Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
O’nun ismi kainatı hazır ola geçiriyorsa, ya kendisi nasıl bir kudretin sahibidir?
Ayrıca isim kelimesi ‘sümuvv’ kökünden yükseklik manasına gelmesi hasebiyle ‘bütün yüksekliklerin sahibi, yani âli, azim, kebir, aziz olanın ismiyle başlarım’ anlamına gelir.
Ya da onun ismini lisanına alan, ona gönülden saygı duyan mümin, bu şerefli ismin tecellisine mazhariyet kazanır.
Yahya ibn Said (ra) anlatıyor. Hz. Peygamber bol sütlü bir deve hakkında ‘Bunu kim sağacak?’ diye sordu.
Bir adam ayağa kalkmıştı ki Hz. Peygamber ‘İsmin ne? dedi. Adam ‘Mürre’ (acı) dedi. Ona ‘otur’ dedi. Hz. Peygamber tekrar ‘bunu kim sağıverecek?’ diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı. Ona ‘ismin nedir?’ diye sordu. Adam ‘Harb’ dedi. Hz. Peygamber ‘bu deveyi kim sağacak?’ diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ‘ismin nedir?’ diye sordu. ‘yaiş’ (yaşıyor) cevabını verince ‘sen sağ’ diyerek müsade etti. (Muvatta -isti’zan 24)
«En güzel isimler Allah’a âittir. O isimlerle O’na duâ edin» (Araf, 180)
Bu âyet-i kerimede zarfın başa geçmesiyle takdim kasrı vardır. En güzel isimler sadece ve sadece Allah’a (celle celâlühû) âit, O’na has, O’na özgü. İsimlerin çok olması müsemmanın kadrü kıymetini bildirir.
‘Hüsna’; ism-i tafdil. Yani en güzel, güzelliği mukayese edilemeyecek kadar güzel isimler o zata mahsus. Cümlenin isim cümlesi olarak gelmesi sübut, devam ifade eder. Dolayısıyla O’nda o güzellik ezeli, ebedi bitmez, tükenmez, sürekli, daima gündemde, daima işlerini devam ettirmektedir. Her iyiliğin, her güzelliğin, her hayrın zuhur ettiği o yüce kapıya bu güzel isimlerle gidip vasıtasız müracat etme fırsatını veren ve bunu yüce kitabında ilan eden Zat-ı Kerime hamdü senalar olsun.
O’nun sadece isimleri değil her şeyi güzel. Cüz söyleyip kül murat edilmiş. Tağlib sanatıyla uyarılmış. O’nu tanısanız tanısanız ancak ismen tanıyabilirsiniz. O’nu tanımaktan nasip almak, ehl-i aşka, ancak Cemâl-i Bari’ye mazhar olmakla mümkün olur. Cemâlini seyre dalan Hakk’a vasıl olanlar da her an ayrı özelliklerini, güzelliklerini fark edip, mestü hayran olacak, gün be gün hayranlıkları artacak.
Maddi aşklarda vuslat olunca aşk biter, merak diner. Ama O yüceler yücesi, güzeller güzelinin cemâliyle daima müşerref olan zatlar aşklarını dindiremeyecek, her an sevdaları artacak. Biz Ümmet-i Muhammed’e o güzel isimlerden yüz tanesini bahşedip Kur’an’ımızın muhtelif yerlerine serpiştirmiş. O yüz ismini bile anlayabilsek, düşünebilsek O’na karşı sevgimiz, ilgimiz, sorumluluk duygumuz, huşumuz her gün biraz daha artar, mânevi boşluklarımız, o isimlerin nuruyla, bereketiyle dolar.
İsim yapan ünlü bir firma ya da ünlü bir kişinin kitleleri arkasından nasıl sürüklediğini görüyoruz. İnsanoğlu bunca aczi, bunca noksanlığıyla biraz gayret ve başarı sonucu böyle bir makam elde ederse, onun bir selâmı, bir kartı, bir telefonu günlerce sürüklenen zor işleri bir anda hallederse, ya Yüceler yücesi bütün mülk ve saltanatın sahibi, her şeye kadir, kimseye muhtaç olmayan yüce Mevlâ’nın isimlerinin açamayacağı kapı, çözemeyeceği düğüm, halledemeyeceği mesele olabilir mi? Ama ahmak insan, O’ndan gafil habersiz, bütün kapıları çalar, bütün şartları zorlar, çaresiz kalır. ‘İşimiz Allah’a kaldı’ gibi küfürvari sözler eder. En son çare Allah’a (celle celâlühû) yalvarmaya başlar.
Oysa ilk önce O’na müracat edip yalvaracak, sonra sebepleri takip edecek. İşlerin hallini sadece ve sadece kainatın sahibinden bekleyecek. Padişahı görmezden gelip de kölesinin elini ayağını öpmeye kalkışmayacaktı. İşte bunun için ‘Duânız olmasa ne kıymetiniz var?’ (Furkan, 77) (şimdi etmeseniz de sonunda duâ etmeye mecbur kalacaksınız) buyurmuştur.
İsm-i Sübhan virdin mi var, bahçelerde yurdun mu var?
Bencileyin derdin mi var, garip garip ötme bülbül.
‘Güzel isimlerle duâ edin’ âyetinden şöyle bir ders almamız da mümkün: Biz aciz, muhtaç, hem de bütün mahluklardan daha fazla muhtacız. Birbirimize ihtiyacımız olduğunda iyi geçinmek ve güzel konuşmak, güzel isimlerle hitap etmek durumundayız ve uyarılıyoruz. ‘Kötü lakaplarla çekişmeyin’ (Hucurat, 11)
Bugün birilerinden güçlü olsak da yarın ona muhtaç olabiliriz. Bu nedenle birbirimizle alay etmek, argo konuşmak, çekiştirmek, lakap takmak gibi adi davranış ve sözlerden uzak durmamız menfaatimiz icabıdır. Aksi halde kendimize kötü akıbet hazırlamış oluruz. Atalarımız ‘tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, acı söz insanı zıvanadan çıkarır’ demişler. Dili leziz olan, gönüllerde aziz olur.
İşte Rabbimiz bize metod öğretiyor, yol gösteriyor. Birilerine ihtiyacınız olduğu kesin. O halde O’nun hoşlanacağı isimlerle O’na ihtiyacınızı arzedin. ‘fed’u’ davet manasına da gelir. İnsanları hayra, iyiliğe, sevgiye, insafa, işe, ilme, namaza, ibâdete, camiye, cemaate davet ederken hep güzel isimlerle, tatlı hitaplarla davet etmemiz işâreten beyan oluyor.
Cenâb-ı Hakk’ın ‘En güzel isimler’diye altını çizmesi çocuklara isim koyarken nasıl bir yol takip edeceğimizi gösterir. Başka isimler aramayalım, zati isimler olan Allah, Rahman, Halık, Ehad isimleri haricinde diğer sıfat isimleri en güzel isimlerdir. Bunlarla isim vermemiz teşvik ediliyor. Yukarıda verdiğimiz zat isimleri de başına abd (kul) getirilerek izafetle yine kullanılabilir. Abdullah, Abdurrahman gibi.
İsim koymak ebeveyn için çok mühim bir görev ve mesuliyettir. Olur olmaz isim koymak yasaklanmış, bizzat Rasulullah tarafından uygunsuz isimler değiştirilmiştir. İsimlerin müsemmalar (isim verilenler) üzerinde etkileri vardır. Bunu göz önünde bulundurarak isim vermelidir.
Mesela Kur’an’da geçiyor diye kezban (yalancı), bura (helâk) gibi isimler konulmaz. Ya da sırf kulağa hoş geliyor diye Funda (bunak kadın), Can (cinlerin babası) gibi isimler konulmaz. İsim koyarken esmaül hüsnadan, Resûlullahın (sallallâhu aleyhi ve sellem) isimlerinden, ehli beytin, ashabın isimlerinden koymak gerekir ki feyz alınsın.
