16- Onlar doğru yol karşılığında eğri yolu satın almış kimselerdir. Fakat alışverişleri karlı olmamış, hidâyete de ermemişlerdir.
‘ وَمِنَ النَّاسِ ’ âyetinden itibaren vasfedilen münafıklar (cem sanatı ile) ‘ اُولٰٓئِكَ ’ cümlesinde toplanıp özetlendi. Ve bunların dünya pazarında ömür sermayelerini boşa tükettikleri veciz birşekilde anlatıldı.
‘Hidâyetle sapıklığı değiştirdiler’ yerine, ‘satın aldılar’ şeklinde mecaz bir ifade tercih edildi. Çünkü değiştirmek, gönüllü gönülsüz olabilir; ama satın almak isteyerek, kendi iradesi ile olur.
Ayrıca satın almak, bir çarşıyı, bir alışveriş merkezini gözümüzde canlandırıp (tecessüm), olayı daha iyi anlamamızı sağlar.
Sanki hidâyet insanda mevcutmuş, o bunu dalâletle değiştirmiş gibi bir anlatım yapılmış.
Evet hidâyet Allah’tan, ama hidâyet yolunu tutmak, hidâyeti celb etmek insan iradesi dâhilinde. Üstelik doğruyu bulmak için Allah insana fıtratına inanma özelliği koymuş, akıl, irade vermiş, kitap indirmiş, peygamber göndermiş. Bütün bunların insana verilmesi, hidâyet verilmesine benzetilmiş (müsebbebi söyleyip sebebi kastederek mecazı mürsel olmuş).
Hidâyetin bütün sebeplerine sahip olan insan, bu kabiliyetleri körletip sapıklığa düşmüş. Para verip çarşıdan mal alan bir müşteri gibi. Ama bu müşteri ahmak! Kıymetliyi verip kıymetsizi, hatta zararlıyı almış. Mirasyedi gibi sermayeyi tüketmiş.
Katade’nin dediği gibi, münafıklar hidâyetten sapıklığa, taatten günaha, birlikten bölünmeye, emniyetten korkuya ve sünnetten bidata geçmişler.
‘Ticaretleri kâr etmedi’ cümlesi, ticarette şahıslar kar etmedi, manasında, mecaz-ı aklidir. Böyle mecaz gelişi, bırakın kendilerini, ticaretleri bile kar etmedi, anlamındadır. Şöyle ki;
Bir kimse bir iş kurar, bir kaç yıl o işi yapar. Ama kar sağlayamaz, ancak kendisi ticarete alışır, müşteri kazanır, çevre edinir. Bunlar kar için yatırımdır. Yani ticaretin karıdır. Bunun gibi hidâyeti satan kimseler ne kar ettiler ne çevre edindiler. Bu da onlar için zarar üstüne zarar oldu.
Ayrıca ‘ticaretleri kar etmedi’ cümlesi, teşbihin kuvvetini arttıran teşbihi tenasidir (unutturan teşbih). Sanki buradaki ticaret gerçek ticaretmiş de kar etmemiş. Fakat daha sonra gelen ‘onlar hidâyette olmadılar’ cümlesi, yine mecaz olduğunu belgelemiştir.
Âyette satın almak, ticaret ve kâr kelimeleri arasında muraat-ı nazır (benzerliğe riâyet), dalâlet-hidâyet arasında tezat tekabulu (zıtlıkların karşılaşması), mühtedin ile hidâyet arasında cinas-ı tam sanatları vardır. Bu sanatlar hem lafızda ses uyumu, hem manada güzelliktir.
Hem müminler münafıkları tanıyıp onlara kanmasın, hem de münafıklar kendilerini tanıyıp yola gelsinler diye münafıkların vasfı yeni bir üslupla, teşbihle beyan olunuyor.
Hidâyet tam ellerine değmiş, malları gibi olmuş gibi iken onu vermişler, dalâletle değiştirmişler de ticaretleri kâr etmemiştir.
Ticarî ilişkilerde başlıca iki maksat vardır. Birisi sermayenin selameti, diğeri kârdır. Halbuki bunlar sermayelerin sermayesi olan hidâyeti vermiş, yerine sapıklığı almışlardır.
Bundan dolayı ne kâr kalmış, ne kâr ihtimali, ne kâr yolu.
Sermaye imandı, hidâyetti. Hidâyeti, imanı kaybeden bir kimse nerde kaldı kâr etsin. Zira imansız hiçbir amelin kıymeti yoktur. İmandan kaynaklanmayan her amel boştur. Kâfirlerin yaptıkları herşey boştur. Onların yaptıkları zahiren insanlık için hayırmış gibi görünen tüm amelleri, tüm eserleri imandan kaynaklanmadığı için yarın değerlendirmeye bile tabi tutulmayacaktır.
Bu âyet, müttakîler hakkındaki ‘İşte onlar kurtulanların ta kendileridir’ âyetinin mukabili olarak, ‘ اُولٰٓئِكَ ’ ibaresiyle münafıkların son hallerini açıklamaktadır.
Cenâb-ı Hakk bunların hallerini, ticaret ve tefecilik ruh hâletine göre bir temsîlî istiare ile açıklamıştır. Bu tasvirde ticaretin büyük bir övgüsü vardır. Fakat ticaretten önce onun bir yolu bulunduğuna, bu yolun da iyi anlama ve doğruluktan geçtiğine, ticarette yalan, hile, ve entrikanın hakiki bir kâr yolu olmadığına tenbih vardır.
Bir ticaret kılmadım, nakd-i ömür oldu heba
Yola geldim, lakin göçmüş cümle kervan bîhaber
Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenha, garip
Dîde giryan, sîne büryan, akıl hayran bîhaber.
❊ ‘ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى ’ âyetinde istiare-i tasrihiye vardır. Maksat onların doğruluğu eğrilikle, imanı da küfür ile değiştirmeleri vurgulanmaktadır.
❊ ‘ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ ’ cümlesinde istiare-i tasrihiyeyi terşihiye var. Burada ‘işterâ’, seçmek, değiştirmek anlamında istiare. Karinesi ‘ed-dalâleti’.
❊ Sonra istiare ‘ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ ’ kavliyle terşih oldu.
❊ ‘ وَمَا كَانُوا مُهْتَدٖينَ ’ kavlinde tetmim var. Tetmim, cümlede çıkarıldığı zaman mananın zatında veya sıfatında noksanlık olacak kelime veya cümledir. Ya da tetmim, güzelliği ziyadeleştirmek için gelir.
❊ ‘ وَمَا كَانُوا مُهْتَدٖينَ ’ önce geçen manayı tamamladı. Onlar, bütün bozuk amelleriyle sapıtmışlardır.