Fatiha ve Namaz

Fatiha ve Namaz


 

Fâtiha’nın namazın bir rüknü olduğuna deliller:

1- Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), ömrü boyunca Fâtiha sûresini namazda hep okumuştur. Buna göre okumanın bize farz olması gerekir. Zîrâ Allah (celle celâlühû): «O Peygambere uyunuz» (Â’raf, 158) buyurmuştur. Allah (celle celâlühû): ‘Namazı hakkıyla kılınız’ âyetiyle, ‘Namazı Peygamber gibi kılınız’ emrini vermiştir. Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) kıldığı namaz ise, Fâtihayı ihtivâ etmektedir.

2- Hulefâ-i Râşidîn de bu sûreyi, her zaman namazlarında okumuşlardır. Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Benim ve benden sonra gelecek olan Hulefâ-i Râşidînin sünnetine sarılınız’ hadisinden dolayı, bunun bize farz olması gerekir.

3- Doğudan batıya bütün müslümanlar ancak Fâtiha sûresiyle namaz kılarlar. «Kim müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yere dönderir ve onu cehenneme yaslarız.» (Nîsâ, 115) âyetinden dolayı onlara uymamız gerekir.

4- Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Fâtihâtü’l-Kitap olmadan namaz olmaz’ buyurmuştur.

5- Allah (celle celâlühû), «Kur’andan kolayınıza geleni okuyunuz» (Müzzemmil, 20) buyuruyor. Âyetteki ‘okuyunuz’ ifâdesi emirdir. Emrin zâhiri ise vücup (yapılmasının farz olduğunu) ifâde eder. Buna göre, Kur’andan insanın kolayına geleni okuması farzdır. Fâtiha sûresinden başkasını okumak farz olmadığına göre, emrin zâhiri ile amel edilerek, namazda Fâtihayı okumanın farz sayılması gerekir.

6- Fâtihayı (namazda) okumak ihtiyatlı bir yoldur. Dolayısıyla ihtiyatlı olanı yapmalı. Çünkü Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Sana şüpheli gelen şeyi bırak, şüpheli olmayana geç’ buyurmuştur.

7- Namazdan maksat, kalbin zikrinin meydana gelmesidir. Allah (celle celâlühû), «Ve Beni zikretmek için namaz kıl» (Tâhâ, 14) buyurmuştur.


Fâtiha özetle rubûbiyet ve ubûdiyet makamlarını ihtivâ eder.

Bütün mükellefiyetlerden maksat, rubûbiyet ve ubûdiyet bilgilerinin elde edilmesidir. İşte bu sebeple Allah (celle celâlühû) bu sûreyi «Biz sana Sebu’l-Mesâniyi (Fâtiha sûresini) ve Kur’ân-ı Azîm’i verdik» (Hicr, 87) diyerek, bütün Kur’an’a denk kılmıştır. Bundan dolayı, diğer sûrelerin onun yerini tutmaması gerekir.
 

     Ahilere ahret gerek, sofilere sohbet gerek

     Mecnunlara Leyla gerek, bana Seni gerek Seni

     Meğer beni öldüreler, külüm göğe savuralar,

     Cesedim anda çağıra, bana Seni gerek Seni.  Yunus
 

Namazda gözle görülen ameller yedidir. Bunlar, kıyam, rükû, rükûdan doğrulma, ilk secde, bundan doğrulma, ikinci secde ve tahiyyâta oturmadır. Böylece Fâtihanın âyet sayısı, namazdaki bu işlerin sayısına eşit olmuş olur. Bundan dolayı da bu işler sanki bir beden, Fâtiha ise o bedenin rûhu gibidir. Kemâl derecesi, ancak ruh ile bedenin birleşmesiyle elde edilir.

1. Buna göre Besmele, namazdaki kıyamın karşılığıdır. Görmez misin ki Besmeledeki ‘be’ harfi Allah’ın ismi ile birleşince ayakta kalır.

2. ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ sözü, namazdaki rükûun karşılığıdır. Çünkü kul, hamdetme makamında hem Hakka, hem de mahlûka bakar. Çünkü hamdetmek, Allah’tan gelen nimetler sebebiyle O’na senâ etmekten ibârettir. Bu makamda kul, hem nimet verene, hem de nimete bakar. Bu bakımdan hamd makamı, arazlarla, istiğrak hâli arasında orta bir haldir. Rükû da, kıyamla secde arasında orta bir haldir. ‘Elhamdü’ lafzı, nimetlerin çokluğunu gösterir. Çok nimet ise, kişinin sırtına ağır gelen şeylerdendir. Bu nedenle insanın sırtı rükû ederek eğilmiştir.

3. ‘Errahmânirrahîm’ sözü, rükûdan doğrulma hâline uygundur. Çünkü kul, rükûda Allah’a tazarrû edip eğilince, Allah’ın rahmetine yakışan, onu yeniden doğrultmasıdır. İşte bu sebeple Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Kul, rükûdan kalkıp da ‘Semiallâhü limen hamideh’ (Allah, kendisine hamd edeni duyar) dediğinde, Allah (celle celâlühû) o kula rahmet ile bakar’ buyurmuştur.

4. ‘Mâliki yevmi’d-dîn’ sözü, ilk secde hâline uygundur. Çünkü senin böyle söylemen, Allah’ın (celle celâlühû) kahrının, celâlinin ve kibriyâsının kemâline delâlet eder. Bu da çok şiddetli bir korkuyu gerektirir. Bundan dolayı, buna en mükemmel bir şekilde huzû ve huşû yakışır ki işte bu secdedir.

5. ‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn’ sözü, iki secde arasındaki duruşa uygundur. Çünkü ‘İyyâke na’büdü’ sözü birinci secdeyi, ‘İyyâke nesteîn’ sözü ise ikinci secdeyi yapabilmek için Allah’tan (celle celâlühû) yardım istediğini haber vermektedir.

6. ‘İhdina’s-sırâte’l-müstakîm’ sözü, en mühim şeyi istemektir. Dolayısıyla bu isteğe, huzûrun zirvesini gösteren ikinci secde uygun olur.

7.‘Sırâtellezîne en’amte aleyhim ğayri’l-mağdûbi aleyhim ve lâ’d-dâllîn’ sözü de, namazdaki tahiyyata oturma hâline uygundur. Çünkü kul, son derece mütevâzı olunca, Allah (celle celâlühû), onun tevâzuuna ikram ile karşılık vermiştir. Bu ikram da, Allah’ın ona huzurunda oturmasını emretmesidir. Bu ise Allah’ın, kula en büyük ikrâmıdır. Bu, ‘en’amte aleyhim’ sözü ile bunun arasında son derece kuvvetli bir münâsebet vardır.
 

     Devlet oldur dü-cihanda destgîr olsun sana

     Nimet oldur ışk-ı Hâk rûşen zâmir olsun sana

     Matlab-ı a’lâ odur ki Hak sana kulum diye

     Ömr odur rûz-i cezâ mihr-i münir olsun sana. Efe Hazretleri
 

Sayısı yedi olan Fâtiha âyetleri, namazdaki bu yedi iş için bir ruh; bu yedi fiil de, insanın yaratılmasında söz konusu olan yedi mertebenin rûhu mesâbesinde olur. bu yedi mertebe, şu âyetlerde bahsedilmektedir:

«Andolsun ki insanı çamurdan bir hülâsâdan yarattık. Sonra onu sarp ve metin bir karargâhta (rahimde) bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan damlası hâline getirdik, derken o (canlı) kan damlasını bir çiğnem (lokmalık) et yaptık. O bir çiğnem eti de kemiklere çevirdik ve o kemiklere et giydirdik. Daha sonra onu başka bir yaratılışla inşâ ettik. Sûret yapanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir.» (Müminûn,12-14)

İslâmi akide ve tefekkürün, İslâmi duygu ve yönelişlerin bu sûrede toplanmasından ötürüdür ki, namazların her rekâtında okunması emredilmiş ve Fâtiha okunmayan her namaz bâtıl sayılmıştır.