Canlı bir örnek vermek gerekirse hocamızın muhterem pederleri Ethem Efendi hayranlıkla okuduğu Tefsir-i Kebirin müellifi Fahreddin Razi’yi düşünerek ‘Oğluma bu âlimin ismini koyayım da âlim olsun’ demiş. Ve gerçekten 21 yaşından 86 yaşına kadar durmadan dinlenmeden ilimle uğraşan, ümmete, serapa faydalı olan sadaka-i cariye bir evlat nasip olmuş.
O, lafza-i celal... O, zata mahsus özel isim... O, bütün isimleri bünyesinde taşıyan sedef... O, aşıkların virdi zebanı... O; zatından başka kimsenin isimlenmediği ve asla isimlenmeyeceği Vacibu’l Vücud’un en özel, en kapsamlı ismi. ‘Hiç O’nun adaşı olan birini biliyor musun?’ (Meryem; 65) Kul ‘Allahımın adıyla’ dediği zaman, bütün akan sular durur, yeter ki samimi söylesin.
Nâil olmak istediğimiz her güzel işin başında, endişe duyduğumuz her güzel konuda, Yüce Sultânın en büyük âyetleri okunur, O’nun yüce isimleriyle başlanır. Bu sâyede, korku ve endişelerimiz diner, ümitlerimiz yol bulur, rûhumuz inkişaf eder.
Aşkın ve muhabbetin yaratıcısı, yaşatıcısı ve mercii olan Mevlâ-i Müteal, Bakara’nın sonuna derç ettiği bu hıfz-u eman âyetlerine bir aşk adayı gözüyle baktığımızda, bütün isimleri derûnunda saklayan ‘Allah’ ismiyle başlaması dikkatimizi çeker. Ez-Zâhir ismine remz olan bu zâhir (hem de en zâhir) ismi ağızlara tad, gönüllere şifâ sunuyor.
Lisanımız, bu isimle bereketleniyor. Bu ismi söylerken, içimizin rahatladığını, gönlümüzün berraklaştığını, rûhumuzun sükûn bulduğunu hissediyoruz.
Gaflet uykusuna dalan nefsimiz dâhi kıpırdanıp depreniyor, etkileniyor; O Yüce Zâta karşı yaptığı hatâları düşünüp pişmanlık duyuyor. ‘Ben, O Yüce kerem sâhibi, O Aziz kudret sâhibi Zât-ı zü’l-Celâle nasıl olmuş da âsi olup, buyruğunu tutmamışım, O’nun koyduğu sınırları aşmış, O’nu gücendirmişim. O Âlemlerin Rabbi karşısında, beni görüp duruyorken, sözlerimi işitirken, cansız cemâdat, şuursuz hayvanat dâhi O’nun buyruğundan bir lahzâ ayrılmazken, ben O Yüce Zâta hangi cüret ve hangi cesâretle isyan ediyorum?’ diye hayıflanır; yaptığı azgınlıklara pişman olup, göz yaşları döker.
Dilindeki ‘Allah’ virdi, onu halden hâle sokar. Gafletin kuyularından, isyânın korkunç uçurumlarından kurtaran sağlam bir kulp olur. O sağlama kulpa sarılır, sarıldıkça korunur, korundukça arınır; günah vâdilerinden kurtulur.
Şâirin: ‘Allah de, bâki her nefes; pes gayrıdan ümidi kes’... çağrısına kulak verir. Anlar ki, Rabbisine karşı olan her günah, her isyan, her gaflet, kendi hürriyetini kısıtlayan bir zincirmiş.
Lisânı ‘Allah’ ismiyle bitimsiz bir zevkle meşgulken, gönlü mevlâsını râzı etme sevdâsıyla yanar. Hayatının bundan sonraki bölümünde, ‘Hayyu’l-Kayyum’ olan kâinatın sâhibini gücendirmeden geçirmeye kesin karar verir. Zikrin ritmine ayak uydurur; sırât-ı mütakîm deryâsına yelken açar.
Artık hedefi tekleşmiş, tevhid rûhu belirip, kul gerçekte ‘Lâ ilâhe illâ hû’ (O’ndan başka ilâh yok)’ demeye başlamış, ‘yazık etmişim ömrüme; bunca yıldır O’ndan gayrı için sevinip, O’ndan gayrı için üzüldüm, değer miydi?
Gayretim, göz yaşlarım, kıymetli vakitlerim boşa geçmiş. Ömrümün sayılı günlerini, sayısız günahlarla zây etmişim. Mârifetullahla süslemem gereken gönlümü, faydasız bilgilerin mezarı hâline getirmişim.
‘Allah’ ismi Rabb Teâlâ’ya mahsus alemdir. Onun ism-i Azâm’ı olduğu da söylenmiştir. Çünkü bütün diğer isimlerle mevsuftur. Nitekim Haşr Sûresinde Hüvallahüllezi la ilâhe illa hu, el melikül kuddüs-üs selâmül.. şeklinde tüm isimler ona sıfat olmuştur. İbni Kesir
Allah, ihsan eden, ceza veren, mükâfatlandıran, kahru galebe sahibi, 99 ismini içinde cem eden.
‘Allah’ ismi Allah’ın en büyük ve en şumullu ismidir.
Allah’ın ilâhi sıfatlarını, rububiyetinin na’tlarını ifade eden ve hakiki varlığa konulmuş tek isimdir.
Mürtecel bir isimdir. Mâbud’u bil Hakk’tan başkasına konulmaz.
‘Allah’ isminin ‘ve-le-he’ kökünden türediği söylenmiştir. Bu kökten olursa kullarının kalbini kendine bağlayan demektir.
Eğer ‘i-la-he’den türemişse mana, kullarının kalplerinin kendisine yönelip bağlandığı zat demektir.
‘Allah’ lafzı birdir, tesniyesi, cemîsi yoktur.
Bir kere ‘Allah ’ dese aşk ile lisan
Dökülür cümle günah, müsl-ü hazan
Bu isim lugat yönüyle de;
Kendisine bütün varlıkların kulluk ettiği,
Her varlığın kendisine iltica ettiği,
Her varlığa mekan ihsan eden,
Her feryadın imdadı ve
Sonsuz ilim, kudret, rahmetinde varlıkların hayrete düştüğü zat anlamındadır.
Besmeleyi bu açıdan düşünüp, her hayırlı işte söylersek, bu güzellikleri sık sık hatırlar, mutlu oluruz. Besmelede geçen üç mübarek esmanın nurları, tecellileri ruhumuzu sarar. Menfi enerjilerimizden sıyrılır, kendimizi kuş gibi hafif hissederiz.
‘Allah’ ile ‘ilâh’ arasındaki fark: ‘Allah’, Zât-ı mukaddesin özel ismi. Mânâsı mâbudun bi’l-hak. ‘İlâh’ ise, Allah’a da, gayrıya da konulan bir isimdir.
Besmele’de ‘Allah’ ism-i celilinin başta olması, tahsis içindir. Yani ‘Yalnız senin isminle başlarım’ anlamına gelir.
‘Allah’ kelimesinin aslı ‘el-ilâhe’ dir. Bu, altı harftir. Bu kelimeyi ‘Allah’ kelimesi ile değiştirince geriye dört harf kalr. ‘hemze – lâm – lâm – hâ’. Hemze, boğazın en alt tarafından, ‘lâm’ dilin kenarından, ‘hâ’ ise hemze gibi boğazın alt tarafından çıkar. Bu çok ilginçtir. Çünkü boğazın en alt tarafı, harflerin telâffuzlarının başlangıcıdır. Sonra bu iş, yavaş yavaş dilin kenarına varıncaya kadar yükselir. Sonra boğazın içinde bulunan ve nefesin mahalli olan ‘hâ’ harfine doğru dönüş yapar.
