Sureler

Göster

Fâtiha Sûresi 6. Ayet

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

6- Bizi doğru yola yönelt.


Hidâyet

 

Hidâyet kelimesi, ‘Matluba ulaştırılacak olana şefkat ve nezâketle rehberlikde bulunmak’ anlamına gelen ‘hedy’ kökünden türemiş bir mastardır. Lugattaki anlamları: Akli ve nakli deliller, indirilen şeylerin verdiği fayda. Sırat-ı müstakim, irşad, kurban, hediye, iltifat, sulh, rehber, çölde yolunu bulmak.Nazikçe rehberlik, dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak yolu göstermek, doğru yol, kılavuzluk.

Hidâyetin hülâsâsı;

Allah’ın (celle celâlühû) lûtuf ve keremiyle kuluna isteklerinin yollarını göstermesi, hakla bâtılın, fesatla salahın arasını ayırmak, akli ve nakli delillerle kullarına doğru yolu göstermesi veyâ yola götürüp murâdına erdirmesi, şuur diriliği, Allah’ın insana şefkat ve merhametidir.

Rusûl-ü kiramı göndermek, kitaplar inzal etmek ve kalplerini doğru yola münşerih kılmaktır. İnsanı dünyaya getirip rûhuna ceset bahşetmesi, dünyada gördüğü, işittiği, fikren mülâhaza ettiği her hâdisede bir hikmet dersi göstererek, ezeli iman nûrunu kuvvetlendirip parlaklığını artırması, Allah’ın (celle celâlühû) kat kat hidâyetidir.
 

Kur’ân’da hidâyet; Beyan, İslâm dini, iman, yol işâretleri, ilâhi kitaplar ve peygamberler, irşad anlamındadır.

Kur’an’da dört farklı anlamda kullanılmıştır:

1- Bütün mükellef varlıklara, kapasite ve istidatlarına uygun biçimde akıl, anlayış ve zarûri bilgilerin ihsan edilmesi.

2- Allah’ın (celle celâlühû), insanları peygamberleri aracılığıyla çağırdığı hidâyet.

3- Peygamberler aracılığıyla gösterilen, doğru yolu kabul edenlere nasip olan tevfik hidâyeti.

4- Cennetliklerin âhirette «Hidâyetiyle, bizi bu nimetlere kavuşturan Allah’a hamdolsun.» (Â’raf:43) şeklinde dile getirecekleri hidâyet.
 

Allahu Teâlâ’nın hidâyeti, hususiyetleri itibarıyla sayılması mümkün olmadığı gibi, nevileri itibarıyla da sayılamaz. Bununla beraber tertip olunan cinsleri ile kısaca mülahaza olunabilir:

1- Ruhani veya cismâni kuvvet bakımından feyizlendirmesi ki; insanın işlerini görmeye sebep olan havassı zahire ve batinesini (dış ve iç duygularını) kuvvei akliye ve iradiyesini ve hatta tabi ve hayvani fiillerinin ortaya çıkmasına sebep olan tabi ve hayvani güçlerini ihsan ve devam ettirmek, iradelerle muradları tevfik eylemek gibi.

2- Hak ile bâtılı fark ettiren deliller ortaya koymak ki; Fussilet Sûresi’nin 17. âyetinde; «Semud’a gelince biz onlara hidâyeti gösterdik. Fakat onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler.» Ve Beled Sûresi’nin 10. âyetinde; «Biz onu iki yola, iki gayeye hidâyet ettik» buyrulması bu kabildendir.

3- Resûller gönderip ve kitaplar inzal etmekle hidâyet ki; Enbiya Sûresi’nin 73. âyetinde: «Ve onları kendi emrimizle hidâyete yönelen önderler yaptık» kavl-i ilâhisinde hidâyetten murad bu olduğu gibi, «Şüphesiz bu Kur’an en doğru yola iletir» şeklinde gelen İsra Sûresi’nin 9. âyetinde de böyledir.

4- Vahiy, ilham veya rüyayı sâdıka gibi fevkalade yollarla kalplere sırları açmak ve eşyayı hakikatte oldukları gibi göstermektir ki; buna hidâyet-i hassa denir. Kur’an’da hidâyet kelimesi zikredildiği zaman, bunlardan hangisinin murad olunabileceğini makamına göre anlamak iktiza eder.

‘Hedâ’ fiili Kur’an’da 300 kere geçmiştir. ‘İhtida’; hak ve doğru olanı benimseme, 60 kere geçer.

‘Hüdâ’ ve ‘hidâyet’ kavramları lugat yönüyle eş anlamlı iseler de, Allah (celle celâlühû), kendi katından olan hidâyet söz konusu olduğunda ‘Hüdâ’ lafzını kullanmıştır. ‘İhtidâ’ ise, dünyevi olsun uhrevi olsun insanın serbest bir irâdeyle doğruyu bulma gayretidir. İman ve itaatlarına karşılık olarak mükâfatlandırıp cennete koymasıdır.

‘Hidâyet’ kelimesi, sûrenin başındaki ‘Rab’ kelimesiyle de irtibatlıdır. Çünkü Rabbin en önemli işi hidâyettir.

‘İhdinâ’ hidâyet masdarından emir sigasıdır, duânın bel kemiği ve özüdür. Şu manaya gelir:

‘İçinden çıkılmaz karanlık hallerimizden kurtulmamız için bizi sana götüren yola irşad et. Senin kutsal nurunla aydınlanmamız için bedenimizde var olan perdeleri yok et. Bize itidal yolunu göster. Senin ef’al, zat ve sıfatın içinde olan sırların keyfiyetini bildir. İmâni delilleri öğreterek imanımızı taklitten tahkike yönlendir.’

Hidâyet talep olunana ulaştıracak şeye lütuf ve letafetle delâlet etmektir ki; yolu sadece gösterivermek veya yola götürmek, hatta sonuna kadar götürmek şeklinde gerçekleşebilir. Bu hidâyet ve lütuftan murat, sertlik ve şiddetin zıddı olan tatlılık ve yumuşaklık, inceliktir.

Hidâyet, hayır talebine mahsustur. Mesela hırsıza yol gösterip, rehberlik etmeye hidâyet denilmez. Demek ki hidâyet, her talep olunana rehberlik etmek değil, irşad gibi gayesinde hayır, keyfiyetinde lütuf ve letafet bulunan bir rehberliktir. Dolayısıyla, ‘ihdina’nın mealinde en muvafık tabir, ‘bize hidâyet et’ demektir. Göster deyince götürmek kalır, götür deyince letafet kalır ve hiç biri tam manayı ifade etmez.

Hidâyet, irşaddan faklıdır. İrşad; sadece yol göstermektir. Ama yolu gösterip, tarif etmekle beraber yol soranın elinden tutup, önüne düşüp yolun sonuna kadar götürmek, yolda tutmak, sebat vermek hidâyettir. Bu manada Hâdi sadece Allah’tır.

Hidâyetin zıddı, dalâlettir. Hidâyetin neticesi, iman; dalâletin neticesi ise imansızlıktır.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ «Allah doğru yolu kabul edenlerin hidâyetini arttırır.» (Meryem;76)

✧ Müslüman olmakla hidâyete eren, kafi derecede rızkı olup da ona kanaat edene ne mutlu! Hadîs-i Şerîf

✧ Bir kavim, içinde bulunduğu hidâyetten sonra sapıttı ise, bu mutlaka cedel sebebiyle olmuştur. Hadîs-i Şerîf

✧ Hidâyet kitabullahtır ki; o kitap hablu’l metindir, Kur’ân-ı Mu’ciz’ul beyandır, izzetle, hikmetle dolu hakikatler mecmuasıdır. Hadîs-i Şerîf

✧ «Allah’u Teâlâ hidâyet vermek istediği kimsenin sinesini İslâm için ferah ve geniş eyler.» (En’am, 125) âyet-i kerimesi geldiği zaman ‘Yâ Resûlallah, bu ferahlık ve genişlik nedir?’ dediler. Buyurdu ki: ‘Öyle bir nurdur ki, kalbe düşer, sine onunla ferah ve geniş olur.’

✧ ‘Bunun alâmeti nedir?’ dediklerinde, ‘Kalp, bu yalancı ve aldatıcı dünyadan kaçar, yüzünü ebedi olan âleme çevirir ve ölmeden evvel ölüm hazırlığı yapar’ buyurdu.

✧ Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Allah’u Teâlâ’dan gerektiği şekilde utanınız’ buyurdu. ‘Utanmıyor muyuz?’ dediklerinde, ‘Peki, yiyemeyeceğiniz kadar niçin mal topluyorsunuz? Ve niçin içinde oturamayacağınız binalar yapıyorsunuz?’ buyurdu.

✧ Allah kime rahmet ettiyse onu hidâyet eder. Kime inâyet ve hidâyet yetişirse, yüce mertebelerden, aşağı tabakalara inmez. Allah kimi yalnız bırakırsa, hevâsına uyar, hevâsı da onu Allah yolundan saptırırsa, işte onlar, bu nurun kendilerine ulaşmadığı ve isâbet etmediği kimselerdir. Böylece sapıklık ve ziyan içine düşmüşlerdir.

✧ Allah (celle celâlühû), size kâmil bir akıl, tam bir anlayış, duyan bir kulak, gören bir göz vermiş, sizi hayra ve şerre muktedir kılmış, her türlü özür ve engelleri tamamıyla sizden gidermiştir. Dolayısıyla, isterseniz hayırları yapmaya, isterseniz günah ve münkerleri işlemeye yönelebilirsiniz.

✧ İnsanın kalbi, terâzinin iki gözü gibi imana doğru eğilmeye elverişli olduğu kadar, küfre doğru eğilmeye de elverişlidir. Terâzinin gözleri boşken, nasıl kılı kılına beraber duruyorsa; kalb de, iman ve küfre karşı müsâvi olarak yaratılmıştır.

✧ İnsan hem hidâyete, hem dalâlete istidatlı yaratıldı. İstidatların muhtelif, müteaddit ve mütenevvi oluşu hilafet vazifesini deruhte etmek içindir. İnsanlar arası ihtilaflar rekabete, rekabet de ilerlemeye sebeptir.

✧ Peygamberlerin gelmesi ihtilafta haddi aşmamak içindir. Vuruşma dindeki ihtilaftan olur.

✧ Bir kimsenin hidâyete kavuşması, başkasını kurtaramadığı gibi, sapması da kendisinden başkasını mahvetmez. Rûhu’l-Beyan

✧ Hz. Ömer müslüman olmadan önce kölesini ‘Niçin müslüman oldun?’ diye kırbaçlıyordu... Manzara bir gün geldi değişti. Bir gün Kudüs’e gittiler; köle deve üstünde, Hz. Ömer ise yerde, elinde devenin ipi...

✧ Hidâyet, ona doğru yürüyenlere koşar. Yağmurdan kaçanın kuraklıktan yakınmaya hakkı yoktur. Selahaddin Şimşek

✧ Penceresi olmayan bir ev cehennem gibidir. Ey kul dinin aslı, mânevi bir pencere açmak ve oradan tevhit ve hidâyet ziyâsı alarak kalbi aydınlatmaktadır. Mevlânâ

✧ Senden 20 yaş küçük olan sakalın beyazlamış da, sen hala kapkara duruyorsun. Mevlânâ

✧ Doğru yolu oluşturan hukukullah ve hukuku’l ibaddır. Yani evlat hakkı, ana-baba, çocuk, yetim, yoksul, fakir, komşu, mürüvvet, işçi, tüketici, toplum vs. hakkı.

✧ Hidâyet isteyen, doğrulukta bile nefsine çatsın; nerede kaldı ki eğrilikte...

✧ Doğru yol, takvâ sahiplerine açıktır. «Kim Allah’tan sakınırsa onun için bir çıkış kılar.» (Talâk, 2) Bu yol, düşülen yanlış yollar, belalar, olumsuzluklar, sosyal ve ferdi çözümsüzlüklerden çıkış yolu olabilir.

✧ Âbid, irâdesini doğru yola sarf ettiğinde Allah da doğru yola irşad eder.

✧ Hikmetle uğraşanlar ışık, ilimle uğraşanlar yol gösterici, öğütçüler lamba, âkiller diri, câhiller ölüdür. Herkes beğendiği sınıfı seçsin.

✧ Tekvini hidâyet; yaratılışlarına uygun özellikleri vermesidir.

✧ İnsanın elinden tutan, Allah’tır. Hidâyet demini, yâni feyzini dâima O’ndan beklemek gerekir.

✧ Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin bulunduğu yere zâhir ehli bir zât gelip kendisini şöyle tanıtmış:

– Ben Allah’ın varlığını ve birliğini binbir delille ispat eden adamım!

Muhyiddin-i Arabî’nin cevabı şöyle olmuş:

– Demek senin binbir şüphen varmış!

 

Hidâyet (Hedy / Kurban)

‘İhdinâ’ duâsı, hedy masdarının ‘Kurban’ manasıyla, bize kurban kesme konusunu hatırlatır.

Kurban, sözlükte masdar olarak ‘yaklaşmak’, isim olarak da ‘Allah’a yakınlık sağlamaya vesile kılınan şey’ anlamına gelir.

Dini bir terim olarak kurban, ibâdet maksadıyla belirli vakitte (Kurban Bayramı günlerinde), belirli şartları taşıyan hayvanı, usulünce boğazlamak ya da bu şekilde boğazlanan hayvan demektir. Bu şekilde kesilen kurbana ‘Udhiye’, bunu kesmeye de ‘tadhiye’ denir.

Kişi, kurban ibâdeti ile, her şeyden önce, Yüce Yaratıcısının buyruğuna boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Müminler her kurban kesiminde, Hz. İbrâhim ve oğlu Hz. İsmâil’in Allah’ın (cc) buyruklarına mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı imtihanın hâtırasını tazelemekte, kendilerini de onlarla beraber hissetmektedirler.

Kurban, varlığın sâhibine yönelişi sembolize eder. İnsanın emrine verilen maddenin, yine O’nun emrine sunulmasıdır. Ya da ‘O benim kurbanımdı, ben ise Senin kurbanınım’ demektir.

Allah’a yaklaşmak ancak ihlâs ve aşkla, yani Allah’ı gereği gibi sevmekle olur. Kurban bu aşkın bir aracıdır. Mümin, kurban keserek bu sevgisini gösterir.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Sevâbını düşünerek kurban kesmek, cehenneme perdedir.

✧ Gerçek kurban, tüm mâsivâdan benlik bakiyyesini ifnâ etmektir.

✧ Abdullah İbni Ömer (ra), âilenin her ferdi için kurban keser, sadece anne karnındaki çocuk adına kesmezdi. Muvatta

✧ İsmail’e inen kurban üç bin yıl önce Habil’in arzettiği kurban idi.

✧ Ana-babaya hediye için ayrı kurban kesenin, arefe günü değil, bayram günü kesmesi çok sevaptır. Bayram gününün kurbanı, sevapça başka günlerin yüz kurbanına bedeldir.

Hidâyet çeşitleri:

♦ Şehvet ve gadabın yok olması ve yerine nur gelmesi,

♦ Allah’ın zat, sıfat, ve fiillerine delâlet eden keyfiyeti kavramak.

♦ Nefis dâhil olmak üzere, mâsivayı terk edip Allah’a yönelmek.
 

Hidâyetin dereceleri:

Hidâyet dereceleri üçtür:

Hidâyet-i amme: Bütün canlılara menfaatı celb, mazarratı def etmek.

Hidâyet-i hassa: Müminleri cennete hidâyet.

Hidâyet-i ehas: Allah’a hidâyet.


Dört kısım insana dört şekilde hidâyet olunur;

1- Ârife mârifetle,

2- Evliyaya sıdk ve yakin ile,

3- Ebrara hilim ve ra'fet ile,

4- Müminlere istikâmetle.
 

Hidâyete Vesile Olmak

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Ali’ye bir sancak verip Yemen’e gönderir. Hz. Ali (ra) huzuru ilâhiden ayrıldıktan sonra Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ebû Rafi’ye (ra): ‘Ya Eba Rafi git Ali’ye yetiş. Hiç durmadan geri dönsün ve vakit geçirmeden gelsin’ buyurdular. Bunun üzerine Ebû Rafi (ra) Hz. Ali’ye yetişir. Haberi bildirir. Süratle Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in huzuruna dönerler. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Ali’ye şöyle buyurur:
‘Hz. Allah (celle celâlühû)’ın bir kimseyi senin elinle hidâyete erdirmesi, senin için güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.’

✧ Kim başkasını hidâyete çağırırsa hidâyete uyanların sevabı kadar sevap kazanır.

✧ Tuba gibi ol! Kökün cennette kalsın. Dalların yerlere insin, meyvelerinden bütün insanlar faydalansın.


Hz. Ömer (r.a.) zamanında bir kervan Medine-i Münevvere’ye geldi. Kervandakilerin hepsi kafirdi. Yorgun oldukları için konakladıktan sonra hepsi uyudular. Develerini ve yüklerini himayesiz koydular. Hz. Ömer bunları gördü. Düşündü; ‘Sakın bunların malları çalınmasın, ben mesul olurum.’ Bu endişe ile Abdurrahman b. Avf’a gitti. Abdurrahman b. Avf sordu: ‘Ya Emirel müminin bu saatte ne için geldiniz?’

-Ya Abdurrahman! Bir kervana uğradım. Konaklamışlar ve hepsi uyumuşlar. Malları çalınır diye korktum. Sen de gel, onların mallarını beraber bekleyelim.

İkisi beklediler. Sabah vakti kervandakiler uyandı. Emiru’l müminin dönüp gitti. Kervandakilerden biri, ‘Bu kimdi ki sabaha kadar bekledi?’ diye merak etti. Bekleyenin yeryüzündeki insanların en iyisi olan Hz. Ömer olduğunu öğrendi. Kervan halkına keyfiyeti bildirdi. ‘Onun kafirlere bu derece şefkat ve merhameti olduğuna göre Müslümanlara ne derece merhametlidir? Biz anladık ki onun dini hak dindir’ dediler. Hep beraber Hz. Ömer’in huzuru şeriflerine varıp Müslüman oldular.

 

Hidâyet ehli:

♦ Hakkı tanır, hürmet eder, çiğnemez.

♦ Hak söze boyun eğer, itiraz etmez.

♦ Hakkı söyler, hakkı dinler, hakla yaşar.

♦ Haktan geldiği gibi haddi aşmadan, şaşmadan, sapmadan yine hakka döner.
 

✧ Gizli takvâ sahiplerinin şöhretleri yoktur. Kimse kendilerine itibar etmez. Bunlar hidâyet mumları, ilim çıralarıdır. Hadîs-i Şerîf


Hidâyette Nasipsizlik Sebepleri

1- Yalancılık.

2- Küfürde ısrar etmek.

3- Zâlim ve fâsık olmak.

✧ Kimde hayır varsa ona birazcık vaaz ve nasihat yeterli olur. Kimde de hayır yoksa, onun hidâyete gelmesi için çalışılsa sonuç alınamaz. Bu, soğuk demiri dövmek, ateş olmayan ocağı üflemek gibi neticesizdir.

Hidâyet Yolları

Hidâyet yolları; Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i sevmek ve ona uymak, duâ, tebliğ, iyi geçimdir. Bunlar hakkında sırasıyla gerekli açıklamaları yapalım:

1- Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i Sevmek ve O’na Uymak

✧ Peygamber sevgisini kazanıp, kendinden ve âilesinden üstün kılmak, Peygambere uyup, emir ve yasakları uygulamak gerekir.

✧ Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hidâyet nurunun tecessüm ve temessül etmiş şeklidir. Kim ona teveccüh ettiyse, hidâyet bulur.

2- Hidayet Duâsı

✧ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hep şöyle duâ ederdi: ‘İlâhi, ben senden hidâyet, takvâ, iffet ve insanlara muhtaç bırakmayacak bir zenginlik isterim.’

✧ Hz. Ali (ra) demiştir ki; Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bana: ‘Allâhümmehdinî ve seddidnî / Allah'ım, beni hidâyete erdir ve beni düzelt’ de’, buyurdu.

✧ Resûl-i Ekrem bir sıkıntı ile karşılaştığı zaman; ‘Lahavle velâ kuvvete illâ billâh’ der ve işini Allah'a havale eder, O'ndan kurtuluş dilerdi. Sonra da şöyle duâ ederdi: ‘Allah'ım bana hakkı hak olarak göster ki, ben ona uyayım. Bana kötüyü kötü olarak göster ve ondan uzak kalmağı nasîb et. Senin hidâyetin hilâfına nefsimin arzusuna uyacak karışıklıklardan beni koru. Arzularımı senin tâatine tâbi kıl, rızânı bana nasîb et. Beni hakka hidâyet et. Sen dilediğini doğru yola ulaştırırsın.’

✧ Kul hidâyet istedikçe ve hidâyete uydukça, Allah’ın hidâyeti de dâima artar durur.

 

Canlar Canını Buldum

Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun

Assı ziyândan geçtim, dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim, sözüm hicabın açtım

Dost vaslına eriştim, günahım yağma olsun.

 

İkilikten usandım, birlik hanına kandım,

Derd-i şarabın içtim, dermanım yağma olsun,

Varlık çün sefer kıldı, dost andan bize geldi.

Viran gönül nur oldu, cihanım yağma olsun.

 

Geçtim bitmez sağınçtan, usandım yaz-ü kıştan

Bostanlar başın buldum, bostanım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin, bal-ü şeker yemişsin

Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun.  Yunus Emre

 

3- Tebliğ

Tebliğ mi, tenkit mi?

Tenkitçilik bir hastalık mı? Evet. Onu bunu devamlı kötüleyen, hiçbir şeyi beğenmeyen, herşeyin kusurunu bulmaya çalışanlar bir çeşit hastadırlar. Tenkitçilikleri de kendini beğenmenin bir yansımasından başka bir şey değildir.

