Hakkında
FÂTİHA SÛRESİ
Hem Mekke’de, hem de Medine’de nâzil olmuştur. (Hicretten önce inen sûreler, Mekke’nin dışında da inmiş olsalar ‘Mekkî’ ismini alırlar. Hicretten sonra inen sûreler ise, Medine’nin dışında da inseler ‘Medenî’ ismine sâhip olurlar.)
Müddessir sûresinden sonra nâzil olmuştur. Tam olarak inen sûrelerin ilkidir. Yedi âyettir. Kelimeleri 29 tânedir.
Harfleri ise; âyet olup olmaması ihtilâflı olan Besmele ile birlikte 121 adettir. Mezhep imamlarından üçü; İmam Mâlik, Ebû Hanife ve Ahmed İbn-i Hanbel ‘Besmele, Fâtiha’dan değildir’ demişlerdir. İmam Şâfii ise, Besmeleyi Fâtiha sûresinden bir âyet saymıştır.
Fâsılası: ‘nun – mim’ harfleridir.
(Not: Şiirde kâfiye veyâ revî, nesirde secî gibi Kur’an’ın sûrelerinde de fâsıla ismi verilen bir veya birkaç harf vardır ki, her âyetin birbirinden ayrılması bu fâsıla iledir. Türkçe’de buna durak denilir. Kıraat nağmelerinin kararları fâsılalarda verilir. Kur’an’ı okuma esnâsında Kur’an’ın mânâları, nazmının dizilişlerinden bütün güzelliği ve lezzetleri ile süzülürken bu noktalarda kalbe işlemesi için visal vâdisinin nağmeleri ile naz ve niyazını birleştiren bir görünüme bürünür ve şuhud (görünen) âlemine âit bir cilve kesilir.)
Bu sûrede, nesheden veyâ nesholunan hiçbir âyet yoktur.
Bütün kâinâtı nurdan hâlesiyle kuşatan, milyarların lîsânında tad, yüreklerinde sürur, gözlerinde nur olan Yüceler Yücesi, ezelî kelâmını «Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur» cümle-i mübârekesiyle açıyor. Güzeller Güzelinden hüsn-ü ibtidâ (güzel- hem de çok güzel bir başlangıç). ‘Güzel başla, güzel söyle, güzel dinle, güzel düşün. Konuşurken güzel başlamayı kendine âdet edin, Mevlâ’nın kelâmından ibret al’ gibi lâtif mânâları gönül ekranına yansıtıyor.
Her saat açık olan yüce huzuruna, günde beş kere özel dâvetle çağırıp, hâlini arz etmesine fırsat tanıyan merhametli Sultan, her şeyden önce hamd ile başlanmasını vâcip kılarak, hangi halde olursak olalım sonsuz güzelliklerin, eşsiz nimetlerin içinde hamd edecek bir konumda olduğumuzu itiraf etmemizi istiyor. ‘Önce hamd et; dilin, beynin, kalbin, rûhun minnettar olmayı bilsin, hemen nimetlere seyirtme, kıyama dur, düşün bunca nimetleri vereni, Mün’imi hatırla. Sayabiliyorsan hatırına gelebilen az bir bölümünü say; ister parmaklarınla, ister göz ucuyla ya da istediğin bir ölçü birimiyle.’
Sana hayatında bir kere iyilik yapan, zor bir durumda imdâdına koşan bir yabancıyı unutmuyorsun. Ya da talebelik hayatında burs vereni, iş kurarken destek olanı, ya da sana bir an gönül vereni, ya da gönül verdiğini unutamıyorsun. Acı-tatlı hâtıraları belleğinde yıllarca taşıyorsun. Ey unutkan, vefâsız, saygısız nefsim! Sana sâniyede sayısız nimetler bahşeden Sultanı unutmak yakışır mı?
Nimetine gark olup, hep daha fazlasına sâhip olma hırsının verdiği sarhoşlukla, nimetin sâhibinden gâfil olmak revâ mı? Niçin O Kerim Rabbini değil de, O’ndan gelen nimetleri celbetmeyi düşünüyor, nimetlere ermek için bütün gayretini sarf ediyorsun? Bu uğurda ne riyâlar, ne hileler yapıyor, ne zilletlere katlanıyorsun.
Sonsuz hamd için verilen hırsını yanlış yönlendirerek, nimete, dünyalığa ve bunlara sebep olan rütbe ve mevkii sevgisine sarf ediyorsun. İhtiyacın karşılandığı halde ‘Belki lâzım olur, biter kalmaz’ gibi vesveselerle cimrileşip, gaddarlaşıp, fıtratındaki sevgi ve merhamet duygularına kezzap döküyorsun. Oysa o hırs, o gayret ve o kaygı bunca nimetler bahşeden sonsuz Kudrete hamd-ü senâda sarfedilmeliydi.
