Sureler

Göster

Âl-i İmrân Sûresi 73. Ayet

وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِـعَ دٖينَكُمْؕ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُوتٖيتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْؕ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْتٖيهِ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌۚ

73- Ve kendi dininize uyanlardan başka kimseye inanmayın!’ dediler. De ki: ‘Muhakkak doğru yol Allah’ın yoludur, size verilenin benzeri başka birine veriliyor veya Rabbiniz katında size üstün gelecekler diye mi endişe ediyorsunuz?’ De ki: ‘Nimet ve ihsan muhakkak Allah’ın elindedir, dilediğine verir, Allah ihsanı bol olan her şeyi bilendir.’

 

Yahudîler, peygamberliğin yalnız kendilerine âit olduğuna ve kendilerinin Allah'ın hâs kavmi olduklarına iyice inanmışlardı. Araplar arasından kendileri dışında bir peygamber çıkması, bir de ona kitap indirilmesi, hased damarlarını iyice kabarttı. Bu yüzden müslümanları da saptırma gayretlerine giriştiler. Kendi aralarında özel kurallar belirlediler. Şöyle diyorlardı:

"Sakın kendi dîninizden olmayanlara inanmayın, onları tasdik etmeyin. Hele size verilen kitab gibi başka bir kitabın müslümanlara da verilmiş olabileceğini, size gönderilen peygamber gibi, müslümanlara da bir peygamberin gönderilmiş olabileceğini sakın itirafa kalkışmayın. Bunu özellikle müslümanların yanında söylemeyin. Aksi halde Rabbınızın yanında bunu size karşı delil olarak kullanırlar ve size gâlib gelirler."

Oysa bu yahudîler düşünmüyorlardı ki, peygamberlik, Allah'ın bir lütfudur ve bunu kullarından istediğine verir.
 

Dininize tâbi olandan başkasına inanmayın

"Dininize tâbi olandan başkasına inanmayın” cümlesi, Yahudilerin önceki ayette geçen sözlerinin devamıdır.

♦ "Tevrat'ın ahkâmını kabul etmeyen, hükmünü değiştiren hiçbir peygamberi kabul etmeyin" manasındadır. Yahudiler bu tutumu bugüne kadar sürdürmüşlerdir.

♦ Bunun anlamı sırlarını Müslümanlara açıklamamalarıdır. "Dininize uyanlardan başkasına güvenmeyin, sırrınızı ve sahip olduğunuz bilgileri başkalarına açıklamayın. Elinizde bulunanları Müslümanlara göstermeyin. O vakit onlar o bilgiyi sizden öğrenir ve bu hususta size eşit olurlar. Hatta ona olan ileri derecedeki imanları sebebiyle sizden üstün olur, ellerinizde bulunanları size karşı delil edinirler. O vakit sizin aleyhinize delil ortaya konulmuş olur, dünya ve ahirette bu delil sizi bağlayacaktır" demektir.

♦ "Müslümanlara size verildiği gibi Allah'ın kitaplarından bir kitap verilmiş olduğunu doğruladığınızı gizleyiniz ve bunu açıklamayınız. Bu açıklamayı yalnızca sizin dininize uyanlara yapınız, Müslümanlara yapmayınız. Böylelikle sizin yapacağınız bu açıklamanın onların dinlerine sebatlarını arttırması önlenmiş olur. Müşriklere de açıklamayınız ki, Müslümanlar onları İslâm'a çağırmasın. Yani Kitap Ehli gibi Müslümanların da Allah'tan gelmiş bir kitapları olduğunu doğruladığınızı öğrenmesinler, bu bilgiyi onlardan gizleyiniz."

