Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 68. Ayet

اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰهٖيمَ لَلَّذٖينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذٖينَ اٰمَنُواؕ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنٖينَ

68- Muhakkak ki İbrâhim’e en yakın olanlar, ona uyanlarla şu peygamber ve müminlerdir. Allah (cc) müminlerin dostudur.

 

İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona tâbi olanlarla şu peygamber ve iman edenlerdir.

Tevhid inancı geleceği geçmişe, geçmişi geleceğe taşır, zaman mefhumunu ortadan kaldırır. Tevhid inancıyla zaman ve mekan farkı ortadan kalkar.

Ayet-i kerime; bir peygambere yakınlığın dil ile değil, gönüldeki iman ile olacağını bildirmektedir.
 

    Eğer aşık isen yare, sakın aldanma ağyare

    Düş İbrâhim gibi nare, bu gülşende yanar olma.  Seyyid Seyfullah
 

Peygambere uyanlar

✧ Nefsim için en güvendiğim amelim Efendimiz’in ashabına sevgi ve hürmetimdir. B. Hafi

✧ Ehli sünnet bir kimseyi görünce sanki ashab-ı kiramdan birini görmüş gibi olurum. Bidat ehli birini gördüğüm zaman da münafıklardan birini görmüş gibi olurum. Ebû Muhammed Bebrahari (ks)

✧ Kim sünnete dört elle sarılırsa Allah (cc) onun gönlünü marifet nuru ile parlatır, kalbini marifet ışığı ile nurlandırır. Ebû Abbas Ademi (ks)

✧ Allah’a ulaşan en emin yol; bütün iş, hareket ve ibadetlerde Efendimiz’in sünnetine tabi olmaktır. Ebû Ali Cürcani

✧ Resulullah Efendimiz’in varisi onun işlerine uyan ve şeriatına tabi olandır. Ebul Hasan Harkani

✧ Allah’a hakkıyla iman ve Resulü’ne tabi olmaktan daha büyük keramet yoktur. Ebû Hasan Şazeli

✧ Sünnete uygun yapılan az bir ibadetin sevabı bidat işlenerek yapılan çok amelden kat kat daha fazladır. S. Sakati

✧ Peygamberler, peygamberlere tâbi olup izlerinde yürüyenler, muhabbet ehli olup, Allahü Teâlâ'yı ve O'nun ‘Seviniz’ buyurduklarını sevenler, ziyandan kurtulup, nîmetlere kavuşmuşlardır.

      ✽      ✽      ✽ 

Hizmet ruhunun muazzam misallerinden biri de Hz. Veheb b. Kebşe’dir. Bu mübarek sahabinin türbesi Çin’dedir. Efendimiz onu Çin’e tebliğ hizmetinde bulunmak üzere vazifelendirmiştir. Halbuki o zamanın şartlarıyla Çin bir yıllık mesafededir. Bu sahabi oraya gidip uzun müddet tebliğde bulunduktan sonra gönlünü kavuran Resûlullah hasretini bir nebze olsun dindirebilmek ümidiyle Medine yollarına düşmüştü. Bir yıl süren çileli yolculuğun ardından Medine’ye vasıl olmuş, fakat ne yazık ki Hz. Peygamber vefat ettiği için onu görememiştir. Resulullah’ın kendisine emrettiği hizmetin kutsiyetinin idraki içinde tekrar Çin’e dönmüş ve bu hizmetteyken ruhunu teslim etmiştir.

      ✽      ✽      ✽ 

Allah, iman edenlerin dostudur.

"Yardımı, desteği, muvaffak kılması, onları yüceltmesi ve onlara ikramda bulunmasıyla onların yardımcısıdır."

Tevhid inancına sahip olan insan, aynı zamanda Allah'ın dostluğunu da kazanarak O'na yakın olmuştur.

Peygambere yakın olan Allah'a, Allah da ona yakın olur.

İman ile yakınlık arasında ilişki vardır. Birbirini sevmeyen, saygı duymayan, birbirinden ayrı düşen mü'minler, imanlarını gözden geçirmelidir. İman; insanın gönlünden çıkarak sosyal hayatı kucaklamalıdır.
 

Allah'ın dostluğu

“Ben kulumu sevince (adeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, düşünen kalbi ve konuşan dili olurum.” Hadis-i Kudsi

Farz ve nafile ibadetlerle Allah’a yaklaşmaya çalışanı, Allah kendisine yaklaştırır. Ve onu iman derecesinden ihsan derecesine yükseltir. Artık bu insan kalp huzuru içinde, sanki Allah’ı görüyor gibi tam bir murakabe ile Allah’a ibadet eder. Kalbi, Allah’ın marifet, muhabbet, azamet ve heybeti ile dolu, Allah ile sıcak dostluk kurarak, O'na âşık olur.