Halbuki insan, tenkitten önce bir düşünebilse, tenkidinin sebep olabileceği zararları tartabilse, kolay kolay tenkitçiliğe yanaşmazdı.

Tenkit neden zararlıdır?

Çünkü tenkit şevk ve ümidi kırar, gayreti söndürür. Tenkitlere hedef olmuş nice insan vardır ki, hayata küsmüş, kendini başıboşluğa bırakmıştır.

Herkes tenkide tahammül edemez. Şerefi zedelenen insan, gurur ve benlik meselesi yapabilir. Ve aynen karşılık verme yoluna girebilir. O zaman siz, ortaya çıkacak gümbürtüyü seyredin!

Bir ilim adamı, başarısının sırrını şöyle açıklıyor: ‘Bir tek kimsenin kötülüğünden bahsetmedim ve herkesin iyiliğini öne sürdüm.’

Tenkide giren insan, eğer tenkit ettiği kişilerin iyiliklerini, faziletlerini, güzel huylarını, faydalı hizmetlerini dikkate alabilseydi kusur arayıcı olmaz, zararlı tenkide yanaşmazdı.

Kardeşlerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız bizim birer uzvumuz değil mi? Yekvücut değil miyiz? ‘Nasıl bir insanın bir eli diğer eline rekabet etmez. Bir gözü bir gözünü tenkit etmez. Dili kulağına itiraz etmez. Kalp ruhun ayıbını görmez. Bilakis birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muâvenet eder.’

Tenkit etmemeli, tenkitten de korkmamalı. ‘Beni tenkit ederler’ diye iyi ve faydalı şeyleri söyleme, yazma ve yapmadan kaçınırsak bir adım ileri gidemeyiz. Olgun insan, tenkitleri tebessümle karşılar; ne kızar, ne öfkelenir. Gerçekten hatalıysa memnun olur, teşekkür eder, hatasızsa o hatayı işlememek için dikkatli davranır.

Ufak bir tenkitten kükremek, bağırıp çağırmak, hakarete ve mukabeleye kalkışmak ise basit insanlara yaraşan bir davranıştır.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Mümin kullarıma söyle; kâfirlere karşı en güzel sözü söylesinler, hiddet göstermeksizin en güzel delilleri ortaya koysunlar. Hadîs-i Kudsî

✧ Efendimiz Hz. Ali’ye buyurdu ki: ‘Ümmetim bir zâlime sen zâlimsin demekten korktular mı; onları bırak, aralarından çık.’ Hadîs-i Şerîf

✧ Bir gerçeği ortaya koyarken alaya alınmak bile şereftir. Kenan Rufai

✧ Cihad, daimi farzdır. Ya iyiyi emreder, kötülükten de nehyedersiniz, ya da Allah (cc) üzerinize zâlim bir sultanı musallat eder. Ebû’d-Derdâ

✧ İnsanları darıltmadan değiştirmenin sekiz yolu:

    1- Onları medhetmekle ve samimi takdirle söze başlayınız.

    2- Hatalarını doğrudan doğruya söylemeyiniz, misallerle anlatınız.

    3- Başkalarının hatalarını tenkit etmeden önce kendi hatalarınızdan söz ediniz. Sonra onların iyi yönlerini anlatınız.

    4- Doğrudan doğruya emir vereceğinize, sualler sorunuz. (Yapsak nasıl olur? Getirebilir misin? gibi) çünkü emir insanı soğutur, şevkini kırar.

    5- Başkalarına şerefli olduklarını söyleyiniz. İtibarlı yaşamalarına imkan veriniz.

    6- İnsanların gururunu koruyunuz, ruhunu okşayınız. Gurur hiçbir zaman rencide edilmemeli. Değer kazanan insan yer değiştirir. Tenkitler, hakaretler bir şey kazandırmaz, sadece söylenende nefret uyandırır.

    7- Her insanda gördüğünüz ilerlemeyi takdir ediniz. Çünkü insan kendisinde bulunan kapasiteyi yavaş yavaş geliştirir.

    8- İnsanları hatalarını düzeltmeleri için teşvik ediniz. Bir çocuğa, bir talebeye ‘acemi, beceriksiz’ demeyiniz; bütün azmini ve şevkini kırarsınız. İnsanlara daima güven ve cesaret veriniz.

✧ Nasihat mânevi bir kuvvettir.

✧ Öğüt vereni olmayan ve onları sevmeyen bir millette hayır yoktur. Hz. Ömer

✧ Bizi uyarmasanız sizde, sizi dinlemezsek bizde hayır yok. Hz. Ömer

✧ Sohbet vardır, kış gibidir; sohbet vardır, ilkbahar misali sayısız meyveler verir. Mevlânâ

 

Tebliğ Reçetesi

• Eğer size, Bana susamış bir dertli gelirse, onu tedavi ediniz.

• Ben’den korkan biri gelirse, ona emniyet telkin edin.

• Gazabımdan korkan biri gelirse, bu yanlış îtikadından dolayı onu uyarın.

• Bana vuslatı arzulayanları tebrik edin.

• Bana doğru gelene azık verin.

• Benimle ünsiyet etmekten korkanları cesaretlendirin.

• Lütfumdan ümit kesene lütfumu vaad edin.

• Ben’den hayır bekleyeni müjdeleyin.

• Bana hüsn-ü zan besleyenin gönlüne genişlik verin.

• Beni sevene benim de kendisini sevdiğimi söyleyin.

• Şânımı yüceltenin siz de şânını yüceltin.

• Bana nasıl ereceğini sorana haber veriniz.


✧ Hamdun Kassar’a sordular: ‘Eski büyüklerin sözleri, bizim sözlerimizden daha tesirliydi. Bunun hikmeti nedir?’ Cevaben buyurdu ki: Onlar, Allahu Teâlâ’nın rızâsı, İslâmiyet’in yükselmesi ve nefislerinden kurtulmaları için konuşurlardı. Biz ise nefsimiz için, dünyalık ele geçirmek ve insanlar tarafından kabul görmek için konuşuyoruz. Böyle olunca, elbette sözlerimiz kimseye tesir etmez.’

✧ Helâk olan Sâlih kavmini Cenab-ı Hakk ‘Nasihat edenleri sevmezdi’ şeklinde vasfeder.

✧ Cehennemlik kulun aklına laf girmez.
 

Peygamberimizin Tebliğdeki Başarısı

Hz. Peygamber Allah’ın (celle celâlühû) dinini insanlara en güzel şekilde iletmiş ve bu konuda tebliğ vazifesini üstleneceklere en mükemmel örnek olmuştur. «Resûlüm! Sen Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.» (Nahl, 25) emrine imtisal etmiştir.

Her zaman kolaylaştırıcı olmuştur. Müminlere de ‘Kolaylaştırın, güçleştirmeyin’ diye tavsiyelerde bulunmuştur. İnsanlarla kaynaşmayı tavsiye etmiş, kabalığı yasaklamıştır. ‘Mü'min kendisiyle ünsiyet ve ülfet edilen kişidir. Başkalarıyla kaynaşmayan ve kaynaşmaya da kapalı olan kişide hayır yoktur.’

Asla insanlar arasında ayrım yapmamıştır. Herkese sevgi ile yönelmiş, kendisine iyilik yapanlara iyilikle karşılık vermiştir. Darda kalana, yoksula ve düşküne el uzatmış, kimseyi hakir ve hor görmemiştir. Amaları vali, aksakları sefir (elçi), köle çocuklarını kumandanlık vazifesine getirmiştir. Sözlerin en anlaşılan, en hoş, en hatırda kalan, en etkilisini kullanmıştır. Ne takip edilemeyecek kadar hızlı, ne de bıkkınlık verecek kadar ağır konuşmuştur. Gösterişten uzak, candan, samimi ve olabildiğince tabi davranmıştır.

Peygamberimiz insanları hakka, doğruya, güzele teşvik ederken onları icbar etmez, ikna ederdi. Müjdeler, nefret ettirmez, sevindirir ürkütmezdi. Ümmetine de böyle tavsiye ederdi. Gönlündeki taşkın muhabbetin eseri olarak hep güler yüzlü, tatlı dilli idi. Yüzünü görür görmez hiçbir delil aramadan Müslüman olanlar vardı. Onun tatlı sözlerini dinlemekten müşrikler bile kendilerini alamaz, gizli gizli gelip dipte köşede Onu dinlerlerdi. Onun muhabbeti öylesine coşkun öylesine kapsamlıydı ki, huzuruna gelen her mü'min en çok kendisini seviyor zannederdi. Çünkü Resûl-ü Kibriya hiç kimseden samimi takdirlerini sakınmaz, medihle, hoş sözlerle, güzel künyelerle söze başlardı.

Kimsenin hatasını yüzüne vurmaz, direk söylemez, misallerle anlatıp ikna yolunu tercih ederdi.

Günahlardan arınmış, ismet sıfatıyla pirü pak olmasına rağmen tevâzu edip kendisini zem ettiği bile olurdu. Yeter ki muhatabı ikna olsun, kalbi sükun bulsun, yaklaşabilsin.


4- İletişim

✧ ‘Bizi doğru yola hidâyet et’ diye duâ eden mümin, fiili duâ olarak da kendinin ve diğer din kardeşlerinin doğru yola gitmesi için ilim, amel, ihlâs üçlüsünü kazanma gayreti içinde bulunmalı. Bunun için de Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını, hikmet ve güzel bir anlatış tarzıyla tebliğ yapmalı. Tebliğin tesiri için de, sağlıklı iletişimler kurulmalıdır.

✧ Anne-baba, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırasıyla diğer yakınlarına iyilik et. Hadîs-i Şerîf

✧ Kim bir kimsenin kusurunu açığa çıkarmazsa diri diri toprağa gömülen kız çocuğunu kurtarmış gibi sevap alır. Hadîs-i Şerîf

✧ İnsanlarla geçinmenin yolu sabırdır.

✧ Kişiye toplum içinde öğüt vermek onu azarlamak demektir.

✧ İletişimde dikkat edilmesi gereken hususlar:

    1- Muhataba saygı duymak, onların varlığını kabul etmek, olduğu gibi benimsemek.

    2- Gerçekçi ve doğal, abartıdan uzak, olduğu gibi davranmak.

    3- Dış dünyayı muhatabımızın penceresinden görmeye çalışmalı, kurulan bu duygu ortaklığı, iletişimi güçlü kılar.

✧ Allah ile musahabetin emirlerine uymakla,

    Halk ile sohbetin onlara nasihat etmekle,

    Nefis ile buluşman ona muhâlefetle,

    Şeytan ile buluşman ona husumetle olsun. Zünnun-i Mısri

✧ Yeri geldiğinde düşmana bile bağış yapman iyidir. Çünkü ihsanla düşman bile dost olur. Dost olmasa bile hiç değilse kini azalır; çünkü ihsanda bulunmak kine merhem olur.


5- İyi Geçim

✧ İnsanlarla iyi geçinmek aklın yarısı olduğuna göre, iyi huylu olup ham-kâmil, bilge-câhil, büyük-küçük, köylü-kentli, fakir-zengin, yaşlı-genç herkesle seviyelerine, akıllarına, tiynetlerine uygun davranıp herkesle iyi geçinmeli. Tâ ki, İslâmı tebliğe gönül yolları açılmış olsun.

✧ Unutmayalım ki insanlar üzerinde otoriteyi sağlayan en güçlü faktör sevgidir.

✧ İnsanlar iki sınıftır. Bir kısmı âriftir. Ona karşı çıkma, eziyet etme. Bir kısmı ise câhildir. Onu da karşına alma, muhatap olup eziyet görme!

✧ Aklını, bir dostun aklıyla arkadaş et. ‘Ve emruhüm şûrâ beynehüm’ âyetini okuyup, mûcibince amel et!

✧ Nefsin kalbine bakmıyorsa, hikmet sahibi nükteli insanların sohbetine katıl! Kim hikmet nuruyla aydınlanmak istiyorsa anlayışlı ve akıllı insanlara danışsın, onlara dost olsun.

✧ Nefs ile ve onun mücahedesiyle başa çıkamazsan hakiki bir dostun yanına git, onun sîret ve ahlâkına sarıl. Mevlânâ
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Hakiki kardeş, sana hatalarını bildirendir. Hakiki dost da, seni günahlardan sakındırandır.

✧ İnsanlarla iyi geçinmeyenler ziyâna uğrar, pişmanlık duyarlar.
 

6- Tatlı Dil

✧ Bir müslümanın güler yüzlü ve tatlı dilli olması, müslüman şahsiyetinin gereğidir. Allah bir insana her şeyin tatlısını, yalnız dilin acısını verdi mi, ne yapsa kâr etmez. Öylesinin sevimli, cana yakın olmasına imkân yoktur. Çünkü can yakar, kalp kırar ve gönül devirir.

✧ ‘Dil yarası, yaraların en derinidir’ derler, yani bıçak yarası kapanır ama dil yarası kapanmak bilmez. Nice insanlar vardır ki, dilleri yüzünden sevilmezler. Hatta, ‘Şeytan görsün yüzünü’ dedirtenler bile vardır. Ama tatlı dil öyle mi? Tatlı dil neler yapmaya kâdir değil ki? En öfkeli anlarda bile insanları yatıştırır.

✧ Bazı insanlar yapamayacağımız işleri bile tatlı dil ve güler yüzle bize yaptırırlar. Bazılarını dinlerken, konuşurken zevk alırız.

✧ Dünyada ilk öğrenilmesi gereken bir dil varsa, o da tatlı dildir.

✧ İnsanları doğru yola sevk etmek için de tatlı dil bir iksir görevi görür.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Tatlı suyun başı kalabalık olur. Mevlânâ

✧ İnsanlara olan beğenilerimizi, yakın çevremize olan sevgimizi, ya da hissettiğimiz herhangi bir olumsuzluğu kolaylıkla dile getirmeliyiz.

✧ Fesahat ve güzel konuşmayı kalp yapmalıdır; dilin iyi laflar etmesi faydasızdır. Geylânî

✧ Gönlü pak, dürüst, samimi insanlar, insanlardan gördükleri iyiliklere minnettar olur, bunu dile getirmekten çekinmezler. Bu insanlar alçak gönüllü, zarif ve nâzik kimselerdir.

✧ İnsanlara iyi sıfatlar veriniz; onlar bu sıfatlara yaraşır olmaya çalışacaklardır.

✧ İyi bir davranış, güzel bir beceri, üstün bir kâbiliyet kimde olursa olsun takdir etmek, teşvik etmek, saygı duymak insanlık icâbıdır.

✧ Samimi iltifatlar güzelliklerin artmasına vesile olacağı gibi, sanatkâra ya da mâhir bir insana moral vermek verim gücünü artıracaktır.

✧ Güzel sözler, petekten damla damla sızan bala benzer; insanın ruhuna tat verir. Hz. Süleyman

✧ Her insan tabi olarak medihden hoşlanır, zemmedilmekten incinir. Şu geçici ömürde insanları memnun etmek, iyi bir hatıra bırakmak varken, niçin rencide edelim ya da iyilikleri görmezden gelme nankörlüğünde bulunalım?

✧ Yakınında güleryüzlü ve tatlı sözlü komşuları bulunan bir evin kıymeti ve fiyatı fazla olur. ‘Dili leziz olanlar, gönüllerde aziz olurlar.’ Abdullah b. Ömer


7- Tebessüm

İslâm; selâmı, musafahayı ve din kardeşleri karşılaştıklarında kucaklaşmayı yaymayı teşvik etmiştir ki, kalpler arasındaki sevgi bağları devam etsin, müminler arasındaki kardeşlik bağları kuvvet bularak artsın da toplum müslümanlığını yaşasın ve hayattaki sorumluluklarını yerine getirsin.

İnsan, fıtratı icabı sevmeye sevilmeye ihtiyacı olan bir varlıktır. Bu itibarladır ki peygamberler, insanları güler yüzle ve tatlı dille Allah’ın dinine davet etmişlerdir.

Tebessüm, gönül kapısını çalan bir anahtardır. İnsanı erişilmesi imkansız görülen yerlerle ulaştırabilir. İnsanların evinde, iş yerinde, sokakta karşılaştıkları insanlara güven ve huzur veren tebessümlerini eksik etmemesi gerekir. ‘Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır’ atasözü, tatlı dilin yılana bile tesir yapabileceğine işâret etmektedir. Yılana tesir eden tatlı dilin, insana tesirinin çok daha anlamlı olacağını ise izaha gerek yoktur.

Müslümanlar kardeştirler. Birbirlerini Allah rızâsı için severler. Tebessüm, bu sevgimizi izhar etmektir ki, sadaka hükmündedir.

Tebessüm, tebliğde Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) en çok yardımcı olan duygudur. İçi, Cenâb-ı Hakk’ın hasretinden devamlı mahzun olduğu halde devamlı güleryüzle tebliğe devam etmiştir. Hatta bir tebliğ esnasında âmâ bir kimse kendisini sıkıştırması sonucu bir kerecik suratını astığı için Rabbisi onu Abese sûresiyle ikaz buyurmuştu.


Hadîs-i Şerîfler...

✦ Mümini güler yüzle karşılamak da olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.

✦ Kardeşinin yüzüne tebessümün sadakadır.

✦ Din kardeşinin yüzüne karşı asık ve dargın çıkanlara Hz. Allah (celle celâlühû) buğzeder.

✦ Muhakkak ki Allah (celle celâlühû) kolaylık gösteren güler yüzlü kimseyi sever.

✦ Herkesi malınızla memnun etmeye gücünüz yetmez. Onları güler yüzle memnun edebilirsiniz.

✦ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) gaflet ve ölçüsüzlüğe delâlet eden kahkahayla asla gülmemiş, ancak mübarek dişleri görünecek şekilde sessiz tebessümü de terketmemiştir. Bunun içindir ki Abdullah bin Hâris: ‘Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) gülüşü sessiz tebessümden başkası değildir’ der. Cerir (ra) da şöyle buyurur: Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) İslâm’a girdiğim günden beri, beni hususi meclisinden asla menetmedi. Her bakışımda onu, bana tebessüm eder vaziyette görürdüm.

✦ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hayber’den dönünce Câfer b. Ebî Tâlib, kendini karşıladı. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onun yanına giderek iki gözünün arasını öptü ve buyurdu: ‘Ben hangisine sevineyim? Câferin gelişine mi, Hayber’in fethine mi?’
 

8- Hoşgörü

İnsanları kusurlarından dolayı mahkûm etmek doğru değildir. Bizim, bütün münâsebetlerimiz müsamaha ve hoşgörü yörüngeli olmalıdır. Bugün, bizi tenkit eden ve en ağır üslûpla eleştirenlere karşı, eğer biz mülâyemet eksenli üslûbumuzu ısrarla sürdürürsek, ekseriyeti itibariyla bunlar, bir gün gelecek bizim en samimi dostlarımız olacaklardır.

İnsanlarla ilişki kurarken öğrenmeniz gereken ilk ders, onları mutlu olduklarına inandıkları yoldan çevirmemektir. Kuşkusuz, eğer bu yol sizin mutluluğunuza engel olmuyorsa.

Dâima hayır bulmak isteyen, her şeyi hayra yormalıdır. Olumludan olumsuz şeyleri çıkarmak hoş görüye sığmaz.

Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabı, gençlerin bazen çocukluk yapmasını hoş karşılarlardı. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Çocuğu olan çocuklaşsın.

Biz, en sevgili amcasını şehit eden kimseye tebliğ mektupları yazan ve affeden bir Peygamberin ümmeti olarak, tebliğ görevimizi yerine getirmek için hoşgörüyü kuşanmalıyız. Aksi halde davetimiz fayda yerine zarar getirir. Nitekim büyükler, ‘Nasihat, herkesin diline düştüğü için tesirini kaybetmiştir.’
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Nefret ettirmeyin, sevdirin. Zorlaştırmayın, kolaylaştırın. Korkutucu olmayın, müjdeleyici olun. Yargılayıcı olmayın, bağışlayıcı olun. Selâmı yaygınlaştırın, onda rahmet vardır. Hadîs-i Şerîf

✧ Sevmeyerek baktıklarından beni fenâ görüyorlar. Severek baksalardı, beni fenâ görmekte oldukları şeylerin iyi olduğunu görürlerdi. İbni Sina

✧ Ey Âdemoğlu! Kendi gözündeki merteği görmezsin, fakat kardeşinin gözündeki çapağı kaçırmazsın. Allah katında kulların en sevimlisi, Allah’ın kullarını seven ve onlara hoş muâmelede bulunanlardır.

✧ Sevdiğinin kusurunu hoş görmeyen, sevmiyor demektir.

✧ Düşmanlarım bana ne yapabilir? Hapsedilmem halvet, sürülmem seyahat, öldürülmem ise şehâdettir. 

✧ Her suçluya karşı iyi davranmayı kendime borç bildim. Çünkü insanlar şu üçünden biridir: Şerefli, bayağı ve normal.

    Benden üstün olanın değerini itiraf ederim, suçuna göz yumarım.

    Bayağı kişiye karşı susmakla nâmusumu ve şerefimi korurum.

    Her bakımdan benim gibi olan normal kişiye gelince, onun kusuruna bakmam, bağışlarım. Çünkü bağışlayan, dâima hâkim durumdadır. Mahmud el-Verrak

✧ Nefis kendini ne kadar suçlu olsa da, hoş görür. Çünku insan kendini her şeyden çok sever. Nefis menfaat penceresinden bakar senin fikrini görür ve konuşmalarına şehâdet eder de yüzüne vurmaz. Her ne dersen güler ve ‘evet’ der. Ama insan esasen kendi ayıp ve kusurlarını farkeder; ama gizli kalmasını ister. Allah dostları da din kardeşlerini kendi gibi görüp, kusurlarını hoşgörür.