Kul da böyledir. İlk hâli olan tanımama ve cehâlet durumundan yola çıkar, sonra yavaş yavaş kulluk makâmlarına yükselir, böylece gücünün yettiği, üstesinden gelebileceği mertebelerin en sonuna ulaşır ve mükâşefe âlemine girer. Tevhid denizinde fâni oluncaya kadar, ilâhi nurlar yavaş yavaş ona dönmeye başlar ki, bu da ‘nihâyet başlangıca dönüştür’ sözüne işâret etmektedir.
Bütün eşya esmanın, bütün isimler ise zatın mazharıdır.
Kimin kalbinde ‘Allah’ olursa, iki cihanda Allah onun yardımcısıdır. Eğer kalbinde Allah’dan gayrısı olursa, iki cihanda Allah onun hasmıdır.
Her Cumâ günü, bin kerre ‘Ya Allah’ diyen kimse, evliya zümresine dâhil olur.
Cumâ günleri, taharet-i kâmile ile -ki gusül abdesti almaktır- Cumâ namazından evvel, yüz kerre ‘Ya Allah derse’, ne gibi dileği varsa matlûbuna nâil olur.
Her gün bin kerre ‘Ya Allah’ derse, ilme’l-yakin'e yükselir, kalb-i selime nâil olur.
Bir hastaya iki yüz kerre Ya Allah okunsa, eceli gelmemişse şifaya kavuşacağı muhakkaktır.
Şam’da, zâtın biri mescitte oturuyordu. Açtı... Kalbinden: ‘Ne olurdu, İsm-i Âzâm duâsını bilseydim, dedi.’
O anda iki şahıs göründü. Yanına gelip oturdular. Biri diğerine sordu:
− İsm-i Âzâmı bilmek ister misin?
− İsterim.
− O halde ‘Allah’ de.
− Ben bunu içimden her zaman söylerim...
− Hayır öyle değil. O’nu söylemek istediğin zaman, kalbinde O’ndan başkası olmayacak.
Daha sonra yanından ayrıldılar ve semâya doğru yükseldiler.
‘Rahman’: Yarattığı bütün varlıklara ivezsiz, garezsiz, ayrımsız her birinin her türlü ihtiyacını gideren, merhametlilerin en merhametlisi .
Bu dünya imtihan yeri olduğundan, mümin, kafir, münafık aynı nimetlerde müşterektir. Herkese âdeta ‘hodri meydan’ denilmiştir. Kimi elindeki imkanlarla şükür yolunu, kimi de küfür yolunu tutar. Kimi pişman olur, kimi hak yolda sabit kalır. Ama imtihan sonuçları haşirde açıklanacağı için dünyada herkese insan muamelesi yapılır.
Rahman olan yüce zat kimsenin havasını, suyunu, ekmeğini, aşını kesmez. Hatta âhirette nasibsiz olana dünya imkanlarını açar da açar. Maalesef nankör insan, bu ihsan ve ikrama karşı minnettar olacağına isyanını, şımarıklığını arttırır. «Yaşantıları onları şımarttı.» (Kasas, 58) Yığın yığın nimetleri Karun gibi kendinden bilir, azar da azar.
Ama yüce Rahman kullarına kötülüğe karşı iyilikle muameleyi emrettiği gibi, Zât- ı âlisi de şaşkın, zavallı kendini bilmezlere öyle muamele eder. Onlara sıhhat, imkan, makam, mühlet, serbestlik verir. Rahmetiyle, sabrıyla, keremiyle ellerinde fırsat varken dönmelerini, tevbe etmelerini ister.
Hatta Rahmâniyetinin eseri olarak, gerçekten tevbe edenlerin geçmişteki günahlarını sevaba çevirmeyi bile vaad eder. (Furkan,70) ‘Tevbe eden benim sevdiğimdir’ diye teşviklerin en kalitelisi ile tevbeye davet eder. Affını, mağfiretini, merhametini sık sık gündemde tutar.
Besmelenin daima gündemde tutulmasını istemesi de kullarına sık sık merhametini hatırlatarak, isyanı terk edip Rablerinin rahmetine koşmaları ve O’ndan asla ümit kesmemeleri için değil mi? Her şey zıddını hatırlatmaz mı? Merhamet gadabını ve gadabına sebep olan davranışları, onlardan vaz geçilmesini çağrıştırmaz mı?
‘Rahim’: Bu isim, dünyadaki rahmetini iyi değerlendirenlere ödül olarak ebedi rahmet müjdesi ifade eder. Çünkü bu siga devamlılık anlamı taşır. Oysa dünya fâni, devam öbür tarafta.
Rahmandan sonra Rahim, biz kullar için kâr üstüne kârdır. Ebedilikle, türlü nimetlerle, bitimsiz zevklerle, cennet ve cemâlullah ile müjdeleniştir.
‘Rahim’ ismi Kur’an’da 114 defa geçer. Bunlardan sadece üç yerde tek başına kullanılmış, diğer yerlerde farklı isimlerle terkip halinde gelmiştir.
Bismillah celal sıfatına, Rahman ve Rahim cemâl sıfatına delâlet eder.
Rahman’da umumi mana, Rezzaku’d dünya; Rahim’de hususi mana; bütün müminleri özel merhametiyle bağışlaması manası vardır.
Rahman Rahim’den daha mübalağalıdır. Çünkü Rahman’ın lafzı ve manası müteaddidtir. Rahim ise sadece manası müteaddid olur, lafzı olmaz.
Rahman ve Rahim biri diğerinden ince olan iki sıfat. ‘Zü rahmetin / Rahmet sahibi’ manasında tekit için gelir. Besmele’de ikisi cem edilmiştir. İbni Abbas der ki; ehl-i rağbetin kalbi mutmain olması için biri diğerinin ardından gelmiştir.
Ey akıl, nasıl da delinmez küfen?
Ebedi oluşun urbası kefen!
Kursa da boşluğa asma köprü, fen;
Allah derim, başka hiçbir şey demem! (N.Fâzıl)
Hamd, salat ve selâmla... Her şeyin yaratıcısı, sahibi, Hakim-i ezeli, ebedi Kadir-i mutlak kainata hitab ediyor:
‘Ey, benim ahsen-i takvimle yaratıp yaşamaları için gerekli olan her şeyi temin ettiğim kâinat sâkinleri! Size bir teminat kartı veriyorum. Onunla istikameti bulur, onunla müşkülleri çözersiniz. Onunla geçilmez yollar geçilir, aşılmaz yollar aşılır. Onunla bütün kainatla tanışır, birlik bahçesinde uhuvvet gülleri derersiniz. Onunla bereketlenir, onunla rahmete erersiniz. Onu bütün kâinat tanır. O en yüce rütbenin simgesi...
Onun önüne geçecek, onu aciz bırakacak, onun kahr-ı galebesinden kendisini kurtaracak kimse yoktur. O; herşeyin, herkesin yegâne muhtaç olduğu zatın bütün mevcudata armağan ettiği hayat iksiri... O; bütün esmanın sedefini bünyesinde taşıyan, Kebirü’l Mütealin her yerde geçen kartı...
O ‘Bismillâhirrahmânirrahim’... Onsuz hiçbir iş bitmez. Bitse de kimseye faydası yoktur. O her şeyin anahtarı... O kainatın şifresi... O rahmet madeni.’
Bugün besmelenin sırrına yol almak daha da kolaylaştı. Şifresi elinde olan herkes internet vasıtasıyla istediği siteye girebiliyor, istediği ile görüşebiliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun elindeki kartla nakit çekebiliyor. Nakit miktarı ne kadar fazla ise o kadar alma imkanına sahip.
