, hevayı, nefsi, şeytanı ve dünya sevgisi gibi batıl ilahları yok etmek demektir. Bunlar kalpten izale edilmeden eski adetlere, alışkanlık, hobi gibi dine ters düşen şeyler terk etmedikçe kalbe girip yerleşmez. Onun için imana girme anahtarı olan kelime-i tevhidde önce 'La ilahe' ile bütün ilahları yok edip hatırdan gönülden çıkarmak sonra 'İllallah' Ancak Allah vardır, cümlesiyle isbat vardır. Ayrıca imanın gereğini yapıp, inandığımız Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınıp sakındırmak da izale manasının kapsamındadır.
6- Kesret (Çoğalma): İman delillerle pekiştirilip amellerle desteklenirse ziyadeleşir. İman etmek, imanın kuvvetini, mertebesini artırmak, inanılacak hususları önce icmalen. sonra tafsilen tek tek inceleyip detaylarına inip imanı kuvvetlendirmek demektir.
7- Arzetme, sunma: İmanın gereğini yaşayarak, anlatarak insanların da imana gelmesi için tebliğ etmek, güzelce, kibarca, muhatabın anlayışına uygun bir tarzda sunmak ikram sunar gibi nezaketle davet etmek gerekir.
8- Zorlamak: Dinde cebir yok, dine girenleri, dinde olanları dindeki gevşekliklerini atmaları için mücadele etmek vardır. İman; hem kendi nefsinde hem mümin kardeşinde gaflete isyana, nisyana fırsat vermemeyi gerektirir.
9- Mübalağa: İmanın sınırlarını tesbit edip onun hakikatine ulaşmaya çalışmalı ve bu uğurda azami gayret göstermelidir.
Cümlenin aslı عَمِلوُا عَمَلًا صَالِحًا idi. Mefulü mutlak ile ameli üç boyutlu anlatan bir cümledir:
1- Tekit: Ameli kuvvetlendirmek, çoğaltmak, amellerdeki zaafları, noksanları gidermek.
2- Neviyet: Allah'ın rızası amellerde gizlidir. Mali, bedeni, kalbi amellerin hepsini yapmak. Amelleri çeşitlendirerek rızay-ı ilahiyi aramak.
3- Adet: Amellerde ölçülü olup sayısına, hududuna riayet etmek.
Nefsin azı çok gösterme hilesinden kurtulmak.
Allahu Teâlâ imân edenleri zikredip, sonra onları sâlih amel işlemekle vasfetmiştir. Çünkü amel-i sâlih imanın hakikatinden başka birşeydir.
Salih amel
Allahu Teâlâ insanı şerefli ve üstün olarak yaratmıştır. Kullarını geçici dünya hayatında Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmek ve imtihanı kazanmakla mükellef kılmıştır. Bu itibarla insanın dünyadaki asli görevi de Allahu Zülcelal’e ibâdet ve taat olmuştur. ‘İnsanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.’ (Zariyat; 56)
Fakat insan zamanla bu aslî görevlerinden uzaklaşır, günahlara düşer. Bunun sebebi nefsin kötü istek ve arzularına uymaktır.
Akaidî ve imanî hükümleri kuvvetlendirerek meleke haline getiren ancak ibâdettir. Allah'ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibâdetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, âlem-i İslâmın hal-i hazırdaki vaziyeti şahiddir. Ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrud zihniyeti çoğalır.
İbâdetler sayesinde kalbe ve ruha mânevi feyizler gelir. Bu feyzler akıl ve kalbi manen güçlendirerek, nefse galib gelmeye vesile olurlar.
"Allah zulmü sevmez" demek; "Allah zulmü murad etmez" demektir. Allah zulmü sevmediğinden, istemediğinden, iman edip salih amel yapanları mükafatlandırır.
Günahlar arasında başkalarına haksızlık etmekten daha büyük bir günah yoktur. Kul haklarının cezaları dünyada başlar ve yalnız failini değil, bütün kitleyi etkisine alır. Kul hakkı, evlada, gelecek nesillere sirayet eder.
Amme hakları çok daha yıkıcıdır. Vakfın çivisini söken mahvolur. Kamu hakkına girmenin en çok başvurulan yolu zekat vermemektir. Bu kamu hakkı yemenin pasif bir yoludur.
Kul hakkı bazen eşyaya ilişkin olmayabilir. Sövme, kötü söz, alay, kalp kırma birer kul hakkıdır. Bunlardan kurtulmak için tevbe yetmez. Böyle haklar altında olanlar önce ilgiliden helallik alacak, sonra da Allah (cc)’a tevbe edecektir.
Zâlim yaptığı haksızlığa tevbe etmeli, haksızlık ettiği kimseden dünyada iken helâllık almalı. Bu mümkün değilse onun için istiğfar edip duâ etmeli. Böylece helâllık ümidini kalbinde beslemelidir.