Hatem-i Esam’a namazı nasıl kıldığını sorarlar. Şöyle der:

‘Namaz vakti girince güzel bir şekilde abdest alırım. Namaz kılmak istediğim yere gelirim. Bütün azalarımla namaza hazır oluncaya kadar orada bir süre otururum. Sonra namazı kılmak için kalkarım. Kâbe iki kaşımın arasında, Sırât köprüsü ayaklarımın altında, cennet sağımda, cehennem solumda, ölüm meleği Azrâil’i arkamda farz ederek, kıldığım namazın son namazım olduğu düşüncesiyle, korku ile ümit arası bir halde namaza başlama tekbirini alırım. Usulüne uygun olarak tâne tâne Kur’an’ı okurum. Tevâzu içinde rükû yaparım. Huşû içinde secdeye giderim. Sol ayağımın dış kısmını yere yayarak üzerine oturur, sağ ayağımı baş parmağım üzerine dikerim. Bütün bunları ihlâs ile yaparım.

 

Rûhâni Mîrac

Fâtiha sûresinin namazlarda okunmasının hikmeti, âlemin mâverâsına ulaşmak, ledün ilminin ve ikliminin sırlarına ulaşmaktır. Fâtiha-i Şerife okununca, âlemlerin mâverâsı zuhur eder. Kul, bütün kâinâtı seyreder. Sonra ledün ikliminin perdeleri aralanır, artık bu zâtî tecelliler için rükû ve secde edilmesi gerekir. Allah (celle celâlühû), huzurunda duâ etmek için kuluna Fâtihâ sûresini lûtfetmiştir.

Kul, namazda: ‘Bismillahirrahmânirrahim’ der.

Allah da: ‘Kulum Beni andı’ der.

Kul: ‘elhamdülillâhi rabbi’l-âlemin’ deyince,

Allah da: ‘Kulum bana hamdetti’ der.

Kul: ‘errahmânirrahîm’ der.

Allah da: ‘Kulum beni övdü’ buyurur.

Kul: ‘mâliki yevmi’d-din’ der.

O günde herkes kendi yükünü yüklenir. Tıpkı kervandaki gibi... Kervandaki her kişi kendi eşyasını yüklenmiş yoluna devam etmekte... Nihâyet kervan, mizan ve başındaki tartıcıların önüne gelip durur. Kervandakilerin yüzlerinde yorgunluk ve bitkinlik işâretleri okunmakta. Herkes kendi eşyasını muhâfazaya çalışmakta, uzak yakın kimsenin yüzüne bakmaya bile fırsat bulamamaktadır.

Fâtiha’nın yarısı olan bu üç âyet Allah’a mahsustur.

Allah da: ‘Ey kulum! Sen ve âhiretin övgülerini, hamd-ü senâlarını bize havâle ettin. Bu nedenle yanımızda kıymetin arttı. Öyle ise sadece kendi ihtiyaçlarını değil, bütün Müslümanların ihtiyaçlarını, problemlerini arzet. ‘Kulluk ederim, yardım isterim’ yerine, ‘Yâ Rabbi yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım isteriz’ de...

Bundan sonra kul namazda şöyle der: ‘iyyâke na’büdü ve iyyâke nestein.’ Bununla, hiçbir yardımcıya muhtaç olmayan Rubûbiyetine, şeriki olmayan ilâhlığına, vezirsiz saltanatına karşı kulluğunu arzedip yardım ister.