İnsan zayıf aklı, cüzi iradesiyle, gayreti, çabası, imkanı nisbetinde şifrelerden yararlanıp bazı isim ve rakamlarla işini en kısa, en kestirme yoldan halledebiliyorsa; bir düşünelim!
Ezel ve ebed sultanının bütün kudret ve kahrı galebesiyle kainata verdiği şifrenin tesirini anlamak zor olmasa gerek. Varlıklar bu şifreden samimiyeti, acziyeti, mahviyeti, tevâzusu ve ihlâsı nisbetinde nasiplenir. Hele bütün mevcudattan aciz olan ve bitimsiz ihtiyaçlarla mübtela olan insan, bu mübarek şifreye her varlıktan daha fazla muhtaçtır.
Bir Başka Açıdan
Besmeleye kurallar zinciri ile baktığımızda büyük bir rahmet deryasıyla karşılaşıyoruz.
Allah’ın adıyla başlaması, İslâmın âdâbındandır. Bu âdâbı, ilk nâzil olduğu ittifakla kabul edilen Kur’ân-ı Kerimin: «Rabbinin adıyla oku» âyetinde Allah (celle celâlühû) Peygamberine (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy sûretiyle tâlim etmiştir. Bu edep düsturu: «Evvel, âhir, zâhir ve bâtın O’dur.» (Hadid, 3) âyetinin muktezâsıdır.
Her varlık, varlığının sırrını Vâcibü’l-vücut olan Allah’dan (celle celâlühû) alır. Şu halde her şey onunla başlar ve her başlangıç, her hareket, her yöneliş O’nun ismiyle olur. Allah’ın (celle celâlühû) Rahmân ve Rahîm sıfatları, rahmetle ilgili bütün tecelliyatı ihtivâ ettiği için, başlangıç olan Besmele’de kendisini bu sıfatlarla tavsif buyurmuştur.
Besmelenin manası: Her şeyden önce Allah’ın ismiyle ve zikriyle başlarım. Bütün işlerimde O'ndan yardım isterim. Ben yardım talibiyim, O herşeye kadirdir.
Besmele, Kur’an sûrelerinde yer alan âyetlerin bir parçası değil, bağımsız ve başlıbaşına bir âyettir. Sûrelerin birbirinden ayrılması ve ilk başlangıçta teberrük (bereket istemek) için konulmuştur. Kur’ân-ı Kerimin mevzuu, mücmel olarak Besmele’de mevcuttur.
Besmele tam bir âyettir. İstiâzenin (euzü’nün) Besmeleden önce gelmesinin hikmeti, namazdan evvel tahâret gibidir. Kalbi güzel şeylerle süslemeye başlamadan önce, kötü şeylerden temizlemek, mâsivâdan tecerrüd edip tümüyle Allah’a yönelerek, Allah’dan başka her şeyden bütün yönleriyle ilgiyi kesmek içindir.
Besmele ile başlamak demek, Allah’ın (celle celâlühû) birliğini anmak ve O’na karşı gereken edep dâiresinde İslâmi esasların ilk rüknünü îfâ etmek demektir.
Allah (celle celâlühû), bizi katl ve savaş için yaratmamış; ancak fazl ve ihsan için yaratmıştır. Bu yüzden işin önemini daha iyi anlayalım diye Allah (celle celâlühû), savaş âyetinde Besmeleyi anmamıştır.
Besmele, Kur’anın anahtarıdır. Levh-i mahfuzda Kur’anın yazdığı ilk şeydir. Hz. Âdem’e (as) ilk inen âyet de Besmeledir. Hz. Âdem Besmele inince ‘Zürriyyetim Besmele’yi okuduğu sürece azaptan kurtulur’ buyurmuştur.
Daha sonra Besmele göğe çekildi ve ikinci defa yeryüzüne Hz. İbrâhim zamanında indirildi. Hz. İbrâhim Nemrud tarafından ateşe atıldığında Besmeleyi okudu ve ateş kendisine zarar vermedi.
Daha sonra Besmele yine göğe kaldırıldı ve üçüncü defa Hz. Süleyman’a indirildi.
Hz. Süleyman’dan sonra tekrar göğe kaldırıldı ve son olarak Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) indirildi. Kıyâmete kadar da devam edecektir.
‘Bana öyle bir âyet indirildi ki Dâvut oğlu Süleyman’la benden başka kimseye indirilmedi. Bu Bismillâhirrahmânirrahim’dir.’ Hadîs-i Şerîf
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), İslâmın ilk yıllarında Besmeleyi Kureyş hattı ile ‘Bismikallahümme-Senin adınla başlıyorum Allah’ım’ şeklinde yazmıştı. Ne zaman ki, «(Nuh) dedi ki ‘Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır. ‘Bismillâhi mecraha ve mürsaha’» (Hûd, 41) âyeti nâzil olunca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Bismillah’ demeye ve yazmaya başladı.
Daha sonra, «De ki:İster Allah deyin ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’na hastır.» (İsrâ, 110) âyeti nâzil olunca, Resûlullah (sav) ‘Bismillâhirrahmân’ şeklinde yazdı.
«Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Râhim olan Allah’ın adıyla (başlamaktadır)» (Neml, 30) âyeti nâzil olunca Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) artık Besmeleyi bu şekilde kullanmaya başladı.
Buradan anlaşılıyor ki, Besmelenin cüzlerinin hepsi Kur’an’dadır. Bundan dolayı onu Kur’an’dan saymamak, Kur’an’a dil uzatmaya sebep olur.
Hz. Peygamberin Besmele yazma sünneti tüm ümmeti tarafından devam ettirilmekte, bugün pek çok kitabın önsözüne, dilekçelere, diplomalara Besmele yazarak başlanmaktadır. Meşhur bir Alman filozofu da bir şeref olarak diplomasına Besmele yazdırmıştır. Bu diploma da şu anda bir Alman müzesinde korunmaktadır.
Her hâdise Bismillah’la meydana gelir. Kıyâmet de Besmele’yle kopacak, Cennet-Cehennem Bismillah’la kurulacak, müminler ‘Bismillah’ dediklerinde cennetin kapısı açılacaktır. Âlem, Besmele’yle başladığı gibi Besmele’yle bitecektir.
Tek neşe bu dünyada var olmanın sevinci
Ve tek ilim, varlığın bilinmeden bilinci. (N.Fâzıl)
Be: İlsak (bağlantı)
Allahım! Senin isminle, sana bağlanarak bütün acziyetimi itiraf ederken, senin sonsuz kudretinden medet bekliyorum. Ben bir sarmaşık gibi dayanmadan ayakta duramam, varlığımı sürdüremem. Ne var ki Senden başka ne varsa âciz, hepsi nâçar. Kime dayanacak olsam benden önce yıkılıyor. Hepsi Senin kahrınla makhur. Her şeyin bağlandığı tek varlık, vacibül vücud Sensin.
‘ب’ harfi cerinin müteallakı (bağlı olduğu iş, fiil) hazfolmuştur. Bu da demek oluyor ki ‘Yaptığın işe değil, o işin de, senin de Rabbin olan Allah’a bağlan. Ona güven, ona sarıl. Ona kul olduğunu yaptığın iş sana unutturmasın. İşini putlaştırma. Herşeye kıymeti kadar değer ver. Gerçek manada bağlılığın, hedefin, gayen sırf Allah’a olsun.’
‘ب’ ilsak içindir. Konuşmada veya yazmada ‘ب’ varsa iki taraf olduğu anlaşılır. Makama uygun mahzuf bir fiile müteallıktır. Yani Besmele’ye münasip her fiil takdir edilebilir.
Tahsis, istila, irtifa, istiane manalarına gelir.