Nihayet kulun kalbindeki bu derin marifet ve basiret, gönül gözüyle kendisi tarafından da müşahede edilir. Kalp Allah’ın azameti ile dolunca, bu durum kalpten Allah’tan başkasını siler götürür. Kalpte, kulun nefsi arzularını düşünmek gibi bir şey kalmaz.

Bu kul, Mevla’nın istek ve iradesinden başka bir şey istemez. Artık o sadece Allahu Zülcelal’in zikrini konuşur, O'nun emri ile hareket eder, konuşmasında, dinlemesinde, bakmasında ve tutmasında hep Allah ile beraberdir.

İşte hadisi kutsî’deki “Ben onun işiten kulağı, gören gözü olurum” ifadelerinden maksat budur.

Allah dostu ârifin alameti üçtür: Ma’rifetinin nûru, veraının nûrunu söndürmez. Zahiri ahkâma ters düşen bâtın ilmine inanmaz. Allah’ın nimet ve kerametine nâil olması onu haramların sınırını zorlamaya sevketmez.

Allah’ın dostluğuna erebilmenin şartı, Allah’ı sevmek O’nun tarafından sevilmek, müminlere karşı tevâzu, kâfirlere karşı vakar sahibi olmaktır. Allah yolunda kınayanın kınamasına aldırmadan hizmet sevdâlısı olabilmektir.

Allah dostunun özellikleri:

• Her durumda Allah’tan râzı,

• Farzları yerine getirip haramlardan kaçınan,

• Dünyada üstünlük ve riyâset sevdâsı olmayan,

• Dünya kaygısıyla mal toplamaya ve biriktirmeye yönelmeyen,

• Dünya azlığına kanâatle sabreden, çokluğuna tasadduk ve in-fakla şükreden,

• Övülmekle yerilmeyi müsâvî gören,

• Allah’ın verdiği güzel hasletlerle ucba kapılmayan,

• Güzel ahlak sahibi,

• Arkadaşlık ve dostluğunda keremli,

• İnsanî ilişkilerinde hilm sahibi ve yük kaldıran,

• Allah’ın teşvik ettiği güzel amellerle meşgul.
 

     Allah dostu odur ki, nefsine tek pay biçmez; 

     Kırk yıl bir ekşi ayran özler de onu içmez.

 

Sebeb-i Nüzulü

♦ Ca'fer bin Ebî Tâlib ve arkadaşları Habeşistan'a hicret etmişti. Hz. Peygamber de Medine-i Münevvere'ye hicret edip Bedir zaferini kazandı. Kureyşliler bu ilerlemeler karşısında ne yapacaklarını istişare etmek üzere Dâru'n-Nedve'de toplandılar.

Yapılan istişare sonucunda, Bedir'de öldürülenlerin öcünü Necâşî'nin yanına giden sahabelerden alabileceklerini düşündüler. Necâşî'ye hediyeler takdim edip, yanında bulunan sahabeleri teslim alacak, böylece Bedir'deki kayıplarının hıncını o sahabelerden çıkaracaklardı.

Amr bin As ve Umara ibn Ebî Muayt'ı elçi olarak seçtiler. Bu iki kişi, deniz yoluyla Habeşistan'a geldiler, Necâşî'nin huzuruna girince ona secde ettiler. Selâm verip, şöyle dediler: Kavmimiz size karşı samimi duygularla doludur, teşekkürlerini ilettiler, İşlerinin düzgün gitmesini diliyorlar.

Daha önce buraya gelmiş olan bazı adamlarımız hakkında seni uyarmamız için bizi gönderdiler. Çünkü onlar yalancı bir adamın arkadaşlarıdır. Bizim içimizde çıkan bu yalancı, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu iddia ediyor. Bir takım beyinsizler dışında, içimizden hiç kimse ona tâbi olmadı. Esasen biz onları iyice sıkıştırmış ve topraklarımızda dar bir vadiye sığınmaya mecbur etmiştik. Hiç kimse yanlarına girmiyor, kimsenin de oradan çıkmasına müsaade etmiyorduk. Neredeyse açlık ve susuzluktan öleceklerdi.

Durumları iyice ağırlaşınca amcasının oğlunu sana gönderdi. Böylece senin dinini ifsad edip, hükümranlığını ve halkını alt üst etmek istiyor. Onlara karşı dikkatli ol. Sen onları bize ver, verebilecekleri zararlara karşı biz senin yerine onlara yapılması gerekenleri yapalım.