 

Benlik davasını bırak, muhabbetten olma ırak,

Sevgi ile dolsun yürek, hoşgörülü olmalıyız.

 

Güç yeter mi tatlı söze, yılanı getirir dize,

Çıkaryol değildir nizâ, hoşgörü yakışır bize.

 

Fikir silâh ile susmaz, adâleti kesmez bıçak,

Kardeş kardeşine küsmez, hoşgörü eder yüzü ak.

 

9- Nezâket

Nezâket ve zerâfet insan ruhunda bulunan güzel hislerin hâriçteki tezâhürüdür ki, muhâtapların kalbine (az-çok) mutlaka tesir ve nüfuz eder. Nezâket en katı yürekli insanları bile etkiler.

Nezâketin tesiri, içten samimi olmasına bağlıdır. Gösteriş için yapılan nezâket sûni çiçekler gibidir. Nezâketsiz kimselerle konuşmak ise insana ıstırap verir.

Kaba ve haşin bir kimse çok güzel şeyler de anlatsa kendisini dinletemez. Anlattıkları insanlarda müsbet tesir yapmaz; etrafındakiler dağılır, gider. Nitekim Cenâb-ı Hakk «Sen onlara yalnız Allah’ın rahmeti sayesinde yumuşak davrandın, kaba ve katı yürekli olsaydın muhakkak etrafından dağılıp giderlerdi. Bunun için onları bağışla ve Allah’dan onlar için mağfiret dile; iş hususunda da onlarla müşavere et; ama bir defa karar verdin mi; artık Allah’a güven. Çünkü Allah kendine güvenenleri sever.» (Âl-i İmran:159) buyurmuştur.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ İnsan, yanında bulunan hizmetliye ‘genç yiğidim, genç kızım’ desin; ‘kölem cariyem’ demesin. Hadîs-i Şerîf

✧ Şu dört şey nezâket gereğidir:

    1- Kardeşine itiraz etme,

    2- Onunla boş konuşma,

    3- Şaka yapma,

    4-Ona bir söz verip, sonra ondan cayma. Hadîs-i Şerîf

✧ Peygamberimizden bir şey istenip de ‘Hayır’ dediği asla vâki olmamıştır. Buhari

✧ İncelik, ilk anda haklı olduğunu iddia etmeme büyüklüğüdür.

✧ Kaldırımda yürürken, caddeden hızlı geçen bir araba üzerinize kirli su sıçratsa dahi nezâketinizi korumalısınız.

✧ Cömertlik ve nezâket, kendilerini takip eden bir bidat olmadıkça ikisi de dünya ve âhiretin ayıplarını örter.

✧ Herkesin yanında birbirleriyle tartışan, alay eden, sesini yükselten, nezâketsiz birini gördüğünde onun başına bir tas su dök. İmâm Şâfî

✧ Nezâket, ister iskarpin giysin ister çarık; bastığı yeri çamurlamaz. Cenap Şahabettin
 


Cenâb-ı Hakk’ın Nezâket Dersleri

1. Geçmişteki hatasını kişinin yüzüne vurmamak. Birikmiş sıkıntıları gündeme taşımamak.

Hz. Yusuf şöyle der: «Şeytan kardeşlerimle aramı bozduktan sonra..» burada suçu kardeşlerine vermeyip, şeytana vermesi, muhataba olan saygı ve nezaketini göstermektedir.

2. Karşıt fikirli olsa bile, büyüklere, emeği geçenlere kaba davranmamak.

Hz. İbrâhim put yapan babasına «Ey babacığım» diye sesleniyordu.

Hz. Mûsâ’ya Allahu Teâlâ «Ona yumuşak konuşun» diye emretmişti. Firavun’a karşı bu tavrı öğretmesi, zamanında ona on yıl babalık yapmasındandır.

3. Ne kadar samimi olursak olalım, kişisel sınırları aşmamak, mesafeyi daima itinayla korumak.

«Evlere kapılarından girin, izin almadan girmeyin» âyetleri bize yakınlığın zerâfeti kaldırmamasını hatırlatır.

4. Muhatabımızın kim olduğuna bakmaksızın güzel konuşmak, çirkin sözleri hayatımızdan çıkarmak.

«Gıybet etmeyin, tecessüs etmeyin, yalan söylemeyin, kimseyi yüzüne karşı ayıplamayın» âyetleri bize bu konuda dikkatli olmayı öğretir.

5. Büyüklerin yanında ses yükseltmemek, asla önlerine geçmemek.

«Ey iman edenler, Allah ve Resûlünün önüne geçmeyin, sesinizi Resûlullah’ın sesinden yüksek çıkarmayın» âyetlerinden bu hüküm anlaşılmaktadır.

6. Büyüklerden bahsederken onların zaaflarını,aktarmamak.

Hz. Sâre’nin Hz. İbrâhim için yaşlı kelimesi yerine «Şeyhî / şeyhim» demesi, Hz. Şuayb’ın kızlarının babaları için kör, gözleri görmez, ihtiyar demeyip «ve ebûna şeyhun kebir / babamız büyük bir şeyhtir» demeleri bize bu konuda nasıl davranmamız gerektiğini göstermektedir.


Sırât-ı Müstakim Nedir?

Din-i İslâm’ın, kitabullahın, sünnet-i Resûlullah’ın ne kadar mükemmel, ne kadar doğru olduğunu anlamamız için yüce Mevlâmız bize bir benzetme (istiare) yapıyor. Hak dini düz, geniş, donanımlı, menzile ulaştıran bir caddeye benzetiyor.

Diyelim, bir yolculuk yapıyoruz, bir şehre gidiyoruz. Oranın ana caddesini bulup elimizdeki haritayla o caddeye girdiğimizde trafik levhalarını takip ede ede menzile ulaşabiliriz. Ama ana yolu bırakıp tali yollara girdiğimizde hem zahmete girmiş oluruz hem de trafik levhalarından istifade etmemiz mümkün olmaz.

Ayrıca ‘sırat’ kelimesi, sırat köprüsünü de hatırlatıyor (tecessüm).

Yani; hayattayken doğru yolu tutup Mevlânın istediği doğrultuda yaşamazsan, kendi cüzi iradeni O’nun külli iradesinde yok etmezsen, O’nu râzı etmezsen sonunu düşün. Sonunda cehennem üzerine kurulan bir köprüden geçmek zorunda kalacaksın. (Meryem,71-72)

Dünyadaki kulluk görevini yapıp yapmaman senin o günkü kaderini çizecek. Dönüşü olmayan bir yolda yolculuk yapacaksın. Asırlar boyu süren bir yolculuk. Öyle bir yolculuk ki; inişli yokuşlu, uçurumu ateş olan mecburi istikâmet.

Önce sana doğru yol gösterilmiş, rehber olarak dünyanın en dürüst, en zeki, en akıllı, en bilgili, terbiyesini bizzat Hakk’tan alan, hatta bir ismi de ‘Sıratun Müstakim’ olan Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) gönderilmiş. Ona uyman gerektiği yüzlerce defa hatırlatılmış, Hakk’a giden yol bütün ayrıntıları ile tarif edilmiş, bizzat tatbik edilerek öğretilmişti. Hayatını o tarife göre tanzim edersen, o yol seni bahtiyarların yaşadığı mutluluk ve ebedilik ülkesine götürecek. O tarife uyarsan, dünya hayatın da peşinen bir cennet olacak. «Bu ikisinden başka iki cennet daha var.» (Rahman;62)

Yalancı dünyada bir bodrum kata sahip olmak için yüz binlerce liraya ihtiyacın olduğunu pekala biliyorsun. Ebedi, mükemmel, son derece lüks cennetlere bedavadan sahip olunur mu? Öyle cennetler ki; altından kanalizasyon değil, berrak, içinin inci mercanları görünen, arı duru, hizmete hazır nehirler akar. Üşütme, boğulma, namahrem korkusu gibi bütün korkulardan uzak. Daima ılıman iklim, her çeşit meyve dolgun, olgun, sahibine kolaylık olsun diye sarkmış. Sulamaya, bakıma, ilaçlamaya, bahçıvana, kuvvete ihtiyacı yok. Rahmanın vasıtasız ihsanı...

Tıpkı güneş gibi, ay gibi, bulut gibi kulların dahli olmadan ihsan edilen nimetler. Üstelik ağaçların tomurcuklarından nadide, şeffaf, rengarenk, zevklere uygun elbiseler çıkacak. Daha bize bildirilmeyen nice süpriz ihsanlar... Fakat buraya güzel ahlâklı, temiz yürekli, incinmeyen, incitmeyen, zarif, kibar, muti, Allah’ın bilgisi ve sevgisiyle donanmış seçkin kullar girebilecek.

Kadro sınırsız; davet umumi «Allah selâmet yurduna çağırır.» (Yunus; 25) Seçimini doğru yapan doğru yola... Sıratı müstakimi yol edinen her mümin bu nimetlerin namzedi. Hem de direkt aday; aday adayı değil. Bu yolda hile, rüşvet, para, mevki, soy, güzellik, diploma asla geçmez. Ancak kişinin bizzat kendi gayreti, kulluğu, ibâdeti, sâlih ameli, Muhammedi ahlâkı, hakiki imanı geçerli olur.

Bu yol tâlimatını aldıktan sonra, yolun niteliğini tanıyalım.
 

Noktaların Çizgisi

Hani şu daima şahit olduğumuz elektrik ışığını devamlı yanıyor zannederiz ya. Oysa o devamlı yanıp sönmenin neticesidir. Çok hızlı olduğu için biz cüzleri kül sanırız. Işığın sürekli yanıp sönmesindeki serilik, bize bütün hissi verir.

İşte bunun gibi, sırât-ı müstakîm; her şeyin itidal noktasının birleştiği, düz çizgi gibi bir yol. Nasıl mı?
 

Üç bölümden oluşan bir bütün

Dinimiz üç bölümden oluşan bir bütündür: İtikat, ibâdet, ahlâk. Bunlar sacayağı gibi birbirinden ayrılmaz unsurlar; biri olmasa, öbürleri de iptal olur.
 

Birinci bölüm: İtikat (inanç)

İnanılması gereken altı şarta ifrat tefrite taşmadan, bütün gönlümüzle inanmak. Dil ile ikrar, iş ile tasdik etmek.

Mesela kader inancını ele alalım. Doğru görüş, ehl-i sünnet ve’l cemaatin görüşüdür ve şöyledir: Bir işin olmasında kul kazanan kâsib, Cenab-ı Hak yaratan hâlıktır.

Şöyle ki; biz namazı kılmaya niyet edip eyleme geçmek istediğimizde Rabbimiz bizde o kuvveti halk ediyor. Ve biz o fiili yapabiliyoruz. Biz böyle bir niyete girmeyip, ‘Ne yapalım, Allah kısmet etmedi, etseydi kılardım’ şeklinde cüzi irademizi terk edersek, Allah’a karşı iftira, nankörlük, umursamazlık olur. Buna kaderiye mezhebi denir. Bozuk mezheplerden biridir. İmanın tefritidir. Bu tipler şeytan gibi, her şeyi Allah yarattı, benim ne suçum var, diye düşünen ya da söyleyen, kaytarmacı, bozuk inançlı kimselerdir.

Ya da tam tersi, külli iradeyi inkar edip her şeyin cüzi iradeyle olduğunu sanıp ‘Kul fiilinin hâlıkıdır’ diyen cebriye mezhebi. Bu da itikatta ifrat ile sırât-ı müstakîmden ayrılma bedbahtlığıdır. Bu tipler nemrut gibi bâtıl felsefeleriyle, İbrâhimlerle tartışan eblehlerdir. Her şeyi kendi irade ve kudretiyle yaptığını savunup, çevresine süper güç olduğunu söyleyenler, sonunda bir sinekle belalarını bulup, bu küstahlıklarının cezasını iki cihanda çekerler.

Allah’la harbe girmenin, Peygamberle alay etmenin, müminlere eziyet etmenin ne demek olduğunu çok geçmeden anlarlar. Ama ne yazık ki cehennemin dönülmez yoluna çoktan revan olmuşlar, hak ettikleri akıbete uğramışlardır ve uğrayacaklardır.
 

İkinci bölüm: İbâdet

İbâdet, kendi bünyesinde ikiye ayrılır:

1- Kul ile Allah arasında olan (namaz, oruç vs)

2- Kul ile kullar arasında olan. Buna fıkıh dilinde ‘muamelat’ denir. Bu bölüm hayatımızın her lahzasını içine alır. Gerek kendimize karşı görevlerimizde, gerek diğer insanlara ve varlıklara karşı görevlerimizde takip edeceğimiz tutumlarımızda uymamız gereken prensipler zinciri.

Yemek yemek, konuşmak, giymek, mesken edinmekten tut da, kültür, ticaret, sanayi, ferdi ve toplumsal her iş, oluş, davranış ve fiillerde takip edeceğimiz yol.

Bunlarda da vahyin verdiği ölçüye uymak itidal. Yani sırât-ı müstakîm. Ondan geri ve ileri hududun aşılması ifrat ve tefrit. Şöyle ki:

Allah’a karşı vazifelerimizde, mesela farz oruçlarda bilerek kaytarmak tefrit, bir gün bile bırakmadan tüm seneyi tutmak ifrat. Ramazan orucunu meşru bir mazeret olmaksızın bütünüyle tutmak ve bazı nafileleri sünnete uyarak tutmak itidal.

Kullarla aramızdaki muamelelerde, ana baba ve büyüklere saygılı olmak, itaat etmek itidal. Haram ve farz konusunda engellemek isterlerse onları dinlemek tefrit. Çünkü Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Allah’a isyanda kula itaat yoktur’ buyurmuştur. Büyüklerimizi meşru konularda dinlememek, asi olmak ise ifrat.
 

Üçüncü bölüm: Ahlâk

Kendisine «Nun, Kalem ve yazdıkları hakkı için! Sen Rabbinin nimeti ile mecnun değilsin. Ve tükenmez bir ecir var muhakkak senin için. Ve muhakkak sen pek büyük bir ahlâk üzeresin.» (Kalem; 1-4) diye iltifat edilen Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) güzel ahlâkını oluşturan 76 tane ahlâk-ı hamideyi taşımak itidal. Ona ters düşen 60 ahlâk-ı rezile de durumlarına göre ifrat ve tefriti oluşturur. Misallendirecek olursak;

Cömertlik itidal, cimrilik tefrit, israf ifrat.

Cesaret itidal, korkaklık tefrit, cazgırlık ifrat.

Bütün bu ölçülerle ahlâkların itidalini öğrenip sırât-ı müstakîmi oluşturan çizgiye itidal noktalarını kaydedebiliriz. Aynı şekilde itikadın, ibâdetin bütün evrelerinde Kur’an’a, İslâm’a göre itidallerini bulup sırât-ı müstakîm çizgisine ilave edebiliriz. Böylece kastedilen Sırat-ı Müstakim yolunu yakalayabiliriz.

Çünkü yüce Kur’an’ımızda «Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa yine O bilir. Bir yaprak düşmez ve yerin karanlıklarına bir tane gitmez ki O bilmesin. Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, o herşeyi açıklayan kitapta bulunmasın.» (En’am, 59) buyurarak hayatımızın her zerresinde bize iyiyi, güzeli, itidali bildirdiğini ilan ediyor. Bize düşen kolları sıvayıp önce farz-ı ayn olan ve nehyedilen hükümleri öğrenip uygulamaya geçmek.

Sırat

✧ «Allah’a ibâdet edin. Doğru yol budur.» (Âli İmran,51)

✧ Allah size sırât-ı müstakîmi şu misalle anlatıyor: O, inişli-çıkışlı bir köprü ve yoldur. Köprünün kenarlarında sur ve sınırlar, bir de dışarıya açılan kapı ve pencereler vardır. Kapıların üzerinde de örtülmüş örtüler vardır. Her kapının yanında birisi; ‘Ey insanlar! Doğru yola girin ve sakın eğri büğrü yaşamayın’ demektedir. Bir de köprünün üzerinde birisi vardır ki o da, bir insan o kapılardan birisini açıp dışarıya bakmak istediği zaman; ‘sakın kapıyı açma’ der. Dikkat edin! Sırat, o inişli-çıkışlı yol, İslâm’dır. Etrafındaki surlar Allah’ın tayin ettiği şeriat sınırlarıdır. O kapılar da muharremattır. Allah’ın yasak ettiği şeylere o kapılardan çıkmakla girilir. (Bu nedenle hadislerde ahir zamanda çıkacak Deccal ve Süfyan’ı görmek üzere başını dışarı çıkaran kimselerin boynuzları çıkacak ve bir daha kafalarını içeriye alamayacaklar, şeklinde rivâyetler vardır. Yani insan başını şeriatın sınırları dışına çıkardığı zaman bir daha içeriye çekmesi çok müşkül olacaktır.) Sırat üzerinde bağırıp çağıran ve doğru yola girilmesini emreden Kur’an’dır. Sırat üzerinde seslenen ise müslümanların vicdanlarıdır. Hadîs-i Şerîf
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Sırat-ı müstakim Allah’ın dosdoğru yolu anlamına gelir. Dosdoğru olmak (istikâmet) ise sağa ve sola sapmaksızın tek bir yön üzere devam etmek demektir. İslâm’ın diğer adı da sırât-ı müstakîmdir.

✧ ‘Sırat’ kelimesi ‘fial’ veznindendir. Bu vezin şumul içerir. Dolayısıyla bu yol bütün yolcuları taşır. Onlara dar gelmez, geniştir. Tarik kelimesinde ‘feil’ vezninden dolayı böyle bir mana yoktur. Sebil de yine ‘feil’ veznindedir. Onda da bu genişlik manası yoktur.

✧ ‘Sırat’ kelimesi müfred ve iki şekilde muarref (Mevsuf ve muzaf) olarak geldi. Müstakim olarak vasıflanması, tek bir yol olduğuna delâlet eder. Çünkü iki nokta arasında dosdoğru bir yoldan başkası yoktur. Aynı zamanda maksuda ulaştıran en kısa yol olduğuna ve yolcuya güç gelmediğine işâret eder.

✧ Araplar, eğri yola da doğru yola da ‘Sırat’ derler. O yüzden özellikle doğrulukla sıfatlanmıştır.

✧ Sırat; cadde, anayol anlamlarına gelir. Kur’anda Allah’ın yolu dışındaki yollar için sırat kelimesi kullanılmaz. «İşte Benim doğru yolum (sıratım) ona uyun O’nun yolundan ayıran başka yollara (sübül) uymayın.» (En’am,153)

✧ Hem ‘elif-lam’, hem izafetle mârife olması tayine ve ihtisasa delâlet eder. Yani tek bir yoldur. Ama gadab ve dalal ehlinin yolu çoktur. Buna Enam;153 de işâret eder.

✧ Kur’an, sebil’in tersine sırat’ı her zaman tekil kullanır. Sebil, hem tekil hem çoğul gelmiştir.

✧ ‘Sırat’ kelimesi Kur’an’da türevleriyle birlikte 45 kez yer alır. En çok da bu âyetteki gibi ‘sırât-ı müstakîm’ şeklinde geçer.

✧ ‘Sırat’, ‘sin’ ile okunduğu zaman, yol yolcuyu yuttuğu için sırat denmiştir.

✧ Sırât-ı Müstakîm’in istikâmet özelliği onun yakın oluşunu da kapsar. Çünkü doğru çizgi, iki noktanın arasını birleştiren en yakın çizgidir. Çizgi eğrildikçe uzar da uzar.

✧ ‘Sırât-ı müstakîm’ kitabullahtır. Hadîs-i Şerîf

✧ Sırât-ı müstakîm, Hac yoludur. Fudayl b. İyad

✧ Doğru yol; Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile ondan sonra gelen iki arkadaşıdır. Ebû’l Aliye

✧ ‘Sırât-ı müstakîm’ ehl-i sünnet ve cemaat yoludur. Sehl b. Abdullah

✧ İnsanı amacına kısa yoldan ulaştıran metoda yol denir.

✧ İstikâmet kelime anlamı olarak düzgün bir yolda olmak demektir. Bir anlamı da hak yolda olmak, hak yola girmek demektir.

✧ Verilen söze bağlılık, dini ve dünyevi işlerinde orta yolu takip etmek manasına da gelir.

✧ İstikâmet üzere olma, Kur’an’ın gösterdiği gibi davranışlarda ve ibâdetlerde dosdoğru olmaktır. Emredileni, istenildiği kadar yapmak, Allah’ın hükmünü, onun râzı olacağı şekilde yerine getirmektir.

✧ Yolunuzu her gün değiştirirseniz, varmak istediğiniz yere varamazsınız.

✧ Kur’an’ın irşad ettiği yol en sağlam yoldur. Başka irşad yolu aramak divaneliktir.

✧ Yolsuzluk o kadar çoğaldı ki, çiğnenmedik güzellik kalmadı.

✧ Gayri meşru yollar ile bir maksadı takip eden, çoğunlukla maksudunun zıddıyla ceza görür. Avrupa muhabbeti gibi gayrı meşru muhabbetin akıbetinin mükâfatı, mahbubun gaddarane adavetidir.

✧ Gayeye yolsuzlukla değil yoluyla ulaşılır.

✧ İnsan bir yolcudur, yolcunun kılavuzu Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), haritası Kur'an, pusulası akıl, sermayesi iman, azığı amel, yakıtı sevgi, karakteri ahlâk, aksesuarı edep, sıfatı merhamet, adı şeref ve izzet, modeli müebbet, parolası sabır ve sebat olmalıdır.

✧ Sevilmeyen yol kalabalık da olsa ıssızdır.

✧ Kendini Hak yoluna vakfet. Yaratılmışlardan gözünü kapa ki Allah’ın rahmeti sana akar gibi gelsin.

