Bunların bu sıradaki hallerini hiç sorma! Şimşek hemen gözlerini kapıp alıverecek. Parladıkça ışığında yürürler, başlarına karanlığı çöktüğü vakit de dikilir kalırlar. Allah dileseydi kulaklarındaki işitme ve gözlerindeki görme özelliklerini de alıverirdi.
‘ خَطَفَ ’ seri olmak manasındadır.
‘ مَشَى ’ yürümek, daha hızlısına ise ‘ سَعَى ’ denir.
Karanlığın şimşeğe isnadı mecazdır. Çünkü o karanlığa sebeptir.
‘ قَامَ ’ suyun donmasına denir.
‘Karanlık çökünce dikilip kalırlar’ ifadesi, Kur'an'ın getirdiği faydaları anlayıp onlardan istifade edemeyince, dinin kapısında dikilip kalırlar, demektir. Münafıkların gönlündeki karanlık, onları dinin kapısında durdurmakta ve içeriye girmelerini engellemektedir.
Yüce Allah ‘Dileseydim onların işitme ve görme duyularını giderirdim’ buyuruyor. Gidermediğine göre, onlara, Kur'an ışığıyla gerçekleri görme kapısını açık bırakmaktadır. Onlara mühlet vermek, doğruya dönsünler diye fırsat tanımak istemektedir. Zira şok edici durumlarda insanlar, ani değişimler yaşayabilirler.
‘ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ ’deki zamir münafıklara benzetilen yağmur eshabına racidir. Haktan yüz çevirmeleri, inatları o kadar fazla ki tam olarak duyularının alınması lazım. Ancak Allah istidraç olarak almak istemedi. Azaları kendilerinde kaldı. Mühlet verildi. Ya veballerini arttırır veya dönüş yaparlar. Bu, tehdit ile tevcih sanatıdır. Bu kabiliyetler bu hisler verildiği halde yerinde kullanmamak küfranı nimettir.
Ben bir atım, irâdem, elinde binicimin
Bir çocuk oyuncağı, ucunda bir sicimin. N.Fazıl
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ
Şüphesiz Allah herşeye kadirdir.
Allah’ın gücü kuvveti daimidir ve herşeye yetişir. Bu nedenle ‘kadir’ Allah’ın esmasından bir isimdir.
Ancak, her şeye kadir olan bir varlık, müslümanların, kâfirler ve münafıkların iç alemini bu şekilde bilip açıklayabilir. Allah dileyecek olsa, münafıkları müminlere bildirirdi de onlardan İslam'ın muhafazası ve izzeti kalkar, ya öldürülürler yahut da sürülürlerdi.
O yüce Allah, her şeye kadir ve muktedirdir. Mükellef (aklı başında ve buluğa ermiş) herkes, Allah'ın mutlak kadir olduğunu ve ilim ve ihtiyarına (seçim ve tercihine) göre dilediğini yaptığını bilmekle yükümlüdür. Yine her mükellefin Yüce Allah'ın kendisine bağışlaması ile kesb kudretine sahip olduğunu, Allah'ın insanı birtakım fiillere mecbur edip zorlamadığını bilmesi de gerekir.
Şu halde böyle her şeye gücü yeten Allah Teâlâ’yı yarattığı gözleri, kulakları alıvermekten kim men edebilir? Bunu bilmeli, Allah'a, Peygambere, iman sahiblerine hile yapmaktan, fesat çıkarmaktan sakınmalı. Sakınmak için yıldırımı gözetmemeli, gök gürültüsü ve şimşekten önce Allah'tan korkmalıdır.
‘Kadîr’, dilediğini behemahal dilediği şekilde işleyen, yapan zat demektir. Müfredat-i Râgıb'da ‘Kadîr’ sıfatı şöyle tarif edilmiştir: ‘Dilediği şeyi, hikmeti iktizasınca fazla ve eksik bırakmaksızın yapan zat demektir.’
Kudret ve kuvvet arasında fark vardır. Kudret, fiil ve terkin sıhhati demektir. Kuvvet bir yöne, kudret ise her yöne bakar. Mesela bir taşın yuvarlanışı kuvvetledir. O yuvarlandığı yerden dönemez. Kudret ise sağa giderken, tersine de gidebilir. Yaparken bırakabilir. Kuvvet mecburiyet ve çaresizlik; kudret ise seçme ifade eder.
‘Şey’ var olan nesnelerdir, ma'dum (yok olan)a şey denemez.
Bu âyetten sonra gelen ‘Ey insanlar ibâdet ediniz’ hitabı ne kadar edebîdir!
Buraya kadar Cenâb-ı Allah, ilk önce bizzat Resûlüne hitap ederek, hidâyet bakımından insanların sınıflarını, ruh hallerini, gâyet derin ve ayrıntılı şekilde açıkladı. İnatçı kafirlerle, şüphe ve bozgunculuğu huy edinen münafıkların yola gelmeyeceklerini, hidâyetin Allah'tan korkanlara tahsis edildiğini ilan etti. Sonra, teklifin genel olduğunu, hiçbir sınıfın bunun dışında kalamayacağını anlattı, bütün insanlara hitap ederek ilk emrini verdi.