♦ Bu cümle, 'Gündüzün evvelinde iman edin' sözüne racidir. "Meseleleri ters yüz etmekten maksadımız ancak, dinde size uyanların dininiz üzere devam etmelerini temin etmektir. Ancak dininize tâbi olanlar için böyle bir iman gösterin. Yani; sizden Müslüman olup da talimatlarınıza göre hareket edenlere açıklayın. Çünkü; böylelerinin İslâm'ı bırakıp eski inançlarına dönmeleri diğerlerinin dönüşüne göre daha inandırıcı olur" mânâsındadır.

Ayetin işarî tefsiri şöyledir: Siz ancak halinize ve yolunuza uygun düşenlerle birlikte olunuz, onlarla oturup kalkınız. Çünkü muvafakat etmeyen, murafakat etmez. (Size uygun düşmeyen, size arkadaşlık etmez.)

Yahudi ve hristiyanların uluslararası siyasette ve komşuluk münasebetlerinde izledikleri yol, kendilerinden başkasına inanmamaktır.

Bugün Birleşmiş Milletler adını taşıyan kuruluş bu ayetin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler genel sekreteri hristiyan olması nedeniyle Bosna Hersek'e gitse, katil Sırpların elbisesine kanı sıçradığı için Bosnalı müslümanı suçlar. Filistin'e gitse yahudi askerler Filistinlinin evini yakıp yıkarken Filistinli müslüman zorluk çıkarttı, güvenlik güçlerine karşı geldi, diye müslümanı mahkum eder.

Keşmir'de ineğe tapanları, Azerbeycan'da Ermenileri, Kıbrıs'da Rumları savunur ve onlara inanırlar. Müslümanlara destek olmaz ve inanmazlar. Çünkü iç dünyalarında İslam'ın üstünlüğüne inanır ve hased ederlar. İneğe tapanların hiçbir zaman kültür üstünlüğüyle yahudi ve hristiyanları etkilemeyeceğini bilirler. Ama Müslümanlık yahudi ve hristiyan ülkelerinde saf haliyle duyurulabilse kendilerinin kaybedeceğinin farkındadırlar.

Bu bildiklerini açıkdan söylemez, "biz her dine saygılıyız, bize göre bütün dinler eşittir" diyerek tarafsız gibi görünürler. Kendi karışık altınlarıyla hakikisini aynı yerde teşhir etmekle kalitelerini artırmak isterler. Müminler onlara yine de şu gerçeği hatırlatmalıdır:

Yol, Allah'ın yoludur.
 

De ki: "Şüphesiz hidayet Allah'ın hidâyetidir.

'Allah onunla dilediğini imana hidayet nasib eder ve onu iman üzere sebatkar kılar. Hidayet, inayet ve tevfik Allah'tandır, sizin tuzaklarınız ve hileleriniz kimseye zarar vermez.'

Bu cümle Yahudilere cevaptır. Onların tuzak ve hilelerinin her zaman uzayıp giden kıymetli bir şey olmadığını beyan etmektir.

"Ey Yahudiler! Sizin hileleriniz, tuzaklarınız, desiseleriniz, hakkı gizlemenizin herhangi bir etkisi olmaz. Kitaplarınızda ümmî peygamber Muhammed'e dair bildiklerinizi ister gizleyin, ister hakkı açıklayın, fark etmez ey Yahudiler! Bu, Allah'ın hidayet nimetini hiçbir şekilde değiştiremez."
 

Size verilenin benzeri başka birine veriliyor veya Rabbiniz katında size üstün gelecekler (diye mi endişe ediyorsunuz?)

اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُوتٖيتُمْ "Size verilenin misli birine verilir (diye mi?)" Bu ifade Allah’ın sözüdür.

♦ Mahzuf bir fiil için ل takdiriyle mefulün lehtir. 'Sizin sırt çevirmeniz size verilenin mislinin başkasına verilmesinden dolayıdır; başka bir şeyden dolayı değil. Siz hasediniz yüzünden Kuran'ı Kerim'i inkara götürüp söylediklerinizi size söyletti.