✧ İnsan kendi yanlışı yüzünden yolunu kaybeder. Yolsuzluk yolu kaybetmişlerin yoludur.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Sırat kelimesi inişli çıkışlı, bazen dar, bazen geniş, geçmesi, aşması zor bir yol manasına gelir. Sanki bize, Allah rızâsına giden geçilmesi zor bir yolu ve Cehennem üzerine kurulan, Cennete geçmek için üzerinden geçmekle mükellef olduğumuz Sırat’ı hatırlatıyor.

✧ Sırat, hadislerde cehennem çukurlarının üzerinden geçip cennete uzanan kıldan ince, kılıçtan keskin yol için kullanılır. İnsan dikkat etmezse ve Allah’ın yardımı olmazsa her an doğru yoldan çıkabilir. Çünkü şeytan ve dostları müslümanları bu yoldan çıkarabilmek için Allah’ın doğru yolunun üzerinde oturmaktadırlar.

✧ Münâfıklar Sırat üzerinde müminlerin nurundan istifade edemeyip karanlıkta kalarak cehenneme düşerler. Sırat üzerine kâfirler sürünerek gidip cehenneme düşerler.

✧ Kıyâmet gününde insanlar sırat köprüsünden geçerler. Sırat köprüsü kaygandır. Üstünden geçenleri düşürür ve cehennem düşenleri içine alır. Onların üzerlerini kaplar. Ah çekip inlerler. Onlar bu durumdayken Allah’tan (celle celâlühû) bir nidâ gelir ve; ‘Ey kullarım! Dünyada neye ibâdet ederdiniz?’ der. Onlar da; ‘Rabbimiz! Sen daha iyi bilirsin. Biz sana ibâdet ederdik’ derler.

✧ Bunun üzerine hiçbir mahlûkun duymadığı bir sesle kendilerine karşılık verilir ve Allah (celle celâlühû); ‘Bugün sizleri benden başkasına terketmemem haktır. Sizi bağışladım ve râzı oldum’ buyurur. O zaman melekler onlara şefaat eder ve böylece o yerden (cehennemden) kurtulurlar. Altlarındaki cehennem ehli ise şöyle derler: «Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz. Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olsak...» (Şuara, 100-102) 

Sonra herkese Sırat’tan geçmesi emrolunur. Sırat kıldan ince kılıçtan keskindir. Bu dünyada sırât-ı müstakimde olan, yani doğru yolda gidenler, o Sırat’ı kolaylıkla geçerler. Doğru yolda bulunmayanlar, Sırat üstünde yürüyemezler ve cehenneme düşerler.

Sırat’ın başında herkesi tutarlar, yaptıklarının hepsinden sual sorarlar. Sâdıklardan ise sıdkın, doğruluğun hakikatı sorulur. Münafıkları ve riyâkârları utandırırlar, rezil ederler. Bir grubu hesabsız cennete gönderirler. Bir kısmının hesabı kolay olur, bir kısmının zor olur. Sonunda bütün kâfirler cehenneme atılır. Asla kurtulamazlar.

Müslümanların mutîlerini cennete gönderirler. Asilerini cehenneme gönderirler. Peygamberlerin ve din büyüklerinin şefaatına kavuşan affedilir. Şefaat olunmayanlar cehenneme götürülür. Günahı miktarınca ona işkence yaparlar. Sonunda cennete götürülür.

✧ Kurbanları büyük kesin; çünkü onlar, Sırat üzerinde sizin bineklerinizdir. Hadîs-i Şerîf


     Gözlerimiz kararır köprü varken Fırat'ta,

     Hâlimiz nice olur, kıldan ince Sırat'ta?


✧ «Sizden Cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız.» (Meryem,71-72)  Herkesin cehenneme uğraması Sırat aracılığıyla olacaktır.

✧ Mü’minlerin sırat üzerindeki (tanınma alameti), ‘Rabbim selâmet ver, selâmetle geçiriver’ demeleri olacaktır.

 
 

Doğru Yol

✧ Doğru yol, Kur’anın gösterdiği ve tüm peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed’in yaşadığı en doğru yol ve sapasağlam dindir.

✧ Doğru bir yolun beş özelliği bulunmalıdır:

    1- İstikâmet

    2- Hedefe ulaştırmak

    3- Kısa ve yakın olmak

    4- Gelip-geçenler için geniş olmak

    5- Maksada ulaştırdığının belirgin olmasıdır.

✧ Sırât-ı müstakîmden başka bir yolla asla Allah’a (celle celâlühû) kavuşulmaz.

✧ Doğru yola uyun, bunun dışında başka yollara gitmeyin ki, parça parça olup hak yoldan sapmayasınız.

✧ Seni lüks ve konfora götürenlerin yolu bozuktur. Seni imtihan ve sıkıntılara dûçar olanların yoluna götürüyorlarsa, Peygamber ve sâlih insanların yoluna itilmişsin demektir.

✧ Doğru bir yol vardır, lâkin bir bucakta gizlidir. Onu bulmak her yeri dolaşıp aramaya bağlıdır.

✧ Kulun Allah (cc) yolunda çalışması, Allah’a olan sevgisindendir.

✧ Doğru yola iletilmenin işâreti, iyi işler yapmaya ve sâlih amel işlemeğe koyulmaktır. Sâlih amel de sırf Allah için yapılan iştir. Sadece iman, mü’min’in ebediyyen cehennemde kalmasına engel ve cennete girmesine yardımcı ise de, amel, iman nûrunu arttırır ve mü’minin kalbi amelle nurlanır.

✧ Doğru yolda kaybolmuş kişiyi görmedim.

✧ Mühtedî (doğruyu bulan kimse), dünyayı bırakıp, âdetler peşinde koşturmayıp, ibâdet ve taatle uğraşan kimsedir. Yoksa kişinin kafasının estiği doğrultuda hareket etmesi, hevâsıyla hidâyetini birbirine karıştırması durumunda, o kimse hidâyete eren biri olamaz.

✧ Yol arayışına girme, yol belli; sen yolcu ol.

✧ Eğer her fuzûli kişi Allah’ın fazl ve keremine nâil olup hidâyet yolunu bulsaydı, Allah bu kadar peygamber gönderir miydi?

✧ ‘Doğru yol’ bazen düşülen yanlış yoldan, belalardan, olumsuzluklardan çıkış yolu da olabilir.

✧ Doğru yoldan ayrılan, kötülüğe anahtar; doğru yola giren, kötülüğe kilit olur.

✧ Doğru yolda giden kaplumbağa, eğri yolda giden yarış atını geçer.

✧ Doğru yol Allah yoludur, yan yola sapan şeytan yoluna girer.

Yahudiler: Sırf madde, amel yok.

Hıristiyanlar: Maddeyi reddedip ruhi bir anlayış savunucusu olmuşlar. İki zümrenin yolu da yanlıştır. Doğru olan, Allah’ı (celle celâlühû) gereği gibi bilip tanımak ve O’nun buyruklarını yerine getirmektir.

✧ Resûlullah’ın yürümediği yolda nur yoktur.

✧ İstemez doğru giden; menzil-i maksuda delil. İzzet Molla

✧ Doğru yol;

☆ İslâm

☆ Sünnet (Rasulullah'ın) yolu

☆ Hulefai Raşidin'in yolu,

☆ Ehli sünnet vel cemaat yolu

 

Yolculuk

‘Sırat’ kelimesi bize yol, yolcu ve yolculuğu hatırlatır.

Yolda yürümenin bazı kaideleri vardır. Bunların başında kararlı ve düzgün yürümek, sallapati yürümemek gelir. Gözü başka tarafta olmamak, diğer yayalara çarpmamak, yere tükürmemek, yürüme kaidelerindendir. Yürürken gidenlerin akış hızına uymak, başkalarının yoluna engel olmamak, yol ortasında durarak konuşmamak da lâzımdır.

Sokağa çıkmanın âdâbı:

1- Sokağa çıkarken üstüne başına dikkat etmeli, sökük, yırtık, kirli elbiselerle halk arasında dolaşmamalıdır. Gösterişe kaçmayan, temiz ve düzgün kıyafetler giyinmelidir. Peygamber efendimiz: ‘Elbiseniz temiz olsun, bineğinizi de iyi yapınız. Ta ki insanlar arasında bir benek gibi olunuz’ buyurmuşlardı.

2- Zaruret yoksa yol kenarlarına oturmamalı ancak oturmak gerekiyorsa yol hakkı verilmelidir. ‘O yolun hakkı nedir?’ diye sorulduklarında, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle cevap veriyor: ‘Haramdan gözü yummak, halka eziyet vermekten kaçınmak, selâm verenin selâmına karşılık vermek ve iyiliği emredip fenâlıktan sakındırmaktır.’

3- Bizden yaş, ilim ve mevki bakımından büyük olanların önünde gitmemek, diğer konularda olduğu gibi yolda giderken de onlara öncelik tanımak. «Ey iman edenler! Allah ve Resûlünün önüne geçmeyin» (Hucurât,1) Ana-babaya itaat Allah ve Resûlüne itaat olduğundan; yolda yürürken büyüklerimizin önüne geçmeyerek onlara saygı göstermek de, Allah ve Resûlüne saygı göstermek olacaktır.

4- Sokakta giderken normal bir yürüyüşle gitmeli, süratle koşarak, zıplayarak veya bunun zıddına sallanarak yürümemelidir. Zirâ bu durum insanın heybetini giderir.

5- Camiye giderken, cemaate yetişmek için koşmak bundan dolayı uygun görülmemiştir. Kur’an da «Yürüyüşünde mutedil ol. Pek yavaş ve süratli yürüme. Normal bir şekilde yürü.» (Lokman,19) ancak bazı zaruri durumlarda koşarak gitmek bunun dışındadır.

6- Vasıtalarda, yolculuk esnasında yaşlılara ve zayıf olanlara yer vermek en önemli edep kurallarındandır. Hadiste ‘Kim bizim küçüğümüze acımaz, büyüğümüzün hakkını tanımazsa bizden değildir’ buyrulmuştur.

7- Kişi evinden çıkarken besmele ile işlerini Allah’a havale edip, Ondan yardım dileyerek çıkmalıdır. Hadiste ‘Bir kimse evinden çıkarken, (Allah’ın ismiyle çıktım. Allah’a tevekkül ettim. Güç ve kuvvet ancak Allah’ın inayetiyledir) derse, ona: ‘Sana hidâyet ihsan edildi. Bütün hacetlerin yerine getirildi. Bütün kötülüklerden korunma altına alındın’ denir ve şeytan ondan uzaklaşır.

8- Gurur ve kibir haramdır. Yolda yürürken de gurur ve kibre vesile olacak davranışlardan sakınmalı ve mütevazı olmalı. Allah (cc) buyuruyor ki: «Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen asla arzı yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.» (İsra,37) «Yeryüzünde çalımla yürme. Çünkü Allah büyüklük taslayanları sevmez. Yürüyüşünde mütevazı ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.» (Lokman, 19)

9- Yolda, caddede ve sokakta giderken başkalarına zarar ve eziyet verecek davranışlardan sakınmak, şayet bu gibi durumlar varsa onları da ortadan kaldırmak iman alametlerinden sayılmıştır. ‘İman yetmiş yahut altmış kusür şubedir. En yükseği ‘Lailahe illallah’ en aşağısı da eziyet verecek bir şeyi yoldan kaldırmaktır.’ Sokaklara tükürmek, yerlere çöp atmak gibi davranışlar doğru olmadığı gibi, yollara taş, diken veya cam kırığı gibi şeyler atarak zarar vermek de doğru değildir.

10- Vasıta ile giderken trafik kurallarına aykırı hareket ederek insanların ve diğer araçların seyrini engellemek de yollarda yapılan eziyetlerdendir.


✧ Her hayırlı işe besmele ile başlanır. Yolculuğa çıkmak üzere, hayvanına veya arabasına binen bir insan, hemen besmele çekmeli, binek nimetinden dolayı Allah’ı şükür ve minnetle hatırlamalıdır. Bu takdirde yol boyunca, yoldaşı melek olur.

✧ Allah’ı hatırına getirmeden yola çıkan gâfil kimseye ise, şeytan yoldaşlık eder. Yol boyunca onu, çeşitli günahlar işletmek için fitleyip durur.

✧ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir ihtiyacı görmek üzere (yola) çıktığı zaman, ‘Yâ râşid!’ (uğurlar olsun), yâ necih! (hayırlı muvaffakiyetler) temennilerini işitmekten hoşlanırdı.

✧ Yolda insanlara zarar verecek şeyleri gideriniz. Hadîs-i Şerîf

✧ Kim müslümanların gelip geçtiği yol üzerine (kirletirse), Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Hadîs-i Şerîf

✧ Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘İki lânetlik davranıştan sakının! buyurdu. Sahâbiler: ‘Ya Resûlullah, nedir iki lânetlik iş? diye sordular. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘İnsanların gelip geçtikleri ana yol üzerini veya halkın gölgeliklerini kirleten kişinin yaptığı iştir’ buyurdu.

✧ ‘Ben bir yola çıkmak istiyorum’ diyen kimseye Ziyad: ‘Yolunu Allah’ın zikriyle aç’ der.

✧ Yolculuğa çıkarken şöyle söylenmelidir: ‘Yâ Rabbi, seferde dostum sensin, ehlimi, malımı ve çocuklarımı sana bıraktım, beni ve onları belâlardan koru. Yâ Rabbi, bu yolda Senden iyilik, takvâ ve beğendiğin amelleri, işleri istiyorum.

✧ Yâ Rabbi, Senin yardımınla dışarı çıktım, Sana tevekkül ettim, Sana tutundum, yüzümü Sana döndüm. Yâ Rabbi! Beni takvâ ile rızıklandır, günahımı affet, her nereye dönersem yolumu hayırlı eyle.’

✧ Yoldan dönenin sırtına masaj yapmak dervişlerin âdeti ve sünnet.
 

Gezmek

✧ «Onların diyar diyar gezip dolaşmaları seni aldatmasın.» (Âl-i İmran:196)

✧ Hanımlar zaman zaman komşulara misafirliğe giderler. Bu, bir ihtiyaçtır. Ancak kadın her şeyden önce misafirliğe gideceğini kocasına bildirmeli ve onun iznini almalıdır. Ayrıca bu gezmelerin zamanını da iyi ayarlamak gerekir. Hanımın komşuya gitmesi, evdeki düzeni sarsmamalı, erkek eve geldiği zaman karısını evde bulmalı, karısı tarafından güler yüzle karşılanmalıdır.

✧ Kişinin fitne zamanında selâmeti, evinden dışarı çıkmamasıdır. Hadîs-i Şerîf

✧ Hangi kadın eşinden izinsiz sokağa çıkarsa, evine dönünceye, yahut eşi kendisinden râzı oluncaya kadar, Allah’ın (celle celâlühû) gadabına maruzdur. Hadîs-i Şerîf

✧ İnsanlarla oturmak için uygun olmayan yerlerin en fenası yollar ve sokaklardır. Oturulacak yerlerin en iyisi mescitlerdir. Hadîs-i Şerîf

✧ Çok gezen civciv, kaynar suya düşer.

✧ Boşu boşuna gâyesiz, hedefsiz gezip dolaşmak, insanı günaha, masraf ve israfa sokar.
 

Dinin Yörüngesi

‘İki günü eşit olan ziyandadır’ buyruğundan, müminin sürekli ilerlemesi gerektiğini anlıyoruz. Bu da itikat, ibâdet, ahlâk konularında yüzeysellikten içtenliğe, zahirden batına doğru yol almakla mümkündür. Bunu Efendimiz (sav), şeriat, tarikat, mârifet, hakikat diye dört derecede izah eder.

Bu yolları âlimlerimiz cevize teşbih ile açıklamışlardır. En dış, koruyucu yeşil kabuk, şeriat; tahta kabuk tarikat; cevizin içi mârifet; cevizin lübbü, özü hakikat.

Bu yolları güneş sistemine de benzetebiliriz; en iç daire güneşe en yakın olandır (hakikat).
 

Şeriat: Beden ve cesetle ilgili emir ve yasaklara riayet.

Tarikat: Bütün güzel ahlâklarla donanmak, her türlü çirkin davranışlardan uzak durmak gibi kalbi mükellefiyet olup, iyi huylarla donanıp, kötü âdet, alışkanlık ve niyetleri kalpten çıkarmak, Allah’tan gafil bırakan duygu ve düşüncelerden arınıp, kalbin Allah’ı (celle celâlühû) zikretmesi, imanın yakin derecesine ermek.

✧ Şeriat, vücudu kaplayan deri gibidir. Derinin altındaki et, tarikat gibidir. Onun altındaki kemik, hakikat gibidir. Onun içindeki ilik ise mârifet gibidir. Bunların hepsi birden bir bütündür. Ne et derisiz, ne kemik etsiz, ne ilik kemiksiz pâyidar olabilir.

✧ Şeriat sözlerim, tarikat fiillerim, mârifet hâlim, hakikat sermâyemdir. Hadîs-i Şerîf

✧ Şeriat bir ağaçtır; tarikat onun dalları, mârifet yaprakları, hakikat meyvesi, Kur’an da hepsini cem edicidir. Mezâhiru’l Vücut

✧ Şeriatta seninki senin, benimki benim. Tarikatta seninki senin, benimki de senin, hakikatta ne seninki senin, ne de benimki benim. Ahmed Buhâri

✧ Şeriat gemiye, tarikat denize, hakikat ise inciye benzer. Hakikat incilerini elde etmek için, tarikat gemisiyle şeriat deryâsına yolculuk yapmak gerekir. Bu, sıralamasına uymayan, hedefine ulaşamaz.


1- Şeriat

Şeriat, tam ve yekpâredir. Ne fazlalık kabul eder, ne eksiklik. Şeriatte fazlalık, eksikliktir. Şeriat suya benzer, eksik içersen susuzluğun yerinde kalır, fazla içersen sana ziyânı dokunur.

Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola yöneldin mi o gidişin tarikattır, maksadına ulaştın mı o da hakikattir.

Bunun için hakikatler meydana çıksaydı, şeriatlar, yollar bâtıl olurdu.

✧ Şeriat muhâfaza olunmazsa, âlemin kıvam ve nizâmı bozulur. Mükevvenatta gördüğün intizam, hep şeriatın icâbıdır.

    Mûsâ (as)’ın şeriatı, şiddet yolunu takip eder. Meselâ, katili muhakkak öldürür.

    Hz. İsâ’nın şeriatı, hilim yolunu tâkip eder; katili affeder.

    Hz. Muhammed’in şeriati ise, merhamet yolunu tâkip ettiğinden icabına göre kısas yapar ve münâsip diyetle affeder.

✧ Bir kimse kendine şeriatın edeplerini âmir kılarsa, Allah onun kalbini mârifet nûrû ile ışıklandırır. Fiillerinde, emirlerinde ve ahlâkında Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e tâbi olma makamından daha şerefli bir makam yoktur. İbn Atâ

✧ Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun şeriatla hareket edin! Keşifle demiyorum, zira keşif, bâzen insanı hataya düşürebilir.

✧ Şeriatların ruhu; dini, nefsi, aklı, nesli ve malı muhafazadır.

✧ Kıyamette şeriatten sorulur. Ebedi hayata giriş ve azaptan kurtuluş, şeriatin yerine getirilmesine bağlıdır. İmam Rabbani

✧ Şeriat üç bölümdür: İlim, amel, ihlâs. Bunlardan herbiri yerine getirilmedikçe şeriat gerçekleşemez. İmam Rabbani

✧ Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola koyulmak gerekir. Yola koyuldun mu bu gidişin adı tarikattir. Maksadına ulaştın mı o da hakikat. Mevlânâ

✧ Pergel gibi bir ayağımızla şeriat üzerinde sabitken, diğeriyle yetmiş iki milleti dolaşırız. Mevlânâ
 

Şeriatı hafife almak:

◇ Namazın terki güzeldir veya namaz yaşlıların ve tembellerin işidir dese küfre girer.

◇ Şayet Ramazan’ın gelmesi esnasında ‘ağır konuk geldi’ dese, veya bir adam kendisine ‘zekâtı edâ et’ dese, o da; ‘Edâ etmiyorum’ dese küfre girer.

◇ Bir kimse yalan söylese, diğeri de ‘Allah seni yalanınla mübarek kılsın’ derse küfre girer.

◇ Faizin veya zulmün helâl olmasını temenni ederse küfre girer.

◇ Bir fakire haram bir maldan sevap umarak bir şey verse küfre girer. Eğer o fakir bu haramı bilse de veren kimseye duâ etse küfre girer.

◇ ‘Haram bana daha sevimlidir’ dese küfre girer.
 

     Şer ile hakikatin, şerhini ey dem işit

     Şeriat bir gemidir, hakikat deryasıdır. Yunus

 

2- Tarikat

Ehl-i sünnet ve’l cemaat akidesine göre; İslâm fıkhının dört asıl kaynağına sımsıkı sarıldıktan, farz, vâcip ve sünnetleri eksiksiz ifa ve icra ettikten sonra,

Kötü ahlâk ve alışkanlıklardan kaçınıp,

Güzel ahlâkla dolmaya,

✧ Zikrullah, fikrullah, nafile ibâdet ve taat ile meşgul olmaktan ibaret olan tarikat ile tarikatin aslı durumunda bulunan şeriat arasında kesinlikle bir ayrılık ve aykırılık yoktur. Şeraitsiz tarikat küfrün ve inkarın ta kendisidir.

✧ Tarikat, Şeriat-ı Muhammediyye’ye sımsıkı sarılmak, Sünnet-i Muhammediyye ile edeplenmek, çokça Allah’ı (celle celâlühû) zikretmek,

✧ Amellerin en faziletlisi «Nerede olursan ol Allah (celle celâlühû) seninle beraberdir» (Hadid:4) âyetlerine uygun olarak dâimi bir huzur ve murakabeye devam etmektir.