Maddi çıkarlar için nice diller döken, nice etekler öpen gâfil ve biçâre nefsim, nasıl olur da her şeyin sâhibi, her şeye kâdir olan Zâtı yeterince hatırlayıp yâd etmesin, O’nu binbir ismiyle zikreden şeydâ bülbülden ders almasın?
İbrâhim’in (as) ateşe atılmasına dayanamayıp, kendini ateşe atan kuşa, Rabb-i Kerîmi: ‘Dile Benden ne dilersen’ demişti de, o seciyesi büyük minik kuş: ‘Ey Yüce Sultanım! Senin binbir
Nuzül
Nüzûl Sebebi
Kur’anın gayb âleminden bu dünyada ortaya çıkmasına nüzul denir. Bu ortaya çıkışın ilk yeri, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kalbidir.
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Hatice’ye, yalnız kaldığında ‘Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!’ diye ses duyduğunu ve bu sesten dolayı endişelendiğini söyledi. Hz. Hatice;’ Allah’a sığınırım, Allah sana bir şey yapmaz. Allah’a yemin ederim ki, şüphesiz sen elbette emânete riâyet ediyorsun, rahmi vaslediyor (akrabayı ziyâret ediyor)sun ve doğru konuşuyorsun’ dedi.
Daha sonra Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hz. Hatice’nin tavsiyesi üzerine Hz. Ebû Bekir ile berâber Varaka’ya gitti. Varaka, Resûlullah’a endişelenmemesini ve bir daha böyle ses duyarsa iyice dinlemesini söyledi. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir daha yalnız kaldığında o ses yine gelerek: ‘Yâ Muhammed! Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin’ de, dedi. ‘Vele’d-dâllîn’ e kadar okuduktan sonra, ‘Lâ ilâhe illâllah’ de, dedi. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hemen Varaka’ya gelerek bu hâdiseyi anlattı. Bunu duyan Varaka ona;
‘Sana tekrar tekrar müjde olsun! Zîrâ ben şâhitlik ederim ki, şüphesiz sen Meryem oğlu Îsâ’nın müjdelediği kişisin ve şüphesiz sen Mûsâ’nın nâmusu üzeresin (ona gelen Cibril sana da gelmiştir). Ve muhakkak sen gönderilmiş bir Peygambersin’ dedi.
Diğer bir rivâyette de, Fâtiha Kur’andan en son inen sûredir. Nitekim Resûlullah (sav): ‘Kur’an da en son inen sûre ‘Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn’dir’ buyurmuştur. Yani Fâtiha, Mekke’de Kur’anın başında, Medine’de de Kur’anın sonunda inen çok mübârek bir sûredir.
Fâtiha, cumâ günü nâzil oldu. Cebrâil (as) onu, yanında yetmiş bin melekle getirdi.
Fazileti
Fâtiha’nın Fazileti
Kim Fâtihayı besmeleyle okursa onu mağfiret ettim, hasenatını kabul ettim, günahlarından geçtim. Dilini yakmayacağım, kabir ve kıyâmet azabından feze’ul ekberden (büyük korku) emin kılacağım. O kişi bana peygamberler ve evliyaların tarafından gelecek. (Kudsi Hadis)
Kur’an’ın en faziletli sûresi Fâtiha sûresidir. Hadîs-i Şerîf
Bir kavme Allah (celle celâlühû) kesinkes hükmedilmiş azâbını gönderir. Ancak onların çocuklarından birisi mektepte ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ diye okuyunca, Allah (celle celâlühû) bunu duyar. Bu sebeple onlardan azâbını kırk yıl kaldırır. Hadîs-i Şerîf
Dört şey Arş-u Rahmânın altındaki hazineden indirilmiştir: Fâtiha, Âyete’l-Kürsi, Âmene’r-resûlü, Kevser sûresi.