Bir de şunu demek ister: Allah’ım! İbâdetim kusurlarla karışık olduğu için ibâdetimi yalnız başıma ulaştıramam. Fakat ben onu, sevdiğin kullarının ibâdetiyle karıştırıyor ve takdim ediyorum. Senin makbul kullarınla kapını çalıyorum. Allah’ım! Kabule lâyık değilsem de, ihlâsla ibâdet eden kullarının ibâdetlerini hem kendime, hem de kıraatımda izhar ettiğim hükümlere birer şefaatçi ve destek yapıyorum, beni kabul eyle.

Allah bu söze karşı şöyle cevap verir: ‘Bu benimle kulumun arasında bir münâsebettir. Kulumun dilediği olacaktır.’

Böylelikle bu âyeti okuyan âbidin ibâdeti, başkalarının ibâdetinin kabulü hürmetine makbul olmuş olur. «Mâ zâğal basaru vema tağa / Gözü ne başka tarafa kaydı, ne de onu atlayıp geçiverdi» (Necm, 17)’ ye uyup, nazarını bir tarafa kaydırmayarak ve Kur’ân-ı Kerimi okumaktan fâriğ olmayarak, Allah’ın tecellilerine kavuşmayı diler.
 

     Cümle âlemi yaratan, kaldır perdeyi aradan

     Binbir ismin hürmetine, göster cemâlin Yaradan

     Estir bizi yeller gibi, coştur bizi seller gibi

     Âzad olmuş kullar gibi, göster cemâlin Yaradan
 

‘İyyâke na’büdü’ hitâbı, herkesin kabiliyetine göre büyük bir mazhariyettir. İnsan, ‘iyyâke na’büdü’ demekle terakki eder yâni küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, ezel ve ebed sultanı olan din günü sâhibine intisâbı ile bu kâinatın nazlı bir misâfiri, ehemmiyetli bir vazifedârı makamına gelir. Cenâb-ı Hakk’a isyandan korunmanın ancak ismet-i ilâhi ile, taate kuvvetin de ancak tevfik-i ilâhi ile olacağını bilir.

‘iyyâke nesteîn’ dediğimiz zaman, dünya sevgisi yönünden nefsimiz bizi ele verir.
 

Süfyân-ı Sevri akşam namazını kıldırırken, bu âyetlere geldiğinde düşüp bayıldı. Ayılınca sebebini sordular. ‘Bunu söylediğin halde neden sultan ve doktorların kapısına gidiyorsun? derler diye korktum’ dedi.
 

Kul; ‘ihdina’s sırâte’l müstakim’ demekle, istikbal karanlığı içinde ebedi saadete giden nûra doğru hidâyeti ister. İnsanın saadete ve kemâle ulaşabilmesi için ekmel ve doğru yola ihtiyacı vardır. Bu yola girmek ve Hakk’ın lütfuna ermek için, ruh aynasındaki nefsâni ve şehvâni kirleri, mâ-i tevhid ile gidermek lâzımdır. Hakiki bahtiyarlık, aklı hissiyâta mağlup etmemek üzere bundadır. Ele, yüze ve vücûdun herhangi bir âzâsına bulaşan kirler nasıl su ile temizleniyorsa, seyyiat ve gayri ahlâki hallerin de izâlesi lâzımdır. Bunun suyuna da mâ-i tevhid, yâni: ‘Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün Resûlullah’ suyu denir.

‘sırâtellezîne en’amte aleyhim, ğayri’l mağdûbi aleyhim vele’d dâllin’ deyince Allah da şöyle karşılık verir: ‘Bunlar kuluma mahsustur.’ Görülüyor ki, Fâtiha sûresinin ilk yarısını Allah kendisine ayırmış, son yarısını da kuluna.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir keresinde Ashabına ‘kim huşu içinde aklına bir şey getirmeden iki rekat namaz kılarsa, cübbemi ona vereceğim’ buyurur. Orada bulunan Hz. Ali namaza durduğunda ikinci rekatta ‘Acaba Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hangi cübbesini verecek?’ diye düşündü.

Gün be gün ruhunu yücelten Hz. Ali öyle bir makama geldi ki, savaşta batırılan zehirli mızrağı namazda çıkarttılar da farkında olmadı.
 