✧ Tarikat şu beş temel esas üzere kurulmuştur:

1- Taat, zikir, isar, tevhid, kanaat, tevhid, tevekkül, teslimiyet.

2- Düşünüp taşınarak hareket ve davranışlarında şuurlu olmak,

3- Şükür ve hakkın azametini çok düşünmek,

4- İstikâmet ve dosdoğru olmak.

5- Kötü fiil ve niyetleri gönülden tahliye etmek ve en güzel ahlâki hasletlerle donanmaktır.
 

Tarikatta hizmet sırası

Tarikatın ilk dönemlerinde muhip ve hizmet dervişi denilen iki derviş tipi bulunmaktaydı. Muhib, mürşide malıyla hizmet ederdi. Hizmet dervişleri ise, tekkedeki çeşitli işlerin yürütülmesiyle görevliydiler. Mürşidle berâber on dört kişiden (sertarik, aşçı, zâkirbaşı, imam, meydancı, türbedar, âsâdar, nakip, pazarcı, çerağcı, sâki, ferraş) meydana gelen hizmetnişînler, hiyerarşik bir sıralama ile görevlerini yürütürlerdi.

Tarikatta Temel İlkeler

1- Az yemek, nefsi azdırmamak.

2- Boş ve gereksiz sözler söylememek.

3- Fazla uyumamak. Zira uyku, nefsi güçlendirir, kalbi öldürür.

4- Gerektiğinde uzlete çekilerek, kendini tanımaya çalışmak.

5- Allah’ı çokça zikretmek.

6- Allah’ın kâinatını tefekkür etmek.

7- Dâima tahâret üzere olmak, abdestsiz gezmemek.

8- Kalbi mürşide rabtetmek.

9- Usûl, evrad ve esmaullah’tan şeyhin telkin ettiği bölümlere devam etmek.

10- Tarikatta yer alan âdâp ve geleneği terk etmemek.

11- Farz namazları cemaatle kılmak.  Ahmed Raufi Efendi
 

Seyr-i Sülük

Seyr, hareket etmek demektir. Sülük ise, yola girmek ilerlemektir. İkisi de bilginin ilerlemesidir; bedenin hareketi değildir.

Az yemek, az uyumak, az konuşmak gibi riyâzetle ve mânevi vazifelerle meşgul olmak sûretiyle salikin Rabbiyle arasındaki perdeleri aşmak için yaptığı hareket-i ilmiyyeden ibarettir.

Dört türlü seyir vardır:

1- Seyr-i İlallah: İlimde durmadan yükselmek böylece yaratılmışlardan alınması gereken ilim tahsil olduktan sonra Allah’ın (celle celâlühû) ilmine kadar varılır. Bu bilgi başlayınca mahlukata âit olan bilgilerin hepsi unutulur. Bu hale ‘fenâ’ denir.

2- Seyr-i Fillah: Allah’ın (celle celâlühû) isimleri, sıfatları, şuun ve itibarı, takdisat ve tenzihatı mertebelerinde ilmin ilerlemesi demektir. Bu, masivadan kimsenin bilmediği bir mertebeye varır. Bu seyre de ‘Bekâ’ denir.

3- Seyr-i Anillah: Bu, ilmin hareketidir. Yüksek bilgilerden aşağı bilgilere inilir. Böylece gerisin geri mümkinata (yaratılanlara) dönülür. Bütün vücup mertebelerinden, ilimlerinden inilir.

Bu mertebedeki ârif-i billâh Allah (celle celâlühû) ile beraber olduğu halde insanları irşada başlar. Allah ile Allah‘a (celle celâlühû) döner. İşte bu zat, hem bulup hem kaybeden, hem kavuşan hem ayrılan, hem yakın hem uzaktır.

4- Seyr-i fi’l Eşya: Bu seyirde, birinci seyirde kaybolan, giden eşyanın bütün ilimleri yavaş yavaş ele geçer. Bu dördüncü seyir, birinci seyrin karşılığıdır. Üçüncü seyir de ikinci seyrin karşılığıdır.

Ruh; âlem-i emirden; beden; âlem-i halktandır.

Âlem-i emir, ‘kün’ emriyle yaratılmıştır. Bunlar madde âleminden değildir. Bahsedilen bu seyirler, insandaki latifelerle yapılır. Latifeler âlemi, asgar olan insanın parçalarıdır.

✦ Latifelerin insan, ruh ve bedende bağlı kılındığı yerler:

✧ Kalp, sol göğsün altında

✧ Ruh, sağ göğsün altında

✧ Sır, sol göğsün üstünde

✧ Hafî, sağ göğsün üstünde

✧ Ahfâ, göğsün ortasında


Âlem-i halk, beş latifeden ibârettir (anasır-ı erbaa dediğimiz su, hava, toprak, ateş). Beşincisi nefs-i nâtıkadır.

Bu latifelerin asılları, âlem-i kebirdir. İnsanın dışında olan her şeye denir. Sâlikin bu âlemden başlayıp arşın fevkine kadar yükselmesi olan Seyr-i İlâllah’tan maksad, Allah (celle celâlühû) ile kul arasına giren düşüncelerin gayr ve gayriyetin ortadan kalkması Vusûlü ilâllah’a ulaşması içindir. Bu noktaya gelince fenâ fillah hâsıl olup Seyr-i İlallah tamamlanmış olur. Bu makam, sâlikin son mertebesi, ârifin ilk mertebesidir. Bundan sonra başlayan seyr-i fillah ebediyen bitmez. Nitekim ‘Allah’a giden yolculuğun sonu vardır. Allahu Teâlâ'da olan yolculuğun sonu yoktur.
 

3- Mârifet

İlmin şerefi, mâlumun şerefine bağlıdır. Mâlûmatta ne kadar şeref, kemâl ve yücelik varsa, ilim de o kadar şerefli ve güzel olur. Takdir edilen şeylerde de hüküm aynıdır. Mukadderat ne kadar büyük ve önemli olursa, ona olan kudret de o nispette büyük ve şerefli olur.

Mâlûmâtın en şereflisi Allah-u Teâlâ’dır. Buna göre ilimlerin en şereflisi de, Allah’ı bildiren ilimdir. Bundan sonra şerefte ona yakın olan gelir. Acaba mevcûdatta, bütün eşyayı yaratıp en mükemmel bir şekilde meydana getiren, yoktan var eden, süsleyen, tedbir eden, tertip eden Allah’ın ilminden daha yüce, daha âlâ, daha şerefli, daha olgun ve daha büyük ilim ne olabilir? Mülkte, kemâlde, güzellikte, değerde, celâl ve kibriyalıkta Allah’dan daha üstün mâlûm ne olabilir?

Bilgi zevki, şehvet, gadap ve diğer duyularla temin edilen zevklerden çok daha güzeldir. Şehvetlere dalmak, insanlara mârifet nuru ile aydınlanma kapısını kapatmıştır. İnsanlar, Allah’ı mârifeti aramakta, merkebine bindiği halde onu arayan sarhoşlar gibidir. İlim talebinde bulunanlar, her ne kadar ilâhi umûrun mârifetini aramakla meşgul olmasalar da, çözümlenmesine hâris oldukları müşkillerini hallettikleri vakit, bu zevkin kokusunu alırlar.

Îsâ (as) şöyle buyurmuştur: ‘Bir genç Allah-u Teâlâ’yı aramaya hâris olursa, bu hırs onu başkalarından alıkor.’
 

4- Hakikat

Hakikat; Allah’ın (celle celâlühû) dışında herşeye ve herkese uzak kalıp, yalnız O’nunla ünsiyet etmek, kesintisiz her an huzur-u ilâhide bulunma şuuruna varmaktır. Her an O’nun murakabe ve denetiminde olduğu inancı içinde hareket etmek gibi, ruha âit mükellefiyettir. Fetevâ-i Halili

Hakikat ehli olmak için, şu şartlara uymak gerekir:

1- Mârifetullah’a sâhip olmak.

2- Hiç kimseyi incitmemek ve hiç kimse hakkında kötü düşünmemek.

3- İnsanlara boş şeyleri değil, faydalı ve âhiret için gerekli şeyleri anlatmak.

4- Mütevâzı olmak.

5- Gerektiğinde uzlete çekilerek, nefis muhâsebesi yapmak.

6- Müminlere iyi gözle bakarak, kendi nefsini onlardan aşağı görebilmek.

7- Rızâ.

8- Sabır

9- Allah’tan gayrıyı terk.

10- Azla yetinmek, Allah yolunda sıkıntılara göğüs gerebilmek.
 

     Allah’a hakikatten yola çıkmak meşakkat

     Allah’tan yola çıkıp varılan şey hakikat. N.Fâzıl

 

İtidal

Bu mübarek sûrenin Kur’an’a denk tutulması, insan hayatının tümünü saran ifrat-tefrit-itidal üçlüsünü içerdiğinden olsa gerek.

İtidal, kendisine nimet verilip sırât-ı müstakîme yönlendirilenler.

İfrat, Allah’ın hududunu aşıp gadabına uğrayanlar.

Tefrit, hududun gerisinde kalıp, yoldan çıkanlar, kaybolanlar.

Nasıl ki sırat köprüsünde yürüyen kimse, sağa da meyletse, sola da meyletse cehenneme düşecektir. Aynen sırât-ı müstakîm olan dini hayatımızda Allah’ın gösterdiği sınırda olmayıp, ileri de olsa (ifrat), geri de olsa (tefrit) itidalden çıkmış, gadab uğramış ve sapmışlardan olmuştur.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Sertliğin aşırısı kin doğurur. Hoşgörünün aşırısı otoriteyi zayıflatır. Ortayı bulabilirseniz ne küçük görülür ne de hakarete uğrarsınız. Sadi

✧ İfrat ve tefrite dalmayan, halis süt gibi olan âlimler, ehl-i sünnet ve’l cemaattır.

✧ Nefislerin terbiyesi ifrat tefritten azade, iffet mertebesinde olmaktır.

✧ Aşırı sevgi, aşırı nefret fesada sebeptir. İyi ayarlamalıdır.

✧ Çok açlık ve uykusuzluk dimağı yorar, hakikatleri ve incelikleri idrak etmekten alıkor. Bunun için riyâzet ehlinin keşfinde hata vaki olabilmiştir.

✧ Ferah ve sürur bünyeyi kuvvetlendirir. Uyku dimağı hatadan muhafaza eder. Hace Ubeydullah

✧ Bir kadın evinde tuz gibi olmalı; ne varlığı ne yokluğu belli olmamalı.

✧ İtidal yürü, iyi erenlerin yolunu tut. Alçaklarla düşüp kalkma ki yoksa hürmet ve şerefini de kaybedersin. Sadi

✧ Çok zenginin ölümü mutfağından olur.

✧ Düşünceler gayeleri doğurur. Gayeler eyleme dönüşür. Eylem alışkanlıkları oluşturur. Alışkanlıklar da karakteri belirler. Bu da kendi gidişatını ve sonunu belirler.

✧ Yerinde söz söyleyenin, özür dilemesine gerek kalmaz.

✧ Teklifsizlikten hem en büyük sevgi, hem de en kuvvetli kin meydana gelir.

✧ İhsân-ı İlâhi’den fazla ihsan, ihsan değildir. Her şeyi, olduğu gibi tavsif etmek gerektir. S. Nursi

✧ Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol. Hz. Ömer

✧ İslâm bizden ne tamamen rûhânileşerek melek olmamızı, ne de tamamen maddileşerek şeytan olmamızı istemektedir. Çünkü Allah ikisinden de yeteri kadar yaratmıştır.

✧ İnsan kanında pH oranı 7,4 tür. 7,3 ya da 7,5 olması hayatı tehdit eder.

✧ Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştıramayan okçudan daha başarılı değildir.

✧ Kutsal ölçü, hayatın her anında insanı dengeye çağırır.

✧ Doz denilen şey gerçeğin ölçüsüdür. Yaratılış kanunu âdeta buna zorlar. Çiçeğe iyilik yapacağım diye fazla su verilirse, çiçeğin gelişmesi hemen durur. İlaçta ise doz oranı aşılırsa, zehir halini alır.

✧ Her şey ince hesap üzerine kuruludur. Sıfırın unutulması ya da yanlış yere konulması, hesabı alt üst eder.

✧ Her şeyin ifratı zararlıdır. Aşırı arzu, aşırı gıda, aşırı spor, aşırı iyimserlik, aşırı güven, hatta aşırı sevgi; tüm aşırılıklar bu espriye girer. Kanunlar, tüzükler, ölçüler bu aşırılıkları önlemek gâyesi güder.

✧ Hiçbir şey ‘ölçüsüz tenkit’ ve ‘aşırı medih’ kadar zararlı olamaz.

✧ Huşu sahibi olmanın yolu, fazla sağa sola bakmamaktır.

✧ Hikmet ehli olmanın yolu, boş lafları bırakmaktır.

✧ Âbidlerden olmanın yolu, fazla yiyip içmemektir.
 

     Sana vurana vurma, fazla duygusal olma

     Bu dünyada cefa çok, henüz doğmadan solma.

 

İtidal Ölçüleri

✧ İyi ahlâk; eziyeti kabullenmek, az kızmak, güler yüzlü olmak ve tatlı konuşmaktır.

✧ İnsanlara vaaz ederken önce kalbine ve nefsine vaaz et. Sakın insanların başına toplanmasına aldanma, zîrâ onlar, senin ancak dışını murakabe ederler. Halbuki Allah, içinden geçeni murakabe eder. Ebû Hafs

✧ Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), hiçbir zaman hanımlarını dövmedi.

✧ Zekât ve iktisat bittecrübe sebebi berekettir. İsraf ve cimrilik sebebi redd-i berekettir.

✧ İnsanların neye nasıl sevindikleri, kalitelerini gösteren bir ölçüdür.

✧ Kadınlara gerektiğinden fazla kıskançlık göstermeyin ki, başkaları bunu bilirler ve bu yüzden onlara dil uzatırlar. Hz. Ali

✧ İlimsiz mâneviyat topal, mâneviyatsız ilim kördür.

✧ Eğer sana kâfi gelen şey, seni zengin kılıyorsa, dünyadan az bir şey sana kâfi gelir. Haktan olan bir şeyde riyâ yapmazsın. Haya ederek de hakkı terketmezsin.

✧ Aç koma hırsız edersin, çok söyleme arsız edersin.
 

İnsafa dâvet

❈ Evinin eşiği kirliyken komşunun damındaki kardan şikâyet etme.

❈ Birinin suçunu affedip bağışladıktan sonra pişman olma. Cezalandırdığın zaman da sevinme.

❈ Başkasından iyilik bekliyorsanız, peki kendinize gerçekten iyilik yapan biri misiniz?

❈ Memleketin gidişatını parlak görmüyorsanız, peki kendi geleceğiniz konusunda ümitli misiniz?

❈ Başkasının aleyhinde bulunup, hakkında sû-i zan ediyorsanız; sizin hakkınızda hüsn-i zan edildiğinden emin misiniz?

❈ Fazla ‘dırdır’ dan, kafa ütülemeden rahatsız oluyorsanız, sizin konuşmalarınız hep memnûniyet verici mi?

❈ Kaskatı kalpli olanları kınıyorsanız, peki sizin kalbiniz çok mu yumuşak?

❈ Hayırsız evlâttan yakınıyorsanız, peki anne-babanız gönül rahatlığıyla sizden râzı mı?

❈ Başkasına, ‘Dünyayı yese doymaz’ diyorsanız, peki siz hiç mi aç gözlü değilsiniz?

❈ Bilerek veya bilmeyerek insanları kınıyorsanız, sizin pişman olduğunuz davranışınız hiç mi yok?

❈ Bedeninize ve malınıza gelen en ufak bir zarara râzı olmuyorsanız, binlerce günah ve haram okuna hedef olan mâneviyatınız hiç zarar görmüyor mu? Bu zarara yeterince mâni olabiliyor musunuz?

❈ Fakir fukaranın gözetilmediğinden yakınıyorsanız, neden dâvetlerinize genellikle zengin dostlarınızı çağırıyorsunuz?

❈ ‘Bu pahalılıkta yaşanmaz’ diyorsanız, neden malınızı en yüksek fiyatla satmak istiyorsunuz?

❈ Yanlışlıkta inat etmeyi sevmiyorsanız, onca günahı işlemede neden ısrar ediyorsunuz?

❈ Torpili ve adam kayırmayı sevmiyorsanız, neden bir iş için ‘Acaba tanıdık var mı? diye sorup duruyorsunuz?

❈ Kötülüğe karşıysanız neden kulluk vazifelerinizi gevşek tutup kendinize kötülük yapıyorsunuz?

❈ ‘Fâni dünya’ diyorsunuz da, bunca evler, arsalar, arabalar, dolarlar, marklar, hisse senetleri ne oluyor?

❈ Mideniz gıdâsız duramazsa, rûhunuzun gıdâsı ne olacak?

 



 

Müstakim

Müminin İstikâmeti

İstikâmet; ehl-i sünnete göre, Cenâb-ı Hakk’ın ‘Elestü birabbiküm / Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabına ruhlarımızın ‘belâ / evet, sen bizim Rabbimizsin’ demek sûretiyle verdiğimiz sözlerin tamamına vefa göstererek, itikatte, amelde, yemede, içmede, halde, sözde ve dinî-dünyevi bütün hareketlerde ifrat ve tefritten sakınıp; nebiler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerin yolunda yürümeye itina göstermektir.

Cenab-ı Hakk, Hud sûresinde; Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e hitaben «Emrolunduğun gibi dosdoğru olmaya devam et» buyurmaktadır.

Emrolunan sınırlar içerisinde, dürüst bir yaşayış sürdürmek, büyük bir hassasiyet ve gayret ister. Ebû Ali Es-Sünûsi, rüyasında Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i görür ve ‘Yâ Resûlallah siz, sûre-i Hud beni ihtiyarlattı buyurmuşsunuz?’ Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Evet’ buyururlar. ‘Peki yâ Resûlallah, sizi ihtiyarlatan bu sûrede zikredilen peygamberlerin kıssaları ve ümmetlerinin helâki mi?’ Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Hayır, bilakis «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol» emr-i celilidir’, buyurmuşlardır.

Hakka vâsıl olmak için istikâmetten başka yol olmadığı gibi, her hususta kemâl-i istikâmet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor, hiçbir emir (amel) yoktur. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e ‘beni ihtiyarlattı’ dedirten, kendisine taalluk eden kısmından ziyade, ümmetine taalluk eden kısmıdır.

Zira âyetin devamında Cenab-ı Hakk: «Seninle beraber tevbe edenler de yani şirkten tevbe edip de imanda sana iştirak ederek maiyyetinde bulunan, Müslüman olan her kimse de senin gibi müstakim olsun ve azmayın, yani Allah’ın tayin ettiği huduttan çıkmayın, aşırı gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir» buyurmaktadır.

Ebû Amr Süfyan ibni Abdullah (ra):

- Yâ Resûlallah! Bana İslâm’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim. Resûllullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!’ buyurdular.

Bir istikâmet, bin kerametten üstündür.
 

İstikâmet

Lugât mânâsı: Düzgün ve doğru olma, eğri olmama halidir.

Istılah mânâsı: Herhangi bir cihete meyletmeden itidal üzere hareket etmek, Allah’tan başkasını tercih etmemek, emirlere uyup nehiylerden kaçınmak ve ilâhi hükümleri bilmede kemâl sahibi olmanın doğurduğu neticedir.

İstikâmet, bilinen alışılmış şeylerden çıkmak, görüş ve adaletlerden ayrılıp uzaklaşmak, İslâm itidaline uymaktır.

İstikâmet kavramı içine, bütün ibâdetlere ve itikada ölünceye kadar devamlı bir şekilde sarılmak da dâhildir. İnsanın istikâmeti demek, doğru yoldan ayrılmaması demektir. Kişinin bütün faydanın ve zararın sâdece Allah’tan geldiğini görmesi, Allah’tan başka hiç kimseden bir şey ummaması, O’ndan başka hiçbir şeyden korkmaması istikâmettendir.

İnsanlığın en yüksek mertebesi istikâmettir.

İstikâmet sahipleri

• Oldukları gibi görünürler ve göründükleri gibi olurlar.

• Allah’a karşı ahitlerini muhâfaza ederler.

• Hakkı bilir, hakkı sever, hakkı söyler, hakkı kabul eder, hakkı örtbas etmezler.


✧ Hayatta en önemli şey, neyin önemli olduğunu bilmektir.

✧ İlerlemek için harekete geçmek kâfi değildir. Hangi istikâmette harekete geçileceğini de bilmek gerekir.

✧ Namaz kılıp, oruç tutup da para işine gelince doğruluk göstermeyen, millet malına hıyânet eden, malının vergisini saklayan, gümrükten mal kaçıran, ‘Emrolunduğun gibi istikâmet et!’ emrine aykırı hareket etmiş olur.

✧ Bu ümmetin özelliklerinden biri de dalâlette ittifak etmemeleridir.

✧ Nasıl sona ereceği bilinmeyen şeyler hakkında gösteriş yapmak çirkindir.

✧ Sırf korku sebebiyle Allah’a ibâdet eden, düşünce deryasına batmış; sırf ümit ile ibâdet eden, şaşkınlık çölüne düşmüş olur. Fakat korku ve ümit ile Allah’a ibâdet eden, davasında istikâmet etmiş olur. Yahya b. Muaz

✧ Amacına feda edilen insan iradesine karşı, hiçbir şey direnmez; kendi varlığı bile.

✧ Dini bilip yaşamak hem istikâmet, hem afiyettir.