‘Bismi’, ba-i ilsak ile eliften müstağni olmuştur. Ayrıca çok kullanıldığı için elif hazfolmuştur. ‘Sin’ de o elife işâret olsun diye yazılışta uzatılır. ‘Bâ’ harfi ‘sin’ harfine doğru uzatılıp, birleştirilmiştir. Çünkü onlar Allah’ın kitabına yüce bir harf ile başlamak istediler.
Ömer b. Abdülaziz, kâtiplerine şöyle derdi: ‘Allah’ın kitabını tâzim için, ‘bâ’ harfini uzatın, ‘sin’ harfini iyice belirtin ve ‘mim’ harfini iyice yuvarlak yapın.’
Tasavvuf ehli, ‘bâ’ harfinin şekil olarak engin olduğunu, Lâfzatullah’la berâber yazıldığında yükseldiğini ve yüceldiğini söylemişlerdir. Böylece kalp, Allah’ın (celle celâlühû) hizmetiyle meşgul olduğunda, onun halinin yükseleceğini ummuşlardır.
Hz. Ali ‘ be’ harfinin tek noktalı oluşunu vahdet işâreti kabul eder ve ‘be’yi şöyle söyletir: ‘Ben bir noktayım tahtında bâ’nın; ki remz-i vahdetim tahtında ânın’
ب - Behaullah’ı (Allah’ın kadri-kıymeti), evlattan beri olduğunu, Bari ismini, behasını, bereketini, birrini, basiretini
س - Senaullah’ı (Allahın övgüye layık olduğunu), sesleri işittiğini, seyâdetini (azametini) senayı, Settaru’l uyub vasfını
م - Memleketullah’ı, duâları kabul ettiğini, Mecid, Mü’min, Metin, Muhyi, Mumit, Müheymin, Melik sıfatlarını, Mennan ism-i şerifini hatırlatır.
Besmelede ‘b’ harfinden sonra ‘ismun’ kelimesi gelir. Anlamı ‘İsimler’ dir. Bu da Allah’ın doksan dokuz isminin hepsini kapsar. Yani Besmele çeken Allah’ın bütün isimlerini anmış olur.
Hakk bir gönül verdi bana
Ha demeden hayran olur. (Yunus)
Bir görüşe göre ‘be’ harf-i cerinden sonra bir nefs-i mütekellim ya’sı hazfolmuş. Yani ‘Her şey benimle, herşey bana bağlı ve her şeyi başlatan, devam ettiren, bitiren benim.’
O halde, o Zat-ı zülcelalin adını anacağımız iş, ona layık, onun rızâsına uygun olmak zorundadır. Bu nedenle harama, mekruha besmele çekilmez. Hatta Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatı boyunca çiğ soğan ve sarımsak yemediği için, soğan sarımsak ile yemeğe başlayanın besmele çekmesi mekruh kılınmıştır.
Kur’an’da bütün sûreler besmele ile başladığı halde Tevbe Sûresi besmelesiz başlamıştır. Tevbe Sûresi’nde kıtalden bahsettiği için, besmelesiz nâzil olması son derece dikkat çekicidir.
Hz. Nuh’un gemisinin gidiş dönüşü (Hud, 41), Belkıs’ın tahttan inip müslüman olarak Hz. Süleyman’a eş oluşunun da Besmele ile vukua geldiği âyetlerde bildirilmiştir. (Neml, 30)
Besmelenin sonsuz, bitimsiz faydalarından biri de, şeytanın bizim yiyecek, giyecek, hatta evladımıza ortak olmasını engellemesidir. Besmele, şeytanı aç, çıplak, aciz bırakan çok güçlü bir silahtır.
Besmele çekmenin büyük bir faydası da her lahzada Rabbi Rahimi hatırlamak, nimetle nimet vereni düşünüp minnetdar olmak, Allah’ı her an gündemimizde tutmaktır. Her an çektiğimiz besmele, gönlün asıl sahibini, gönlümüze masaüstü yapar gibi büyük bir nimete bizi mazhar eder.
Bir düşünelim; yaptığı her iş için yürekten, inanarak, ayık bir kalp ile besmele çeken bir mümin, her an Rabbi ile hemhal olup, onunla ünsiyet etmez mi? O’na danışarak, O’nun izni, O’nun ismiyle iş yapan, işinde muvaffak olmaz mı?
Allah’ı hatırlayan bir mümin, elinde dünyevi bir iş olsa da, bu işin bitimli, dünyanın fâni olduğunu da hatırlar. Sonra baki olan dünyayı, Mevlâ’ya kavuşmayı düşünür. Bunu kaybetmemek için sicili olmamasına dikkat eder. Yaptığı işi güzel yapar. Kötü hesapla karşılaşıp, Mevlâ’nın nazarından düşmemek için gayret eder. Günahtan sakınır, hele kul hakkına çok dikkat eder.
Her amelini Allah için, Allah adına, Allah adıyla yaptığından, daima özenli ve çok dikkatlidir, işini büyük bir hazla yerine getirir. Gün be gün Rabbine olan yakınlığı, sevgisi artar. Ne mutlu besmeleyi dilinden düşürmeyen bahtiyarlara!
Besmele, kalemin Levh-i Mahfuz’a ilk yazdığı şeydir. Kalem Besmeleyi Levh-i Mahfuz’a 700 senede yazdı.
Resûlullah (sav), Besmeleyi okudu ve yirmi defâ tekrarladı. Onun her okumasında ayrı bir anlam, her kelimesinde bir ilim olurdu.
Ebû Hureyre bir seferde bir gece ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ okudu. Yere düşünceye kadar ağladı. Yirmi kere okudu, her defasında ağladı. Sonra şöyle buyurdu: ‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın (celle celâlühû) esirgemediği kimseler hüsrana uğrayacaktır.’
‘Âriflerin kalbi neyle huzur bulur?’ diye sorulduğunda Ebû’l-Abbas şu cevabı vermiştir: ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ ile! Çünkü Allah isminde bir heybet, Rahman isminde yardım ve zafer, Rahim isminde ise sevgi, merhamet ve aşk vardır. Bu isimlerin içinde en güzel mânâları birbirinden ayrı olarak koyan Allah’ın şanı ne yücedir, o tüm yaratılmışlardan uzaktır. Hiç bir şeye benzemez.’
İnsanın ilk duyduğu, ilk gördüğü, ilk söylediği çok önemlidir. Biz de Besmele ile başlarken, Rabbimizin üç güzel ismiyle ağzımızı tatlandırarak işimize, sözümüze başlamış oluyoruz.
Bu dünyayı bir yolculuğa benzetirsek, biz yolumuzu Besmele çekerek yürürüz. Kralı, padişahı temsil eden bir sembol veya bir yazıyla yürüyenlere yolda kimse bir zarar veremediği gibi, bu dünya mülkünde biz de mülkün sahibinin adıyla yürürüz.
Bismillah diyen Allah’ın himayesine girmiş, ona güvenmiş ve ona dayanmış olur. Allah adıyla hareket ettiği için kendini güvende hisseder çünkü arkasında Allah vardır.
‘Bismillâhirrahmânirrahim’ diyerek yürüdüğümüz zaman dağlar ile taşlar ile zikretmeye başlamış oluruz. Herşeyin Allah’ı zikrettiğini düşünmek, eşya ile dost olmaktır. İnsana cemaat şuuru verir.
Besmele kulluğun izharıdır. Hayatımızın hiçbir anında Besmele çekmeyeceğimiz bir işimiz olmamalıdır.
Besmele’de Allahu Teâlâ ismini takdim etti ve Resulü Muhammed’i (sav) Esmaül Hüsnasını bütün işlerde takdim etmekle edeplendirdi. Bu bütün kullara tabi olunacak bir sünnet, bir yol kılındı. Ve onu konuşmalarının evveli, risaletlerinin çıkış yeri, hacetlerinin kitabeti yaptı. Ta ki ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ diyen kimsenin zahir ve batın muradını söylemeye hacet kalmasın.
