11- Kendilerine ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!’ denildiğinde ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ cevabını verirler.
Münafıkların aldatan, yalanlayan kimseler olduğunu bildirdikten sonra bildirilen dördüncü vasıfları; ifsad edici oldukları halde kendilerinin ıslah edici olmalarını iddia etmeleridir. Hem suçlarını kabul etmiyor, hem de kendilerini övüyorlar. ‘Hem suçlu hem güçlü’ tabiri sanki bunlara söylenmiş.
Meseleyi biraz derinlemesine düşünürsek, kendisine Resûl gelmiş, kitap gelmiş, tebliğ edilmiş insanların cehâlet karanlığından hidâyet nuruna çıkması gerekir. Câhiliye toplumunun ne kadar haksız, ne kadar dengesiz, ne kadar kaba ve haşin olduklarını bilmemelerine imkan yok.
Cebbarlar, zayıfların sırtına basarak maddi imkanlara kavuşurken, yetim, yoksul, garip, kimsesiz, hürriyetini kaybetmiş insanlar ezilip zulüm altında inim inim inliyordu.
Kabileler birbiriyle didişiyordu, huzur, emniyet yoktu. İnsaf diye bir şeyin adı okunmuyordu. Aklı başında, faziletli kimseler hep bir çözüm yolu arıyordu. Ehli kitap, kitaplarında müjdelenen son peygamberin gelmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Böyle bir girdabın içinde boğulmak üzere olan çaresiz insanları kurtaracak Resûlün gelmesi büyük bir ihsan-ı ilâhi idi. Ne yazık ki hazır yemeye, zayıfı ezmeye, sahte rütbelere alışık olan insanlar kurtarıcılarını yalanlayıp inananları engellemek için her türlü fesada başvuruyor, sinsiliklerini de kullanıyorlardı.
Ebû's-Suûd'un da açıkladığı üzere, ‘biz ancak ıslah edicileriz’ derken yaptıkları fesatçılıkları, inkâr ile örtmek isterler.
Bundan asıl maksatları ise yaptıkları şeylerin fesatçılık değil, bizzat ıslah olduğunu iddia etmektir. Çünkü bunlar hak ve gerçeği ayıramadıklarından, bozmayı düzeltmek sanırlar.
Yeryüzünün bozulması, Allah'ın kullarının durumlarını bozan, gerek geçimleri ve gerek âhiretleriyle ilişkili işlerini çığırından, hedefinden çıkaran fitneler, harplerdir. Bozgunculuk da bunları ve bunlara sevkeden şeyleri ortaya çıkarmaktır. Münafıklar da böyle yapıyorlardı. Müminlerin içine karışıyorlar, sırlarını kâfirlere açıklıyor ve onları iman ehli aleyhine teşvik ediyorlardı. İnsanları tutuşturmak, müminleri bozmak, zarar vermek için fırsatlar icat etmek ve fırsatlardan istifade etmek gibi kötülükler yapıyorlardı. Müminler de onları gözden kaçırmıyor, gaflet etmiyorlar ve kötülüklerden vazgeçirme hususunda münasib şekilde nasihatlerde bulunuyorlardı. Fakat münafıklar ne öğüt dinlerler, ne de dinlemek isterler. Bunlara karşı ‘biz ancak ıslah edicileriz’ derlerdi.
Fesad, salahın zıddıdır. Bunun gerçek mahiyeti doğruluktan onun zıddı olana geçiş yapmaktır. Âyetteki anlamı, ‘Küfür ile ve kâfirlerle dostluk ve yakınlık ilişkilerinde bulunmakla, insanları Muhammed (sav)'e ve Kur'ân-ı Kerim'e imandan uzak tutmakla yeryüzünde fesat çıkartmayınız’ şeklindedir. Yeryüzünde fesadlık çıkarmaları, Müslümanları kandırmak, kâfirlere ümid vermek suretiyle savaş havasını kızıştırıp insanları, diğer canlıları ve bitkileri yok etmeye çalışmalarıdır. Günahları açıktan yapmak, dini önemsememek de yeryüzünde çıkarılan fesattandır. Çünkü Allah'ın sistemlerini ihlâl etmeleri, karışıklığı getirir. Nizâm-ı alemi altüst eder!
Cümlenin başında bulunan ‘ ألآ ’ ile ‘ اِنَّ ’ harfleri, haberin ma'rife gelmesi, haber ile mübteda arasında fasıl zamirinin bulunması sebebiyle tahkik ifade eden edatlardır.
Hakiki bir müslüman, samimi bir mümin, hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Din, fitne ve anarşiyi şiddetle men etmiştir. Çünkü anarşi, hiçbir hak tanımaz.
İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhir zamanda Yecüc ve Mecüc komitesi olduğuna Kur’ân-ı Hâkim işâret buyurmaktadır. Bediüzzaman
‘Salâh’, Mekke'nin isimlerinden birisidir. ‘es-Silh’ bir nehir adıdır.
Suçu savunmak ile savunmamak arasındaki fark, Âdem ile şeytan arasındaki fark kadardır.
Dine soğuk bakan bir sabun imâlâtçısı, bir din adamına:
– Sizin anlattığınız dinin, dünyaya iyilik getirdiği görülmüyor. Dünya, aradan geçen yüzlerce yıla rağmen, hâlâ kötü insanlarla dolu... demişti.
O sırada çamur içinde oynayan küçük bir çocuk göze çarptı. Din adamı dedi ki:
– Sabunun da dünyaya pek fazla iyilik getirmediği anlaşılıyor. Zîrâ dünyada hâlâ pek çok pislik, pek çok pis insan var...
Sabuncu itiraz etti:
– Ama sabun kullanıldığı zaman faydalıdır. Din adamı taşı gediğine koydu:
– Evet, din de öyle. Uygulanırsa ve yaşanırsa...
‘ قَالُوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ’ cümlesinde de kasır vardır. Bu, mevsufun sıfata hasrı nevinden bir kasırdır. Yani ‘biz sadeceı slah edicileriz, başka birşey değiliz’ demektir.