Fâtiha, Kur’an’dan hiçbir şeyin kifâyet edemeyeceği şeylere kâfi gelir. Ve eğer Fâtiha terâzinin bir gözüne konsa, bütün Kur’an da öbür gözüne konsa, elbette ki Fâtiha bütün Kur’ana yedi kere üstün gelir. Hadîs-i Şerîf
Her kim Fâtihayı okursa, sanki Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u ve Kur’an’ı okumuş gibidir. Hadîs-i Şerîf
İblis dört kere çığlık attı: Lânetlendiğinde, yeryüzüne indirildiğinde, Muhammed (as) gönderildiğinde, Fâtiha indirildiğinde. Hadîs-i Şerîf
Bir hâcetinin meydana gelmesini istersen, Fâtihayı sonuna kadar oku, inşaallah hâcetin görülür. Hadîs-i Şerîf
Her kim (hatmin başında) Fâtihaya hazır olursa, Allah yolunda bir fethe şâhit olmuş gibidir. Ve her kim, Kur’anın sonuna kadar hazır olursa, ganimetler taksim edilirken bulunan gibidir. Hadîs-i Şerîf
Bir kere Cebrâil (as) Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında bulunuyorken bir ses duydu, hemen başını kaldırıp; ‘Ey Muhammed, bu, gökten bu gün açılan bir kapıdır ki, bu günden önce asla açılmamıştı’ dedi. Bunun üzerine ondan bir melek indi. Sonra Cebrâil (as); ‘Bu, yeryüzüne inen bir melektir ki, bu günden evvel hiç inmemişti’ dedi. Böylece o melek gelip Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) selâm verdi ve;
‘İki nurla müjdelenen ki, onlar sana verildi. Senden evvel hiçbir Peygambere verilmemişti. Biri Fâtiha, öteki de Bakara sûresinin sonudur. Sen bunlardan okuduğun her harfe karşılık mutlaka içlerindeki (sevaplara, derece) lere nâil olursun. Hadîs-i Şerîf
Fâtiha sûresi, her türlü zehre karşı şifâ (ilâç)dır. Hadîs-i Şerîf
Cenâb-ı Hak, gökten yüz dört kitap indirdi. Bunların yüzünün bilgisini, Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan’a koydu. Sonra bu dört kitabın taşıdığı ilimleri Furkan’a; Furkan’ın ilimlerini, Mufassal sûrelere; Mufassal sûrelerin ilimlerini Fâtiha’ya koydu. Kim Fâtiha sûresinin tefsirini bilirse, Allah’ın indirdiği bütün kitapların tefsirini bilmiş olur.
Bir müslüman her akşam koyunlarını ağıla aldıktan sonra Fâtiha okuyarak onları Allah’ın himayesine emânet ederdi.
Bir gece Fâtiha’nın bir kısmını okuduktan sonra bitiremeden uykuya daldı. Gece uyanır uyanmaz okumasını tamamladı. Sabah olunca koşa koşa koyunlarının yanına gitti. Bir adam koyunlarının arasında dolaşıyordu.
- Burada ne işin var? diye adama çıkıştı. Adam şu cevabı verdi:
- Ben her gece koyun çalmak için buraya gelir, buranın büyük bir çitle çevrildiğini görürdüm. Bu gece geldiğimde açık bir delik buldum ve hemen içeri girip bir koyun aşırdım. İkincisini aşırmaya gelince ise o delik kapanmıştı, ben de içer de kaldım.
Fâtiha, Âyete’l-Kürsî, Şehidallâhü, Gulillâhümme (Âli İmran, 18-26-27) nâzil olduklarında, Allah (celle celâlühû) ile aralarında hiç bir hicap bulunmaksızın Allah'ın arşına yapışarak ‘Yâ Rab! Bizi yeryüzüne ve Sana isyankar olanlara mı indiriyorsun?’ dediler.
Allah-u Teâlâ;
1- Ahdim olsun! Sizi her namazın arkasında okuyan herhangi birinin kusurlarına bakmayarak makâmını cennet kılacağım.
2- Onu kutsal huzurda iskan edeceğim.
3- Her gün kendisine 70 kere nazar edeceğim.
4- Her türlü ihtiyacını yerine getireceğim ki, bunun en aşağısı mağfirettir.
5- Ve onu her din düşmanından, hasetçinin şerrinden koruyacağım, mağfiret edeceğim’ buyurdu.
Bu âyetler nâzil olunca 300 put yere kapandı.
Günde yüz Fâtiha okuyan kötü ahlâk ve şerlerden emin olur.
Fâtiha bizi intibaha (uyanmak), tazarru ve niyaza, ilticaya (sığınmak) davet etmektedir.
Mühim bir ihtiyâcı olan kimse Fâtihâ-i Şerifeyi akşam namazının farzından sonra kırk defâ okursa, murâdı hâsıl olur.
Fâtiha okumak, Allah’ın gazabından, şeytandan ve cinlerden korur.
Fâtiha ve Bakara sûresi, iki bulut, iki gölgelik, iki kuş olarak gelir. Okuyup amel edenini korurlar. Onları okumak, bereket; terki ise hüsran ve mahrumiyettir.
Sihirbazlar ona güç yetiremez.
Allah (celle celâlühû) kuluna bir şey ihsan ettiği vakit o kul ‘Elhamdülillâh’ derse, o nimetin şükrünü edâ etmiş olur. İkinci defâ söylerse, Allah (celle celâlühû) onun sevâbını yeniler, üçüncü defâ ‘Elhamdülillâh’ derse, bütün küçük günahları affedilir.
Her âyeti, Kur’anın yedide birini okumaya denktir. Tamamını okumakta ise hatim sevabı vardır.
Hâric ibn-i Salt et-Temimi, amcasının şöyle anlattığını rivâyet eder:
Bir keresinde bir kavme rastladım, aralarında zincirle bağlı deli bir adam vardı. Onun yakınları bana:
– Yanında şu deliyi tedâvi edecek bir ilâcın var mı? Zîrâ sizin sâhibiniz (Peygamberiniz) muhakkak bir hayır getirmiştir, dediler.