✧ Gadab ve şehvet gibi haller insanı şaşı yapar ve ruhun istikâmetini değiştirir. Mevlânâ

✧ İstikâmet, vakti kıyâmet görmendir. Şiblî

✧ Gıybeti terk etmek, sözdeki istikâmet,

    Bid’atı terk etmek, fiildeki istikâmet,

    Gevşekliği kovmak, ameldeki istikâmet,

✧ Hicaplı (Allah ile kul arasında perde çekilme durumunda) olma vaziyetini bertaraf etmek, haldeki istikâmettir.

✧ Olgun insan güzel söz söyleyen değil, söylediklerini yapan ve yapabileceklerini söyleyendir.

✧ Sözünün eri, iyiyi kötüden, iyiyi de daha iyiden ayırt edenlerdir.

✧ İnsanlar kendi hayatlarının mimarıdır. Gösterecekleri ustalık veya acemilik onları mesut veya bedbaht eder.

✧ Herkes iktidarı dâhilinde hakkı tavsiye ile görevlidir.

✧ Akıl Kur’an’ın irşadı altında oldukça kıymetlidir. Yoksa ateş böceğinin başındaki ışık gibi olur. Başında bir ışık parlıyor fakat önünü bile aydınlatamıyor. Kur’an irşadı altında bir istikâmet bin kerametten daha üstündür.

✧ Tevhid ilim ve amelle, adalet hüküm ve ahlâkla ayakta durur.

✧ Dini, vatani ve milli değerleri birlikte ele alır ve beraberce yürürsek diyarımızdaki ayrılıklar ve düşmanlıklar son bulur. Mehmet Feyzi Efendi

✧ Sahip olmadıklarına üzülmeyen, sahip olduklarına sevinen insan akıllı bir insandır.

✧ Allah (celle celâlühû), kişinin yaptığı işi hakkıyla yapmasını ister. Hadîs-i Şerîf

✧ Bir kimsenin hakikaten fazilet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassâsiyetine, Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakiki İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazilet ve kerâmet sâhibidir. Bunlarda uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazilet ve kerâmet sâhibidir demek mümkün olmaz.

✧ Allah (celle celâlühû), insaflı olanları işlerinde muvakkak kıldı. Hz. Ömer

✧ Lütfu ve keremiyle bütün eşyayı düzene koyup herşeye kendisi için en uygun vaziyeti veren Allah’ın yolu, dini zihinlerimize aklın kabul ve tasdik ettiği delillerle, kalblerimize ise inayetiyle adım adım yerleştirmektir. Dini kalblere ve zihinlere kuvvet ve tehdit yoluyla yerleştirme teşebbüsü ise, esasında adım adım dini değil, terörü yerleştirmek anlamına gelir. Beyazıd-ı Bestâmi

✧ Yapılan amelin maksada ulaştığının alameti, amelde acz ve kusurdan başka bir şey görmemektir.

✧ Hayatınızı cesurca kabullenin, başarıya ulaştığınızı göreceksiniz.
 

    Cehl ölmeli, zulüm ölmeli, Hak bulmalı kuvvet

    Hakkın yüzü güldükçe, gülümser beşeriyet. Tevfik Fikret

 

Prensip Sahibi Olmak

İslâm dini, her konuda olduğu gibi insan kişiliği ile ilgili olarak da bazı tespitlerde ve teşhislerde bulunmaktadır. İslâm dininin maddi ve mânevi görevlerini yerine getirirken, onların en güzel şekilde yapılmasını istemektedir. İşi güzel yapmak, güzellik ve sorumluluk duygusu gelişmiş, prensip sahibi, işini benimsemiş kişilere âit bir üstünlüktür. İslâm Müslümanlara her sahada mükemmel olmayı, güzeli ortaya koymayı emretmiş, baştan savma hiçbir tutum ve davranışı hoş görmemiştir.

İnsan, kendi onur ve şahsiyetini kazanmak ve bunu korumak mecburiyetindedir. Bu hasletleri elde etmenin veya kaybetmenin bir takım prensiplere bağlı olduğunu unutmamalıdır. Davranış ve konuşmalarda uyulması gereken bu prensipler, bizlere dini emirlerin ve geleneklerin, örf ve âdetlerin ortaya koyduğu ilkelerdir.

Çünkü İslâm hayat dinidir; insanın hayatta karşılaşacağı her duruma karşı davranış şekilleri onda mevcuttur. Onun hayatın her safhasına ışık tutan temel prensipleri vardır. O prensiplerin insan hayatına yansıtılmasında yine o en önemli rehber durumundadır.

Dünya ve âhiret hayatında huzurlu olmak isteyenler önce Allah (celle celâlühû) ve Resûlüne samimi bir düşünceyle inanmalı, Cenab-ı Hakk’ın bizlere emrettiği kulluk görevlerini harfiyen yerine getirmelidir. Komşulara, misafirlere, akrabalara, çevresinde bulunan herkese, ülkesine, devletine ve tüm yaratılmışlara iyi muamelede bulunmalıdır. Dedikodu, hased, kin gibi dinimizce hoş görülmeyen kötü huylardan uzak durmalı; konuştuğunda güzel ve faydalı söz söylemeli, kimseyi incitmemelidir.

Bunlar en son ve en mükemmel din olan İslâm tarafından ortaya konmuş prensiplerdir. Mü'min, bu ve bunun gibi İslâmın emrettiği prensiplere uymalı, ilkeli, düzeyli ve dürüst hareket etmeli, prensip sahibi birisi olarak herkese örnek olmalıdır.
 

Doğruluk

İstikamet, doğruluk demektir. Adalet, iyilik ve doğruluk üzere kurulmuş olan İslâm dininin bütün kaideleri merhamet hak ve adalet üzere tesis edilmiştir. Doğruluk ve merhametten, hak ve adaletten uzak kalan kimse bilerek veya bilmeyerek kendisini İslâmın hayat veren yüce esaslarından da uzaklaştırmış olur. Doğruluk, insanlığın dayanak ve direğidir. Doğruluk olmayınca ne bir evde, ne de bir ülkede anlaşma, kaynaşma ve güven olmaz. Bu özelliğini kaybeden aileler, toplumlar ve milletler ayakta kalamaz; düzenleri bozulur, çökerler.

İnsan âdil, doğru olur, her yerde doğrunun hak ve adaletin yerine getirilmesine hizmet ederse, İslâmi ve insani vazifelerini yapmış olmakla birlikte Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğunu da kazanmış olur. Çünkü yüce Allah (celle celâlühû) adildir ve adaleti sever. (Hucurat,9) O’nun buyruğuna uyan bütün insanların da bütün işlerinde doğruluk ve adalet üzere olmalarını emreder. (Maide, 8)
 

           ✽      ✽      ✽
 

Doğruluk üç kısma ayrılmaktadır:

1- Sözde Doğruluk: Her konuda olduğu gibi sözde doğruluk konusunda da örnek alınacak kişi Hz. Peygamber’dir. O doğru sözlülüğün en canlı örneği olmuştur. Peygamber olmadan öncede bile ‘el emin’ diye isimlendirilen Hz. Peygamberi tanıyanlardan hiç kimse ona yalancı diyememiştir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluktan ayrılmayınız. Zira kurtuluş ancak ondadır’ buyurmuştur.

2- Özde Doğruluk: Müslüman düşündüğü gibi konuşmalı, konuştuğu gibi olmalıdır. Sözleri düşüncelerini anlatmalı, düşünmediği, inanmadığı şeyleri söylememelidir. Sözü ile özü arasında herhangi bir zıtlık, terslik bulunmamalıdır.

3- İşte Doğruluk: Müslüman normal hayatında olduğu gibi iş hayatında da doğruluktan ayrılmaz, hile ve haksızlık yapmaz. Kendi işini sağlam ve hilesiz yaptığı gibi, başkasının işini de kendi işi gibi yapar. Çünkü inanan insan bütün yaptıklarından dolayı bir gün hesaba çekileceğini bilir.
 

İyi düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma

Ne varsa doğruluktadır, doğruluk şaşar sanma.

 

Hadîs-i Șerîfler...

✦ İlişkilerinizde mutedil ve doğru olunuz. Ve biliniz ki sizden hiç kimse ameli sayesinde felah bulamaz.

✦ Kemâl, doğru sözde ve sıdk üzere ameldedir.

✦ Dosdoğru aynı hizada olun ki, kalpleriniz düzelsin. Omuzlarınızla birbirinize dokunun. Aranızda şefkat ve merhametle muamelede bulunun.

✦ Benim ümmetim doğruluktan başka yerde cem olmaz.

✦ Kim; Allah ve Resûlünün kendinden hoşnut olmasını istiyorsa, konuştuğunda doğru konuşsun, emânete hıyanet etmesin ve komşusuna eziyet etmesin.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Rabbinin yolunda dosdoğru ol! Allah’a yabancı olma. Sen doğru olunca; senin Mevlân, senin yardımcın Allah olur, Cebrâil olur, sâlih müminler olur.

✧ Doğruluk en iyi yol, bilgi en iyi kılavuzdur. Bilimi süsleyen doğruluktur.

✧ Oruç ve namaz, bâzı yemekler için kullanılması zarûri sirke ve yeşillik gibidir; tam gıda sayılmazlar. Asıl gıda, doğruluktur. Namaz ve oruç, doğrulukla beraber olursa faydalıdır.

✧ Hedefini doğu seçmeyince yolun doğruluğu bir şey kazandırmaz.

✧ Dört haslet sende olursa, dünyadan kaybettiklerin sana zarar vermez: Doğru konuşmak, emâneti korumak, güzel huy, haramdan çekinmek.

✧ Doğruyu söylemek, benim için dost bırakmadı. Ebû Zerr

✧ Doğruluk kalpte sevinci, iyilik yapmak mutluluğu arttırır. Doğru kimseler hayır yolunda gayretlidirler.

✧ Doğru insan:

    1- Yalan söylemeyen.

    2- İşini bilen.

    3- İşini sonuna kadar götüren.

    4- Allah ve Resûlünün yolunda giden.

    5- Gıybet yapmayan.

    6- Kin gütmeyen.

    7- Allah’ın emirlerine uyandır.

✧ Gömleğimi sırtıma alalıberi yalan konuşmadım. Ömer b. Abdulaziz


    Cümleler doğrudur sen doğru isen.

    Doğruluk bulunmaz sen eğri isen. Yunus

 

Adâlet

Adâletli olmayı, iyilik yapmayı, yakınları görüp gözetmeyi ve kötülüklerden uzak durmayı emreden Yüce Allah’a hamd-ü senâlar ederiz. Mutlak adâlet sâhibi Allah (celle celâlühû), insanların da adâletli olmalarını emretmektedir. Çünkü adâlet, fert ve toplum hayatının vazgeçilmez esaslarından biridir. Milletlet ve devletler, varlıklarını ancak adâletle devam ettirebilirler. Adâletin olmadığı yerde, haksızlık ve zulüm vardır. O halde adâlet nedir?

❅ Adâlet, herşeyi yerli yerinde yapmak, her hususta ölçülü olmak ve hak sâhibine hakkını vermektir.

❅ Adâlet, bir denge unsurudur. Her çeşit aşırılıktan kaçınarak, doğru ve itidal üzere yürümektir.

❅ Diğer bir ifâdeyle adâlet, Yüce Allah’ın emirlerine uyarak, haksızlığı ve kötülüğü terk etmektir, istikamettir.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Adâlet yeryüzünde Allah’ın mizanıdır. Ona tutunanı Cennete götürür. Onu bırakanı da Cehenneme gönderir. Hadîs-i Şerîf

✧ Umûr-u idâreden her hangi bir şeyi üzerine alan bir kimse, onunla berâber eli boynuna bağlı olduğu halde Kıyâmet gününde mahkemeye gelir. Elini boynundan ancak adâleti çözer. Ateşten bir köprü üzerinde durur. O köprü öyle silkinir ki, adamın bütün âzâsı yerinden oynar. Sonra hesaba çekilir. Eğer iyi bir kimse ise, ihsan ve iyiliği sayesinde kurtulur. Kötü bir kimse ise, o köprü çöker ve köprüyle berâber Cehenneme düşer de, yetmiş sene orada yanar. Hadîs-i Şerîf

Adâletin Kısımları

1- İnsanın kendi nefsine karşı adâleti

❃ Nefsi dâima salâh ve takvâya sevk etmek.

❃ Onu çirkin işlerden men etmek.

❃ İfrat ve tefritten uzaklaşmak.

❃ Kendi nefsine zulmeden adamdan, başkası hakkında adâlet ve merhamet beklenmez.

2- Kendinden aşağıdakilere karşı adâleti

❃ Az ve kolay mükellefiyet yüklemek: Kolay teklifler daha devâmlıdır.

❃ Zor olan mükellefiyeti kaldırmak: Daha selâmetlidir.

❃ Zor ve kuvvet kullanmaktan kaçınmak: Bu daha çok sevgi toplar.

❃ Mükellefiyetleri haklı biçimde yürütmek: Haklı iş, daha başarılı olur.

3- Kendinden yüksek kimselere karşı adâleti:

❃ Samimi itaat: Zira samimi itaat, daha çok dağınıklığı toplar.

❃ Elinden geldiği kadar yardım etmek: Zayıflığı giderir.

❃ Samimi sevgi ve dostluk: Sû-i zandan kurtarır.

Bu önemli üç şey bir kimsede bulunmazsa, korunmaya başladığı zulüm ona musallat olup, kendisi de zâlimler zümresine katılmış olur. İtaat, sevgi ve yardımdan kaçınma halleri devâm ederse, mülkün temeli sarsılır ve beşerin salâh ve düzeni, fesâda ve düşmanlığa mâruz kalır.

4- Akran ve emsallerin birbirine karşı adâleti:

❃ Usandırırcasına görüşmemek: Sevgiyi artırır.

❃ Nazlanmayı ve müstağni olmayı terk: Şefkat ve merhameti kuvvetlendirir.

❃ Hakkında ezâ verecek, muâmeleyi revâ görmemek: Tarafların emniyetini uzatır.

Bu hususlara dikkat edilmezse, aralarında bulunan sevgi, düşmanlığa dönüşür. Bu yüzden hem kendileri fesâda uğrar, hem başkasını fesâda verirler.
 

Bir gün Hazreti Ömer halifeliği zamanında tâbiin âlimlerinden Kâ’b ibni Sûr el-Ezdî ile oturuyordu. Bir kadın Hz. Ömer’in huzuruna girdi ve kocasından söz etti:

- Kocam insanların en iyisidir. Geceler boyu namaz kılar, gündüzler boyu oruç tutar. Hep Allah’a ibâdetle meşgul olan böyle bir adamı ben sana şikayet etmek istemiyorum.

Hz. Ömer de kocası hakkındaki bu güzel sözlerinden dolayı kadını kutladı ve ona duâ etti. Kadın dışarı çıkınca Kâ’b ibni Sûr Hz. Ömer’e:

- Bu kadın sana kocasını şikayet etti, dedi.

- Nasıl yani?

- Kocasının kendisiyle ilgilenmediğini sana anlatmak istedi.

Hz. Ömer kadını tekrar çağırttı ve ona,

- Gerçeği söylemende bir sakınca yok. Bu arkadaş bana senin ‘kocam benimle ilgilenmiyor’ diye onu şikayet ettiğini söylüyor, doğru mu? diye sordu. Kadın, ‘Evet’ dedi. O zaman Hz. Ömer Kâ’b’a döndü,

- Bu kadının davasına sen bak, dedi. Kâ’b:

- Senin huzurunda mı? diye sorunca,

- Evet, çünkü sen benim anlamadığımı anladın, dedi. Kâ’b bu davada kadının haklı olduğunu, kocasının dört günde bir tam gününü, dört gecede bir tam gecesini karısına ayırması gerektiğini söyledi. Halife bunun sebebini sordu.

- Bir erkek gerektiğinde dört kadınla evlenebilir. Eğer adam sadece bir kadınla bile evli olsa bu hesaba göre dört gün arayla bir gün ve gecesini eşine ayırması gerekir. Diğer günlerde ise ibâdetiyle meşgul olabilir.

Hz. Ömer Kâ’b’ın konuya bakışını çok beğendi. Kadının eşini huzuruna çağırdı. Dört günde bir oruç tutmamasını, dört gecede bir bütün gecesini eşine ayırmasını tembihledi. Kâ’b ibni Sûr’u da Basra’ya kadı tayin etti.

 

Müstakim İnsan

Günahkâr bir insanın ibâdetine devam eden birisine ‘Ben de senin gibi müminim’ demesi, kabak asmasının, çam ağacına ‘Ben de senin gibi bir ağacım’ demesine benzer.

Halkın en hayırlıları, kalplerinde müslümanlar için kin ve hile bulunmayanlardır. Kini olanın dini olmaz. Kinli insan, iki cihanda da mutluluk yüzü görmez.

Kur’an nebilerin hal ve evsafıdır. Enbiya ise deryayı pâk-i kibriyanın balıklarıdır.

Bilmiş ol ki; veliler vaktin İsrafilleridirler. Onların nağmelerinden ölülere hayat ve neşvi nüma hasıl olur.

Beden kabirlerindeki her ölünün ruhu onların âvazından hayat bulur, gaflet kefeninden sıçrar.

Ümmetimin seçkinlerinin sözleri, cisimleri ve nefisleri cesetlerde ruh gibidir.

Yumuşak olsun sert olsun evliya sözünden örtünüp kaçınma ki, o sözler dinin mezahiridir. Manevî hayatın baharıdır. Sıdkın, yakînin, ubudiyetin mayasıdır.
 

Hidâyet Rehberlerinin Özellikleri

1- Emr-i bi’l Ma’ruf

 «Nasihat mü’mine fayda verir.» (Zâriyat:55)

Mü’min samimi olarak gerek nefsine gerek gayrıya hakkı tavsiye eder. Bu konuda Asr sûresi 3. âyetinde «Ancak inanıp, yararlı iş işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler...» buyurmuştur. İnsanlar ziyandan, sonunda pişmanlık duymaktan ancak bu özelliklere sahip olarak kurtulabilir.

İnsan kötü niyet, kötü tinet taşıdığından, hudud-u ilâhiyi bilmediğinden, hırs, bencillik, heva gibi şerre çeken huyları bulunduğunda, birbirine haksızlık edebilir, yanlış yapabilir. Bazen zâlim, bazen de haksızlığa uğramış mazlum olabilir. Bu durumda mânevi desteğe ihtiyaç vardır. Haksızlık yapana hakkı, haksızlığa uğrayana da sabrı tavsiye etmelidir. Böylece insanlığa olan borcunu iman eden, sâlih amel işleyen biri olarak ödesin.

Âlimler nasihat etmeyeni de, masihat dinlemeyeni de kibirli saymışlar.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Din nasihatle ayakta durur’ buyurmuştur. Eli değneksiz, köyü köpeksiz bulan eşkiyaların talanı gibi, savunmasız, bilgisiz, zayıf müslümanı insan ve cin şeytanları talan eder. Dinini, imanını, faziletini, onurunu, haysiyetini, şerefini, namusunu ele geçirebildikleri, özellikle en kıymetlilerini çarpıp alıp götürürler.

Mü’minler olarak birbirimize yapacağımız en büyük yardım nasihat etmek, eleştiriye açık olmak, iyi kimselerle konuşmak olsa gerek. Ölümü temenni eden öyle insanlar gelmiştir ki, buna sebep olarak şöyle demişlerdi: ‘Ma’rufu emretmek, münkerden nehyetmek vazifemi yapamayacağım bir zaman gelirse diye korkuyorum.’ Ebû Bekre
 

           ✽      ✽      ✽


✧ Emri bil maruf yapınız. Yapmazsanız Allah en fenanızı size musallat eder. O zaman en iyilerinizin duâsı kabul olmaz. Hadîs-i Şerîf

✧ Bütün ameller, Allah rızâsı uğrunda cihada nisbetle, büyük denizlerin yanında bir damla su gibi kalır. Allah yolunda cihad da dâhil olmak üzere, bütün ameller, emr-i bi’l-mâruf, nehy-i ani’l-münkere nisbetle yine bir damla gibidir. Hadîs-i Şerîf

✧ Gıybete engel olan kimseden, Cenâb-ı Hakk 70 türlü afet ve belayı uzaklaştırır. Ebû Hureyre

✧ İyiliğe yol gösteren iyiliği yapan gibidir.

✧ Tebliği teysir ile, tedrici tedrici, ısındıra ısındıra, rıfk, ünsiyet, sevgi, ilgi ve değer vererek yapmalıdır.

✧ Uhud harbinde Peygamberimiz birkaç kafire bedduâ etmişti. ‘Vahşi’ye niçin lânet etmiyorsunuz?’ dediklerinde ‘Miraçta Hamza’yla Vahşi’yi kolkola birlikte cennete girerlerken görmüştüm!’ buyurdu. Peygamberimizden (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Vahşi’ye (ra): Mümkünse bana fazla görünmemeye çalış; çünkü seni her gördükçe Hamza’yı hatırlar ve sana gereken şefkati bir insan olarak gösteremeyebilirim. Böylece sen talihsizliğe itilmiş, ben de vazifemi tam yapmamış olurum.

✧ Cennette, Aynâ adında hûriler vardır. Bunlardan biri geziye çıktığı vakit, yetmiş bin hizmetçi etrafında dolaşır. O da: ‘Emr-i bi’l-Mâruf ve Nehy-i ani’l-Münker edenler nerede?’ diye sorar ve ararlar.

✧ Ey iman edenler! Siz nefislerinizi ıslah etmeye bakın; kendiniz doğru yola giderseniz, yolunu şaşırmış kimselerin zararı size dokunmaz. Hz. Ebûbekir

✧ Hakkı bildiği halde başkaları farklı düşünüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala hem alçaktır.
 

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in komşusu bir ihtiyar kadın vardı. Kızını gönderip, ‘Bana namaz kılacak bir elbise yolla’, diye yalvardı.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sırtındaki elbiseyi çıkarıp gönderdi. Gömleksiz kaldığı için mescide namaza gelemedi.