Onların senin dinini, hükümranlığını ve halkını bozmak istemelerinin alâmeti şudur: Senin dininden yüz çevirdikleri için yanına girdiklerinde sana secde etmezler, insanların selâmladığı gibi seni selâmlamazlar."

Necâşî onları çağırttı. Gelince Ca'fer ibn Ebî Tâlib kapıdan seslendi: "Allah'ın hizbi yanına girmek için senden izin istiyor." Necâşî: "Evet, izin verilmiştir, Allah'ın emanı ve zimmeti ile girin" dedi. Amr bin As arkadaşına baktı ve "Kendi dillerinde "hizbullah" deyişlerini ve Necâşi' nin onlara cevabını duydun mu?" dedi. Bu hiç hoşlarına gitmedi.

Ca'fer ve arkadaşları Necâşî'nin yanına girdiler, ona secde etmediler. Amr "Büyüklenerek sana secde etmediklerini görmüyor musun?" dedi. Necâşî onlara sordu:

- Sizi bana secde etmekten ve dışarıdan gelenlerin selâmladığı gibi selâmlamaktan alakoyan nedir?

- Biz sadece seni ve hükümdarlığını da yaratmış olan Allah'a secde ederiz. Onların yaptığı selamlamayı biz daha önce putlara taparken yapardık. Ama Allah bize bir Nebiyy-i sâdık gönderdi, Allah'ın ona bildirdiği bir selâmı emretti ki bu selam, cennet ehlinin selâmıdır.

Necâşî, onların söylediğinin hak olduğunu anladı. Çünkü bu selam Tevrat ve İncil'de de aynen vardır.

- Biraz önce kapıdan "Allah'ın hizbi" diye seslenen hânginizdi? Ca'fer (ra) cevap verdi:

- Bendim.

- Sen konuş.

Bunun üzerine Ca'fer (ra) söze başladı:

- Sen, yeryüzü krallarından bir kralsın ve ehl-i kitabdansın. Senin yanında çok söz de zulüm de uygun olmaz. Arkadaşlarım adına ben cevap vermek isterim. Bu iki adama emret, biri konuşsun, diğeri sussun, sen de konuşmamızı dinlersin.

Amr, Ca'fer'e, "Konuş" dedi. Ca'fer, Necâşî'ye sordu:

- Bu adama lütfen bir sor: Biz köleler miyiz, yoksa özgür insanlar mıyız? Eğer biz sahiplerinden kaçmış köleler isek bizi onlara geri verirsin.

Necâşî sordu, Amr,

- Hayır, onlar köle değil, şerefli hür insanlardır, dedi.

- O ikisine sorar mısın; Biz insanların haksız yere kanlarını akıttık da üzerimize kısas mı gerekiyor? Amr,

- Hayır, bir damla bile akıtmadılar, dedi.

- Biz haksız yere insanların mallarını aldık da geri ödememiz mi gerekiyor?

Bu soru üzerine Necâşî, "Ey Amr, eğer insanlardan kantar kantar mal almışlarsa onları ben ödeyeceğim" dedi. Amr:

- Hayır bir kırat bile haksız yere mal almamışlardır, dedi.

 Necâşî "O halde bunlardan ne istiyorsunuz?" diye sordu. Amr şöyle konuştu:

- Biz onlarla aynı din üzere, babalarımızın dini üzere idik. Ama bunlar o dini bıraktılar ve başka bir dine tabi oldular, biz kendi dinimizde kalıp ona sarıldık. Onların kavmi, geri götürmek üzere onları bize teslim etmeniz için bizi gönderdi.

Necâşî bu defa Cafer'e (ra) sordu:

- Bana doğru söyleyin; daha önce üzerinde olduğunuz din nedir, tabî olduğunuz bu yeni din nedir? Ca'fer (ra) cevap verdi:

- Önceden üzerinde olduğumuz din şeytanın dini ve emri idi. Biz Allah'ı inkâr eder taşlara tapardık. Kendisine döndüğümüz din ise Allah'ın dini İslâm. Onu bize Allah'ın elçisi getirdi. Bir de Meryem oğlu İsa'nın kitabı gibi, ona da uygun bir kitab getirdi.

Necâşî

- Ey Ca'fer, şimdi biraz dur, büyük bir şey konuştun, deyip çanı çaldı, bütün rahip ve papazların yanında toplanmalarını emretti. Papazlar ve rahipler yanında toplanınca sordu:

- İncil'i İsa'ya indiren Allah adına söyleyin, İsa ile kıyamet arasında gönderilecek bir peygamber var mı?