Cennetin sekiz kapısı vardır. Bu kapılar;

1- Mârifet kapısı.

2- Zikir kapısıdır. Bu da ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’ sözüdür

3- Şükür kapısıdır. Bu da ‘Elhamdü lillâhi Rabbi’lâlemîn’ demendir.

4- Ümit kapısıdır. Bu da ‘Errahmânirrahîm’ demendir.

5- Korku kapısıdır. Bu da ‘Mâliki yevmi’d-dîn’ demendir.

6- Ubûdiyet ve rubûbiyet bilgisinden meydana gelen ihlâs kapısıdır. Bu da ‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn’ demendir.

7- Duâ, niyaz kapısıdır. Bu ‘İhdina’s sırâte’l müstakim’ demendir.

8- Temiz ve güzel ruhlara uyma, onların nurlarıyla hidâyete erme kapısıdır ki, ‘Sırâtellezîne en’amte aleyhim ğayri’l mağdûbi aleyhim vele’d-dâllîn’ demendir.

İşte böyle bir yolla Fâtiha sûresini okuyup inceliklerine vâkıf olursan, sana cennetin sekiz kapısı açılır. Bu da Allah’ın şu âyetinde kastedilendir: «Kapıları onlara açılmış durumda Adn cennetleri.» (Sad, 50) Buna göre Rabbâni bilgilerin cennetlerinin kapıları, bu rûhâni anahtarlarla açılır. İşte bu da namazda meydana gelen rûhâni mirâca işârettir.

Cismâni ve rûhâni âleme âit bütün kısımları zihninde toplayıp hazır edince, ‘Allahu Ekber’ de. ‘Allah’ sözünle, icâdı ile eşyanın var olduğu ve eşyada sıfat ile fiillerinin kemâli tecelli eden Zâtı kastedersin. ‘Ekber’ sözünle de, Allah’ın (celle celâlühû) eşyaya benzemekten ve onun gibi olmaktan münezzeh olduğunu kastedersin. Bundan da öteye, O, aklın kendisini eşya ile kıyas etmenin ve ona benzetmenin câiz olduğuna hükmetmesinden münezzehtir.

‘Allahu Ekber’ dediğinde, aklının gözünü Allah’ın (celle celâlühû) celâlinin ufuklarına çevir de, ‘Subhâneke Allahümme ve bihamdik’ de! Sonra da buradan emir ve teklifler âlemine geç ve Fâtiha sûresini, içinde dünya ve âhiret âleminin hayranlık uyandıran şeylerini müşâhade edip, Allah’ın (celle celâlühû) yüce sıfatlarının nurlarını, geçmiş dinleri ve mezhepleri, ilâhi kitapların sırlarını ve nübüvvetin kanunlarını göreceğin bir ayna kıl. Böylece şeriata, oradan tarikata, oradan da hakikata ulaşır, nebi ve resûllerin derecelerini, kendilerine lânet edilmiş, kovulmuş ve sapıtmış kimselerin derecelerini mütâlâa edersin.

‘Allahu Ekber’ tesbih makâmından, ‘Elhamdülillâh’ hamd makâmına yükselir.

Namazda Fâtiha okumayan kimse, namaz kılmamış demektir.

Övgünün gıyapta, duânın da huzurda yapılması efdaldir. Bu nedenle önce hamd, sonra duâ gelmiştir.

Namaz, Fâtiha sırrının açılıp, bizi ilâhi huzurda saflaştırdığı bir Mûcize-i Muhammedi’dir.  Haluk Nurbâki
 

     Aşkın aldı benden beni, bana Seni gerek Seni

     Ne âkılem ne de deli, bana Seni gerek Seni

     Aşkın aşıklar öldürür, nur denizine daldırır

     Tecelli ile doldurur, bana Seni gerek Seni.    Yunus



[Seb'ul Mesânî Fâtiha Tefsiri Kitabı - Medine Balcı]