Ashab bu hali işitince, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu derece cömertlik yapıyor; biz de her şeyimizi fakirlere dağıtalım, dediler.

Yüce Allah hemen İsra:29. âyeti indirip vasat davranmasını emir buyurdu.

O gün namazdan sonra Hz. Ali, ‘Yâ Resûlallah! Bugün çoluk çocuğuma nafaka yapmak için sekiz dirhem gümüş ödünç almıştım; bunun yarısını size vereyim, kendinize entari alınız’ dedi.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) çarşıya çıktı, iki dirheme bir elbise aldı. Diğer iki dirhemle yiyecek almaya giderken bir âmânın : ‘Allah rızâsı için ve cennet elbiselerine kavuşmak için bana kim gömlek verir?’ dediğini işitti.

Almış olduğu entariyi ona verdi. Adam entariyi eline alınca misk gibi güzel koku duydu. Efendimizin olduğunu  anladı. Çünkü onun bir kere giydiği her şey eskiyip dağılsa bile her parçası misk gibi güzel kokardı.

Âma duâ ederek ‘Yâ Rabbi, bu gömlek hürmetine benim gözlerimi aç’ dedi, iki gözü hemen açıldı.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) oradan ayrılıp bir dirhem ile bir elbise satın aldı. Bir dirhem ile yiyecek almaya giderken, bir hizmetçi kızın ağladığını gördü.

- Kızım niçin böyle ağlıyorsun?

- Yahudinin hizmetçisiyim, bir dirhemlik yağ şişesini kırdım.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), son dirhemi kıza verip geç kaldığı için korkan hizmetçiye;

- Korkma, seninle beraber gelir, sana bir şey yapmamasını söylerim, dedi.

Kapısında hizmetçisi ile Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i gören Yahudi, Resûlullah’ın ayağına kapanıp;

- Binlerce insanın baş tacı olan, binlerce ashabın emrini yapmak için beklediği en büyük Peygamber! Bir hizmetçi kız için benim gibi bir miskinin kapısını şereflendirdin.

Yâ Resûlallah! Bu kızı senin şerefine azad ettim. Bana imanı, İslâmı öğret, huzurunda müslüman olayım, dedi.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona İslâm’ı öğretti, müslüman oldu.

Yahudi evine girdi, ailesine anlattı, hepsi müslüman oldu.

Bunların hepsi, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in güzel huyları bereketiyle olmuştur.
 

2- Nehy-i ani’l Münker

Münker, yapılması şer’an mahzurlu olan şey demektir. Masiyet kelimesine münker denilmesinin sebebi ‘münker’ kelimesinin masiyet kelimesinden daha şumullu olması bakımındandır.

Kapılarını kilitleyip evinin duvarları arasında gizlice isyan eden bir kimsenin günahını araştırmak ve yakalamak için kendisinden müsaade almadan evine girmek yasaktır. Ancak dışarıdan duyulacak şekilde ve oyun sesleri yükselirse bunu duyanların içeri girip çalgıları kırması caizdir.

Eliyle men etmek ibâdet gibi farzdır. Şarabı dökmek, sazı kırmak gibi.

Çirkinin güzele, yanlışın doğruya engel olmaması için, zararı önlenmeli. Bir şeyi yok etmek, ancak sebebini yok etmekle mümkündür. Ortamı düzeltmede atılacak ilk adım, faydalıyı vermeden önce zararlıyı önlemek. Tohum ekmeden önce ayrıkları toplamak. Merhem sürmeden önce, yarayı mikroptan temizlemek. Çocuğu eğitmeden önce, olumsuz örnekleri ondan uzaklaştırmak...

Pusulanın sana doğru yön göstermesini istiyorsan, onu yanındaki mıknatıslardan koru.

Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış!

Medine’de münâfıkların müslümanlar aleyhinde kullanmak için yaptıkları Dırar Mescidi vardı. Mescid aynı zamanda gizli bir silâh deposuydu. Bu mescid, Tebük seferinden dönerken inen vahiy üzerine Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından yıktırılmıştı.

Nehiy tatlı şeyden olur; acı şeyden nehyetmeye hâcet var mıdır?

Cenâb-ı Hak buyurur ki: Hastalık, dert seni yalvarttı ve doğrulttu. Sen, seni bizim kapımızdan tard ettiren ve uzaklaştıran nimetten şikâyet et.

Hakikatte her düşman, senin ilâcın ve iksirindir; senin rızânı arayan bir dostundur. Onun şerrinden ve zulmünden tenhalara kaçar, Allah’ın lütfundan yardım dilersin. Ve yine hakikatte dostların, düşmanlarındır ki, seni meşgul ederek Huzûr-i ilâhiden uzaklaştırırlar. Mevlânâ

İnsanın kendisine zarar gelmeyeceğini bildiği yerde nehy-i münker yapması farz olur.

Bir hataya göz yuman, ikincisini de davet eder.

Biz hayır ve şer yapmakta hür olduğumuz gibi, bitkiler de üreyip çoğalmakta hürdür. Olumlu çabalarla çiçeklenir, ihmal ve yanlış adımlara dikenlerle karşılık verilir.

Benliğini şehvet ve ömrünü lezzet uğruna harcayan neticede bunların kulu kölesi olur.
 

Îkazın şartları

Teklif: Sorumluluk taşıyacak şartlara hâiz olması.

İman: Zira emr-i mâruf, dine hizmettir. Dini inkâr eden kimse, dine nasıl hizmet edebilir?

Adâlet: Başkasını doğrultmak fer’i, kendisinin doğrulması asıldır. Kendisi sâlih olmayan, başkasını nasıl ıslâh edebilir? Ağaç doğrulmadan, gölge nasıl doğrulabilir?
 

İkazın mertebeleri 

❃ Târif,

❃ Güzel sözlerle nasihat etmek,

❃ Güzel söz işe yaramıyorsa sert konuşmak,

❃ Konuşmak işe yaramıyorsa müdâhale (çalgı âletlerini kırmak, içki dökmek, ipek elbiseyi yırtmak gibi),

❃ Müdahale de işe yaramıyorsa şiddet (dayak ile korkutmak ve o işten men etmek için gerekirse dayak atmaktır).


3- Sorumluluk

✧ Çoluk çocuğundan kaçan, firar eden köle gibidir. Yanlarına dönmedikçe namaz ve orucu makbul olmaz. Hadîs-i Şerîf

✧ Sorumluluktan kaçmak en büyük sorumsuzluktur.

✧ Herkesin giderek bencilleştiği ve o ölçüde de mutluluktan uzaklaştığı bir çağda, iman insanı kurtarabilecek tek şans.

✧ Vazife büyük şey yapmak değil, gerekeni yapmaktır.

✧ Sen ki Allah’ın ‘bak’ diye hitab ettiği varlıksın. Niçin bu yoldan körler gibi yürüyüp geçiyorsun? Bahar rüzgarı gibi güllerin üzerinden geçip gitme, gülistanın manasına dal. Muhammed İkbal

✧ Hedefe ulaşmak ona yönelmekle gerçekleşir.

✧ Yüklendiğimiz vazife ne kadar büyük olursa, ruhumuz o nisbette eğitilir ve yükselir.

✧ Bu feci cereyanın içinden aksi istikâmete gidebilmek ferdin yapacağı iş değildir. Bir himmet, bir duâ olmasa çok zordur.

✧ Sadece meşgul olmak yetmez. Asıl sorun ne ile meşgul olduğunuzdur.

✧ Bir cemiyeti idare etme mesuliyetini üzerine alan kimse, gittikçe ense besleyip şişmanlayacak olursa, bu hal onun cemiyetine ve Rabbine karşı vazifesini bihakkın yerine getiremeyişinin alâmetidir. Mâlik b. Dinar

 

Sorumluluk

• Öğrenilen ilimleri öğretmek, madden veya manen destek olmak.

• Akıl nimetini yerinde kullanıp, tezekkür, tefekkür, teallüm ile meşgul etmek.

• Bedeni vazifelerin sorumluluğunu yüklenmek.

• İnsanlara karşı vazifeleri yerine getirmek. Görevlerini yerine getirmeyenler başkalarına da zarar verirler.

• Hayvanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmek.

• Dili iyi kullanmak da sorumluluktur.

• Kul hakkı en büyük sorumluluktur.

• Yaptığı hatalardan sorumludur, tedavi çarelerini bulmalıdır.

• İnsan hem yapması hem de yapmaması gereken şeylerden sorumludur.

• Yemin, adak vs.den sorumludur.

• Sözünde durmak ve tebliğden sorumludur.

• Her nefesten sorumludur.
 

 Dağ tepesinde bir çam olmazsan

 Vâdide bir çalı ol,

 Fakat oradaki en küçük çalı sen olmalısın.

 Çalı olmazsan bir ot parçası ol,

 Bir yola neşe ver.

 Bir misk çiçeği olmazsan saz ol,

 Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.

 Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz.

 Dünyada hepimiz için birer şey,

 Yapılacak büyük işler, küçük işler var.

 Yapacağınız iş, size en yakın olan iştir.

 Cadde olmazsan patika ol,

 Güneş olmazsan yıldız ol;

 Kazanmak ya da kaybetmek ölçü ile değildir.

 Sen her neysen onun en iyisi olmalısın!


4- Kemâl

✧ Olgun Müslüman kimseyi zemmetmez, lânetlemez, haddi aşmaz. Hadîs-i Şerîf

✧ Kemâl doğru sözde ve sıdk üzere ameldedir. Hadîs-i Şerîf

✧ Kemâle ulaşmaya muktedir olduğu halde, noksan kalanların kusuru gibi kusur olmaz.

✧ Kâmil insan, Kur’an sırrını yansıtan bir aynadır.

✧ Engin deniz, taş atmakla bulanmaz. Gücenen bir ârif, henüz sığ sudur.

✧ Hüner sahipleri, cefa gördükleri halde muhabbet gösterirler. Sadi

✧ Allah sarhoşu olanlardan mâdâ, bütün halk çocuk mesâbesindedir. Hevâ hevesten kurtulmuş olanlardan başkası bulûğa ermiş değildir.

✧ Âyette Allah (celle celâlühû):‘Dünya oyundur’ (siz çocuksunuz.) buyurmuş, doğru buyurmuş.

✧ İnsan dört şeyi eşit görmedikçe mükemmelleşemez: Mahrumiyet, bolluk, izzet ve zillet.

✧ Kemâl, cemâl ve ihsan, karşılıksız sevilir.

✧ Kemâle erenler, ancak midelerine gideni kontrol etmekle kemâle erebilmişlerdir. S. Nursî

✧ Hârun Reşid’in muttaki zevcesi Zübeyde Hanım, eşinin divandan düşüp acı çekmesine sevindi. Kendisine sevinmesinin sebebi sorulunca: ‘Tam otuz dokuz gündür başına bir şey gelmedi, oysa kırk gün geçer de bir kimseye mûsibet gelmezse o kimse kâmil mümin sayılmaz, onun için sevindim’ dedi.

✧ Kemâl-i insâniyet yalnız ibâdetle olmaz. İnsanoğlu birçok hakların boyunduruğu altındadır. M. Zâhid Kotku

✧ Cehâlet ve gaflet, her kötülüğün anasıdır.

✧ Cennetin nimetleri, Allah’ı sevme derecesinde olacaktır. Kişi, Allah’ı ne kadar seviyorsa, âhirette de o ölçüde nimetlere kavuşacaktır.

✧ Elmas gibi ol ki, yandığın zaman ne yerde külün, ne gökte dumanın kalsın. Ârif Nihat Asya

✧ Kendisinde üç haslet bulunan, imanını olgunlaştırmıştır:

    1- Emr-i mâruf.

    2- Nehy-i münker.

    3- Allahu Teâlâ’nın çizdiği çerçeve dışına çıkmayıp, bunları koruyan. İmâm-ı Şâfii

✧ Ulaşamadığına boyun eğmek, ulaştığına râzı olmak, kaybettiğine sabır göstermek kişinin olgunluğunun işâretidir. Gazali

✧ İnsanların büyüklüğü, yaptığı işlerin büyüklüğü iledir. Gönenli Mehmed Efendi


Cömert, kerim bir kimse arkadaşlarıyla otururken, bir arkadaşı bir tabak salatalık getirir. Arkadaşını memnun etmek için hemen bir tanesini alır yer. Daha sonra birini, diğerini derken tabağın hepsini bitirir. Arkadaşı gittikten sonra diğer arkadaşları merakla sorarlar: ‘Yâhu sen cömert bir insansın. Nasıl oldu da o kadar salatalığı yalnız yedin, bize vermedin?’ Rikkat sâhibi, kerim insanın cevabı çok ilginçtir: ‘Salatalığın birini yiyince, acı olduğunu anladım. Size verseydim, acı diye yemeyecektiniz, adamcağız mahcup olacaktı. Bu nedenle hepsini ben yemek zorunda kaldım.’
 

5- Fazilet

İnsan, mükemmel olmaya eğilimli yaratılmıştır. Bebeklikten çocukluğa, gençliğe, gün be gün bedensel olarak geliştiği gibi; aklı, fikri, ruhu, düşünceleri de bulunduğu ortama, aldığı eğitime göre gelişir, değişir. Yönlendirilmesine ve sa’y-ü gayretine göre hedefine doğru yol alır.

Ne var ki hayatın gâyesi, bu hayatı bahşeden Yüce Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmak ve o Gönüller Sultanı’nı râzı etmektir. Bunu başarmanın yolu, O’nu ve buyruklarını, nefis ve oyunlarını iyi bilmekten geçer.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Fazilet sâhibi, iyi kimselerin hatalarını bağışlar. Ancak, şer’i emirler (had cezâsı) müstesna. Hadîs-i Şerîf

✧ Öyle bir zaman gelecek ki, üç şeyden daha değerlisi bulunmayacak.

    1- Dertleşeceğiniz bir arkadaş.

    2- Helâl bir dirhem.

    3- Amel edilecek bir sünnet. Hadîs-i Şerîf

✧ Merhamet ancak faziletli kimselerde bulunur. Hadîs-i Şerîf

✧ En üstün fazilet, sana gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve kötülük edene iyilik etmendir. Hadîs-i Şerîf

✧ Akıl gibi tedbir, günahlardan sakınmak gibi takvâ ve güzel ahlâk gibi asalet olmaz. Hadîs-i Şerîf

✧ Faziletin mükâfatı yine fazilettir.

✧ Allah (celle celâlühû) üç kimseyi meleklere överek anlatır:

    1- Bir kimse, ıssız yerde ezan okur, kaamet getirir, sonra tek başına namazını kılar. Allah (celle celâlühû) onun için meleklere şöyle buyurur: ‘Kuluma bakın. Tek başına namaz kılıyor. Onu, Ben’den başkası görmüyor. Yetmiş bin melek insin, onun ardında namaz kılsın.

    2- Gece vakti kalkar, tek başına namaz kılar, secdede iken uyur. Allah (celle celâlühû) onun için, şöyle buyurur: ‘Kuluma bakın. Ruhu katımda, cesedi bana secde ediyor.’

    3- Bir kimse Allah için savaşa gider, ordu içinde savaşır, sabreder ve nihâyet şehit olur. Halid b. Madan

✧ Fazilete, ihlâs, takvâ ve tevâzu ile ulaşılır.

✧ Gerçekler ve tenkitler, büyük ruhlu insanları besler ve güçlendirir, küçükleri ise öfkelendirir.

✧ Fazilet kazanmak, deha gibi çalışma ve alınterinden geçer.

✧ Hikmet sâhibi akıllı insanlar, şu üç şeyle faziletli olmuşlardır:

    1- Tevbeye sarılmak.

    2- Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) sünnetine uymak.

    3- Kullara eziyet etmemek. Yakub el-Beledi

✧ Bilgisiz fazilet, zayıf ve faydasızdır. Faziletsiz bilgi ise tehlikeli ve dehşetlidir.

✧ Fazilet, iyiyi elde etme gücüdür.

✧ Faziletli insanların ulaştıkları ve muhafaza ettikleri yükseklik ani bir sıçrayışta erişilmiş değildir. Onlar, başkaları uyurken geceleri yukarıya tırmanmaya çalışıyorlardı.

✧ Fazilet akıl, dindarlık, ilim, ağır başlılık ve hazım, cömertlik, iyilik, itaat, sabır, şükür, yumuşak başlı olmaktır.

✧ İnsanın hakiki asaleti faziletten gelir, doğuştan değil.

✧ İnsan, faziletten mahrum olduğu zaman yalnızlıktan vahşet duyar ve insanlarla fazla düşüp kalkmak sûretiyle dehşetten kurtulmaya çalışır. Fakat faziletli insanlar, faydalı bilgi ve hikmetler meydana çıkarmak için düşünmeye yardımcı olan yalnızlığı ararlar.

✧ Yoksulluğun gözden düşürdüğü kimse, Allah (celle celâlühû) nezdinde azizdir, değerlidir. Hz. Ali

✧ Gerçek değer, kendini beğenmemek, yaptıklarını yeterli bulmamaktır.
 

    Süslemekle bedeni, insan olmaz medeni

    Medeni insan bulur, kalbindeki madeni

 

6- Fedâkarlık

İslâm ahlâkı, egoist anlayışa karşıdır. Diğergamlığı esas almıştır. Kuvvetli zayıfın yardımına koşmalıdır. Hayat bir menfaat mücadelesi değil, kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşmadır.

Nitekim Allah Resûlü: ‘İnsanların en hayırlısı insanlara faydası olandır’ buyurmuştur.

İslâmiyet hayatın bütün safhalarında egoizme karşı savaş açmış, müslümanı egoist bir ruha sahip olmaktan daima men etmiştir.

- Aldatan bizden değildir,

- Komşusu açken kendisi tok olan bizden değildir.

- Müslümanın dert ve üzüntüleri ile dertlenmeyen kâmil bir mümin değildir.

Bu mealde pek çok hadîs-i şerîf vardır. Hepsi bir mümini diğergam olmaya, insanları aldatmaktan, sömürmekten uzak kalmaya çağırmaktadır.

Bir çok güzel ahlâkın kökünde, fedâkarlık vardır. İnsan, bencilliği aşıp diğergam olmadıkça, ne dinini koruyabilir, ne de insanlığını.

Diğergamlık nedir biliyor musunuz?

Kendi istekleri ve başkalarının istekleri karşısında, kendi isteğinden feragat etmektir.

Ama diğergam olmak şu demek değildir: Bir başkası mutlu olacak, ben mutsuz olacağım. Sizin mutluluk kaynağınız bir başkasının mutlu olmasıdır.

Siz bir nehir iseniz kollarınızı dağıtın etrafa. Suyunuzdan başkaları da faydalansın. Bu sayede hem güçlü olun, hem de mutlu.

Bırakın toprağınıza tohumlar atılsın, yeşersin ağaç olsun, kökleri sizde kalsın. Onlar gürlesin, siz mutlu olun. Biliniz ki sizinle beslenen insanlar vardır hayatınızda.
 

           ✽      ✽      ✽
 

İnsanlar daima, yüksek necip ve mukaddes hedeflere yürümelidirler. Bu hareket tarzıdır ki; insan olmanın vicdanını, dimağını, bütün insanlık mefhumunu tatmin eder. Bu tarzda yürüyenler ne kadar büyük fedâkarlıklar yaparlarsa o kadar büyüktürler.

Kalem sâhibi kimseler, bir çok büyük işleri yapabilirler; ancak fikirlerin yaşaması pahasına kendilerini fedâ etmek şartıyla.

Fedâkarlık, başarılı olmak için, keyfinden, zevkinden fedâ etmekle başlar, zamanlarını ve tüm imkânlarını hayırlı işlere sarfetmekle gelişir. Hz. İbrâhim gibi güzel bir yad bırakarak son bulur.

Sevginin mihengi fedâkarlıktır.

Empati duygusunu en iyi yansıtan olaylardan birisi, küçüklerin birbirlerine bakarak ağlamalarıdır. Bu durum, çocuğun sempatik eğilimidir.

Sempatinin empatiden farkı, karşı tarafın hislerine aynı şekilde karşılık vermektir. Ama eğer çocuk ağlayan kardeşinin yanına giderek onu rahatlatmaya uğraşırsa, empatik tavır sergilemiş olur. Zira empati kuran kimse, zor durumda olan kişiye yardım etmek ve iyilik yapmak ister.

İnsan sosyal bir varlıktır. Başkalarıyla yaşamanın en önemli şartı yardımlaşmaktır.
 

7- Cömertlik

«Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et.» (Kasas,77)

Cömertlik Allah’ın sıfatlarından biridir. Zira O’nun bir ismi de kullarına kerem ve ihsanı bol, sonsuz cömert anlamına gelen el Kerim’dir. (İnfitar 6) ayrıca er Rahman, er Rahim, el Vehhab, el Latif, et Tevvab, el Gaffar, el Afuvv, er Rauf, el Hadi gibi ilâhi sıfatlar da Allah’ın cömertliğini değişik açılardan ifade etmektedir.

Bu esma-i ilâhiye, cömertlikteki kemâlin Allah’a (cc) âit olduğunu göstermektedir. Çünkü Allah (celle celâlühû) alemdeki her bir varlığın, neye ne miktarda, ne zaman ihtiyacı olduğunu bilir ve en uygun şekilde ikram eder.

Bütün canlılardan daha muhtaç, daha zayıf, daha korumasız olan insan, ihtiyaçlarını karşılayamamaktan endişe eder; bu yüzden yığmak ister, vermek istemez. Biriktiren üç canlıdan biri insan, biri karınca, biri faredir. Diğer mahluklar yevmiyecidir. Gün kazanır, gün yerler.