Bende o hastaya üç gün Fâtiha okudum, sabah-akşam olmak üzere her gün iki kere okuyordum. Hasta iyileşince bana yüz koyun verdiler, ben de hemen Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) dönerek bu meseleyi anlattım. Bunun üzerine Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem):
– ‘Aldığın koyunları ye! Yemin ederim ki, yanlış şeyler okuyup karşılığında aldığını yiyenler var. Sen ise, doğru okuyup yedin’ buyurdu.
Fatiha'nın Önemi
Fâtiha’nın Önemi
Fâtiha ile Kur’an okumaya başlayarak Âlemlerin Rabbini tanıyan, O’na kulluğa karar vererek O’ndan yardım isteyen ve kendisini gazap edilmiş ve sapıtmışların yoluna değil, resûllerin yoluna iletmesi için yardım isteyen insana; Allah (celle celâlühû) Kur’anın geri kalan kısmında gerekli yardımı yapacak ve detaylı bilgilerle ona yol gösterecektir.
Fâtiha sûresi, Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) remzini isbat etmektedir:
‘Elhamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn’ cümlesi, Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) şerefini ilâ içindir.
‘Er-Rahmânirrahîm’: Ebû Bekir’e delâlet etmektedir. ‘Ümmetim içinde en merhametli Ebûbekir’dir.’ Hadîs-i Şerîf
‘Mâliki yevmi’d-dîn’: Hz. Ömer’e delâlet eder. ‘Allah’ın dinine karşı en kuvvetliniz, Hz. Ömer dir.’ Hadîs-i Şerîf
‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn’: Hz. Osman’a delâlet eder. ‘Sizin en sâdık olanınız, hayâ bakımından doğrunuz, Hz. Osman dır.’ Hadîs-i Şerîf
‘İhdina’s-sırâte’l-müstakîm’: Hz. Ali’ye delâlet eder. ‘Benim ümmetimin en cömerdi ve en cengâveri, Hz. Ali’dir.’ Hadîs-i Şerîf
Fatiha'nın Hikmeti
Fâtiha’nın Hikmeti
Fâtihâ’da yirmiiki noktalı arap harfi vardır. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) tebliğe başladığında, inananların sayısı da yirmi iki idi.
‘Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapının belirli bir payı vardır.’ (Hicr, 44)
Bu sûreyi okuyup, ona iman edip hakikatlerini öğrenen kimsenin cehennemdeki yedi dereceden emin olacağına dikkat çekmek için azaba delâlet eden yedi kelimenin ilk harfleri bu sûrede yer almaz. Bu yedi harf;
‘ث’ (peltek se) / sübûr: helâk olmaya delâlet ettiği için
‘ج’: cehennemin ilk harfi
‘خ’: (noktalı ha), ‘hızyün’ (rüsvay olmak)
‘ز’: zakkum
‘ش’: şaki olanlar
‘ظ’, ‘ش’: ‘zefîrun ve şehîk / Cehennemde feci nefes alıp verme’.
‘ف’ Firak
Cebrâil (as) Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:
– Yâ Muhammed! Ümmetine, Allah’ın (celle celâlühû) azap edeceğinden korkardım. Ne zaman ki, Fâtiha sûresi nâzil oldu, bu korkum kayboldu.
Bunun üzerine Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):
– Niçin yâ Cebrâil? diye sordu. Cebrâil de:
– Çünkü Cenâb-ı Hak: «Şüphesiz onların hepsine vaad olunan yer cehennemdir. Onun yedi kapısı ve o kapılardan her birinin ayrılmış bir nasibi vardır.» (Hicr;43-44) buyurmuştur. Fâtihanın âyetleri yedidir. Kim bu âyetleri okursa, bunlardan her biri, cehennem kapılarından birini tutar. Böylece ümmetin oradan zarar görmeden geçer, dedi.
Fatiha'nın Sırları
Fâtiha’nın Sırları
Fâtihâ-i Şerife’de yedi âyet olduğu gibi, insanda da yedi nefis mertebesi vardır.
«Elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn» âyetiyle, bütün yaratıkların Hâlıkına, ilâhi kudretin varlık ve birliğine, hamd ve şükrün ona mahsus olduğu bildirilir. Bu âyet, kuldaki nefs-i emmâreye işârettir. Nefs-i Emmâreye sahip kul, Cenâb-ı Hakkdan emin olur. Allah korkusunu hatırına getirmez; Allah da (celle celâlühû) bu birinci âyette kuluna korku vermez, hep rahmetini söyler. Kul, Allah’ın rahmetinden ümid keserse, daha fazla suç işler.
«Er-Rahmâni’r-Rahîm» sözü ile Merhametlilerin en merhametlisi olduğunu, bu şefkatini kuluna hatırlatır. Rahman ismiyle, inanan-inanmayan, iyi-kötü, zayıf-kuvvetli, her varlığa Rahmetini istisnâsız tahsis eder. Yaratılış (fıtrat) Allah’ın Rahmanlığından doğan rahmetinden zuhur eder.