‘Rabbinin adıyla oku’ demekle sanki Rabbinin adıyla otur, Rabbinin adıyla kalk ve diğer fiilleri de yine besmeleyle yap, demiş oldu. (Taberi)
Kur’an’ın dört ana konusu vardır: Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet. Bu dört ana konu her sûrede olduğu gibi, Besmele’de de vardır.
Besmele’nin başında gizli olan ‘Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve öğret’ emri, Nübüvvete işârettir. Çünkü peygamber olmasa, tebliğ ve tâlim olmazdı.
Besmele’deki ‘Allah’ lafzı, tevhide işârettir.
Rahman sıfatı, nizam ve adalete işârettir. Çünkü Allah bütün canlıların rızkını adil şekilde verir, mümin-kafir ayırmaz.
Rahim sıfatı haşre delâlet eder, tam adalet orada tecelli edecektir.
Cabir (ra) şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim: ‘İnsan evine girer de, girdiği zaman Allah Tealâ'yi anarsa, yemek yediğinde de anarsa (Bismillah, derse) Şeytan (arkadaşlarına) der ki ‘Size (burada) gecelemek ve yemek yoktur.’
Fakat insan evine girer de, girdiği zaman Allah Tealâ'yı anmazsa şeytan şöyle der: ‘Siz geceleyecek yere kavuştunuz.’
İnsan yemeğinde Besmele çekmezse (Allah Tealâ'yı anmazsa), Şeytan der ki; ‘Hem geceleyecek yere, hem de akşam yemeğine kavuştunuz.’
♦ Besmele her kitabın anahtarıdır. Hadîs-i Şerîf
♦ Cebrail bana ilk geldiğinde kalbime ilk ilka ettiği ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ oldu. Hadîs-i Şerîf
♦ Besmele Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Onunla Allah’ın en büyük ismi arasında, gözün siyahıyla beyazı arasındaki kadar yakınlık vardır. Hadîs-i Şerîf
♦ Başında Besmele bulunan duâ reddedilmez. Hadîs-i Şerîf
♦ Abdest alırken Allahu Teâlâ’nın ismini zikreden, Besmele ile başlayan kimsenin bütün bedeni, besmele söylemeyenin sadece yıkadığı azaları (küçük günahlardan) temizlenir. Hadîs-i Şerîf
♦ Besmele-i Şerif inince, bulut doğuya doğru kaçtı. Rüzgar sâkin oldu. Deniz dalgalandı. Bütün hayvanlar kulak verdiler. Şeytanlara da semadan taşlar yağdı. Allah (celle celâlühû), Besmele-i Şerif hangi şey üzerine okunursa muhakkak o şey üzerine bereket yağdıracağına dair izzet ve celaline yemin etti. (Cabir b. Abdullah)
♦ Besmele indiği zaman gökteki melekler çok sevindiler; Arş titredi. Bismele ile birlikte bin melek indi. Bu, meleklerin imanını artırdı. Cinler yüzü koyun yere kapandılar. Felekler bundan dolayı harekete geçti. Melekler besmelenin azametinden dolayı baş eğip küçüldüler.
♦ Besmele indiği zaman, dağlar tesbih getirdi. O kadar ki bu tesbihi Mekke ehli ve o bölgede bulunanlar işitti. Bunun üzerine dediler ki: ‘Muhammed dağları büyüledi.’ (Hadîs-i Şerîf, Ebû Nuaym)
♦ Kim Bismillah'ı gönülden inanarak okursa, onunla birlikte dağlar da tesbih getirir. Ancak ne var ki dağların tesbih sesi duyulmaz. Hadîs-i Şerîf
♦ Allahü Teâlâ'nın üç bin ismi vardır. Bin ismini sadece meleklere öğretmiştir. Bin ismini de yalnız peygamberlere öğretmiştir. Üç yüz ismi Tevrat'ta, üç yüz ismi İncil'de, üç yüz ismi Zebur'da, doksan dokuz ismi de Kur’ân-ı Kerim'de mevcuttur. Bir ismini de Cenâb-ı Hak kendine seçip ayırmıştır. Bahsedilen üç bin ismin mânası Besmele’deki üç isimde toplanmıştır, onlar da Allah, Rahman ve Rahim’dir. Kim bunu öğrenir ve söylerse, Allah'ın bütün isimlerini anmış gibi olur.
♦ Miraca çıktığım gece, bana cennetin her tarafı gösterildi. Cennette dört tane ırmak gördüm. Bir ırmak sudan, bir ırmak şaraptan, bir ırmak sütten, bir ırmak da baldandı. Dedim ki,
- Ey Cebrail! Bu ırmaklar nerden gelir, nereye gider?
- Kevser havuzuna gittiğini biliyorum. Ama nerden geldiğini bilmiyorum. Allah’tan (celle celâlühû) iste de sana göstersin, dedi.
Rabbimden istedim. Bunun üzerine bir melek geldi ve bana selâm verdi. Sonra dedi ki;
- Ya Muhammed! Gözlerini yum. Ben de yumdum. Sonra melek,
- Gözlerini aç, dedi. Ben de açtım. Bir de baktım ki bir ağacın yanında duruyorum. Orada bembeyaz inciden bir kubbe gördüm. Onun som altından kapısı vardı ve kilitliydi. Eğer dünyada bulunan cinler ve insanlarla bulunan herşey o kubbenin üzerine konsaydı bir dağın üzerine konan kuş gibi olurlardı. Bu dört ırmağın o kubbenin altından çıktığını gördüm. Geri dönmek istediğimde melek bana dedi ki:
- Kubbenin içine niçin girmiyorsun?
- Nasıl gireyim? Kapısı kilitli, anahtarı da yok, dedim. Melek dedi ki:
- Onun anahtarı ‘Bismillâhirrahmânirrahim’dir.
Anahtara yaklaşıp ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ deyince kilit açıldı. Kubbenin içine girdim ve gördüm ki bu ırmakların herbiri kubbenin dört direği altından akıyor. Ve kubbenin dört direğinin üzerinde de ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ yazılıydı.
Su nehrinin, ‘bismi’nin mim’inden
Süt nehrinin, Allah lafzının he’sinden
Şarap nehrinin, Rahman’ın mim’inden
Bal nehrinin de, Rahim’in mim’inden çıktığını gördüm. Bu dört ırmağın aslının Besmele olduğunu o zaman anladım. Bunun üzerine Allahu Teâlâ dedi ki:
- Ya Muhammed! Senin ümmetinden her kim ki riyâdan halis bir kalple bu isimlerimle beni anarsa ve ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ derse, Ben ona bu ırmaklardan içiririm.’
Müminler su nehrinden içince; ölümsüz bir hayat bulurlar.
Süt nehrinden içtiklerinde; noksansız bir vücuda sahip olurlar.
Bal nehrinden içince; kendisinden sonra hastalık olmayan bir şifa ve afiyet bulurlar.
Şarap nehrinden içince; bir dinçlik ve ferahlık hissederler ki, artık mahzun olmazlar. (Ruhul Beyan)
♦ Varlık ağacı ‘Bismillâhirrahmânirrahim’ kökünden dal budak salmıştır. Bütün âlemin mufassal ve özel olarak dayanağı odur. Onun için çok Besmele çekene ulvi ve süfli âlem katında İlâhi heybet lutfedillir.
♦ Besmele Arş-ı âzamdan insanların kalbine uzanmış nurani bir iptir. Manasını kavrayıp, feyzinden istifade eden insanlar o ipe tutunarak Arş’a çıkabilir.