Fıtraten yığmaya, vermemeye meyyal olan insan, ‘Hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın’ fermanına inanır güvenirse, telaş etmez. Rızkını aramak için çalışır ama rızkını Allah’tan bilir. Verdiğine en az bire on verileceğinin şuurundadır. Cimrileşmez, verir, vermekle hem rızkı eksilmez, hem itibarı artar, hem duâ alır, hem de Cennet kazanır.

Fakirin almaya ihtiyacı olduğu gibi verenin de vermeye ihtiyacı vardır. Tâ ki cömert, erdemli, özverili cennete layık bir kul olabilsin. Yok dedikçe yok olur. Var demeli, vermeli ki Allah da versin.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ İsâr, cömertlikte son hudud olup, başkasını nefsine tercih etmek anlamını taşır.

✧ İsâr ahlâkıyla geleni hesaba çekmeye hayâ ederim ve onu cennetimde iskan ederim. Hadîs-i Kudsî

✧ İnsanların en hayırlısı, zorlukla kazandığını infak eden fakirdir. Hadîs-i Şerîf

✧ Hayber dönüşünde bedeviler Resûl-i Ekrem’den bir şeyler isteye isteye onu öyle sıkıştırdılar ki, mugaylan dikenlerine dayanmak zorunda kaldılar. Cübbesi düştü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘Cübbemi bana verin, Allah’a yemin ederim ki, şu dikenlerin sayısınca koyunum olsa, bunları hep size verirdim. Bu sözümle beni ne cimri, ne yalancı ve ne de korkak bulurdunuz’ buyurmuştur.

✧ Cennet cömertlerin, cehennem câhillerin yeridir. Hz. Ali

✧ Edebin başı akıllıca hareket etmektir. Yapılmayan, yerine getirilmeyen sözde hayır yoktur. Cömertlik olmayınca malın, vefâ olmayınca arkadaşın hayrı yoktur. Ahnef b. Kays

✧ Allah’ım, fazla malı içimizdeki hayırlılara ver. Çünkü onlar, içimizdeki çok muhtaç olanlara iyilik ederler. Hz. Ömer

✧ Cömertlik, israf ile cimrilik arasındaki dengedir.

✧ Canı istediği halde başkasını tercih edenin günahları bağışlanır.

✧ Peygamberlere, başkasını kendilerine tercih ettikleri için ‘Ulûl Âzim’ sıfatı verildi.

✧ Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir.

✧ Herkesin kalbinde, cömertlere karşı muhabbet, cimrilere karşı nefret vardır. Yahya b. Muaz-ı Râzî

✧ Cömertliğin karşılığının ne olduğunu bilseydi, kimse cimri olmazdı. Mevlânâ


Mûsâ (as) Allah’a (celle celâlühû):

– Ya Rab! Muhammed ile bazılarının cennetteki derecelerini bana göster. Allah (celle celâlühû):

– O derecenin hepsini birden idrâke güç yetiremezsin. Onun en büyük derecelerinden sâdece bir dereceyi göstereyim sana. Ben bu derece ile, onu ve ümmetini bütün mahlûkattan üstün kıldım.

Bunun üzerine melekût âleminden bir kapı açıldı. Hz. Mûsâ, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nurunu ve Allah ile olan yakınlığını görünce, nerdeyse kendinden geçecekti.

– Yâ Rab! Ne ile onu bu dereceye yükselttin?

– Ona verdiğim yüksek bir ahlâk sayesinde!

– O ahlâk hangisidir?

– İsâr hasletidir. Yani başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih duygusudur. Bu yüce ahlâk ile kim bana gelirse, ben onu hesaba çekmekten haya eder, onu cennetin istediği yerinde iskân ederim.
 

✧ Cömertlik, cennet servisinden bir daldır. Mevlânâ

✧ İnsandaki mafya duygularının menşei olan egoizmi tedavi edecek duygu ve ahlâk; isâr hasletidir.

Hatem’e sordular ‘Kendinden daha kerim bir kimseyi gördün mü?’ Hatem ‘evet’ dedi ve şöyle anlattı:

– Birgün yetim bir gencin hanesine misafir oldum. On koyunu vardı; derhal birisini kesti. Pişirip getirdi. Koyunun bir parçası hoşuma gitti, yedim. Hem de ‘koyunun bu parçası pek hoştur dedim.’

Bu söz üzerine genç dışarı çıktı. Ne yapsa beğenirsiniz; koyunları bir bir kesmiş. O benim beğendiğim parçaları pişirmiş, önüme getirdi. Onun böyle yaptığından haberim yoktu. Gitmek üzere atıma binip haneden çıktığım zaman çok kan dökülmüş olduğunu gördüm. ‘Bu nedir?’ dedim. Dediler ki:– O bütün koyunları kesti. Bu kan onların kanıdır.

Bunun üzerine çocuğa sitem ile ‘Niçin böyle yaptın?’ dedim. Şöyle cevap verdi:

– Sübhanallah! Bir şey hoşunuza gider o da iktidarım dairesinde bulunur da haset yaparak onu sizden esirgersem Araplar arasında bu pek fena bir ahlâk sayılır.

Dostları Hatem’e sordular:

– O gencin bu hizmetine mukabil siz ne verdiniz? dediler. Hatem:

– Üçyüz kızıl tüylü deve ile beşyüz koyun verdim. Dostları:

– Bu halde sen daha kerim olmuş olursun, deyince Hatem şöyle cevap verdi:

– Ne münasebet, o nesi varsa verdi. Ben ise kudretim dairesinde olan şeylerden çoğunu değil, azını verdim.
 

8- Hediye

Hediye, bir kimseye ikram için bağışlanan maldır. Hediyeleşme insanlar arasında dostluk bağını kuvvetlendiren bir yakınlaşma ve yardımlaşma vasıtasıdır. İnsanlar arasında istemeyerek dahi olsa kırgınlık meydana gelmişse, taraflardan biri diğerine hediye verdiğinde kırgınlık ortadan kalkar, aradaki kin ve öfke yok olur. Tarih boyunca insanlar ellerindeki çeşitli mal ve eşyaları birbirlerine vererek hediyeleşmişlerdir.

Müslüman kimse gönderilen hediyeyi kabul etmeli, geri çevirmemelidir. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Âişe’ye bir gün: ‘Ya Âişe! Kim sana sen ondan istemediğin halde bir hediye verirse kabul et. Çünkü o Allah’ın (celle celâlühû) sana sunduğu bir rızıktır’ buyurdu.

✧ Hediye, Allah’ın güzel rızıklarından biridir. Sizden birine hediye verildiğinde onu kabul etsin ve kendisi daha güzelini versin. Hadîs-i Şerîf

✧ Birisinin bir hediye verip veya bir ikramda bulunup tekrar bundan dönmesi helâl değildir. Ancak, baba çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir. Verdiği hediyeyi geri isteyen kimsenin durumu, köpeğe benzer. Köpek yemek yer; karnı doyduktan sonra kusar, sonra da dönüp kustuğunu yer. Hadîs-i Şerîf

✧ Ey müslüman kadınlar! Sakın ola ki, biriniz, bir koyun paçası dâhi olsa, komşu hanım kardeşine hediye vermeyi, yardımda bulunmayı küçük görmesin! Hadîs-i Şerîf

✧ Kim size bir iyilik yaparsa, karşılığını veriniz. Şâyet verecek bir şey bulamazsanız, karşılığını verdiğiniz kanaatine varıncaya kadar duâ ediniz.

✧ Vali olan kimse bu görevi esnasında kendisine gelen hediyeleri nefsine ayırmamalı ve beytülmale koymalı. Peygamberimiz, verilen hediyeyi beytülmale vermeyen İbnü’l-Lütbiyye'ye (ra) ‘Sözünde sadık isen doğru söyle; ananın babanın evinde oturmuş olsaydın bu hediyeler sana verilir miydi?’ diye azarlamıştır.

✧ Sizden biriniz bu şekilde hakkı olmayan bir şeyi alırsa onun sırtına yüklenmiş olarak kıyâmette huzur-u ilâhiye varacaktır.
 

           ✽      ✽      ✽
 

✧ Çocuğu dünyaya gelene, hediye vermek vâciptir.

✧ Hediyeyi kabulde, verenin izzeti, alanın ezikliği (zilleti); kabul etmemekte almayanın izzeti, verenin zilleti vardır.

✧ Bir hediyeyi verirken davranışımız, hediyenin kendisinden daha çok anlam taşır.

✧ Hz. Yusuf’a bir arkadaşı geliyor. Ona diyor ki, ‘Bana ne getirdin?’ ‘Sana ne getirebilirim ki? Sâdece güzelliğini görebileceğin bir ayna getirdim.’

İnsan da, Allah’a hiçbir şey götüremez, bu yüzden kalbini ayna hâline getirmelidir. Allah mahşerde, ‘Bu haşir günü hani hediyeniz ne getirdiniz’ diye soracaktır. Mevlânâ

✧ Hediyeler, armağanlar: ‘Ben seninleyim, seni seviyorum’ diye tanıklıktan ibarettir. Mevlânâ

✧ Bir adam, Hasan Basri’ye dokuz şeker ve onbin dirhem para hediye etti. ‘Bunun karşılığını ödemeye gücümüz yetmez’ diye parayı reddetti, şekeri kabul etti.


Hz. Ömer dedi ki: ‘Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), bana (zaman zaman) ihsanda bulunuyordu. (Her seferinde ben):

- Yâ Resûlâllah! Bunu, bana benden daha muhtaç olan birine verseniz, diyordum. Resûlullah da (sallallâhu aleyhi ve sellem):

- Al bunu! Bu maldan, sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda olmadığın halde gelen bir şey olursa, onu al ve temellük et (yâni kendi malın kıl, malın olduktan sonra) dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta) olmayan mala nefsini bağlama, buyurdular.
 


Hediye-i Mânevi

Hak tarafından bir mânevi hediye sahibi olmak, Hakk’ın hakla şâhitliğidir. Zîrâ hak, tüm şeylerin delilidir, rehberidir, belgesidir. Onun altında bulunan şeyler delil olamazlar. Câfer el-Kinâni


Ölümü temenni eden, 10 mahal için hediye hazırlamalıdır:

1- Azrâil’e (as) getireceği dört hediye:

a) Hak sâhipleriyle helâlleşmek.

b) Farz borçları (namaz, oruç vs.) ödemek.

c) Hakiki iman, sâlih amel ve güzel ahlâk sâhibi olmak.

d) Mârifetullah ve Muhabbetullah.
 

2- Kabire getireceği dört hediye:

a) Nemmamlıktan uzak kalmak.

b) Taharete dikkat.

c) Kur’an kıraatı.

d) Gece namazı.
 

3- Münker ve Nekire getireceği dört hediye:

a) Sıdk-ı lisan.

b) Gıybetten çekinmek.

c) Hakkı kabul.

d) Tevâzu.
 

4- Mizana getireceği dört hediye:

a) İhlâs.

b) Ezâyı terk.

c) Güzel ahlâk.

d) Çok zikir.
 

5- Sırata getireceği dört hediye:

a) Aksiliği terk.

b) Verâ (şüphelilerden kaçınmak).

c) Taate devam.

d) Cemaate devam.
 

6- Mâlik’e getireceği dört hediye:

a) Tenhâlarda göz yaşı.

b) Sadâkat.

c) Mâsiyeti terk.

d) Ana-babaya itaat.
 

7- Rıdvan’a getireceği dört hediye:

a) Emâneti muhâfaza.

b) İnfak.

c) Azla iktifâ edip, diğerini vermek.

d) Mekârihten (kerih görülenlerden) kaçmak.
 

8- Rûha getireceği dört hediye:

a) Az yemek.

b) Az uyumak.

c) Az içmek.

d) İstiğfar.
 

9- Peygambere getireceği dört hediye:

a) Peygambere muhabbet.

b) Ehl-i beyte muhabbet.

c) Ashâbına muhabbet.

d) Sünnetine uymak.
 

10- Allah’a (celle celâlühû) getireceği dört hediye:

a) Emr-i bi’l-ma’ruf.

b) Nehy-i ani’l-münker.

c) Nasihat.

d) Bütün mahlûkata merhamet.

Önceki âyetle yardım istediğimizi belirttikten sonra mukadder bir soru (istinaf) beliriyor belleğimizde; nasıl bir yardım? Ne yönden, ne bakımdan? Ya da sayısız ihtiyaçla muhtaç olan biz insanlar Rabbimizden hangi ihtiyacımızı isteyelim? İhtiyaçlarımızı tek tek saymamız mümkün değil. «Nimetlerimi saymaya kalkışsanız sayamazsınız» (Nahl;18) buyuran Rabbimiz, çok zarif bir tarzda ne kadar çok şeye muhtaç olduğumuzu ima ediyor.

Bu sonsuz ihtiyaç denizinde yüzerken hangi limana demir atacağımızı bilemiyoruz. Rabbimiz imdadımıza yetişip neyi istememiz gerektiğini telkin ediyor; ‘Bizi doğru yola ilet’. Beynimizde şimşekler çakıyor, birden irkiliyoruz.

Demek biz yolcuyuz. Asli vatanımıza gitmek üzere baba sulbünden, ana rahminden yola çıkıp, âhiret azığını temin etmek için dünya limanına uğrayıp, yoluna devam eden bir yolcu. En önce gideceğimiz yerin adresini öğrenmemiz gerekmez mi? Bir harita, bir rehber, bir yol gösterici; tâ ki yanlış yola girmeyelim, yolu kaybedip kurda kuşa yem olmayalım.

Bu nedenle öncelikle Rabbimizden bizi doğru yola yönlendirmesini istiyoruz. Bu kutlu yoldan bizden önce selâmetle geçip giden önderlerimiz, bu nimetin fazlına eren nebiler, sıddıklar, şehitler (Nisa; 69), ki bunlar gerçekten Allah’ın en büyük nimetine ermiş, menzile ulaşmışlar. Biz de o menzilin yolcuları olarak ‘Sırâtellezine en’amte aleyhim / Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet’ diyoruz.

Demek ki bir insana bahşedilebilecek en büyük, en önemli ve en kıymetli nimet; istikâmet üzere olmak, her konuda Rabbimizin emir ve yasakları doğrultusunda bize bildirdiği hükümlere uymak, hayatımızın itidalinin yörüngesini hükm-ü ilâhi olarak tesbit etmek. Sonra, yaptığımız, düşündüğümüz bütün iş, oluş ve fiillerimizi bu hükümlere göre ayarlamak ilk ve en önemli görevimiz olmalı.

İnançta, ibâdette, ahlâkta, O’nun rızâsına uymayan her şey taşkınlıktır. Verilen ölçüden azsa tefrit, çoksa ifrat, tam uyuyorsa itidal olur. Hak yolunun yolcusu mümin kulun hayatının bütün dilimlerinde itidali araması, kulluk vazifesinin ilk basamağıdır. Yeni işe başlamış bir işçinin öncelikle ne yapacağını öğrenmesi gerekmez mi? Kendi bildiğiyle hareket edebilir mi?

Her gün namazlarda en az kırk kere Rabbimizden hidâyet istiyoruz. Hidâyet; hedefe götüren şeyi göstermek, yol göstermek, rehberlik yapmak, bir hedefe giden yolda yürümek, iyilik ve yumuşaklıkla yol göstermek demektir.

Bizi doğru yola iletmesi için huzurunda yakarıyoruz. Keşke bu yakarışımız şuurlu olsa; ne istediğimizin bilincinde olsak. Allah’ın nimet verdiği Nebiler, sıddıklar, şehidler ve sâlihler gibi olmayı temenni ediyoruz. Bu kavlî duâyı fiili duâ ile pekiştirmek gerekiyor.

Tohum ekmeden çiftçinin mahsul beklemesi, duâ etmesi abes olduğu gibi, hidâyetin ve hidâyete ermişlerin yolunu da sadece dil ile istemek yetersiz olur, icraat gerekir. Nereden işe başlayacağımızı düşünerek işe başlayabiliriz.

Öncelikle hidâyet rehberi Kur’ân’ı ve Kur’ân’ı yudum yudum hayatına sindiren Yüce Peygamberi çok iyi tanımalı. Öğrendiklerimizi bir doktor reçetesi kabul edip, bilgileri aklın bir kenarına atan umursamaz bir tavır içinde olmamalı. Onları başkalarından ziyade öncelikle kendimiz için öğrenip, öğrendiklerimizin bilinç ve inancında olmalıyız.

Yazılı kaynakların mûtemet olmasına, takvâ sahibi, hakiki âlimlerin feyiz çeşmelerinden alınmasına dikkat etmeli. ‘Her şeyin yenisi makbul, âlimin eskisi’ diyenler ne güzel söylemişler. Âlimin eskisi olmaz eskimezi olur. Onlar nübüvvet güneşine daha yakın olduklarından, nurun kaynağına daha yakındırlar. Başka kitaplar okuyacaksak bile kalbimizin zeminini ehli sünnet itikadıyla döşemeli, temeli sağlam atmalıyız.

Bir âlimin bu konudaki tesbiti çok yerinde: ‘Çocuklara önce İslâmi ilimleri öğretir sonra diğer ilimleri öğretirsek, sonradan öğrendiğini önce öğrendiği vahye dayalı, doğru ve sağlam ilimlerle tartar ona göre alır. Ama tersi olursa, İslâmi ilimleri o ilimlerle tartma küstahlığında bulunur.’

Şimdilerde bunun örneğini çok görüyoruz. Hiç İslâmi ilimlerle meşgul olmamış bir üniversiteli, tefsirleri kendi başına okuyup dine ters düşen fetvalar vermekten çekinmiyor. Okudukları, duydukları kafasındaki ne olduğu belirsiz bilgilere uyarsa kabul ediyor, kendi yanlış bilgisini mantıklı sayıyor. ‘Din mantık dinidir. Mantığıma uymayanı kabul etmem’ diye diretip, yersiz ve tehlikeli tartışmalara giriyor. İşte bunun için İslâm âlimleri, çocuğu üç yaşını üç ay on gün geçe dini ilimlere başlatıp köklü ve esaslı bir şekilde yetiştirmeyi tavsiye ederler.

Önceleri bütün çocuklar son ikisi tefsir ve hadis olan on iki ilmi okur, sonra da meslekleri ile alâkalı bilgilerde yoğunlaştırılırlardı. Böylece hem dini hem dünyevi, hem bedeni hem ruhi bilgilerle mücehhez olurlardı. Ah şu güzel, akıllı, yetenekli, pak gönüllü gençlerimize, göz aydınlığımız olan çocuklarımıza o güzel şans geri dönse!

Herkes Mevlâ’sını bilse, gönlünü onun aşk ve sevdasıyla doldursa o sıcak sevginin tazyikiyle tüm müminlerle dost olsa, kardeş olsa, kara bulutlar dağılsa, sevgi pınar gibi çağlasa, gözyaşları dinse, bebekler sadece mama için ağlasa, dostluklar çınar gibi dört mevsim gölgesinde vefâlı insanları barındırsa, o mürşit Peygamber hayat örneğimiz olsa...
 

           ✽      ✽      ✽


Kulların yardım talebi üzerine Allahu Teâlâ tarafından ‘Size ne gibi şeylerle yardım edeyim ve nasıl yardım istersiniz?’ şeklinde varid olunan suale ‘Yarabbi! Bizi kurtuluş yoluna hidâyet et’ diyerek en büyük maksat olan hidâyeti talepte bulundular. İstianeden maksatları ise, enbiya, ulema ve sülehanın mesleği olan doğru yolu talep etmekten ibarettir.

Sırat-ı müstakim; mutlaka doğru yola ıtlak olunursa da, bu makamda İslâm dini ve şeriat-ı Ahmediyenin itikad, sâlih amel ve güzel ahlâka müteaalık şer’i ahkam ve esasları kastedilmiştir.

‘Hedâ / hidâyet etti’ fiili, iki mefulunü harfi cerli veya harfi cersiz alır. Burada harfsiz almasının manası şudur: Yolda olana yolu tanıt ve göster, yolda olmayanı da yola sok. Ayrıca yolda olan da, doğru yolda yürümeye devam etmek ister.

‘Bizi doğru yola ilet’in manası; ‘Bize yolun hakikatını tanıt, saptığımız vakit bizi güzelce tekrar yola sok ve hidâyette devamlı olmayı nasip et’ demektir.

Ayrıca yine, ‘Bizi irşad et, delil ver, muvaffak et, rağbet için ihlâs ver, devamını ver, ziyadeleştir’ demektir.

Ve yine ‘Sünnetlere uymak sûretiyle farzlarını edâ etmeye bizleri ilet’ manası da verilmiştir.

‘Doğru yol / sırât-ı müstakîm’ İslâm dininden istiaredir. Maksuda talip olan kulun vusüle ermesi ve mesafeleri kat etmesi için, bir çok cefalara katlanması ve cefaları geçmesi lazımdır.

Bu cümle en faziletli duâdır. Çünkü O’na bizzat kendinin söylediği kelâm ile duâ ediliyor.
 

Burada ‘biz’ gelmesinin sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:

1- ‘Sadece sana ibâdet eder, sadece senden yardım isteriz’, çoğul gelmişti. Bu, Peygamber Efendimizin ‘Cemaat rahmet, ayrılık azaptır’ hadisine de uygundur.

2- Duâ umumi olunca kabule daha yakındır.

3- Başkalarını da, kendini sever gibi sevdiğini gösterir.

4- Cemaat ruhunu yaygınlaştırmaya işâret vardır.

5- Cemaatle zor şeylerin üstesinden gelinir. İnsan cemaatle olursa yalnızlık duygusundan kurtulur. ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar.’ Bu iş dünyada böyleyse âhirette bundan daha zordur.
 

‘iyyake na’büdu’; şeriate

‘iyyake nesteîn’; tarikate,

‘ihdina’s sırâte’l müstakîm’; hakikate delâlet eder.

İçerik giriniz