Rahim ise, çok merhametli demektir. Bu rahmet ise, kendisine dünyada, ervah âleminde inanmış müminlere tahsis edilmiştir.
Rahman sıfatı ile, Nefs-i Emmâre ve Levvâme arasındaki kulların hâlini belirtir. Rahim sıfatı ile Levvâme nefs mertebesine ulaşan kulların hâline işâret edilir. Rahim kelimesinin idrâkine varan kulda, kendini ve nefsini levm etme, yaptıklarından pişmanlık duyup, tevbe etme arzusu doğar. O zaman Allah’ın Rahmet deryası kabarır ve taşar. Kul, bu sayede Emmâre’den Levvâmeye geçer. Levvâmede bu defâ Allah korkusu başlar. Bu korkularından emniyetleri daha üstün olduğu için, tevbelerinde sâbit olmazlar. Suçu tekrarlayınca, Cenâb-ı Hakk Celâl tecellisini gösterir. Ve kuluna,
«Mâliki yevmi’d-dîn» ile hesap gününü hatırlatır. Kulun gönlüne, şiddetli hesâb korkusu düşer ve istiğfara koşar. Namazda bu kelimeyi söyleyen kul, mahşer gününün haşyet ve heybetini kalbinde hissederse, Levvâme nefsi aşarak, mülhime nefse yükselir. Korkuyla da olsa kul nefsini, ateş korkusu ile her kötülükten alıkor. Bu Cehennem korkusu, kulun nefsindeki emniyete üstün geldiğinden, tevbelerinde sâbit olurlar ki, bu Mülhime nefse, terbiye ve tezkiye makamına ulaşma hâlidir.
«İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn» diyerek Allah’ın huzûrunda duâya devam eder ve Nefs-i Mutmainneye ulaşır. Zira Mülhime nefiste kul, bilmeyerek de olsa kula kul olur ve gizli şirke varabilir. Kendisi gibi olan diğer kullardan istekleri olur. Yani kul, henüz mâsivâdan kurtulmuş değildir. Oysa Mutmainne nefste yalnız Allah’dan yardım ister ve yalnız Allah’a kulluk edileceği idrâkine ulaşır ki, bu kâmil bir mürşidle mümkün olur. Bu makamda kul, Cehennem korkusundan geçer.
Kulun önünde sır kapıları açıldıkça açılır. İlâhi kudret, kerâmet şeklinde tecelli eder. Buna sevinirken, gönlüne başka bir korku gelir: Mâsiyet (günahkâr olma) korkusu. Yani ilâhi emirleri lâyıkı ile yerine getirememek, üzerindeki velilik elbisesini lekelemek korkusu ile kul hüzne düşer. Bu sebeple Mutmainne nefisdeki kuldan kerâmet tecelli edince utanır, tevekkül ve rızâ kapısına ulaşır.
Allah geçmez kulundan; yetiminden dulundan
Sana milyar verseler, ayrılma Hak yolundan
«İhdina’s-sırâte’l-müstakîm», Cemâl yoludur. Burada Allah’dan râzı olmanın ağır mesûliyeti vardır. Bu ise, Râdiyye Nefs mertebesidir. Bu mertebeye ulaşan kul, bu âyeti derin bir huşû ve korku içinde okur, kul Allah’ın kaza ve kaderine tam bir teslimiyet göstermezse, bu Cemâl yolunda müstakîmden sapar veya ilâhi seyrini tamamlayamaz, yolda kalır. Asla hedefine varamaz. Kul, Allah’ın rızâsına bu kadar yaklaşmış iken kaçırırsam ne yaparım, diye vuslatı elinden kaçırmak korku ve hüznü içindedir. Sadece bu makamda tam bir teslimiyet olur ve kazaya rızâ kemâl bulur.
«Sırâte’llezîne en’amte aleyhim» âyetini okuyunca, Nefs-i Merdıyyeye ulaşır. Bu makamda kul, sadece Allah’dan korkar, dünya ve âhiret için bir murat, kasıt ve korkuları yoktur. Bu ilâhi sıfatı kazanan kuldan Allah her an, her sâniye râzıdır. Onlar da O’ndan râzıdırlar. Bu korku, ilâhi rızâyı ve aşkı kaybetme ve vuslatta kalamama korkusudur.
«Gayri’l-mağdûbi aleyhim vele’d-dâllîn» âyetini söyleyince, kuldoğru yoldan asla sapmamayı murad eder. Bu idrâke eren, Nefs-i Safiyye mertebesine ulaşır ki, bu makamda kul, Allah’ın gazâbından kurtulur. Ğönül gözünü mülke, melekûta, Ceberûta değil, Allah’ın haremine dâhalet için nazarlarını mânevi nimetlere çevirirler. Zira onlar bilirler ki:
1- Mülk, âlimin şeytanı,
2- Melekût, ârifin şeytanı,
3- Ceberut ise, gerçeğe vâkıf olan kemâl ehlinin şeytanıdır.