♦ Nefy anlamını vermek üzere Hemze'yi esreliyerek; "Verilmez" diye de okunmuştur. Anlam şöyle olur: Ya Muhammed de ki; Asıl hidâyet Allah'ın hidâyetidir. Size verilenin bir benzeri kimseye verilmez; yahut onlar Rabbinizin katında onu size karşı delil gösteremezler. Yani yahudiler batıl yolla size karşı mücadele vererek; biz sizden daha faziletliyiz, diyemezler.

'اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ - Yahut size üstün gelecekler diye' cümlesi "verilmesi" kavline atıftır. Cemi zamiri اَحَدٌ 'e aittir. Çünkü buradaki 'اَحَدٌ bir kişi' cemi manasınadır. Yani 'Birine sizin kitabınızın benzerinin verilmesiyle küfrünüzden dolayı o size galebe edecektir.'

♦ Hitap, müminlere ise mana şöyle olur: "Ey mü'minler, dininize uyanlardan başkasına inanmayınız, size verilen lütuf ve dinin benzerinin herhangi bir kimseye verileceğine de inanmayın, size muhalefet edenlerin Rabbiniz hususunda, dininiz hakkında size karşı delil getirebileceklerine, buna güç yetirebileceklerine de inanmayın, tasdik etmeyin."

Ya da cümle, Yahudilere aittir.

♦ "(O güruh şöyle derler:) Size verilenin benzerinin başka birisi-ne de verildiğine veya o müslümanların Rabb'iniz indinde size karşı hüccetler getireceğine (inanmayın)" manasındadır.

♦ 'Rabbinizin huzurunda kıyamet günü sizinle karşılıklı deliller öne sürerler de bugün onlara peygamberlerinin hak, dinlerinin de hak olduğunu itiraf ederseniz, bu onlar adına aleyhinize delil olur. Onun için yahudilikten başka hak din olmadığında ve ondan gayrisinin batıl olduğunda ısrarınızı sürdürün.'

♦ 'Size verilenin misli' derken, ilim, hikmet, kitap, delil, menn, selva, denizin yarılması ve buna benzer üstünlük ve ikramlara atıfta bulunulmaktadır. Yani, bütün bunlar ancak size verilmiş şeyler olabilir. Sizin dininize tabi olanlar dışında, size verilenlerin benzerinin herhangi bir kimseye verileceğine inanmayınız.
 

عِنْدَ رَبِّكُمْ       Rabbiniz katında

'Kıyamet gününde delillerle sizi susturur.' Elbette Allahu Teâlâ'nın vahyettiği bir zat Rabbinin katında muhaliflere deliller getirip onları susturacaktır.

Veya yahudiler Kıyamet gününde Rabbleri nezdinde Ümmet-i Muhamme'e karşı delil getireceklerdir. Şayet onlar, bunun Allah'ın lütfundan dolayı verildiğini bilselerdi Rabbleri nezdinde delil getirmeye kalkışmazlardı.
 

De ki: "Lütf-u inayet muhakkak ki Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir."

Burada 'fadl' kelimesinden murad, Kur'an ve İslâm'dır. Kur'an ve İslâm Allah'ın elindedir. Dilediğine onu verir.

Veya faziletten maksat, peygamberliktir. Peygamberlik, müstehak olma sebebiyle değil, Allah'ın dilemesine bağlıdır, O'nun lütfuyla tahakkuk eder.

"Fadl" kelimesinin asıl anlamı, fazlalık anlamına gelir. Çoğunlukla "lütuf ve ihsanın fazlalığı..." anlamında kullanılır. Hayır olan hasletlerde, başkalarından fazla ve üstün olan kimseye, "fâdıl" denir.

Daha sonraysa "fadl" kelimesi, failinin (Onu yapanın) başkasına ihsan etmeyi düşündüğü her çeşit menfâat hakkında daha fazla kullanılır olmuştur.