Papazlar cevap verdi:

- Allah için İsa bize böyle bir peygamberi müjdeledi ve "Kim ona iman ederse bana iman etmiştir, kim onu inkâr ederse beni inkâr etmiştir" dedi.

Necâşî bu sefer Cafer'e (ra) sordu:

- Bu adam size ne diyor, neyi emrediyor, neyi yasaklıyor?

- Bize Allah'ın kitabını okuyor, ma'rufu emrediyor, münkeri yasaklıyor, güzel komşuluğu, sıla-i rahimde bulunmamızı, yetime iyi davranmamızı emrediyor. Tek ve ortağı olmayan Allah'a kulluk etmemizi emrediyor.

- Onun size okuduklarından bize bir şeyler oku.

Bunun üzerine Ca'fer (ra) onlara Ankebût ve Rûm Sûrelerini okudu. Necâşî'nin ve arkadaşlarının gözleri yaşardı.

- Ey Ca'fer, bu güzel sözlerden bize daha oku, dediler. Ca'fer (ra) Kehf Sûresini de okudu.

Amr, Necâşî'yi kızdırmak istedi, "onlar İsa ve annesine sövüyorlar" dedi. Necâşî: "İsa ve annesi hakkında ne diyorlar?" diye sordu. Cafer (ra) da onlara Meryem Sûresi'ni okudu. Sûrede İsa ve Meryem hakkındaki âyetler gelince Necâşî şöyle dedi:

- Vallahi bunlarla Mesîh'in söyledikleri arasında zerre kadar fark yok, Mesîh sizin şu söylediklerinizden fazla bir şey söylememiştir. Gidin; siz benim ülkemde size sövecek veya eziyet edeceklerden emniyettesiniz. Müjdeler olsun size, sakın korkmayın, bugün İbrahim'in hizbi benim korumam altındadır.

- Ey Necâşî, İbrahim'in hizbi de nedir? dediler. Şu cevabı verdi:

- Bu topluluk ve yanından geldikleri arkadaşları (Muhammed) ve onlara tâbi olanlardır.

Müşrikler bunu inkâr ettiler, kendilerinin İbrahim'in dini üzere olduğunu iddia ettiler. Necâşî, Amr ve arkadaşına hediyelerini iade etti ve

- Verdiğiniz bu hediyeler rüşvettir, bunları alın. Allah beni kral yaptı ve benden rüşvet almadı, dedi.

Ca'fer (ra) şöyle der: Necâşî'nin yanından ayrıldıktan sonra bizler, en hayırlı ülkede, en şerefli komşular arasında olduk.

Allah Tealâ o gün, onların İbrahim (as) hakkındaki tartışmaları üzerine Rasûlü'ne Medine'de bu âyet-i kerimeyi indirdi.

♦ Bu ayet Yahudi reisleri hakkında nazil olmuştur. Onlar; "Ey Muhammed, aslında sen de kesin olarak biliyorsun ki İbrahim'in dinine insanların en lâyığı, senden ve başkalarından daha lâyık olanlar bizleriz. Çünkü o yahudi idi. Senin bizim dinimize gelmemen de sırf sendeki çekememezliktendir" demişlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu ayet-i kerimeyi inzal etti.

 

Belagat

 İbrahim'e yakın olmak, iman ve inanç bakımından yakınlıktır. Sebeb-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

 'Hz. İbrahim'e yakın olanlar, bu peygamber ve iman edenlerdir' derken هٰذَا النَّبِيُّ şeklinde ism-i işaret gelmesi tazim içindir.

 'İnsanların en yakını' diyerek cem yapılmış, ona uyanlar, bu peygamber ve iman edenlerdir, diyerek taksim edilmiştir.

 'O'na uyanlar' tabiri zaten Hz. İbrahim'in dinine inananları bildirir. Tekrar 'İman edenler' olarak ism-i mevsulle sılasının ayrıca zikredilmesi; Efendimizin ümmetini bildirir, nisbetli kinayedir.

 Kavli bil mucibtir. 'İbrahim'e tabi iseniz, veya iman edenler iseniz İbrahim'e yakınsınız. Eğer bu sayılan gruplara dahil değilseniz İbrahim'e uzaksınız demektir.'

 'Allah müminlerin dostudur' lazım, onları yakınlığına eriştirir, korur destekler melzumdur.

 'Allah iman edenlerin dostudur' cümlesinde zikredilen müminler umum, hususi olarak kastedilen Hz. İbrahim, ona tabi olan hanif dini mensupları, bu peygamber (Efendimiz ) ve ümmet-i Muhammed'dir.

 اٰمَنُوا kelimesi ile الْمُؤْمِنٖينَ kelimesi arasında iştikak cinası vardır, reddül aciz alessadridir.