Bu üçünden birine meyleden, ilâhi dergâhdan ve huzûr-u ilâhiden kovulur. Zât-ı ilâhiyeye kurbiyyet ve vuslatı kaybeder veya en azından mânevi dereceleri durur.
Bu makamı aşmış, yani Allah’ı dileyen kulun karşısına: İsteyen, istek ve istenen, gibi üç durak, üç perde çıkar. O zaman kula, hitâb-ı izzet: ‘Öyle demeyin, gözünüzle gönüllerinizi birleştirin’ der. Bunun üzerine isteyen ve istek yok olur. Geriye mutlak ve Bâki olan Allah (celle celâlühû) kalır.
Fatiha'nın İsimleri
Fâtiha’nın İsimleri
1- Fâtihatü’l-Kitap (Kitabın başlangıcı): Fâtiha: Fethedici, karanlıkları, çaresizlikleri yenen, açan, çözen.
Kelimenin lügat anlamı düşünüldüğünde Fâtiha kelimesinin bir şifre ya da program anlamı taşıdığı görülür.
Tâlim ve namazda kıraat bu sûre ile başladığı ve her sözün başı olduğu için bu isimle isimlendirilmiştir.
Fâtiha, lugatta ‘fâtih’ ism-i fâilinden nakledilerek önce kitap ve elbise gibi açılabilecek şeylerin baş tarafı mânâsına, daha sonra konuşma ve okuma gibi tedrici olarak meydana gelen her şeyin baş tarafına söylenmiştir.
Fâtiha’nın sonundaki (ة) ‘Fatih’ kelimesinin sıfatlıktan isimliğe nakledildiğini belirtir veya mübalağa içindir. Müenneslik alâmeti değildir. Bununla beraber aslında ‘ta’ sı ile beraber fetih (açma) mânâsına masdar olması da mümkündür.
2- Sûretü’l-Hamd: Hamde şâmil olduğu için bu ismi almıştır.
3- Ümmü’l-Kur’an (Kur’anın anası): Kur’andaki bütün mânâlara şâmil olduğu için bu ismi almıştır. Bir şeyin anası, o şeyin aslıdır.
Arapların lisanında ‘el-ümm’ sancak mânâsına gelir. Yani nasıl askerlerin sığınağı sancakları ise, ehl-i imanın sığınağı da bu sûredir.
4- Ümmü’l-Kitap: Bu sûre, diğer sûrelerin kökü ve tohumu gibidir. Nitekim Fâtihanın ilk yarısı, Mekke’de inen sûreleri; diğer yarısı Medine’de inen sûreleri temsil eder. Ümmü’l-Kitap, kâinatın aslı olan ‘Levh-i Mahfuz’a da denilir.
Ümm kelimesi Arapça’da meydana getirici, doğurucu anlamınadır. Bu sure Kur’an’ın ve âyetlerin genetik şifrelerini taşımaktadır.
5- Esâsü’l-Kur’an: Bu ismi almasının sebepleri:
a) Bu sûre, Kur’ân sûrelerinin ilki, sanki temeli gibidir.
b)Gâyelerin en şereflisini ihtivâ eder ki, bu da bir temel sayılır.
c) İmandan sonra ibâdetlerin en yücesi namazdır.
Bu sûre de, hem namaz hem iman hususunda, ancak kendisiyle
imanın ve namazın tamamlanacağı şeyleri ihtivâ etmektedir.
Bu sûre, temel ve kaynak; bunun dışındaki sûreler ise, bundan kaynaklanan arklar gibidir.
6- El-Vâfiye (yeter, tam): Vâfiyenin mânâsı, bölünmeyi kabul etmeyendir. Kur’an’ın bütün sûrelerinin yarısını bir rekâtta, diğer yarısını da ikinci rekâtta okusak, câiz olur. Halbuki bu sûrenin bölünmesi câiz değildir.
7- El-Kâfiye (yeterli olan, tamam): ‘Ümmü’l-Kur’an (olan Fâtiha), diğer sûrelerin yerini tutar; fakat diğer sûreler onun yerini tutamaz.’ Hadîs-i Şerîf
8- Sûre-i Kenz (hazine): Kenz: Bilgi hazinesi demektir. Fâtiha maddi-mânevi bilgiler hazinesidir.
Kenz ayrıca tasavvuf âleminde gönül zenginliği ve gönül sırrı anlamını taşır.
Hz. Ali şöyle rivâyet etmiştir: ‘Fâtihâtü’l-Kitap, Arşın altında bulunan bir hazineden Mekke’de indi.’
9- Seb’ul-Mesâni (çok tekrarlanan yedi âyet): Mesani kelimesi çifter çifter bükülüp kıvrılarak katlanmak manasındadır. Günümüzde bu tanım canlıların genetik şifresini aynen temsil etmektedir. «Biz sana çifter çifter katlanan yedi şifre verdik» (Hicr, 87) âyeti bu anlama gelir.