Dilersen rahmet-i Rahman’ı cana, bu dâr-ı dünyada incitme canı
Kerem-i Kerim’den ihsanı cana, bu dâr-ı dünyada incitme canı
Sular gibi yüzün yerlere koy ak, tevazu incisin gerdanına tak
Kullara kurban ol bu kibri bırak, bu dâr-ı dünyada incitme canı Efe Hazretleri
Zalim
✦ Allah (cc) bana şöyle vahyetti: ‘Ey Peygamberlerin kardeşi! Ey sakındıranların kardeşi! Kavmini korkut ve sakındır ki, benim evlerimden hiçbirine ve kendi evlerine zulmü ve karanlığı sokmasınlar. O karanlık ve zulüm kişinin ehline dönük olduğu sürece benim önümde namaz kılmasına rağmen ona lânet ederim. Bundan vazgeçerse onun işiten kulağı, gören gözü, dostu olurum. Onu peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle berâber cennette benim komşum kılarım.’ Bir kimsenin, din kardeşine ırz veya mal yönünden bir zulmü varsa, bugünden helâlleşsin. Dinarın ve dirhemin olmadığı bir günde yakalanmaya kalmasın. Eğer yararlı bir ameli yoksa zulmettiği kimsenin günahı alınır, sırtına yüklenir. Hadis-i Şerif
✦ Yaptığı haksızlıkla bir zâlime yardım eden, bir müslümanın hakkının yok olması için zâlimle işbirliği yapan Allah’ın gazabına uğrar. Aynı günah kendisine de gelir. İbni Mesud
✧ Bir kimse, bir insana zulüm ettiği için, helâllık almak ister de onu ölmüş bulursa o zaman her namazın ardından, zulmettiği kimse için Allah’tan bağış talebinde bulunmalı. Böyle yaparsa bu haksızlığın sorumluluğundan kurtulur. Meymun b. Mihran
✧ İnsanların en zâlimi Allah’a isyan edip nefsine zulmedendir.
✧ Bir günah seninle Allah arasında bir şey ise Allah kerimdir, senden günahını bağışlayabilir. Ama bir günah seninle kullar arasında ise, bunun tek yolu vardır; o da zulmettiğin kimsenin gönlünü almaktır.
✧ Günahlardan sakın. Günahlardan her biri, bir kötülüktür. Onun kötülüğü bir mancınığa konup itaat duvarına atılır. Duvarı yıkar. Yıkılan duvardan nefsani rüzgâr girer, mârifet kandilini söndürür.
✧ Bir kimse zâlimdir ama Kur’an okur. Bu adam, Kur’an’ı okurken kendi kendine lânet okumuş olur. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘Dikkat ediniz! Allah’ın lâneti zâlimler üzerinedir.’ (Hud:18)
✧ Kim bir zâlimin sıhhati için duâcı olursa, Allah’a isyan etmeyi göze almış demektir. Süfyan-ı Sevri
✧ Zulüm ve günahla övünenlere kin tutarak, Allah’a yaklaşabilirsiniz. Onlardan uzak durarak, ilâhi rızâya kavuşabilirsiniz. Hz. Îsâ
✽ ✽ ✽
Osmanlı’da adâlet, sâdece insanlara has değil, kurda, kuşa, toprağa ve suya da şâmildi. İşte bir Osmanlı kânunnâmesi:
‘... ve ayağı yaramaz beygiri işletmeyeler, at, katır ve eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler ve ağır yük vurmayalar, zirâ dilsiz canavardırlar, her kangısında eksik bulunur ise sâhibine tamam itdüre, eslemeyanı tamam gereği gibi hakkından geline ve hammallar ağır yük vurmayalar, müteâref (örf) üzere ola...’
✽ ✽ ✽
✽ 'الَّذٖينَ اٰمَنُوا İman edenler' و atıf harfiyle 'عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ Salih amel işleyenler'e bağlanmış, aralarında vasıldan tezayuf vardır. Camiisi; sadece iman yetmediği gibi sadece amelin de yetmediğini bildirir. İman ve amel bir bütünün iki yarısıdır.
✽ الصَّالِحَات'ın başındaki ال ahdi harici, cins ve istiğrak-ı hakiki bildirir.
✽ 'İman edip, salih amel işleyenler' arasında muraat-ı nazır vardır.
Muraat-ı nazır, bir cümlede mana bakımından birbirine uygun kelimelerin bir arada zikredilmesidir. Üç kısımda incelenir:
a) Lafzın lafza uyumu
b) Lafzın kastedilen manaya uyumu. Bu durumda cümledeki tüm lafızlar kastedilen manaya ve birbirine uyumludur.
c) Manaların uyumu. Buna teşabuhe'l etraf denir. Cümlenin sonunda, baş tarafa uygun bir kelimenin zikredilmesidir.
Muraat-ı nazıra mülhak bir diğer sanat da; iham-ı tenasüptür. Bir kelimenin uzak manasının cümledeki bir diğer kelimeye uymasıdır.
✽ Önceki ayette kafirler için 'اُعَذِّبُهُمْ Onları azaplandıracağım' buyurduğu halde burada müminler için فَيُوَفّٖيهِمْ اُجُورَهُمْ 'Onlara ödeyecektir' şeklinde geldi. Burada zamirin mütekellimden gaibe iltifat edip geçmesi; azab etme fiili ile "sevab verme" fiillerinin, Celal ve Cemalin değişmesinden olduğunu beyan içindir.
✽ فَيُوَفّٖيهِمْ اُجُورَهُمْ ' Onlara ücretleri tastamam ödenecektir' cümlesi istiare-i tebaiyedir. İman edip salih amel işleyen kimseler, ücret karşılığı çalışan kimselere benzetilmiştir.
✽ Bu ayet ile küfredenlerin zikredildiği bir önceki ayet arasında mukabele vardır.