♦ Besmele ondokuz harftir. Cehenneminin de on dokuz zebanisi vardır. Bedende de günah işleyen ondokuz hassa vardır ki bunlar cehennem zebanisi hükmündedir. Besmele’nin feyiz, bereket ve tesiriyle bunlardan emin olunur. Bunlar, beş zahir, beş batın duyu, yedi tabii kuvvet, gadap (kuvvet-i dâfia), şehvet (kuvvet-i cazibe) ve tabii yedi kuvvet.
♦ Yine kim Besmeleyi çok okur, bunu âdet haline getirirse, Allah; okuyanı Zebanilerden korur. Ayrıca okuyanın rızkını çoğaltır, dünya ve âhirette makam ve mevkisini arttırır. (Okuyacak kişi haram yememiş olmalı, tam bir itikat ile şüphe duymadan, kalben inanarak, abdestli olarak okumalıdır.)
Besmele muazzam bir fırsattır. Bu fırsatı kullanmanın yolu da niyetten geçer. Mesela bir bardak su içtik, bunda herhangi bir günah veya sevap yoktur. Ama o suyu içerken ‘Bismillah’ dersek işte bu su içme işimiz ibâdete dönüşür. Çünkü Allah’ı hatırlamak, O’nu anmak ibâdettir. Ne kadar meşru işimiz varsa hepsini Besmele ile ibâdete dönüştürebiliriz.
Gün, yirmi dört saattir. Beş vakit namazın dışında on dokuz saat kalır. Bir kimse beş vakit namazı edâ ettikten sonra her mübah işin başında besmeleye devam ederse, bütün vaktini ibâdetle geçirme sevabı alır. Bu zaman zarfındaki günahlar on dokuz harfli Besmele hürmetine affolur.
Herbir ağaç ‘Bismillah’ der; rahmet hazinelerinden ellerini doldurur, bize tablacılık yapar.
Herbir bostan ‘Bismillah’ der; ibret mutfağından bir kazan olur. Çeşit çeşit, pek çok muhtelif leziz yemekleri bir anda pişirir.
Herbir inek, deve, koyun gibi mübarek hayvan ‘Bismillah’ der; rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur.
Herbir bitki ve ağaç, otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları ‘Bismillah’ der; sert taşı ve toprağı deler geçer.
Olaylara Besmele ile bakan o olayın arkasındaki gerçek tasarruf sahibinin Allah olduğuna inanır.
Bir eşya onu kullanan isme göre değer kazanır. Bir sanat eseri de sanatkarının adına nispet edilerek değer kazanır. Mesela bizim kullandığımız çay kaşığını satışa çıkarsak para etmez. Ama o kaşığın Fatih Sultan Mehmed’e ait olduğu ortaya çıksa milyarlar eder. Demek ki bir varlık, ilişkili olduğu isme göre değer kazanır. İşte insan da Allah’ın bir eseri olarak bakıldığında, bir kıymet kazanır.
Ne dünyadan safâ bulduk, ne ehlinden recâmız var.
Ne dergâh-i Hüdâ’dan mâada bir ilticâmız var. Nef’î
♦ Kıyâmet günü ümmetimden bir kavim ‘Bismillahirrahmanirrahim’ derler. Hasenatları günahlarından ağır gelir. Diğer ümmetler:
‘Subhanallah! Ümmet-i Muhammed’in hasenatı ne acib!’ derler. Peygamberleri cevap verir:
- Onların kelâmının evvelinde esma-i ilâhiye’den üç isim var. Teraziye konsa, semavat ve arzdan ağır gelir. O isimler, Besmeledeki ‘Allah, er Rahman, er Rahîm’dir.
♦ Hoca çocuğa Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü Teâlâ çocuğun ana-babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için berat yazdırır. Hadîs-i Şerîf
♦ Amel defterinde 700 Besmele bulunanı Allahü Teâlâ Cehennemden çıkarır. Tergibussalat
♦ Her kim sıdk ile Besmele çekse, kendisine dört bin hasenat yazılır, dört bin günahı silinir, makamı dört bin derece yükseltilir.
♦ Eve girerken Besmele çekilirse, şeytan, ‘Bu eve girmeme imkan yok’ der, dönüp gider. Tibyan
♦ Besmele ve ‘la havle ve la kuvvete’yi çok söyleyin. Zira Allah (celle celâlühû) bunların şerefiyle musibetin bütününü def eder. Hadîs-i Şerîf
♦ Besmele yazılı bir kağıdı yerden kaldıran sıddıklardan yazılır. Tergibussalat
Nitekim Bişr-i Hafi’yi de Allah dostu yapan Besmele yazılı kağıdı çamurların arasından alıp, güzel koku sürerek hürmet etmesidir.
♦ Besmele ile yazı yazanın haceti kolaylaşır, Allahü Teâlâ da râzı olur. Deylemi
♦ Sıkıntıya düşen, ‘Bismillahirrahmânirrahim ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billahil aliyyil azim’ derse, her türlü sıkıntıdan kurtulur. Deylemi
♦ Akşam karanlık basınca, çocuklarınızı eve alıp, kapınızı Besmele ile kilitleyiniz. Kandilinizi Besmele ile söndürünüz. Su tulumu ve diğer kapların ağzını Besmele ile örtünüz. İbn Kesîr
♦ Besmelesiz koku sürünen, şeytanlara da koku sürmüş olur. İbni Sünni
♦ Fâtiha ile Besmeleyi kim okursa, onu affettim, hasenâtını kabul ettim, günahlarından geçtim, dilini ateşte yakmam, onu Kıyâmet dehşetinden korurum, o Bana evliyâ ve enbiyâdan önce mülâki olur.
♦ Yemeğe başlarken, Allahü Teâlânın adını anın, yani Besmele çekin! Başında Besmele çekmeyi unutan, hatırladığı zaman, ‘Bismillahi alâ evvelihi ve âhirihî’ desin! Hadîs-i Şerîf, Ebû Davud
♦ Yemeğe Besmele ile başlayıp, sonunda Elhamdülillah diyenin, daha sofra kalkmadan günahları af olur. Hadîs-i Şerîf, Taberani
♦ Besmele ile yenen yemek bereketli olur. Hadîs-i Şerîf, İbni Mace
♦ Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashaptan altı kişiyle beraber yemek yiyorlardı. Bir arabi geldi, iki lokmada yemeği bitirdi. Efendimiz: ‘Eğer besmele çekseydi, yemek hepinize yeterdi’ buyurdular.
♦ Helaya girerken çekilen Besmele, cinlere perde olur, avret yerlerini göremezler. Tergibu’s Salat
♦ Bir arabi besmelesiz yemeğe başladı, sonra hatırlayıp besmele okudu. Rasulullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tebessüm ettiler. Sebebi sorulunca Efendimiz ‘Besmelesiz yemeğe başlayınca, şeytan da onunla yemek yiyordu. Besmeleyi okuyunca; şeytan yediklerini istifra etti’ buyurdular.
♦ Elbise çıkarırken Besmele çekenin cinlerle arasında perde olur.
♦ Gemiye ve vasıtaya binerken ‘Bismillâhi mecrâhâ ve mürsâhâ inne Rabbî leğafûrurrahîm’ (Hud, 45) demek, selamet ve hasenata sebep olur.
♦ Besmeleyi günlük hayatta dilinden hiç düşürmeyenin Allah ölüm acısını hafifletir, kabir sorularını basitleştirir, kabir azabından korur, hesabı kolay ve zahmetsiz olur.
♦ Besmele ile işe başlayanın günahları af olur. İ.Rafii
♦ Rum Kayseri Hz. Ömer’e; ‘Deva bulunmaz baş ağrısına müptelayım. Bir ilaç gönder’ der. Hz. Ömer, bir takkenin içine Besmele yazıp gönderir. Kayser takkeyi başına koyar ağrı kesilir; kaldırır ağrı hemen gelir. ‘Bunda ne var?’ diye araştırır, içinde Besmelenin yazılı olduğunu görür.