Yüce Allah bu buyruğunu gayet mücmel bir ifade ile zikretti ki; Allah'ın rahmetini ümit etmeye devam edilsin, ondan korkanlar da korkmayı sürdürsün.

Allahu Teâlâ yahudilerden şu iki şeyi nakletti:

1) İslâm hakkında müslümanların kafasında şüphe meydana getirmek için, gündüzün başında iman edip, günün sonunda da inkâra sapmaları. Cenâb-ı Hak, yahudilerin bu hilelerine, “Şüphesiz hidayet, Allah’ın hidayetidir” buyurarak cevap verdi. Allah'ın hidâyetinin yanında, böylesi zayıf bir şüphenin hiç bir gücü söz konusu olamaz.

2) Yahudilerin kendilerine verilen kitap, hikmet ve nübüvvetin mislinin veya aynısının başka bir kimseye verilmesini kabul etmeyerek, yadırgamaları. Cenâb-ı Hak, onların bu tuzaklarına da, "De ki: "Lütfu inayet muhakkak ki Allah'ın elindedir. Onu, dilediğine verir" buyruğu ile cevap vermiştir.

"Ey Yahudiler! Bütün işler yalnız Allah'ın elindedir. O, fadlın sahibidir, fadla kadir ve muktedir olandır. Peygamberlik de Allah'ın tasarrufundadır, size ait değildir. Veren de O'dur, vermeyen de. O dilediğine iman ve ilimle lütfeder, dilediğini saptırır, basiretini köreltir. Gözünü kör eder, kalbini, kulağını mühürler. Mutlak lütuf sahibi O'dur. Hayır bütünüyle onun elindedir, kullarından dilediğine verir. Rahmetini yani peygamberliği dilediğine tahsis eder. Müminleri de sınırsız ve nitelendirilmeyecek kadar büyük lütuflarla mümtaz kılar. Onun lütfü geniştir, büyüktür. Rahmeti her şeyi kuşatmıştır, sınırsızdır. Rahmetinin etkilerini sınırlandırmaya imkân yoktur.

Sizin dışınızda sizden herhangi bir kimseye size verilenin benzerinin verilmesini inkâr edip böyle bir şey olmaz, demeyin. Peygamberliğin yalnızca İsrailoğulları'na yahut muayyen bir nesep veya belli bir şerefli zümreye hasredilmesi mümkün değildir."

Bu şekilde Ehli Kitab'ın birbirlerine yaptıkları tavsiyeleri ve mü'minlere karşı kurdukları tuzakları reddeden ayetler mü'minlerin nefislerini takviye etmektedir.

İnsanları saptırıp, şüpheye düşürmek için bir süre iman ettiğini açıklamak, sonra da küfre dönerek hakikati gizlemek ve aldatmaya çalışmak sonuç vermeyen, mantıksızca ve çocukça bir davranıştır. Böylelerine ancak kendileri gibi saf ve kıt akıllı kimseler aldanır. Çünkü din ve iman ile oynamaya kalkışmak, ihlâslı ve samimi olanların alâmeti değildir.
 

Hased

Bu ayet-i kerime yahudilerin hasedleri sebebiyle Efendimizin nurundan mahrum kaldıklarını bildirmektedir. Hased; nefisten temizlenmediği takdirde kişinin dalaletine sebep olabilir.

Hased nefsin kötü ahlaklarındandır. Kişi bol bol kelime-i tevhid, ezkar ve dualarla, kainattaki her eserin Cebbar olan Allahu Teâlâ'dan geldiğine inanmakla; kıskançlığını izale edip gidermelidir.

İnsanların ilim, amel, ahlak ve diğer faziletlerde derece derece olması Allah'ın insanlığa bir rahmetidir. Bunlar ancak aziz ve alim olan Allah'ın ezeli ilminin takdiriyledir.