Mesani kelimesinin ‘İsna-övgü’ kelimesinden geldiği kabul edilirse, övülmekle bitmeyen güzellik anlamına gelmektedir. ‘Birbirinden güzel yedi’ şeklinde yorumlanabilir.
Mesani kelimesine müstesnadan ilgi kurarsak ‘Sana benzeri olmayan yediyi verdik’ demektir.
Mesani, bükülüp katlanmaktan dolayı güçlenmiş, kıvrımlarından dolayı sağlamlaşmış anlamına gelir. Âyet ‘Biz sana yedi güçlü ve canlı âyet verdik’ anlamına gelir.
Yine bu âyetten çıkan mana, Fâtiha’nın Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) özel olarak varlık sırlarını ve insanın hakikatını çözmek için verilmiş olmasındandır. Çünkü Allah bütün Kur’an’ı Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) inzal ettiği halde, özellikle ‘Biz sana Fâtiha’yı ve azim Kur’an’ı verdik’ şeklindeki tecritle farklı bir özelliğe işâret ediyor.
Sûreye bu ismin verilmesinin sebepleri şunlardır:
a) Âyet sayısı yedidir. Her âyetinin okunması, Kur’anın yedide birinin okunmasına denktir.
b) Bu sûre ikişerlidir. Yarısı kulun Rabbini medh-ü senâsı, yarısı da Allah’ın (celle celâlühû) kuluna ihsânıdır. (mesâni kelimesinde ikişer ikişer ve iki kısımlı mânâsı da vardır.)
c) Her namazda ve namazın her rekâtında tekrarlanması.
d) O, diğer semâvi kitaplarda yoktur. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ne Tevrat’da, ne İncil’de, ne Zebur’da, ne de Furkan’da bu sûre gibisi indirilmedi. Bu sûre (Hicr, 87 âyetindeki) es-Seb’ul mesâni ve Kur’ân-ı azîmdir.
e) Mekke ve Medine de ayrı ayrı nâzil olması.
10- Sûre-i Salât: Çünkü Fâtihasız namaz yoktur. En az iki rekâtta birer kere okunması vâciptir.
11- Sûre-i Şükür (Şükretme sûresi): Bu sûre, Allah’a fazlından, kereminden ve ihsanından dolayı hamd-ü senâ etmektir.
12- Ta’lim-i mesele (istemeyi öğretme): Fâtiha’da istemenin şartı, âdâbı ve istenen şeyin en mükemmeli pek düzgün bir şekilde öğretilmiştir.
İstemenin şartı; tanımak, amel etmek, ihtiyacı hissetmektir.
İstemenin âdâbı da; övmek, bir kimseye mahsus olduğunu arzetmek; istenecek şeyi iyi seçmek şartıyla istenen zâta arz etmektir.
İstenen en mükemmel şey ise, nimetin bizzat kendisi değil, o nimeti elde etmenin doğru ve kusursuz bir yolunu bulmada Allah’ın yardımıyla başarı nasip etmesidir. Çünkü bir nimetin doğru yolunu bulmak, onu her zaman bulmak demektir.
13- Sûretü’ş-Şifâ (şifâ sûresi), Şâfiye: Hastalıkların rûhi olanı vardır, bedeni olanı vardır. «Onların kalplerinde hastalık vardır.» (Bakara, 10) Bu sûre, usul, furû ve mükâşefe bilgilerini ihtivâ etmektedir. Bu üç bilgi makâmında şifânın meydana gelmesine sebeptir.
Fâtiha madde ve mana âleminden gelen tüm deyişlere şifa olduğu gibi, ölülere de rahmet sunucudur. Aynı zamanda şifa etkisi yanık gönüllere hayat veren, anlamına gelir. Bu anlamda derinden bir gönül sıkıntısı olduğu zaman Fâtiha okunmalıdır.
Ayrıca Sûre-i zikir (zikir sûresi), Sûretü’l-Münâcaat, Sûretü’d Duâ, El-Vâkiye (vuku bulan, olay), Er-Râkıye (yükseltici), En-Nûr, Sûretü’t-Tevhid (tevhid sûresi)... gibi isimleri de vardır.
Fatiha'da Allah'ın İsimleri
Fâtiha, Allah’ın(cc) Beş İsmini İhtivâ Eder
1- Allah ismi, yaratmanın, yoktan vâr etmenin, tekvinin (oluşturmak) ve ibdanın (başlatmak) kaynağıdır.
2- Rab ismi, Allah’ın çeşitli lütuf ve ihsanları ile kullarını terbiye ettiğine delâlet eder.
3- Rahmân ismi, dünyayı tanımadaki terbiye-i ilâhiye delâlet eder.
4- Rahim ismi, kulların neyi yapacaklarını ve neden sakınacaklarını göstermek için, âhireti tanıma hususundaki ilâhi terbiyeyi gösterir.
5- Melik ismi, Allah’ın insanları dünya yurdundan âhiret yurduna nakledeceğine delâlet eder.