♦ Müminler, Besmele yardımı ile, Sırat’tan geçer. Cennet davetiyesinin imzası Besmeledir.
♦ Bir grup Yahudi, Hz. Halid’e;
- Bir ayet, bir keramet göster; Müslüman olalım, dediler.
Hz. Halid de bir şişe zehri Besmele’yle içti, zarar görmedi. Onlar da İslâmı kabul ettiler.
♦ Hayvana binerken ‘Bismillahi velhamdülillahi’ diyene hayvanın adımları adedince sevap yazılır.
♦ İsa (as) bir ölünün kabrinde azap olunduğunu gördü, üzüldü. Sonra ona ikram olunduğunu gördü. Mevlâ’dan hikmetini sordu:
- Bu kişinin çocuğu büyüdü, muallime gitti, Besmele’yi öğrendi. Arz üzerinde evladı ism-i pâkimi okurken, arzın karnında babasına azap etmek şan-ı uluhiyyetime layık değildir, buyurdu.
♦ Besmele her çeşit afetten, yangından, hırsızdan korur. Rızka sebep olur. Kalp gözünü açar. Hastalara şifadır. Ticareti verimli olur. Avın bereketine vesile olur. Ehlullahla görüşmeyi sağlar.
♦ Besmele çekenlerin dışında herkes dünyadan susuz çıkar.
♦ Günahlar gece, gündüz, gizli, aşikar olmak üzere dört çeşittir. Besmele dört kelimedir. Kim onu telaffuz ederse, günahları bağışlanır.
Suriye’nin çeşitli üniversitelerinde tıbbın farklı alanlarında uzman 30 profesörden oluşan bir araştırma grubu Şam’da üç sene süreyle Besmeleyle kesilen hayvan etleriyle Besmelesiz kesilen hayvan etleri arasındaki farkı ortaya koymak üzere laboratuvar ortamında incelemelerde bulundular.
Bilim adamları, hayvan ve kuş kesimi sırasında dinen söylenmesi zaruri olan ‘Bismilllâhi Allahuekber’ sözünün kesilen etler üzerinde tam manasıyla mucize denebilecek etkisiyle karşılaştılar.
Grup adına açıklama yapan Prof. Dr. Halid Halave, yapılan deneylerde Besmelesiz kesilen sığır, küçük baş ve kuşların et dokularında pıhtılaşmış kan, çoğalmaya müsait bakteri ve mikroplar tespit edilirken, Besmeleyle kesilen hayvan eti dokularında ise kan, mikrop ve bakterilere rastlanmadığını ifade ederek, araştırmanın bu sürpriz sonucunun insan sağlığı açısından bir devrim olduğunu belirtti.
♦ Zebihde (hayvan keserken) ve Kurbanda Besmele çekmek vâciptir.
♦ Sûre okurken, Euzü Besmele okunur. Âyet-i kerime okurken, âlimlerin çoğuna göre, yalnız Euzü okunur. Sûre veya âyet okumaya başlarken Euzü okumak vâcip, Fatiha okumaya başlarken Besmele okumak da vâciptir. Diğer sûrelere başlarken Besmele okumak sünnettir.
♦ Namazda, Sübhaneke okuduktan sonra Euzü Besmele okumak sünnettir. Allahü Teâlâ, «Kur’ân-ı kerim okuyacağın zaman Eûzü... söyle» buyuruyor. (Nahl 98)
♦ Haram olduğu kesin olan birşeye başlarken Besmele çeken küfre girer. Mesela şarap içerken veya domuz eti yerken Besmele çekmek gibi.
♦ İyi işlere Besmele ile başlamalıdır. Hadîs-i Şerîfte buyuruldu ki: ‘Küllü emrin zî bâlin lâ yubdeu fîhi Bismillahi fe hüve ebteru / Besmele ile başlanmayan her önemli iş noksan kalır.’ Beyhaki
♦ Ulemâ, kişinin ‘Besmele’ ile işe başlamasının müstehap olduğunda ittifak etmişlerdir. Meselâ uyuduğunda ‘Bismillâh’, kalktığında ‘Bismillâh’, ibâdete niyetlendiğinde ‘Bismillâh’, eve girdiğinde ‘Bismillâh’, yiyip içerken ‘Bismillâh’... der.
♦ Ebenin, çocuğu annesinden alırken Besmele çekmesi müstehaptır. İşte bu, çocuğun dünya hallerinden ilkidir. Öldüğünde, kabre sokulduğunda ‘Bismillâh’ denilir ki, bu da onun dünya hallerinin sonuncusudur. Kabirden kalktığında ‘Bismillâh’ der, böylece de cehennem, ‘Bismillâh’ demesinin bereketiyle, o kimseden uzaklaşır.
♦ Besmeleyi 786 defa suya okuyup içen, vesveseden kurtulur,
♦ Besmeleyi, kişi yatmadan abdestli olarak 21 kere okursa, o gece; şeytan, cin, insan şerrinden, yangından, zelzeleden ve eceli gelmemişse ani ölümden emin bir şekilde uyur. Gece boyunca güven içinde olur.
♦ Besmeleyi 786 defa bir bardak suya okuyup 7 gün sabah güneş doğarken içilirse içen kişinin zihni açılır, unutkanlığı gider.
♦ Kayıp insanın bulunması için yedi sabah 786 besmele okunur.
♦ Tarlanın verimini ve bereketini arttırmak için bir kağıda 101 Besmele yazılır ve tarlaya gömülürse hem bereket hasıl olur, hem de afetlerden korunur. Yetişme devresi zarara ve afete uğramadan tamamlanır. Meyvesi, sebzesi güzel ve bol olur.
♦ Hastanın şifa bulması için, hastaya 1000 defa besmele okunur. Ardından 1000 defa Fatiha sûresi okunur. 1000 defa Salavat getirilir ve hastanın şifaya kavuşması için duâ edilir.
Çanakkale savaşlarında bulunan bir topçu subayı anlatır:
Çanakkale’de savaşırken Besmele çekmedikçe tetiğe dokunmazdık. Besmele çektikten sonra da, mermilerimiz mutlaka hedefine varırdı. Düşman cephaneliğinin bir tek deliği vardı. Türk mermisi oradan içeri girip cephaneliği havaya uçurdu. Bu, tesadüf olamazdı...
Bir avuç ordunun, tüm dünyaya karşı savaşarak zaferler elde etmesi, bir tesadüf sonucu değildir; Allah’ın kudreti...
♦ ‘Besmele’ işlerin başlangıcı için, ‘Elhamdülillâh’ da işlerin sonu içindir.
♦ ‘Besmele’ zikir, ‘Elhamdülillâh’ şükürdür.
♦ Kul ‘Bismillâh’ deyince, rahmete müstehak olur. ‘Elhamdülillâh’ deyince bir başka rahmete müstehak olur. Bundan dolayı, ‘Bismillâh’ ile Allah’ın Rahmân isminden olan rahmete hak kazanır. Bu mânâdan dolayı, ‘Ey dünyanın Rahmânı, âhiretin Rahîmi’ denilir.
♦ Cuma hutbesinin her iki bölümü de hamd cümleleriyle başlar. İslâmi eserlerin ilk cümlelerini genellikle Besmele ve Hamdele oluşturur. Bir yazıda hamdeleye yer verilmemesi, o yazının önemli olmadığının işâreti sayılmıştır. O yüzden Müslümanların bütün resmi yazışmalarında, önemli akitlerinde besmeleden sonra hamdele zikredilirdi. Ayrıca hamdele Müslümanların uykuya yatma, uykudan kalkma gibi günlük faaliyetlerinin başında ve sonunda zikredilen bir duâ cümlesi haline gelmiştir.