Kıskanç insan, Allah'ın layık olmayan bir kişiye ihsanda bulunduğu zanneden, Hak Teâlâ hakkında yakışıksız bir düşünceye kapılan sefih ve beyinsiz biridir.

Hased her ne kadar insanın fıtratına zerk edilmiş, az çok bütün insanlarda var olan bir şey ise de; hususiyetle; ilmi sefihlerle çekişmek, alimlere karşı gururlanmak, onlara üstünlük taslamak, ilmi mal toplamaya, makam ve mevkiye vesile etmek, ehli dünya nezdinde kabul görmek ve benzeri Allah'dan gayri dünyevi bir maksat için elde etmeye çalışan kişiler hasedle özdeşleşmiştirler.

Bunlar Allah'ın ilimden bir kelime verdiği ve sahip olduğu bu ilmi halka neşreden, topluma faydalı olan her gerçek alimi kıskanırlar.

✧ Altı sınıf insan hesabdan önce cehennem ateşine gireceklerdir.

    1- Amirler; benden sonra zulüm ve zorbalık sebebiyle

    2- Arablar; ırkçılıkları sebebiyle

    3- Dehhaklar (köy, aşiret ağaları, oymak reisleri, şeyhler ve yetkililer) kibirleri sebebiyle

    4- Tüccarlar; hıyaneti sebebiyle

    5- Şehir ve köy ehli; cehaletleri sebebiyle

    6- İlim ehli ise hasedleri sebebiyle hesab'dan önce cehenneme girerler.

✧ Hasedin hiçbir cinsi caiz değildir. Ancak iki şeyde haset etmek caizdir ki bunlara hased değil, gıpta denir:

    Birincisi: Allah ü Teâlâ'nın kendisine verdiği malı Hakk yolunda harcayan kişi

    İkincisi: Allah'ın kendisine verdiği hikmet, ilim ve marifeti insanlara öğreten ve dağıtan kişi.

    Bu şekilde olan hased gıpta'dır ve caizdir.

✧ Üç şey bütün hataların aslıdır. Onlardan sakının ve kendinizi koruyun ve onlardan sakının.

    1- Kibir

    2- Hırs

    3- Hased

✦ Sizi kibirden sakındırırım! Çünkü kibri İblis'i Hz. Adem'e secde etmemeye sevk etti. Hadis-i Şerif

✦ Beşinci kat sema'da bir melek var. Güneş aydınlığı gibi aydın ve nurani bir şekilde kulun ameli yükselirken ona uğrar. O melek:

"Dur! Ben hased meleğiyim! Götürün o ameli sahibinin yüzüne çarpın! Çünkü o adam hased (ve kıskanç) bir kişiydi. Hadis-i Şerif

✧ Allah bir fazileti yaymayı dilediğinde kıskançların dillerini bu işe vasıta kılar.

      ✽      ✽      ✽ 

Yüz yirmi yaşında bir adam gördüm. Ona: 'Senin ömrünü uzatan nedir? diye sordum. O da;

'Hasedi terk ettim ve böylece uzun ömre sahip oldum dedi.  Esmai

      ✽      ✽      ✽ 
 

Allah, rahmeti bol olan Vâsi ve her şeyi hakkıyla bilen Alîm'dir.

Allah alîm’dir, kim ihsanına müstehak, kim rahmet ehli onu bilir.

Yüce Allah vasidir. O’nun ilmi, kudreti, rahmeti, affı, keremi hesapsızdır. Her şeyde hükmünü yürütür. Her şeye gücü yeter, ilminden bir zerre bile gizlenemez. Kudreti önünde hiçbir kuvvet tutunamaz. Rahmeti geniş olduğu gibi, zalimleri ve facirleri kahretmesi de yamandır.
 

el-Alîm (cc)

Allah (cc) alîmdir. Bir vali düşünelim; vilâyetlerinde olup bitenler şöyle dursun, oturdukları binânın içinde ve dâima temas hâlinde bulundukları adamlarının çevirdikleri tuzaklardan bile haberi yoktur. Onların bildikleri binse, bilmedikleri yüzbinlercedir. Tedbirleri ve yaptıkları da böyledir. Allah (cc) ise, bütün hilkat âleminde neler oluyor ve daha neler olacak, bütün bunları ilmiyle takdir etmiş, tâyin ve tensip buyurmuştur. Takdirinin hükmüne göre işleri yürüten de ancak kendisidir.