Kulun ihtiyacı ya dünyayı isteme hususundadır ki; zararı def etmek ve menfaati elde etmek diye iki kısma ayrılır. Ya da âhireti istemek husûsundadır ki; bu da cehennemden kaçmak olan zararı def etmek ve cenneti istemekten ibâret olan hayrı taleb etmektir. Böylece bunların toplamı dört eder. En şereflisi olan beşinci kısım ise, bir şey istemek için veya bir şeyden korktuğundan dolayı değil de, sâdece Allah, Allah olduğu için, O’na hizmet etmeyi, itaati ve ibâdeti istemektir.
‘Allah’ ismi tecelli ederse, Allah’tan başka bir şey istemezsin.
‘Rab’ ismi tecelli ederse, O’ndan cennetin hayırlarını talep edersin.
‘Rahmân’ ismi tecelli ederse, bu dünyanın hayırlarını istersin.
‘Rahîm’ ismi tecelli ederse, Allah’tan, âhiret kurtuluşu istersin.
Mâlik’ ismi tecelli ederse, O’ndan dünyanın âfetlerinden ve çirkin fiillerinden muhâfaza etmesini istersin.
Bu sûrede geçen beş isim, beş zikrin başlangıçlarıdır:
1- ‘Allah’ ismi, ‘Subhânallah’ zikrinin,
2- ‘Rab’ ismi, ‘Elhamdülillâh’ zikrinin,
3- ‘Errahmân’ ismi, ‘Lâ ilâhe illâllah’ zikrinin,
4- ‘Errahîm’ ismi, ‘Allâhu Ekber’ zikrinin,
5- ‘Mâliki yevmi’d-dîn’ ismi, ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyü’l-azîm’ zikrinin başlangıcıdır.
Bu Sûrede Geçen Beş İsmin Faydaları
Fâtihada on şey vardır. Beşi rubûbiyet sıfatlarındandır. Bunlar, Allah, Rab, Rahmân, Rahim, Mâlik isimleridir. Beşi de ubûdiyet sıfatlarındandır. Bunlar ubûdiyet, istiâne, hidâyet isteme, istikâmet isteme ve nimet istemedir.
İnsan beş şeyden meydana gelmiştir: Bedeni, şeytâni nefsi, şehvâni nefsi, gadabi nefsi ve meleki akli, özü. Bu beş şey, şu beş mertebeye tecelli etmiştir:
Allah ismi, meleki, akli, feleki ve kudsi ruha tecelli etti de, böylece ruh Allah’a boyun eğip itaatta bulundu.
Şeytani nefse de, Rabb isminin göstermiş olduğu iyilik ve ihsanla tecelli etmiştir.
Şehvâni ve behimi nefse de, Rahim ismiyle tecelli etmiş de, nefse mübah ve güzel olan şeyleri helâl kılmıştır.
Allah (celle celâlühû) bu mertebelere beş ismiyle tecelli edince, cehennem kapıları kapanır, cennet kapıları açılır. Sonra bu mertebeler geri dönmeye başlarlar da, böylece bedenler itaat eder ve ‘İyyâke na’büdü’ der.
Şehvâni nefisler itaat eder ve lezzetleri terk etmeye ve şehvetlerden yüz çevirmek hususunda ‘ve iyyâke nesteîn’ der.
Gadabi nefisler itaat eder: ‘İhdinâ’ der.
Şeytani nefisler itaat eder: ‘İhdina’s-sırâte’l-müstakîm’ der.
Kudsi meleki ruhlar baş eğer: ‘Sırâtellezîne en’amte aleyhim vele’d-dâllîn’ der.
Allah’dan başka ilâh olmadığına şehâdet etmek, Allah isminin nûrunun tecellisinden meydana gelmiştir.
Namaz kılmak Rabb isminin tecellisinden meydana gelmiştir. Kul da, imanını namaz yardımıyla terbiye eder, geliştirir.
Zekât vermek, Rahmân isminin tecellisinden meydana gelir. Çünkü Rahmân, merhamet etmede mübâlâğayı ifâde eder. Zekât verme işi de, fakirlere acımaktan ötürü tahakkuk eder.
Ramazan orucunun farz olması, Rahîm isminin tecellisindendir. Çünkü oruçlu kimse acıktığı zaman, fakirlerin açlıklarını hatırlar da, onlara muhtaç oldukları şeyi verir. Yine oruç tutan kimse, acıktığı zaman hissi bâzı lezzetlerden kesilir. Ölürken de bu kimseye, lezzetlerden ayrılmak kolaylaşır.
Haccın farz olması, ‘Mâliki yevmi’d-dîn’ isminin tecellisindendir. Çünkü kişi hac yaptığında, vatanından ayrılması ve çoluk çocuğunu terk etmesi gerekir. Bu da, kıyâmet gününün yolculuğuna benzer. Yine hac yapan kimse, yalınayak, başı açık ve çıplak olur. Bu da, kıyâmetteki insanların hâline benzer.