Allah (cc), her insanın içini-dışını, kâbiliyetini ve bütün rûhi meyillerini bilir. İyilikle kötülükten hangisine daha fazla düşkün olduğunu ve bunların ayrıldığı noktaya gelince, hiçbir zorlama ve tazyik görmeden, kendi arzusuyla hangi tarafa yöneleceğini ve istediği gibi tasarruf etmek üzere verdiği ömrünü, servetini, mevkiini nasıl ve hangi yollarda kullanacağını en ince tafsilâtıyla bilir, buna göre ezelde her kul için bir fihrist çizmiştir. Allah’ın çizdiği bu fihristte, kulun daha vücudu yaratılmadan, hayatına âit görüp geçireceği bütün hâdiseler tesbit edilmiştir.

Meselâ Ali’nin hangi târihte, hangi sene, ay, gün, saat ve dakikada, arz kürenin hangi noktasında, hangi memleketin, hangi mahallesinin, hangi evinin, hangi odasının, hangi köşesinde ve ananın rahminden ne sûretle doğacağını, doğduğu dakikadan itibâren, her an geçireceği ahvâli, ne kadar yaşayacağı, müddet-i ömründe kaç nefes alıp vereceği, ciğerlerinin ne kadar hava, mide ve bağırsaklarının ne kadar gıda sarfedeceği, santimine, milimetresine kadar, ağzından ne kadar ve mâhiyette sözler çıkacağı, kulağının neler işiteceği, gözlerinin neler göreceği, ellerinin neler yapacağı, burnunun neler koklayacağı, ağzının neler tadacağı, kafasının neler düşüneceği, hangi kadınla evleneceği ve ne kadar çoluk-çocuk sâhibi olacağı, iyi veyâ kötü, bütün dış ve iç işleri yazılmıştır.

Allah (cc), bir tek insanın ahvâlini nasıl böyle ilmiyle, kudretiyle yaratmışsa, bütün yaratılmışların da görüp geçireceği şeyleri öylece kuşatmıştır. Âlemde körü körüne, rastgele kâbilinden hiçbir hâdise yoktur. Ne kadar ehemmiyetsiz olursa olsun, her hâdise mutlaka O’nun münâsip görmesi ve müsaade etmesiyle olur. Bir yaprağın düşmesi, harekete geçen bir zerrenin kımıldayışı hep O’nun izin vermesiyle ve irâdesiyle vukua gelir.
 

     Nice lütfun var bize,

     Sensin muin, yar bize,

     Dokunmasın nar bize,

     Ya Allah, ya Hakk, ya Nur,

     ​​​​​​​Ya Vasiu, ya Ğafur!

 

Belagat

 'Ancak sizin dininize tabi olana iman edin' dediler, cümlesi kasırdır. 'Tabi olmayın' fiiliyle başladığı için kasrı sıfat alel mevsuftur.

 Bu kasır kasrı kalptir. Ehli kitap kendi taraftarlarına önce 'iman edin' deyip, sonra bunun aksini emrettiler.

 ' Size verilenin benzeri birine verilir' bu ifade Yahudilerin cümlesi olarak düşünüldüğünde, 'İnanmayın' fiiline atıftır. Yani, size verilenin benzerinin bir başkasına verildiğine veya size Rabbiniz katında bununla bir hüccet getirebileceklerine inanmayın, manasındadır. Bu durumda 'Yahudiler dediler ki' şeklinde bir hazıf vardır. Müsned ve müsnedin ileyhin hazfı, tahkir içindir.

 Allahu Teâlâ'nın cümlesi olarak düşünüldüğünde, hazfedilen fiilin mefulün lehidir, lam harf-i ceri mahzuftur: 'Sizin sırt çevirmeniz size verilenin mislinin başkasına verilmesinden veya size üstün gelecekler diyedir; başka bir şeyden dolayı değil.' Bu durumda müsned ve müsnedin ileyh 'Allah buyurdu ki' şeklindedir, hazıf tazim ve faideyi çoğaltmak içindir.

 Burada aynı zamanda tenazu vardır. Meful olan mekulu'l kavlde iki fail çekişmektedir.

 Bu ayet-i kerime Kur'an-ı Kerim ayetleri içinde irabı en derin olan ayetlerden biridir. Alimler bu ayeti dokuz farklı tefsirle açıklamışlardır.

 'De ki, fadl Allahın elindedir' cümlesinde istinafen fasıl vardır. 'Onların kafalarındaki, Peygamberlik İsmailoğullarına verilebilir mi' gizli sualine cevaptır.

 'Fadl Allah'ın elindedir' cümlesi itnabtan iygal, mübalağa nüktesi için geldi. Zaten 'Hidayet Allah'ındır' cümlesinde bu anlam vardı.

 'Fadl, Allah'ın elindedir' cümlesi istiare-i asliyedir. Allah'ın eli'nden maksat, iradesindedir, kudretindedir demektir. Camisi, istediği şekilde tasarruf edebilme yetkisi olmasıdır. 'Onu dilediğine verir' cümlesi de istiareyi muraşşaha kılmıştır.

 'De ki; hidayet Allah'ın hidayetidir' cümlesinde müsnedin ileyhin marife gelmesi; marifeyi marifeyle tahsis, kemalde mübalağa içindir.Yani hidayet ancak Allah'ındır, başkasında gelen hiç birşey hiçbir zaman hidayet değildir, doğruya iletemez.

 'De ki; hidayet Allah'ın hidayetidir' cümlesi tecriddir. Sanki 'birkaç tane hidayet var, bunların içinde gerçek hidayet Allah'ın hidayetidir' diye ifade edilmiş.

 Tekit gelmesi, inkarî kelamdır. Bir diğer açıdan da muktezayı zahirin hilafına, bildiğiyle amel etmeyeni inkar eden mevkiine koymaktır. Çünkü ehli kitap aslında hidayetin Allah'tan olduğunu biliyorlardı. Bu cümle onlar için lazım-ı faideyi haberdir.

 'Hidayet Allah'ın dinindedir, kitabındadır' denmeyip, Hidayet Allah'ın hidayetidir, buyrulmuş. İsnad-ı mecaziden masdara isnaddır.

 Lazım; Hidayet Allah'ın hidayetidir, melzum; onun bildirdiği, peygamberine vahyettiği kitabla anlaşılanlar, öğrenilenlerdir.

 'De ki hidayet Allah'ın hidayetidir' cümlesi mantık yollu kelamdır. Yani 'Siz Allah'ın hidayetindeyseniz, doğru yoldasınız. Ama Allah'ın hidayeti üzerinde değilseniz, batıldasınız, kendiniz karar verin' demektir.

 'Size verilenin misli' sıfatlı kinayedir. اُوتٖيتُمْ ile يُؤْتٖيهِ fiilleri arasında iştikak cinası ve reddül aciz alessadri vardır.

 Allah vasi ve alim'dir, cümlesinde 'ذُو' muzafı mahzuftur. İhsan ve ilim sahibidir, anlamındadır. Muzafın ileyhler de hazfedilmiş olabilir: Nimeti, rahmeti geniş olandır. Hazıflar faideyi çoğaltmak içindir.

 Allah vasi ve alim'dir, cümlesi itnabtan tezyil, mesel tarikı cari olandır.